Savaşın ve Barışın Açık Müzesi (Saraybosna-Mostar-Poçitel)


İstanbul’dan 07.05 uçağına binip 07.55 de Saraybosna’ya (Sarajevo) inerek, “Baştan Başa Balkanlar” turumuza Avrupa’nın ortasındaki Saraybosna’dan başladık. 6 cumhuriyeti ve 2 özerk bölgesiyle yıkılıp giden Yugoslavya! Şimdi birbirinden milliyetçi 7 küçük devletçiğe bölünmüş bir Coğrafya:BosnaHersek / Makedonya / Hırvatistan / Slovenya / Sırbistan / Karadağ / Kosova! Medeniyetler çatışmasını körükler gibi dağların tepelerinde, şehrin ortasında devasa haçlar ya da Üsküp’teki gibi Müslüman tarafını Çin Seddi gibi (çirkin devasa heykeller ve binalarla) kapatarak yok saymaya meyilli devletler topluluğu! İlk bakışta savaş bitmiş, yemyeşil, aydınlık yüzüyle Balkanlar! Savaşın izleri, birlikte yaşamanın güvensizliğini çağrıştıran görüntüler, savaş belleğini kalplerinden silememiş gibi geliyor insana!

 
 


Ve savaştan sonra Anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğan Saraybosna ve Mostar kentleri! İlk durağımız Saraybosna… 2011 sayımlarına göre Saraybosna nüfusu yaklaşık 411.000 kişilik nüfusuyla Bosna-Hersek’in başkenti! Müslümanlar, Katolikler, Ortodokslar ve Musevîler, burada yüzyıllar boyunca barış içinde bir arada barınmışlar, kız alıp vermişler, aynı güneşin altında, aynı yollarda el ele yürümüşler. Bu yüzden Saraybosna’nın, Avrupa'nın Kudüs'ü olarak kabul edildiğini duymuştum. Saraybosna Balkanlar’daki kültürel şehirlerin en önemlilerinden biri. Saraybosna’da başta Boşnakça olmak üzere Sırpça ve Hırvatça, Türkçe konuşulmakta. Saraybosnayı ilk kez görmeme rağmen tanıdık bir yere gelmiş gibiyim. İnsanlar, farklı dilde bile konuşsalar, Türkçeye benzer sözcükleri yakalıyorum. Yemekler, ortam hiç yabancı değil. Osmanlının yüzü var her yerde. Balkanlarda ailece turizmle uğraşan rehberimiz Sertel Kerim Saraybosna’da doğmuş ve liseyi bitirinceye kadar burada yaşamış. Sonra İstanbul’a göçmüş. Gezimiz boyunca bu durumun artılarını gördük. Gittiğimiz her yerde birbirine benzeyen farklı dillerle insanlarla iletişim kurabildi. Sertel bey, Saraybosna’nın, tarihi boyunca uluslararası önemi olan birçok olaya tanıklık ettiğini; 1914 yılında 1. Dünya Savaşı'nın başlamasına neden olarak gösterilen suikastın bu kentte gerçekleştiğini, 1984 Kış Olimpiyat oyunlarının mükemmel bir organizasyonla bu kentte yapıldığını, Bosna Savaşı sırasında son dönem dünya savaş tarihindeki en uzun kuşatmaya bu bölgenin maruz kaldığını anlatıyor.



Parkdan enstantane ve Başçarşı’da bir detay…

 
 

1878 yılına kadar Osmanlılara bağlı kalan şehir, imzalanan Berlin Anlaşması'yla Avusturya- Macaristan yönetimine bırakılıyor. 1918'de Sırbistan'a bağlanıyor. 2. Dünya Savaşı'nda 1941-1945 arasında Bağımsız Hırvatistan Devleti'nin işgalinde kalarak, 1. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan Yugoslavya devletinin bir parçası oluyor. Devlet Başkanı Tito'nun ölümü ve Sovyetler'in parçalanması, bu yapıyı da bölüyor ve eski Yugoslavya devletleri arka arakaya bağımsızlıklarını ilan ediyorlar.

