Son birkaç yıldır eşimle hep bu geziyi konuştuk, hesaplar yaptık, tek başımıza böyle bir gemi turunun mali yönünün çok fazla olacağını anlayarak, hiç istemesek de turla gitmeye karar verdik şubat ayında. Mart ayında tur şirketine giderek kaydımızı yaptırdık ve beklemeye başladık, bu arada da konu ile ilgili yazıları okumaya başladım. Hayatımızda ilk defa böyle kapsamlı, 11 günlük tura bir grupla katılacaktık ve hayatımda yine ilk defa sorumluluktan uzak, dersimi çalışmadan yola çıkacaktık. Okuduğum yazılardan birinde durumumuza çok uygun kısa bir fıkra geçiyor: “Volga turundan yeni dönen Ali bey e dostları sorarlar: Yahu Ali, nasıl geçti tur, hiç anlatmıyorsun. Ali Bey cevap verir: Abicim ne anlatayım, gemiden içeri girdik “Kokona”lar, dışarı çıktık “İkona”lar, ne anlatayım ???? İşte tam da böyleydi durum, bendeniz de o “kokona”lardan biriydim ama dışarda ne “ikona”lar vardı, ben hayatımda böylelerini ilk defa görüyordum…”
Volga kanal sistemi ve seyir rotamız…THY nin Moskova uçağına bindiğimizde grup birbirini hiç tanımıyordu ama Vnukovo havaalanında Türk bayrağı altında toplandığımızda, 39 kişi olduğumuz görüldü. Doğruca bir otobüse bindirildik ve 11 gün boyunca evimiz olacak gemimiz “Karamzin”e doğru yola çıktık. Grubumuza şöyle bir bakınca, emeklilerin çoğunlukta olduğu, bunun yanı sıra da hanımların sayıca fazla olduğu görülüyor ama hiç de “kokona” türünde birileri yok…
Moskova nın 38 km. uzağında olan Vnukovo dan kentin kuzey limanında demirli gemimize gelmek, tam 2,5 saat sürüyor. Neredeyse İstanbul dan Moskova ya da o kadar saatte geldik, müthiş bir trafik, bundan sonra canım İstanbul un trafiği için hiç laf etmeyeceğim. Moskova da olduğumuz 3 gün boyunca tüm yollarda aynı rezaleti yaşadık ve bu 20 milyonluk devin 6 şeritli yollarını aşmanın mümkün olmadığını bizzat gördük. Günde 8 milyon kişi, 13 hatlı Metro sistemini kullanmasa, tüm iş-güç bir anda felç olur. II.Dünya savaşında Alman birlikleri de Moskova ya ancak bu kadar yaklaşabilmişti ama onları bu meşhur trafik değil, ünlü Mareşal Zhukov durdurmuştu.
Yola beraber çıktığımız gemimizin ikizi Leonis Krasin ve müzikle karşılama…
Turumuzun adı “Volga-Volga” ama bu başlık sizi aldatmasın, 1400 km.lik yolculuğumuzun sadece 120-130 km.si Volga da gerçekleşecek, Volga, Moskova nın kuzeyinde bizi terk ederek doğuya yönelecek ve Hazar denizine dökülecek, bizim bu yolculuğumuzda kuzeye çıkan tüm suyolları Volga yı kuzeye, Baltık denizine bağlayan kanallar, nehirler, göllerin oluşturduğu muazzam bir “su sistemi”. Bu sisteme Baltık dan giren bir nehir gemisi Karadenize, Hazar denizine inebilir. Müthiş bir sistem ve Rusya nın bu konudaki “büyüklüğü” nü gösteriyor herşey. Gemimiz Karamzin, bu yolculukta 1400 km (650 Deniz Mili) civarında suyolunu geçecek, 4 göl, 6 nehir, 17 seviye havuzuna girecek. Geminin bağlı bulunduğu Moskova nehir limanı, denizden 164 metre yükseklikte olduğu için, deniz seviyesindeki St. Petersburg a gidebilmek için nehir üzerinde yapılan seviye havuzları ile bizi yokuş aşağı indirecekler. Bütün bu kavramlar, bizim gibi nehirlerinde taşımacılık yapılmayan bir ülkenin insanları için anlaması biraz zor kavramlar.
