Orta Avrupa'da 15 Gün (Budapeşte-Viyana-Prag-Berlin)


Bu satırları meslektaşım hakangeziyor’un teşvikiyle kaleme alıyorum. İlk denemem olması ve gezi sırasında not tutmamam nedeni ile çok kısa da olsa, affınıza sığınarak, sadece gezi sonrası bende kalanları paylaşmak istiyorum. Eşimle gezmeyi seviyoruz ama turları da bir o kadar sevmiyoruz. İnsanların beklentileri ile bizimkiler nedense uyuşmuyor. O nedenle imkânlar ölçüsünde kendimiz gezmeği tercih ediyoruz.

Bundan 6 ay önce eşim, çoktan beri istediğimiz gezi için ön hazırlık yapmaya başladı. Toplam 15 günlük gezi planımızda Budapeşte-Viyana-Prag ve Berlin vardı. Gezi tarihi olarak bizim için anlamlı bir kutlamaya neden olacak şekilde Mayıs ayının ikinci yarısını seçtik. THY’den biletlerimizi aldık. Otelleri de Booking.com’dan ayarladık. Otelleri seçerken şehir içi oteli olmasına, metroya yakınlığına, müşteri yorumlarına ve birazda konforuna dikkat ediyoruz.

BUDAPEŞTE
İstanbul’dan güzel bir günde yolculuğumuz başladı. Bir o kadar güzel hava karşıladı bizi Budapeşte’de. İner inmez bu tarz gezilerde her zaman yaptığımız gibi biraz para bozdurduk. Şehir haritası ile birlikte 48 saatlik Budapeşte kart aldık ve başladık maceraya. Otele otobüs ve metro ile ulaştık. Hakangeziyor’un ayrıntılı notlarının bu noktada çok yararını gördüğümüzü anmadan geçemeyeceğim. Otelimizin merkezi bir yerde olduğunu biliyorduk ama İtiraf etmek gerekirse bu kadarını beklemiyorduk.  “Residense Baron” Otel dört yıldızlı, Vaci caddesinin hemen başlangıcında, Szabadsag köprüsünün ayağında ve Büyük kapalı Pazar (Nagy Vasarcsarnok) binasına yaklaşık 200m uzaklıkta. Herkese önerebilirim, biz çok rahat ettik. Odaları güzel ve temiz, kahvaltısı iyiydi. İki kişi üç gece için 251 euro ödedik.

İlk gün otele yakın yerleri yürüyerek keşfettik. Bu arada ertesi gün yapacaklarımızı planlamayı da ihmal etmedik. Gezi için şehir tur otobüslerinden olan “Green Route  hop on hop off” u tercih ettik. Ödediğimiz para 6000 HUF (1 Euro yaklaşık 290 HUF üzerinden işlem görüyor). İki gün boyunca onların otobüsleri ile gezdik, gündüz ve gece nehir turlarına katıldık. Türkçe anlatımın olması büuük kolaylıktı.. Biz çok beğendik. Daha önceden araştırdığımız ve elimizdeki notlarda yazan, gitmek istediğimiz her yere zaten onlar götürüyorlardı. Aslında Budapeşte kart almak hiç gerekli değilmiş. Tek tek bilet almak herhalde daha ucuz olurdu. 

Gezdiğimiz yerler bütün Budapeşte kitaplarında ve gezi notlarında yer alıyor. Detaylara girmeye gerek yok zaten pek çok yerde bulabilirsiniz (hakangeziyor’a bunun için de ayrıca teşekkürler).  Bu anlamda ekleyebileceğim şu olabilir. Son bir yıl içinde belirtilen fiyatlar en az % 15 ile 20 arası artmış.



Aklımda kalanların başında Cafe New York geliyor. Tek kelime ile gerek ambiyans ve gerekse  lezzet olarak harika idi. Tüm gezi boyunca belki de en lezzetli durağımız orası oldu. Kapının önünde fiyat listesini inceleyen gençlere “belki biraz pahalı ama mutlaka girin, bu sizin için hoş bir anı olarak kalacak” dedik ama girdiler mi bilmiyorum. Bizim için kesinlikle hoş bir anı oldu.