 
 


Sorun Bosna Hersek’te çıkıyor ve Bosna’daki Sırplar, Sırbistandan da destek alarak, kendilerine fazla miktarda toprak kazandırmak, Sırbistanla birleşmek amacıyla Bosna Savaşını başlatıyorlar ve etnik arındırma çalışmalarına başlıyorlar. Amaçlarına da büyük çapta ulaşıyorlar. Sırpların yaptıkları unutulacak gibi değil. Tarihlerine yazılan kara bir leke! Bu etnik temizlikten en çok zararı Bosna Hersek görüyor. Sırplar Bosna'da etnik temizlik savaşını dünyanın ve Avrupa’nın gözü önünde Nisan 1992'den Eylül 1995'e kadar uyguluyorlar. Srebrenitsa katliamı, II. Dünya Savaşından bu yana Avrupa’da gerçekleşmiş en büyük toplu insan kıyımı olması ve Avrupa’daki hukuksal olarak ilk kez belgelenmiş soykırım olması açısından da önem taşıyor. Bu savaşta asimilasyon amaçlı kadınların topluca defalarca tecavüz edildiği ve düşürme, kürtaj olasılığını ortadan kaldırmak için hapsedildikleri belleklerde unutulmadı! Şimdi çoğu vatanlarını terk edip başka ülkelere gitmişler. İntihar edenler de çokmuş. Sergisi vardı Srebrenitsa katliamının. İzlemek bile zor. Binlerce mağdur kadının ve küçük yaştaki kızların, erkeklerin adı siyah bir zemin üzerinde beyaz harflerle yazılmış devasa duvar panosuna bakmak bile insanın içini burkuyor.

 


Saraybosna’da savaşın kurşun ve şarapnel izleri…

 
 

Panoramik Saraybosna turumuza başlıyoruz. Savaşın kalıntıları ve barışın aydınlık yüzüne her yerde rastlamak mümkün. Fatih Sultan Mehmet’in şehre girdiği kapıdan geçerek, Avrupa’nın özgün çarşısı Başçarşıdayız. Şehrin kalbi diyebileceğim merkezindeki bu yer 16.yy kurulmuş önemli bir Osmanlı çarşısı. Ortada çarşının adeta simgesi olan sebil tüm albenisiyle bizi selamlıyor. Bu Osmanlı çeşmesinden su içiyoruz. Buradan su içenin tekrar buraya döneceğine ve şehirden kopamayacağını söylüyorlar. Bu sudan içmesem de Saraybosna’ya tekrar gelmek isterim. Gezim boyunca bu hissi yaşadım. İstanbul’daki çeşmelerden model alınarak Vali Hacı Mehmet Paşa tarafından yaptırılan bu çeşmenin etrafındaki yüzlerce güvercin buranın sembolü olmuş adeta. Aynı çeşmeden Konya’da da yapılmış. Etrafındaki ahşap dükkânlarda el sanatlarının her çeşidini bulmak mümkün. Özellikle metal eşyalar, mücevher ve çömlekler göz dolduruyor. Pazarlık pek yok. Aynı ürünlerin fiyatları neredeyse her yerde aynı. Esnafı güvenilir ve prensipli buluyorum. Fiyatlar da uygun. Hediyelikler buradan alınabilir. İstanbul Kapalıçarşı’nın bir minyatürü olan Bezistan (Bedesten) da çay içiyoruz. Çarşı etrafında Saraybosna’daki birçok önemli yapıyı yaptıran Gazi Hüsrev Bey’e ait camiler, hanlar ve medreseler var. Gazi HüsrevBey; Osmanlı İmparatorluğu Padişahı I.Süleyman devrinde Bosna'da uzun süre görev yapan sancak beyi. Babası Boşnak annesi Türk. Osmanlı döneminden beri eğitimine ara vermeden devam eden Kurşunlu medresesini, Hüsrev bey camisini geziyoruz. Cami avlusundaki eski mezar taşlarına hayranlıkla bakıyorum.

