Makedonya nın güzel lagün gölleri keyfimizden sonra istikamet doğru Kavala. Çabuk gidelim, yerleşelim fikri galip gelince otoban dan Kavala ya giriş çok uzun sürmüyor, doğudan güzel şehir manzarası ile tarihi su kemerlerinin altından geçip yıllardır bizim için vazgeçilmez olan Oceanis hotele yerleşiyoruz. Bu otelde dördüncü konaklamamız, ilk kez 1990 da konakladığımızda resepsiyondaki hanım gençlik yıllarını yaşıyordu, şimdilerde bizim gibi orta yaşlılar kervanına katılmış. İki kişi 50 € kahvaltı dahil (booking.com) fiyat böyle bir merkezi konum için pahalı sayılmaz ama biz daha önceki Kavala ziyaretimizde 60 € ödemiştik, fiyatta bir ucuzlama var. Günlerden cumartesi, ortalık tenha, zaten hafta arası olsa da öğle tatilinin bitiş saatlerindeyiz, dükkânlar kapalı her iki durumda da… Süslü Belediye binası önünden geçerek, eski tütün depolarının yanından tekrar sahile dönüş yapıyoruz ve bizim makbul ve maktul Pargalı İbrahim Paşamızın 1530 da yaptırdığı camiinin, Agios Nikolaos kilisesine nasıl dönüştüğünü izliyoruz. Son yıllarda yapının ön tarafına mozaik bir pano yerleştirilmiş, bence bu 16. yüzyıl yapısına hiç yakışmamış, eğreti duruyor dini içerikli pano.
Kavala Limanı ve Kale… Arnavut kaldırımı döşeli sokaklardan tepeye, Kavalalı Mehmed Ali Paşanın konağına doğru tırmanıyoruz. Paşa Osmanlıyı epeyi uğraştırmış, eh tabiii Yunanlılarda “Düşmanımın düşmanı dostum olur” deyişine çok uygun olarak paşaya sahip çıkmışlar. Sokak boyunca eski evler restore edilmiş, Osmanlıdan kalan eski İmaret te çok güzel restore edilerek, şehrin en pahalı ve manzaraya hakim oteli haline gelmiş. Buraya son gelişimizde harabe halindeki güzel yapı basit bir Kafe idi, manzaraya karşı bir kahve de içmiştik.
İlginç telefon kulübesi ve balıkçılar… Kıvrılarak yükselen yol tepede Paşanın görkemli bir heykeli, Konağı ve küçük bir kilise ile son buluyor. Konak bir müzeye dönüştürülmüş ama biz giremiyoruz içeri, müze kapalı. Kilise avlusu iyice kalabalık bir düğüne ev sahipliği yapıyor, biraz izliyoruz, dedikoduları duyar gibiyiz. Damat Alman ve orta yaşa yakın şık ve yakışıklı, gelin Yunanlı ve genç… Davetliler her iki milletin şıklık kriterlerini yansıtıyor, Yunanlılar dekolte, gösterişli ve allı-pullu, Almanlar sade, ciddi ve pahalı kıyafetler içindeler. Dönüş yolunda önce modern çarşılara bir göz atıyoruz, bizi kendine çekecek bir yer göremiyoruz, tüm dükkânlar kapalı, aşağıda su kemerlerine doğru da geleneksel çarşı uzanıyor. Minik ve eski dükkânlardan bazıları restore edilmiş. Aslında bu bölgeye damgasını Kanuni devrinde yapılan su kemerleri vuruyor, Pargalı paşamızın emri ile yapılmış. Bir başka seyahatte de bu Parga ya gitmek, Preveze yi dolaşmak, oradan da yakındaki Korfu adasını keşfetmek ne güzel olur.
İbrahim Paşa Camii ve Belediye Binası… Kapalı dükkanların arasında nasılsa açık olan bir kuruyemişçi-kurabiyeciden içeri dalıyoruz. Buraya kadar gelip de tereyağlı meşhur Kavala un kurabiyelerinden almamak olmaz. Adamcağız hemen anlıyor nereden geldiğimizi, 65 yaşlarındaki dükkan sahibi, annesinin Niğde-Bor kasabasından, babasının Kayseri den göç ettiğini ve çocukluğunda konuştuğu Türkçeyi yeniden Türk dizilerinden tazelediğini söylüyor ve konuştukça açılıyor… Şeker ikramından sonra, kilosu 8 € olan kurabiyelerden birkaç kutu alıyoruz dostlar için.