İkinci yazacağım yer Opera binası. Bina çok gösterişli ve çok güzel. Hatta öyle güzel ki gezdiren rehberin anlatımına göre Avusturya-Macaristan Kralı binanın açılışını yapıyor ancak bir daha gelmiyor. Çünkü bina Viyana’daki Operadan daha gösterişli olmuş. Kral da bu durumu içine sindiremiyor. Ne yalan söyleyelim, biz de aynı kanıya vardık. Gerçekten Budapeşte Opera binası Viyana’daki Opera binasından daha güzel. Eva Peronun hayatını anlatan filmdeki ünlü balkon sahnesi burada çekilmiş. O meşhur balkonu gördük.

Macarların mutfağı genel olarak bize çok yakın. Milli yemekleri gulaş çok özel bir tat olmamakla birlikte güzel. Tadına bakılmalı. Po’rkölt yedik. Yahni benzeri bir yemek. Sosisleri güzel. Benim en beğendiğim tatlı; krep benzeri içine bol meyve çikolata konulanı oldu. Yememem gerektiği halde bu lezzete hayır diyemedim doğrusu. Gerbeaud Cafe de yazılması gereken yerlerden. Ben kahve içtim ama eşim profiterol benzeri özel bir tatlı yedi ve samimi olarak çok beğendi. 

Budapeşte, şehir olarak çok güzel. Tuna’nın sakinliği sanki bütün şehre hâkim olmuş. Tam hayal ettiğim gibi. İnsanlar çok cana yakın ve yardımsever. Fiyatlar biraz artmış olsa da hayat hala ucuz. Macaristan’da hoş bir sürpriz de, bizim orada olduğumuz dönemin tatile denk gelmiş olmasaydı. Macarlar sanki bizim gezmemiz için şehri terk etmişlerdi. Fakat dükkânlar ve gezilecek her yer açıktı, hatta her yerde eğlenceler düzenlenmişti. Budapeşte’deki park ve yeşil alanların fazlalığı da beni çok etkiledi. Hele ülkemde bir avuç yeşilin korunması adına Taksim’de yaşananları gördükten sonra. 
Budapeşte’den Viyana’ya trenle geçtik. Bilet parasını hatırlamıyorum ama ilginç bir durum biletin gidiş-dönüş alınması durumunda tek yöne göre daha ucuz olması. Anlamsız ama böyle. Biletimiz tatil nedeni ile galiba olması gerekenden de biraz daha ucuz oldu. İkinci sınıf biletimizi yer rezervasyonu yaptırdığımız için (kişi başı 3 Euro ilave ücreti var) birinci sınıf olarak upgrade ettiler. Bu da son dakika hediyesi oldu.




VİYANA
Üç saate yakın tren yolculuğundan sonra otelimize yine metro ile ulaştık. Metro sistemi her yerde olduğu gibi burada da çok gelişmiş. Otelimiz yine şehir içinde ve metroya çok yakın. “La Prima Fashion Hotel”, dört yıldızlı. Çok yeni dekore edilmiş bembeyaz ve güzel bir oteldi. Dört gece için 464.40 euro ödedik (kahvaltı dahil). Tabii bu fiyatlar 6 ay önce ödenen fiyatlar. Şunu belirtmek isterim yeniden Viyana’ya gitsem kalmak isteyebileceğim bir otel.

Budapeşte’de olduğu gibi gezi kitaplarının önerdiği yerleri gezmeğe çalıştık. Müzeler, saraylar, gösterişli eşyalar, binicilik okulu atları ve imparatoriçe Sisi  harika . Yazlık saray Schönbrunn gerçekten çok güzel. (U4 metrosu ile ulaşılıyor) Steffl olarak bilinen Katedral görülmeğe değer. Viyana’ya gitmeden internetten opera bileti almak için arayışa girdik fakat ne yazık ki orada olduğumuz süre zarfında gösteri yoktu. Ne diyelim, bir dahaki sefere. Belki de gelmek için bir sebebimiz olur. Opera binasının içi çok özel değil, özellikle Budapeşte’den sonra oldukça sıradan olduğu bile söylenebilir.