 
 

 



Okul duvarında savaşta ölen öğrencilerin plaketleri ve Srebrenitsa Sergisinin Tanıtım Panosu…

 
 

Başçarşı da; bedesteni, medreseyi, camileri, sebili, hamamı, hanı ve saat kulesi ile Osmanlı İmparatorluğunun mimari zekâsı ve estetiği ile inşa edilmiş, ortak tarihin ve kültürün etkileyici izlerini takip ediyoruz. Hemen yanında Ferhadiye caddesindeyiz. Savaşın hep vurduğu bir cadde burası. Sanki İstanbul İstiklal caddesindeki gibi insan seliyle karşılaşıyorsunuz. Ara sokaklarda lokanta, kafe, eğlence yerleri var. Sanırım güneşli bir havanın etkisiyle de her yeri dolduran insanların neşesi bize de yansıdı! Gezimizin başında bile savaşın izleriyle karşılaşmamızın şaşkınlığını ve hüznünü atamadan, bu manzarayı görmek beni şaşırtıyor. İnsanların neşeyle ve tutkuyla hayatın tadını çıkarmaları içimi ferahlatıyor.




Saraybosna’nın En Büyük Katedrali..

 
 

Paris’teki Notre Dame’dan ilham alınarak 1889’da inşa edilmiş Saraybosna’nın en büyük katedralindeyiz. Katedral’in merdivenleri birbiriyle sözleşmiş gençlerin buluşma yeri görevi görüyor aynı zamanda. İçerisi çok kalabalık. Katedralin vitrayları görülmeye değer. Çok hoş bir müzik eşliğinde ayin yapılıyor. Grubun sessiz olması için uyarı alıyoruz. Katedral’in çaprazında ise Ferhadiye (Ferhadija) bulunuyor. Küçük ve hoş bir cami olarak belleğimde kalıyor. Daha sonra, ortodoks kiliselerini ve musevi sinegogunu, camileri de ziyaret ediyoruz. Birbirinden farklı mimari yapıda, hepsi ayrı bir güzellikte. Farklı renkleri içinde barındırıp, savaştan önce herkes birbirinin inancına, kültürüne saygıyla hürmet ederken, ne yazık ki savaşta en yakın komşular bile düşman olmuşlar birbirlerine! Ferhadiye caddesinin bitiminde Tito’nun sönmeyen ateşine içimiz burkularak bakıyoruz. Gece gündüz sönmeden yanan ateşin bulunduğu anıt 2.Dünya savaşı kahramanları ve şehrin Almanlardan kurtarılması, Saraybosna sevenleri adına ve anısına yapılmış. Özgürlüğü de sembolize eden halkın Vjecna Vatra dediği “sonsuz ateş” şehre ayrı bir anlam katıyor. Yol boyunca kafeleri, mağazaları, kitapçıları, şehrin en büyük 5 katlı BBI alışveriş merkezini geziyoruz.

 
 


Saraybosna’nın güzel camilerinden…Saraybosna Halk Kütüphanesi…

 
 

Sırplar tarafından iki kez bombalanan kapalı Pazar yerindeyiz. Bu pazara roket düştüğünde 43 kişinin öldüğünü söylüyor rehberimiz. Ölenlerin anısına roketin açtığı çukurun etrafını çerçevelemişler. Bizim pazarlarımızın aynısı. Aynı tatlar, sebzeler, ne kadar ortak her şey! Pazarda Boşnak kadınlarının sattığı Nergis ve nergis çiçeğine benzeyen çiçeklerin fiyatını soruyoruz. Çok uygun. Sebzeler organik görünüyor. Fiyatlar makul.