Solda Moskova Liman Binası ve sağda ise Cosmos Otel…Bizimki gibi birçok nehir gemisinin bağlandığı, Moskova nehir limanı kentin kuzey doğusunda bulunuyor. 2,5 saat süren otobüs yolculuğumuzda 6 şerit gidiş -6 şerit geliş muazzam yollar, birbirini 3 kez kesen katlı kavşaklar ve çevrede Türk inşaat şirketlerinin yaptığı, bitmiş ve devam eden birçok başarılı yapı kompleksi görüyoruz.
Nehir gemisi Karamzin, 115 metre uzunluğunda, 250 yolcu taşıyor. Bu demektir ki bu gemide Avrupa nın çeşitli ülkelerinden gelen gezi severlerle birlikte olacağız, 2 tam gün Moskova, 6 gün kanal, nehir ve göllerde, 3 gün de St. Petersburg da güzellikleri göreceğiz.
Nehir limanının görkemli binası Stalin devrine ait, 1937 tarihli ve o devrin tüm yapıları gibi çok gösterişli, yüksek kulesinin üzerinde kızıl yıldız, köşelerde heykeller ve cephede, Volga su sistemi üzerindeki güzellikleri gösteren, renkli seramik madalyonları ile halen restorasyonda, içeri giremedik ama limanda kaldığımız süre boyunca gözümüzü bu güzel ve ihtişamlı yapıdan alamadık.
Kiralanmayı bekleyen limuzinler…Böyle bir yolculuğa çıkacaklar, diğer kocaman cruise gemilerindeki lüksü bulamayacaklar, tren kompartmanından biraz daha büyük kamaramızda ortada kocaman bir pencere, iki yanda birer yatak, küçük bir gardrop, bir aynalı tuvalet masası, mini bir buzdolabı ve TV mevcut, duş-WC –lavabo aynı küçük mekânda… Bizim için çok güzel olan bu kamara gruptaki bazı dostlara “şok” yaşattı. Kendisi zaten Bahriyeli olan eşim ve benim için bu konfor yeter de artar bile. Kamaralarımıza yerleşmenin ardından Rus rehberimiz Vera nefis Türkçesi ile bizleri aydınlatıcı bir toplantı yaparak Moskova da katılmak isteyeceğimiz ekstra turları, yolculuğumuzun rotasını açıklıyor. Bu gece, “dakika bir, gol bir” der gibi hemen bir gece turuna çıkıyoruz, yemek dönüşte. Henüz bu 20 milyonluk şehri tanımadan işe eğlence ile başlamak hoş olacak. Otobüs hazır, bizler yerimizi aldığımızda şehire doğru yol almaya başlıyoruz. Uçak pisti gibi geniş caddelerde sıkışıp kalanlar hiç acele etmiyor, kuzeyin soğukkanlılığı bu olsa gerek. 2 Saat yolculuktan sonra acayip büyüklükte bir otele geliyoruz. Gösteri “Kostroma” dans topluluğu tarafından verilecek. Şu anda önünde bulunduğumuz Hotel Cosmos bunca yıllık hayatımda gördüğüm en büyük otel, 1980 Moskova olimpiyatları için bir Fransız firmasına yaptırılmış ve 1700 ü aşkın odası varmış.
Gemiden Yeni Moskova’ya bakış…
Kurtarıcı İsa Kilisesi ve cepheden heykeller…Her şey büyük bu ülkede. Cosmos otelin çevresine bugüne kadar hiç görmediğimiz büyüklük ve rüküşlükte limuzinler dizilmiş, normal otomobil ve cip kaportaları komik bir şekilde uzatılarak, acayip renklerde boyanıp, üzerine semboller, süsler yerleştirilerek düğün arabaları haline getirilmiş, zenginlik ve görgüsüzlük bir arada.