Gezi kitaplarında çok yer almayan, ama bizim şans eseri iki Türk öğrencinin önerisi ile gittiğimiz  Kahlenberg’den söz etmek istiyorum. Burası Kanuni’nin kuşatmasının yapıldığı yer. Tuna ve Viyana manzarası güzeldi. (U4 metro hattının sonuna kadar gidip, Heiligenstadt istasyonunda inilip 38 A otobüsü ile ulaşılıyor.) Atalarımızın kulaklarını çınlattık.
Son gün 100 yıllık dönme dolaba binmek için lunaparka gittik. Eşimin tüm ısrarına karşın yükseklik korkum yüzünden ben binemedim ama eminim güzeldir. Eşim de manzaranın güzel olduğunundan bahsetti. 

Yediğimiz içtiğimize gelince;  Fıgl Müllerde şinitzel ve patates salatası yedik. Kırk beş dakikaya yakın sıra beklememizden sonra yediklerimizi değerlendirince değdi doğrusu. Viyana’nın olmazsa olmazlarından Sacher Cafe’de sachertorte  molası verdik. Büfelerde Viyanalıların yaptığı gibi ayak üstü o meşhur sosislerinden yedik. Karntner strasse’deki  Gerstner cafe de oldukça tanınmış bir yer. Lezzetçi olarak kullandığım eşim özellikle pastalarını beğendi. Ben sadece kahve içmekle yetindim.



Gelelim Viyana’nın bende kalan tadına; Avusturya-Macaristan Krallığının ihtişamını ve ağırlığını her noktada hissettim. Parklar, sokaklar çok temiz. Turistik yerlerde su sebillerinin bulunması, tuvaletlerin ve katedrallere girişin bedava olması hala imparatorluk izlerini taşımasından sanırım. Viyana’nın çok üstten bakan ve aristokrat  bir havası var. En büyük hayal kırıklığım Tuna’nın konumu oldu. Tuna ile  Viyana  barışık değil, adeta birbirlerine küsmüşler. Burası yaşamayı isteyebileceğim bir şehir. Çok rahat, temiz ve düzenli…


PRAG
Tren biletlerimizi alıp yine yollara düştük. Bu sefer istikamet Prag. İki kişi için ikinci sınıf açık bilete 137,5 euro ödedik. Bunu tercih etmemizin nedeni; gün içindeki herhangi bir sefere binebiliyorsunuz. Başka bir deyişle trene yetişmek gibi bir sorununuz olmuyor.

Prag’daki otelimizin yeri eski şehrin içinde, oldukça merkezi bir konumda. Meşhur saat kulesine yaklaşık 300m uzaklıkta. Fikir vermesi için yazıyorum üç gece, kahvaltı dahil 270 euro ödediğimizi belirteyim. Otelin ismini yazmıyorum çünkü memnun kalmadık. Zira konumu merkezi olmasına rağmen odanın merdivenlere açılması, gecenin ilerleyen saatlerinden oldukça gürültü yapılması bizi huzursuz etti. Bunun yanında fotoğraflarına göre daha dökük olduğunu da velirtmek lazım.

Prag’ın  bendeki ilk algısı şehrin  gerçek gibi gelmemesi oldu. Sanki bir tiyatro dekorunun içinde yaşıyormuşsunuz gibi hayal ile gerçek iç içe geçmiş. Kabul etmek lazım ki şehir fazlasıyla turistik. Ayrılırken kendimi para makinesi gibi hissettim, her şeyde bunu düşündürecek bir olay ile karşılaşıyorsunuz. Mesela, sadece Opera binasına girmek için hiç de azımsanmayacak bir para ödedik. Hadi bunu ödedik, tamam ama içeri girince anladık ki salon kapalı imiş. Ödediğimiz parayla sadece lobiyi ve açılmış bir sergiyi  gezebildik. 

Prag’da da aynen Budapeşte’de deki gibi şehir içi otobüs turlarına katıldık. (Martin tur – Türkçe açıklamalı) Burada sistem şöyle çalışıyor: sizi alıyorlar ve iki saat dolaştırıyorlar, panoramik şehir turu yapıyorsunuz. Tur tamamlandıktan sonra da biz planımızda olan yerleri kendimiz gezdik.



Karel köprüsü, Prag kalesi, Astronomik saat, Vltava nehri ve Ceskê meydanı güzeldi. Kalenin içindeki oyuncak müzesini gezdik. Değişik bir deneyim oldu. En büyük Barbie bebek koleksiyonunu görmek ilginçti.