Tütün depoları ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa…
Eski tarihi evler… Akşam yemeği eski favorimiz “Orea Mitilini” de=Güzel Midilli. Mekan büyümüş, yandaki kafeyi de almış, yenilenmişler. Sahilin bu bölgesinde iki güzel taverna yanyana. Kapıda, bizden de çok iyi tanıdığımız “yol kesici” ler iş başında. Oraya doğru yöneldiğimiz anda çok güzel bir Türkçe ile görevlerini icraya başlıyorlar. Masada ne arasanız mevcut, biz hanımlar yarım litre şarabı paylaşıyoruz (4 €),beyler tabii ki “Barbayanni” uzo dan vazgeçemiyor. Gecenin ilerleyen saatlerinde tek boş bir yer kalmıyor, cumartesi gecesi etrafımızda o kadar çok Türk masası var ki…Gezimizin en pahalı yemeğine 4 kişi bahşiş dahil 95 € veriyoruz, patlayıncaya kadar yedik, adam başı haydi 25 € diyelim… Orea Mitilini kağıt örtülü devirlerinden kumaş örtüye geçince fiyatlar da biraz artmış gibi.
Kilisede düğün… Su kemerleri oldukça heybetli… Otelimize dönüş yolunda kafe-barlar yükünü tutmuş, gençlik bar taburelerinde içip, eğleniyor… Ne biçim kriz diyoruz, kendi kendimize…
……… Yeni günümüzün programında “Kavala dan Drama ya yol gider” diyoruz ama bu yol direkt gidemeyecek. 38 km.lik yolun ortalarında görmemiz gereken bir antik şehir var “Philippi”. Bu antik şehir, Büyük İskender in babası II. Filip tarafından MÖ.356 da yaptırılıyor. Kuruluş sebebi bölgedeki altın madenlerini ve daha sonra da doğuya, İstanbul a giden Via Egnatia yı kontrol altında tutmak. Roma çağında burada çok önemli bir meydan savaşı yapılıyor. History Chanell bu savaşı bilgisayar canlandırması yaparak ara ara yayınlıyor, ben de ilk defa orada seyretmiş ve “gidelim, görelim bu şehri” diyerek bir plan yapmıştım. Romanın en ünlü komutanları burada sahneye çıkıyor, Ünlü Marcus Antonius ile Octavianus birlikte hareket ederek bir ittifak kuruyorlar, karşılarında ise Sezar a ihaneti ile tanıdığımız Brutus ve Cassius ittifakı var. (MÖ.42) Ünlü meydan savaşında Brutus ittifakı yenilerek çekiliyor ve bölgeye lejyon askerleri yerleşiyor. Hıristiyanlığın ortaya çıkmasından sonra da, MS.56-57 de havari Paulus, Philippi yi ziyaret ediyor…Şehrin adı bu nedenle incil de çok sık geçiyor.Paulus un adına bugün ancak az sayıda kalıntısını görebildiğimiz bir bazilika da yapılmış. Daha sonra yapı bir katedrale dönüştürülmüş ve “Konstantinopolis e rakip olacak kadar görkemli” diyor kaynaklar… Kıstas hep benim güzel şehrim, ”Kentlerin kraliçesi Konstantinopolis”… Kaynaklar öyle diyor. Türk Fetihleri sonrası “Filibecik” adı verilse de ne yazık ki terk ediliyor.
Kavala’da Eski Çarşı… Komşu bu bölgeye önem vermiş, ağaçlık, yeşil bir parka girip arabamızı park ediyoruz. Çevrede Pazar pikniğine gelmiş aileler de var. Bilet gişesindeki eleman “60 yaş üstü indirimli “ diyerek bize sormadan biletleri hazırlıyor, sonra da biraz pişman bir şekilde “Hanımlara biraz ayıp oldu” galiba diyor. Gülüşüyoruz… Önce güzel bir tiyatronun yamacından geçerek, bir Roma kentinin olmazsa olmaz unsurları, Odeon (konser binası), Bulevterion (meclis binası) kalıntılarını izleyerek sade ve güzel bir müze binasına giriyoruz.
Solda tiyatro… Sağda ise müzedeki altın taç… Çok büyük değil ama önemli parçaların sergilendiği bana göre yeterli büyüklükte bir bina. Drama ya giden eski karayolunun karşı tarafında da anıtsal binalar yükseliyor, hava ısındıkça öğle güneşinde beylerin mırıldanmalarını duymazdan gelerek karşıdaki ünlü Philippi bazilikasını ve sekizgen planlı mozaikli yapıyı ve forumları da görerek ünlü Via Egnatia caddesinin mermer döşemelerini kafama yazıyorum. Dönüş yolunda ağaçlık piknik alanında biz de biraz ferahlıyoruz ve Drama yoluna koyuluyoruz.