Büyük otelin, çok büyük tiyatro salonunda yerlerimize oturduktan sonra iki bölüm, iki saat halinde seyrettiğimiz gösteri muhteşemdi. Dekorlar, giysiler, danslar, hepsi görülmeye değerdi. Rusların çok eski pagan tarihinden başlayan öykü, çarlar, Ortodoks inançlar, halk hikayeleri, batı adetleri, Bolşevikler ve günümüz ile devam eden danslı bir tarih gibiydi. Ne yazık ki fotoğraf çekmenin yasak olduğu bu muhteşem gösteriye Rusyanın “Anadolu Ateşi” yakıştırmasını yapabiliriz.
Solda Otel National sağda ise Tarih Müzesi önünde Mareşal Kuthuzov…Gemideki ilk gecemizde, havanın bir türlü kararmaması bizi biraz uyku sersemi yaptıysa da sabah, yeni bir dev şehri tanıyacak olmamız heyecanı ile kamaramızdan attık kendimizi kahvaltıya. Otobüsümüz şehrin kalbine doğru Leningradskaya Bulvarından yürümeye çalışıyor ama ne mümkün. Şoförümüz ara caddelerden, kestirmelerden aşmaya çalışıyor ama nafile. Becerikli Vera nın güzel anlatımları olmasa bu yol çekilmez.
989 da Hıristiyan olan Rus prensleri ancak İstanbul un 1453 de Türkler tarafından fethedilmesi ile uykudan uyanıyorlar. III.İvan, Bizanslı Prenses Sophia Paleologos ile evlenince meşhur çift başlı kartal arması da Ruslara geçiyor. Ortodoksluğun merkezi Konstantinopolis yıkıldığına göre artık Ortodoksluğun merkezi biziz diyorlar. Prenslerin, Rusların deyişi ile, Knezlerin birleşmesi ile bir devlet kuruluyor, başkent Moskova ve ilk çarları da Korkunç İvan, yani IV.İvan oluyor.
Solda Tarih Müzesinin Devrim Meydanı cephesi sağda ise Kızıl Meydana giriş…Korkunç İvan gerçekten korkunç bir adam, kendine çok özel bir ordu kuruyor adeta, haydutluk yapan askerler grubuna “Opriçniki” deniyor, bu atlı adamlar simsiyah giyiniyor ve sembol olarak kesik köpek kafaları taşıyorlar. Boyarlara her fırsatta saldıran bu grup, Novgorod da 800 kişiyi keserler, gittikçe Asya içlerine doğru yayılırlar, Kazan hanlığını yok ederler. Fakat işler hep İvan ın lehine gitmez, 1572 de Giray Han Moskova ya saldırır, meşhur “Opriçniki” ler başarılı olamayınca Korkunç İvan, düzenli bir ordu kurar. Tarihler Korkunç İvan ın çok eğitimli ama geçirdiği travmalar sonucu böyle olduğunu ve işkenceden çok hoşlandığını yazıyor. Yedi eş değiştirdiğini ve tüm eşlerinden hep “şüphe” yüzünden ayrıldığını anlatıyor Vera. Rus kadınları, iri gözüksünler diye kat kat iç gömlekleri giyerlermiş, İvan, eşlerinden birinde iki kat gömlek görünce çok sinirlenir, hamile kadını döverek perişan eder ve gelin hanımın karnındaki bebek te ölür. Üç oğlu vardı ve oğlu İvan ı da kendi öldürdü, yerine geçen oğlu Fyodor da geri zekalıydı, herhalde baba dayağındandır. İşte sizlere Rus sarayından dedikodular. Katherina hakkındaki dedikoduları da sonraya saklıyorum.