 
 


Saraybosnada her an karşınıza çıkan, yol kenarında uzanan toplu mezarlıklar, keskin acımasız Sırplı nişancılarının şarapnel ve mermi izlerini taşıyan binalar, iskeletleri kalmış hayalet evler, kolu, bacağı olmayan savaş gazileri, sivil insanlar görmenin acısı ve insanlık utancıyla güzellikleri görmek zor geliyor insana. Yemyeşil Saraybosna içinizi hüzünle dolduruyor. Barışın ne kadar önemli olduğunu her an hissettiriyor. Bu duygularla savaş ve barış tezadıyla yaşamın umutla devam etmesi şaşırtıcı geliyor insana. Bu topraklardaki insanların dik duruşları ve umutlarıyla empati kurmaya çalışıyorum ve onlara saygım, sevgim, hayranlığım artıyor. Mustafa Balbay’ın Balkanlar kitabında okuduğum “1997’den 2003’e Balkanlar’da çok şey değişti ama acıların ve umutların içeriğinde bir değişiklik olmadı!” diyen cümlesi aklıma geliyor. 2013’de aynı düşünceye katılıyorum. Evet, savaşın yakıcı acılarını sarmaya çalışan, turizmle de kalkınmaya çalışan güler yüzlü Saraybosna hüznün ve umudun yüzü! Herkesin görmesi ve hayata dair ibret alması, havasını soluması gereken bir yer!

 
 


Saraybosna’nda Türk dizileri…Balkanların kağıt hunili sunumu…

 
 

Eyfel köprüsünden geçiyoruz. Milyatska nehri boyunca yürüyoruz. Yeşil Bursa camini görüyoruz. Rehberimiz, Drina Köprüsünden bahsediyor ve Nobel ödüllü İvo Andriç ve unutulmaz romanı Drina Köprüsünü anımsatıyor ve Saraybosna da yaşadığını söylüyor. Saraybosna’nın en meşhur parkında ünlülerin heykellerinin arasında İvo Andriç büstüne de rastlıyoruz. Parktaki devasa satranç takımıyla kıyasıya bir oyun gerçekleşiyor. Meraklı ve ilgili izleyiciler eşliğinde! Aynı zamanda yerel bir televizyon izleyicilerle konuşarak bu anın çekimini yapıyor. 1.Dünya Savaşının başlamasına neden olduğu söylenen, Avusturya-Macaristan Arşidükü (veliaht) Franz Ferdinand’ın bir Sırp tarafından öldürülmesinin gerçekleştirildiği Latin köprüsündeyiz. Dünyanın o kadar çok böyle olayları var ki! Zaten kaynayan kazanlar “bir an - bir olay” bekliyorlar sinsice!

 
 


Kurtlar gibi acıkıyoruz ve Ferhatovic lokantasında, yumuşak büyükçe bir pidenin içinde en az 10 adet İnegöl köftesine benzeyen lezzetli “cevapcici” köfteleri ve yanında soğanla yemeğimizi bitiriyoruz. Sonradan bu kadar çok köfteyi lezzetle yediğime inanamasam da.

 
 


Sokak satrancı ve yüzlerce mezarlıktan sadece biri…

 
 

Aralarında Türkiye’nin Saraybosna eski büyükelçilerinin de yer aldığı Bosna Hersek’te görev yapmış olan dünyanın dört bir yanından 113 büyükelçinin ağaç diktiği Büyükelçiler Yolunda yürüyüş yapıyoruz. Köfteleri başka türlü sindiremeyeceğim! Her ağacın altındaki taşlarda büyükelçiliğin plaketleri vardı. Çok güzel ve anlamlı bir bir yürüyüş alanı. Savaş kayıplarını herkes farklı söylüyor. Resmi rakamlar yanıltıcı! En büyük kayıpların Saraybosna ve Srebrenista da olduğunu öğreniyoruz. Savaşın en acımasız saldırılarından Saraybosna Halk Kütüphanesi’nin yangın bombalarıyla yakılmasını basından takip etmiştim. Savaş zihniyetlerinin sadece insanları değil, topyekûn hafızayı da silmek istediğinin en büyük kanıtı bu saldırı! Savaş kazanıldığında amaçlardan birinin Saraybosna’nın Osmanlı ve Boşnak geçmişine dair izlerin tek tek silinmesiydi! 25 Ağustos 1992’de 3 milyona yakın kitabın binayla birlikte yanması ve şehrin günlerce yanmış kâğıt kokusuyla dolduğunu öğreniyoruz. Yeniden inşa edilen Barok-İslam karışımı mimariye sahip görkemli kütüphane binasını ve içinde yanan çoğu elyazması milyonlarca kitabın ruhumuzdaki bıraktığı derin sızısıyla ve hayranlıkla seyrediyoruz!