John Lennon’un Kampa adasındaki duvarına gittik. Doğrusu daha muhteşem bir şey bekliyordum, çok sıradan geldi. Petrin tepesi ve  gözlem evi de diğer bir uğrak noktamız oldu. Manzara gerçekten güzeldi. Oradan dönüşte yol sormak için bir kitapçıya girdiğimizde kitapçıda Orhan Pamuk standını görünce doğrusu çok gururlandım. Gezinin güzel anılarındandı. Son bir not; bütün kilise katedral ve benzeri her yerler için giriş ücreti alınıyor, çoğu da hiç değmeyecek yerlerdi. Dilencilerin çok olması ve insanın içini acıtan şekilde yere secde etmiş gibi dilenmeleri rahatsız edici.

İlk akşam yemeğimizde hakangeziyor’un gezi notlarında tavsiye “U Medvidku” yu denedik çünkü elimdeki kitapta da aynı yerden söz ediyordu. Lokantanın havası hoş ve değişikti. Macar yemeklerinin tadına baktık. Et yemekleri sosla servis yapılıyor. Ben daha klasik bir şey seçtim ama eşim böğürlen soslu et yedi. Resmen tatlı bir sostu. 

Ertesi akşam yine önerilen “U Dvou kocek” (Adres:Uhelny trh 10 praha 1) ‘a gittik. Macar yemeklerine devam ettik. Çorba içtik, ördek yedik. Özel biralarının tadına baktık, 614 CZK hesap ödedik. (1 Euro yaklaşık 25 Çek Kronu yapıyor) Akordeon nağmeleri  oldukça güzeldi.

Plancinky  tam benim sevdiğim bir tatlı türü. Krep ve meyve ile yapılıyor. Tabii özel içkileri olan Becherovka alınmadan dönülmemeli.

Prag’dan ayrılırken gezimizin tek bilet kontrolünden geçtik. Elinde çanta olan herkese bilet sordular. 15 gün boyunca bir daha kontrol olmadı.


BERLİN
Berlin, gezimizin son durağı. Otelimiz Doğu tarafında, müzeler adasına yakın metronun dibinde güzel ve şık bir otel .”Derag Living Hotel”. Dört gece için kahvaltı hariç 367 euro ödedik. İlk akşam ile ilgili güzel bir anım var. Türklerin hiç olmadığı tamamen yabancıların işlettiği bir lokantaya gittik. Kablosuz internet için şifreyi istedik. Garson şifreyi bir kağıda yazıp getirdi. Şifre …….1453.Biz bunu bir Türk mü yaptı deyince “evet nereden anladınız” dedi. Ülkem insanı belli ki imzasını atmak istemiş. 

Ertesi gün havanın yağışsız olacağını öğrenince Berlin’in açık mekânlarını gezmeğe karar verdik. Branderburg Kapısı, Reishstag Binası, Checkpoint Charlie, Sony Center binası, Kurfürstendamm (Ku-Dam) gibi görülmesi gereken yerleri yine toplu taşım araçlarını kullanarak gezdik. Otobüs seferleri ve metro ağı çok düzenli. Akşam çok yorgun olmamıza rağmen tekrar Postdamere Platz’a gittik. Amacımız binaların ışıklandırmasını görmekti. Gerçekten çok güzeldi. 

Berlin duvarının muhafaza edilen bölümünü görmek için Bernauer str.ye gittik. (S1 veya S2 hattı-Nordbahnhof istasyonu) İlginç ama hüzünlü bir yer.



Bir sonraki gün Planımızda müzeleri gezmek vardı. Kahvaltı ederken, cafenin sahibinin Türk olduğunu anladık. Bergama müzesine nasıl gideceğimizi sorduk. Doğma büyüme Berlin’li olan 27 yaşındaki bu Türk genci Bergama müzesini hiç duymadığını söyledi. İnanamadık. Sonradan öğrendik ki cafesi  ile müze arasında 2 durak var!!!