Kutsal Üçlü Giriş Kemeri ve Kızıl Meydan’daki Kazan Kilisesi…
Solda Tarih Müzesinin Kızıl Meydan cephesi sağda ise Lenin’in Mezarı…Çar kelimesi (tzar) Sezar dan geliyor. Rus tarihçileri Moskova ya III.Roma adını yakıştırıyorlar. I.Roma, Roma nın kendisi, II.Roma İstanbul, üçüncüsü de işte bu 20 milyonluk şehrin çekirdeği olan Kremlin, yani Moskova kalesi. Kuzeyden gelen Baltık kökenli Viking slavlarından olan ilk sülale Rurikler. 1610 da Polonyalılar şehri yakıp yıkarlar, ardından yeni bir sülale, bizlerin daha iyi tanıdığı Romanov lar başa geçer ve Moskova 1712 de terkedilerek başkent Petersburg a taşınır. Hikaye nin bundan sonrasını da Petersburg da anlatırız. Polonyalılardan sonra Moskova 1812 de ikinci felaketi geçirir, Napolyon kenti mahveder ama yaklaşan kış Moskova nın imdadına yetişir, Borodino da Mareşal Kutuzov Fransızları perişan ederek Moskova yı kurtarır. Moskova nın üçüncü kez tahribi, ne yazık ki düşman tarafından değil, Bolşevik Rus orduları tarafından olur, şehir çok zarar görür. Dördüncü ve son felaket ise II.Dünya savaşında yaşanır.
Kremlin’in Kuleleri…
St. Basil Kilisesinden kareler…İlerlemeye çalıştığımız Leningrad bulvarının iki yanında yüzlerce metre uzunluğunda apartman blokları yükseliyor, bunlar tipik 50-60 ların mimarisi, cepheler yapıldıkları günden beri boya, tamirat görmemiş, yani en az 50 yıldır el değmemiş. Küçücük pencerelere alüminyum kağıtlar yapıştırmışlar bu 35 metrekarelik dairelerde oturanlar, bir türlü kararmayan havaya karşı herhalde. Bazı dairelerin minik balkonları tahta parçaları ile gelişigüzel kapatılarak minik mekânlar oluşturulmuş, depo gibi kullanılıyor. Bu perişan blokların bitiminde Stalin devrinde yapılan, yine devasa büyüklükteki tarihi apartmanlar geliyor. Vera, bu yapıların yüksek tavanları ve kalın duvarları ile yeni Rus zenginleri tarafından çok tutulduğunu anlatıyor. “Stalin Ampiri” denilen bu tarihi yapıların cephelerindeki klima blokları çok kötü gözüküyor, Moskova da klima fikri de bana yabancı geliyor doğrusu. Temmuz un ortasındayız, hava 19 derece. Ne kliması, hiç anlamadım.
Sol tarafta meşhur Dinamo stadyumunu geçiyoruz, hemen arkasından dünyadaki tek Çingene tiyatrosunu görüyoruz, 19.yy.da Moskova da bir Romans=Çingene modasının doğuşunu öğreniyoruz. Leningrad bulvarı, Tverskaya bulvarına dönüşüyor, en şık cadde, tüm güzel vitrinler burada diyorlar ama ben iki İtalyan, iki de Türk markasından başka bir şey göremiyorum. Vera, Moskova Baroğundan söz ediyor, zengin tüccarların güzel kiliseler yaptırdığını anlatıyor. Moskova nehrinin karşı kıyısına “Balçık” diyorlar. Moğollar şehre saldırdığında, nehrin taşarak balçık haline getirdiği bu bölgeye elçi ve tercümanlarını yerleştirmişler, adını türkçeden alan, Moğolların hatırası olan bu semtte şimdi Balçık Oteli var.
Kilise ve İkonostatis…
St. Basil Kubbe İçi ve Kızıl Meydanda Çiçek Halı ile Gum Mağazası…Önümüzde beyaz bir güzellik ,”Kurtarıcı İsa” kilisesi var, çok eski havasına aldanmayalım, bu kilise 2000-2005 yılları arasında yapılıyor ama ilginç bir hikâyesi var. Moskova nehrine hakim bu güzel yapının yerinde eskiden de bir kilise mevcut. 1917 Devriminden sonra din bir uyuşturucu kabul edildiği için tüm kilise ve manastırlar kapatılıyor bu kilise de 1930 da havaya uçuruluyor. Yerine dev bir Lenin heykeli yapılması planlanıyor, bu öyle büyük bir heykel olacak ki, ileriye uzattığı elinin üzerine helikopter pisti yapılacak. II. Dünya savaşı patlayınca proje iptal edilir ve yerine bir yüzme havuzu yapılır. Komünizmin çöküşünden sonra gelen toparlanma yıllarında tekrar gündeme gelen kilise, zenginlerin bağışları ile 2005 yılında tamamlanır. Dedikodulara göre, kilisenin cephelerinde ve içinde yer alan çok sayıdaki güzel heykeli Belediye başkanının yakın arkadaşı bir heykeltraş yapıyor. Ortodokslukta heykel yoktur, günahtır diye avaz avaz bağıran rahipler de ağızlarını kapatıyorlar bir süre sonra. Bu şehirdeki her şey gibi kilise de çok büyük, hatta iki kilise desek yanlış olmaz, zemin altındaki Krypta bölümü de, yukardaki asıl kiliseden hiç geri kalmıyor. Heykeller, freskolar, mozaikler, bir süre sonra nereye bakacağımı şaşırıyorum.