 
 


Alperenler Tekkesi ve Büyükelçiler Yolu…

 
 

“Tito zamanında rüyamızda ne gördüysek ertesi gün vardı” diyor rehberimiz. “Fakat bu gün bir damla huzur için her şeyimi veririm” diyor. Zaten gezi boyunca burada yaşayanlardan bu söylemi hep duyuyoruz. Bosna da en yeni yapılar mezarlıklar! Ülkede yaşayan her kesim milli marşın sözlerinden bir anlam çıkardığı için 3 kez değiştirilen marş sözsüzmüş. Sırp besteci Duşan Sestiç ile Bünyamin Isoviç tarafından yazılan marş kabul görmüş son olarak! Marşın boşnak ve sırp kökenli ikilinin yazmasıda marşa ayrı bir anlam katmış. Benzer durum araç plakalarında da olmuş. Plakalardan araç sahibinin hangi kökenden olduğu anlaşılırsa trafik kazalarının sayısı artacağı düşünülmüş. Bunun üzerine bu sorun kent ve kökeni belli etmeden rakam ve harflerden oluşan plakalarla çözülmüş!

 
 


Mostar

 
 


Neretva nehri yol boyunca bize eşlik ediyor. Savaşta minaresinin yarısı yıkılmış camiyi görüyoruz. Neretva Adriyatiğe kadar uzanıyor. Başrolünü Yul Brynner’in oynadığı, “Neretva köprüsü” filminin köprüsünü görüyoruz. Nehrin üzerinde yıkılmış haliyle duran bir demiryolu köprüsü. Nihayet fotoğraflarından bile büyüsüne kapıldığım, görmek için sabırsızlandığım masal şehir Mostar’a varıyoruz. Mostar şehri ve Mostar Köprüsü! Savaşın en dehşetli yaşandığı yelerden birisi! Savaşta tüm şehrin harap olduğu, Osmanlı eserlerinin çoğunun yıkıldığı bu şehir ateşkesten sonra, yeniden inşa edilerek yaralarını sarmaya çalışmış. Şimdilerde turizmle kalkınmaya çalışan kentte Sırp yok, köprünün bir tarafında Hırvatlar, diğer tarafında Boşnaklar yaşıyor. Dar yollarından kentin sihrine kapılmış keşif yürüyüşümüzde taş sokaklarında ansızın karşımıza çıkan akordeon eşliğinde Balkan şarkıları ve Türkçe söylenen şarkılarla mest oluyoruz.

 
 


Boni Nehrinin çıkış noktası…Güzeller Güzeli Mostar Köprüsü…

 
 

Neretva Nehri üzerinde Mimar Sinan'ın öğrencisi nice muhteşem yapılara imzasını atmış Mostarlı (devşirme) Mimar Hayrettin’in kalfalık eseri olan, babasının isteği üzerine, 1566 yılında inşa edilen bu ünlü köprü, 24 metre yükseklikte 30 metre uzunluğunda, 4 metre genişliğinde. Dönemine göre gelişmiş bir teknolojiyle inşa edilmiş. Köprünün ruhunu ve dokusunu hissedemeden bu güzellik karşısında engellenemez bir dürtüyle fotoğraflar çekiyoruz. Hediyelik eşyaları satan bir dükkânda Mostar köprüsünün yıkılışından nasıl bombalandığına kadar, savaşın tüm acı gerçekleriyle yüzleştiren sinevizyon gösterisini izliyoruz. Bu gösteride insanoğlunun hem yıkıcı hem yapıcı yanına tanıklık ediyoruz. Orijinaline sadık kalarak yapılan bu muhteşem köprünün etrafındaki dükkânlar, kafeler, evlerde görülmeye değer. Güneşin ışınları nehrin ve güzelim coğrafyanın üzerine vurdukça sihirli bir atmosfer oluşuyor ortamda. Nehrin eşsiz rengine bakarken evlenmeden önce cesaretlerini sevgililerine bu köprüden atlayarak gösteren Mostar gençleri düşüyor belleğime. İnsanoğlunun melek ve şeytan yönüne tanıklık etmiş bu köprü asırlardır. Halk arasında ihtiyar dedikleri bu köprüden gençler hala zümrüt yeşili sulara atlıyorlar. Atlama festivalleri bile sürüyor. Ne muhteşem bir andır bu atlayış diye içimden geçirmeden edemiyorum. Turistlere ücret karşılığı atlayan gençlerin olduğunu duymuştum, ancak göremedim.