Solda sütun başlıklarından birisi… Sağda ise Paulus Bazilikası…
Via Egnatia… Drama adı “Hydrama”dan=sulu geliyormuş… Gerçekten de öyle sular içinde bir kasabaya giriyoruz. Kasabanın tam ortası Agia Barbara parkı… Neyse bu kez birçok Azizin yanı sıra bir Azizenin de adına rastlıyoruz. Akarsular minik havuzlar, göller oluşturmuş, kazlar, ördekler yemyeşil ağaçların altında süzülüyor. Pazar günü olduğu için herhalde bir çiçek pazarı kurulmuş, her yer rengarenk, fiyatlar ucuz, daha önce hiç görmediğimiz bitkiler de var burada. Saksı satan bir çifte yaklaşıp, kasaba planımız olmadığı için “eski mahalleler”i soruyorum, hemen dedelerinin memleketi, bizim Giresun dan söz açılıyor, samimiyet ilerliyor, “gel bir kahve içelim” diyorlar. “Vakit yok canlar” diyorum, bizimkileri oturdukları kafeden kaldırarak sol yamaçtan eski mahallelere çıkıyoruz.
Agia Barbara Parkı ve Çiçek Pazarından görüntüler… Meydandaki eski tütün depolarının sahipleri herhalde bu bölgedeki konak benzeri evlerde yaşıyorlardı. Birkaç ev restore edilmiş ama Drama nın bu konuda daha çooook yol var önünde. Drama da dram devam ediyor gibi, merkezi hükümetten bu konudaki yardım kriz nedeni ile takılmış bir yerlere. Tepedeki Drama Hagia Sophia sı ise 10. yüzyıldaki özelliklerini tümden kaybetmiş, yepyeni bir yapı gibi karşımıza çıkıyor. Aşağıya inişte 1913 yapımı Olympia sinemasının önünden geçiyoruz. Kasaba eski günlerinin parıltısını çoktan kaybetmiş, mübadele de tütün işi ile uğraşan Türkleri, ikinci dünya savaşında ise zengin Musevi hemşerilerini kaybedince mahzun kalmış Drama. Merkezdeki camii bu gün artık Agios Elefterios kilisesi, değişim kaçınılmaz.
Drama’da Eski Çarşı ve restorasyon bekleyen yapılardan biri… Dönüş yolu kısa, Kavalanın batısındaki tatil kasabalarını keşfetmeye yeterli zamanımız var. Nea Iraklitsa ve Nea Peramos güzel plajlara sahip, ayrıca yol boyunca çok güzel villalar sıralanmış, bahçeleri bakımlı cennet gibi, yazları da güney Yunanistan gibi çok sıcak olmaz buraları… Kasabaların isimlerinin başındaki “nea”=yeni, Anadoludan göç edenlerin eski yurtlarındaki kasaba isimlerini buraya taşıyıp, başına da bir “yeni” kelimesi ile yabancılık çekmemeyi dilediklerini anlatır gibi…
Kavala daki akşam yemeğimiz bu kez bir başka taverna da, Orea Mitilini nin tam yan komşusu “Panos-Zafira “da. Her iki taverna da şık görünümleri ile birbirine rakip gibi. 8-9 çeşit meze, şarabımız ve uzomuz bu kez 80 € ödüyoruz.
Solda Hagia Sophia… Sağda ise Hagios Elefterios… Kahveler içilirken son model bir Mercedes yanaşıyor, genç ve şık bir hanım ile orta yaşlı şık bey anahtarları kapıdaki garsona atıp arka masaya kuruluyorlar, İstanbul daki vale alışkanlığını bu alçakgönüllü Kavala tavernasında devam ettirmeye istekli sonradan görme vatandaşlarımız tüm müşterilerin dikkatini çekiyor. Bu işlere alışık olmayan garson ne yapacağını şaşırıyor, otomatik vitesli Mercedes i yerinden kaldıramıyor, ikinci garson olay yerine geliyor ama nafile lüks araba yerinden kalkmıyor… Müşteriler gülüyor. Arabanın sahibi genç hanım nihayet arz-ı endam ediyor ve garson eşliğinde uygun bir park yerine yerleştirmek için aracı götürüyorlar. Güzel Kavala ya böyle Türk akını devam ederse, benim hala alışamadığım bu görüntülere belki alışır sevimli komşumuz.
Panos Zafira’da Son Gece… Selanik de Atam bizi bekliyor… Şikayetim var ona, baş başa konuşmam, dertleşmem lazım… Haydi bekletmeyelim.
|