Saray gibi düzenlenmiş metroda İşçiler…Moskova deyince akla Kızıl Meydan gelir. Kremlin=kalenin hemen yanı başındaki meydanın girişi bir panayır yerini andırıyor. İhtilal meydanının tam ortasında Napolyonu yenen mareşal Kutuzov atının üstünde, heykelin hemen altında, tüm çocuk filmlerindeki giysilere bürünmüş, onlarca tip, fotoğraf çektirmek isteyenlerden alacakları rubleleri hesap ediyorlar. Tam bir panayırdayız sanki ama kırmızı tuğladan yapılmış görkemli tarih müzesi önündeki Lenin beni kendime getiriyor, göz-kaş, saç aynı, kıyafet tıpkısı, ah biraz da boyu uzun olsaydı. Bir anda 3-5 Amerikalı fotoğraf çektirmek için bizim sahte Lenin in eline rubleleri sayıyorlar.
Kutsal üçlü kapısından geçerek Kızıl Meydan a giriyoruz. Zemin deki parkeler üzerine yaptıkları “çiçek halı” tüm meydanın ortasını kaplıyor, ama bu halı her iki yılda bir, ağustos ayında Brüksel deki Grand place da yapılan çiçek halı ile kıyaslanamaz, çok daha basit. Solda, küçük bir kilise görüyoruz. Kazan Katedrali 1936 da Stalin in emri ile yerle bir edilince, 1993 de yerine, eskisi ile hiç ilgisi olmayan bu kilise yapılıyor, biblo gibi, klasik Rus stilinde.
İstasyonlardaki gezimiz devam ederken sevimli rehberimiz Vera “Barış”ı anlatıyor…Sağda Lenin in mezarını ziyaret için müthiş bir kuyruk var, insanları teker teker sokuyorlar. Bizim böyle bir niyetimiz yok, tam karşımızdaki St. Basil veya Rusların okuyuşu ile St.Vasil kilisesi çok daha cazip benim için. Bu kilise bir müze olarak geziliyor günümüzde ve bilet 250 ruble=6,5 euro.
Kilisenin içi ikonaların sergilenebilmesi için labirent gibi koridorlara bölünmüş, yapının dini özellikleri kaybolmuş ama Moskovanın sembolü olan bu muhteşem yapıyı fotoğraflayabilmek için saatlerce etrafında turladık. Renkli görüntüsü bizi büyüledi, soğan tipli kubbeler bizi şaşırttı, tüm detayları aklıma yazabilmek beni heyecanlandırdı. Meydanın bir yanı Kremlin, diğer yanı ise ünlü Gum mağazası…Her ikisini de yarın gezeceğiz.
Güzelim vitraylardan bir demet…Moskova nın serin temmuz öğle sonrasındaki programımız, dünyanın en büyük metrosunda, en ünlü istasyonları ziyaret etmek. Bu metro da birbiriyle merkez istasyonlarda kesişen tam 13 tane hat var, bir de burada ilk defa gördüğüm ve tüm istasyonları birbirine daire şeklinde bağlayan çevre yolu gibi 20 km.lik bir hat daha var…Günde 8 milyon Moskovalı kullanıyor, zaten bu metro olmasa insanlar akşam evlerine gidemez, iş yerlerinde yatarlar bu korkunç trafikte.