 
 


Mostar Köprüsü ve biz…

 
 

427 yıl ayakta kalan, ancak Sırpların bombaları ve Hırvat tanklarıyla yıkılan hoşgörü ve kültürel çeşitliliğin sembolü olan Mostar Köprüsü' nün eski hâline uygun olarak yeniden inşası çalışmaları Unesco ve Dünya Bankası’nın desteğiyle 1997'de başlamış ve köprünün inşaatını Türk şirketi olan ER-BU üstlenmiş. Macar ordusundan dalgıçlar orijinal taşları nehir yatağından bulup vinçlerle çıkarmış. Suyun içinde bozulmaya uğrayan taşlar yapıda kullanılamadığından orijinal taşların çıkarıldığı günümüzde kapalı olan taş ocağı tekrardan bu iş için açılıp aynı ocaktan çıkarılan taşlar köprünün yapımında kullanılmış. Prens Charles tarafından 23 Temmuz 2004 tarihinde açılmış. Bu büyüleyici Köprü ve eski Mostar şehriyle birlikte 2005 yılında Dünya Miras Listesi'ne eklenmiş. Umarım bu şehir bu büyüleyici köprü bir daha bu acıları yaşamaz ve eskisi gibi dostluğun ve kardeşliğin sembolü olarak insanları mutlu etmeye devam eder.

 
 



Neretva Deltası...

 
 

Bosna savaşında Saraybosna’nın ayakta kalmasını sağlayan, Türk televizyonlarından defalarca izlediğim, uluslararası havaalanının altından özgür dünyaya açılan, 1 metre eninde, 1.60 metre yüksekliğinde, 800 metre uzunluğundaki savaşın kaderini değiştiren bu olağanüstü yaratıcı tüneli göremiyoruz ne yazık ki! Sırplara karşı kuşatılmış halde sıkışan Boşnaklara 1300 gün nice acılarını paylaşmış, Boşnaklara silah, yiyecek, ilaç, insan taşımış. Bombalar zarar vermiş, ama bazen 4000 kişi ölümden yaşama uzanmış bu tünelde! Tünelin üzerindeki evin sahibi Kolar ailesi tarafından müze haline getirilmiş şimdilerde. Boşnak yerleşim yerlerini, manzaraları kaçırmadan otobüsle Bosna Hersek sınırlarını arşınlıyoruz. Gördüğümüz yerlerin temizliğine, düzenine hayran kalarak.

 
 


Blagay

 
 


Bosna Hersek sınırları içinde olan Blagay köyündeyiz. Narçiçekleri arasından 15-20 dakika yürüdükten sonra, kayalıkların arasındaki bir kartal yuvası gibi karşımıza çıkıveren. Buna nehrinin doğduğu dağın dibinde yapılmış olan Alperenler Tekkesindeyiz. Tekkenin hemen yanındaki Avrupa’nın debisi en büyük su kaynağını (Buna nehri) görünce şaşırmamak elde değil! Su buz gibi. Ayrıca Balkanların Müslümanlaştırılmasında çok emeği geçen Anadolu Erenlerinden Sarı Saltuk’un manevi makam mezarının bulunduğu bir yerde var. Sarı Saltuk; Fatih Sultan Mehmet’in oğlu Cem Sultan’ın himayesinde derlenen ve ‘Saltukname’ adıyla da bilinen halk efsanesinin kahramanı. Anadolu’nun ve Rumeli’nin fethi sırasında önemli rol oynayan bir Bektaşi babası. Riblji Restoranda; alabalık, karışık et, incecik kıyılmış lahana salatası ve Sarajeusku birası. Bu olağanüstü tabiat harikasının gölgesinde bu keyif unutulur gibi değil. Tekkenin içi sade, huzur veren, dingin görünümüyle ayrı bir doğallık katıyor ruhumuza.