Günlük bilet alarak müzeleri gezmeğe başladık. En çok ilgimizi doğal olarak Bergama Müzesi çekti. Sesli anlatım sırasında; sunağın en üst noktasına varınca “şöyle bir arkanıza bakın ovayı ve ardında görünen denizi hayal edin” diyordu. Hayal etmeğe gerek yok, sözü edilen yer Anadolu. İkimizin de gözleri doldu. Ülkem adına kayıplarımız için üzüldüm. Aralarda molalar vererek akşam 17.00 kadar 5 müzeyi de gezdik. Mısır kraliçesi Nefertiti’nin büstü harika idi. Düşünen adam heykelini görmek heyecanlandırdı. Çok yorulmuş olarak Berliner Dom’a girdik. Katedralin içi çok özel değil ama  çatısından manzara çok güzel. Tek zorluk asansör olmadan 14-15 kat tırmanmak.

Bir sonraki gün tren ile (S 7 hattı) Postdam’a gittik. Otobüs ile Sanssoucı Sarayına ulaştık. İmparatorluğun gücünü burada bir kez daha hissediyorsunuz. Ayrıntılar her gezi kitabında var. Benim için ilginç olan dünyadaki ilk resim galerisi olma özelliğini taşıyan yeri görmek oldu. Akşam yemeği menümüzde bira, sosis ve patates vardı aynen Almanlar gibi.
Son günümüzde Reichstag Binasına gittik. İçeri girebilmek için önceden randevu almak gerekiyor. (İnternetden almak da mümkün) 1800 lü yıllardan günümüze ulaşan binanın dev bir cam kubbesi var. Bu kubbe parlamentonun halkından sır saklamadığını ve halkın gücünün her şeyin üstünde olduğunu göstermesi açısından çok ilginç. Umarım ülkemizde de kısa zamanda bu tür bir demokrasi görebiliriz.

Yeniden görüşmek üzere…



Not: Fotoğraflar için hakangeziyor'a ayrıca teşekkürler...






 Yazılan Yorumlar...
Şükran Şahin
(18 Temmuz 2014)
Tebrikler, gittiğim yerlerin gezi yazılarını okumak ayrıca hoşuma gidiyor. Diğer alanlarda yazılarım devam ediyordu, ancak ilk gezi yazıma Murat Özsoyun önerisi ile başlamıştım. Aslında gezialemiyle başladım diyebilirim.23 gezi yazım oldu şu ana kadar. Bekleyen yazılarımda var! Bence sizde devam etmelisiniz.İçtenanlatım, iyi gözlem, karşılaştırmalı ve sohbet tadında:)
Setenay Süzer
(13 Temmuz 2014)
Orta Avrupanın en güzel 4 şehrinin tam tadını çıkarmışsınız.Berlinde Potsdam gezinizin kreması olmuş .Prag ta Karlovy Vary yi de programınıza alsaymışsınız tam olurmuş.Viyana dışındakileri 1991 de görmüştüm bir kez daha görebilmeyi çok istiyorum .Güzel yazınızı okurken yeniden oralarda oldum.Teşekkürler ederim
Enfal
(01 Eylül 2013)
tamer bey italyaya gittiğinizi söylemiştiniz yardım almam mümkün mü özelden ulaşamadım size burdan yazmak zorunda kaldım özür dilerim
Erdin İVGİN
(04 Ağustos 2013)
Bu güzel yazınız ile Gezialemine hoş geldiniz. Geziniz oldukça uzun (15 gün) olmuş yorulmuşsunuzdur ama iyi gezmişsiniz. Özellikle de tattığınız yemekleri ve lokantaları paylaşmanız çok iyi olmuş. Belki de ülke dışında en zorlandığımız konu bu "Nerede yemek yiyeceğimiz"
NEŞE
(03 Ağustos 2013)
Nefis bir gezi olmuş,sevaplar da ,günahlar da size ait,Tur ile değil,özgürce...Yüksek bütçeli otellerde kalmış ama gezinin tadını son dakikaya kadar çıkarmışsınız..Okudukça geçtiğimiz yıllar,anılar canlandı..Bütün bu program içinde,Viyana,Budapeşte ve Prag a ikişer kez gittim,Berlin e bir kez daha gitmeyi isterim doğrusu..Ellerinize sağlık ,yeni yazılarınızı bekliyorum..
TAMER
(02 Ağustos 2013)
Kısa da olsa çok güzel bir yazı olmuş... Pazar günü Budapeşte - Prag - Viyana turumuz başlayacağı için yazınızı bir solukta okudum. Tüm gezialemine şimdiden iyi bayramlar diliyorum...