1931 yılında Stalin in emri ile yapımına başlanıyor ve inşaatta “Konsomol” denilen gençlik kolları aktif rol oynuyor. Toplam olarak 298 km.lik metroda 182 istasyon bulunuyor ve her istasyon farklı dekorasyonları ile “dünyanın en güzel metro istasyonları” unvanını fazlası ile hakediyorlar. Tüm istasyonlar sabah 05.30 ile gece 01.00 arasında hizmet veriyorlar. Bilet fiyatı nedir derseniz, Moskova daki en ucuz şey derim: 30 ruble=0.75 euro. Yarım litre su ile aynı fiyat aşağı yukarı.
Metroda Lenin ve Stalin…Metro gezimizde ilk durak “Devrim Meydanı” =Ploshchad Revolusii. Avizelerin güzelliği, heykellerin şahaneliği derken kendimizi ikinci istasyon Kurskaya da buluyoruz. Elimde metro haritası olmasa biz hangi saraydayız diyeceğim, o derece muhteşem mekanlardayız. Duvarlar bir sergi salonu gibi tablolarla süslü, aralarda mozaikler, devrimin önder şahısları, sporcular, sanatçılar, hepsi teker teker sahneye çıkıyorlar.
Sırada Konsomolskaya =Genç devrim önderlerine adanan istasyon var. Burada da her dalda başarılı olan gençlik arz-ı endam ediyor metro tünellerinde. Yüceltilen gençlik topluma önderlik ediyor, teması işleniyor.
Novoslobodskaya, 4. İstasyonumuz, iyice sersemledik, artık ne görsek şaşırmayacak durumdayız. Kievskaya istasyonunda, Ukrayna nın Sovyet birliğine girişi kutlanıyor, kanlı, canlı, sağlıklı Ukrayna gençliği yoldaşları karşılıyor.
Dışişleri Bakanlığı binasından kareler…Altıncı istasyon Arbatskaya dan yer üstüne çıktığımızda aklımız aşağıdaki görkemli güzelliklerde kalıyor doğrusu..1950 lerden sonra yapılan, nispeten yeni istasyonların bu kadar güzel olmadığını söylüyor rehberimiz.
Şimdi artık Arbat sokağında soğuk bir bira içmenin zamanı geldi. Moskova da birbirine çok benzeyen, Stalin devrinin “Yedi Kızkardeşler” adı verilen dev gibi binalarından biri olan Dışişleri bakanlığının önünden geçiyoruz. Stalin devrinin “Herşey çok büyük olmalı” fikrini tam olarak yansıtıyor bu yapı. Cephedeki klima çirkinliklerini görmezden gelirseniz bazı zevkli detaylar yakalayabiliyorsunuz.
Puşkin’in Evi ve Eşi Nathalia ile birlikte anıtı…İşte, hep adını duyduğumuz Arbat sokağındayız. Yayalara ayrılan bu sokakta sokak ressamları, seyyar kitapçılar, kafeler ve hediyelik eşya dükkanları var. İki yandaki tarihi yapıların arasında Puşkin in evini ve tam karşısında da Ünlü yazarı ve eşi Nathalia Gançerova yı gösteren heykeli geçiyoruz. Bir yer, bir film çok övüldüğü zaman bazan hayal kırıklığına uğrarız, işte Arbat sokağı da ben de aynı etkiyi yaratıyor, daha görkemli, daha canlı bekliyordum sanki.
Arbat’taki matruşkalar ve keyifli sokaklar…Moskova nın ne kadar pahalı bir şehir olduğunu içtiğimiz biralar ispatlar gibi, iki biraya 560 ruble=14 euro ödüyoruz, hiçbir Avrupa şehrinde bu paraya içmedik.
Gemiye dönme zamanı geldi, otobüsümüz akşam trafiğinde adım adım ilerliyor. Akşam yemeğinden sonra bir kez daha şehire ineceğiz ve Moskova nın ışıklar içindeki sihirli kubbelerini göreceğiz…
Arbat’ta bira molası…
Buluşmak üzere…!!!
|