 
 



Riblji Restoran - Blagay...

 
 
Poçitel
 
 


Blagay’dan sonra Poçitel köyündeyiz. Potiçel bir sınır şehri. Poçitel "başlangıç" demekmiş ve Türklerin Bosna topraklarında kurdukları ilk köyüymüş. Blagay Boşnakların Müslümanlaşmasının simgesi, Potiçel ise güçlü Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri gücünü gösteren ve aslında bir sınır karakolu olan görkemli bir kent. 1562 de yıkılıp, tekrar inşa edilen hemen kalenin altındaki Haciali Camisini geziyoruz. Yanındaki Rom kafede kivi ağacıyla sarılmış çardağın altında çayımızı yudumlarken dinleniyoruz. Ve kafedeki yerel halkla sohbet ediyoruz.

 
 


Şimdi çok şükür Balkanlarda barış zamanı… Barışın havasını, Boşnak ezgilerini ruhumuza, onların deyimiyle bürek (börek), bey çorbası, dağ kokulu etlerden harmanlanmış köfteleri, kebapları, soğan dolması, Osmanlı usulü kahvesi, baklavası, lokumunu da belleğimizdeki nefis ve tanıdık tatlara ekleyerek Bosna Hersek ten ayrılıyoruz.

 



Poçitel Köyü...

 
 

Bu yazımda, bazen İznik’i, bazen Amasya’yı, Safranbolu’yu, Bursa’yı, Edirne’yi ve cennet ülkemizin daha birçok köşesini anımsatan bu güzel Balkanlar coğrafyasından sadece Bosna Hersek’in önemli yerlerinden görebildiklerimi paylaştım gezginlerle. Umarım Balkanlar gezimin diğer güzelliklerini, ayrıntılarını gezginlerle paylaşırım.

 
 

Umutla kalın, barışla kalın, gezgince kalın!





 Yazılan Yorumlar...
lotus
(13 Ağustos 2013)
Şukrancığım sanatcı bakışın, humanist yaklaşımınla sosyal ve kültürel , tarihsel olarak özetlemişsin.Özellikle balkan turum öncesinde senin yazıların bana rehberlik edecek. Gezdiğin yerleri ayak izlerini ve önerilerini dikkate alarak turlayacağım.
Gezdiğimiz ülkeler senin enerjin dinamizin çoşkunla şölene dönüşüyor.Tercihim seninle gezmek olurdu. bir başka ülkede birlikte gezmelere dileği ile....
Şükran Şahin
(13 Haziran 2013)
HARİKA FOTOĞRAFLARA EŞLİK EDEN ÇOK GÜZEL GEZİ İZLENİMLERİ...KALEMİNİZE (YA DA KLAVYENİZE Mİ DEMELİYİM) VE YÜREĞİNİZE SAĞLIK....

M.Kazım ÖZCAN
Şükran Şahin
(13 Haziran 2013)
Kezbancım,
senin ve İhsanın yıllardır ne kadar sıkı, cesur, keşifci bir gezgin olduğunuzu sevgi ve hayranlıkla izliyorum. Yollarımızın dünyanın herhangi bir yerinde kesişmesi dileğini bende canı gönülden diliyorum.
KEZO
(13 Haziran 2013)
Gezi Alemi her gezimizden önce mutlaka girdiğim sitelerdendi senin kaleminle daha güzel hale geldi...sanatçı bakışınla gezmek fotoğraflarını izlemek çok keyifli...nice gezilere ...umarım gezginler olarak ta kesişir yollarımız...sevgiler canım.