İçeri Gir Kokona, Dışarı Çık İkona, Volga Turu : 1 (Moskova)


Son birkaç yıldır eşimle hep bu geziyi konuştuk, hesaplar
yaptık, tek başımıza böyle bir gemi turunun mali yönünün çok fazla olacağını
anlayarak, hiç istemesek de turla gitmeye karar verdik şubat ayında. Mart
ayında tur şirketine giderek kaydımızı yaptırdık ve beklemeye başladık, bu
arada da konu ile ilgili yazıları okumaya başladım. Hayatımızda ilk defa böyle
kapsamlı, 11 günlük tura bir grupla katılacaktık ve hayatımda yine ilk defa
sorumluluktan uzak, dersimi çalışmadan yola çıkacaktık. Okuduğum yazılardan
birinde durumumuza çok uygun  kısa bir fıkra geçiyor: “Volga turundan yeni
dönen Ali bey e dostları sorarlar: Yahu Ali, nasıl geçti tur, hiç
anlatmıyorsun. Ali Bey cevap verir: Abicim ne anlatayım, gemiden içeri girdik
“Kokona”lar, dışarı çıktık “İkona”lar, ne anlatayım ???? İşte tam da böyleydi
durum, bendeniz de o “kokona”lardan biriydim ama dışarda ne “ikona”lar vardı, ben
hayatımda böylelerini ilk defa görüyordum…”






Volga kanal sistemi ve seyir
rotamız…
THY nin Moskova uçağına bindiğimizde grup birbirini hiç
tanımıyordu ama Vnukovo havaalanında Türk bayrağı altında toplandığımızda, 39
kişi olduğumuz görüldü. Doğruca bir otobüse bindirildik ve 11 gün boyunca evimiz
olacak gemimiz “Karamzin”e doğru yola çıktık. Grubumuza şöyle bir bakınca,
emeklilerin çoğunlukta olduğu, bunun yanı sıra da hanımların sayıca fazla
olduğu görülüyor ama hiç de “kokona” türünde birileri yok…

Moskova nın 38 km.
uzağında olan Vnukovo dan kentin kuzey limanında demirli gemimize gelmek, tam
2,5 saat sürüyor. Neredeyse İstanbul dan Moskova ya da o kadar saatte geldik,
müthiş bir trafik, bundan sonra canım İstanbul un trafiği için hiç laf
etmeyeceğim. Moskova da olduğumuz 3 gün boyunca tüm yollarda aynı rezaleti
yaşadık ve bu 20 milyonluk devin 6 şeritli yollarını aşmanın mümkün olmadığını
bizzat gördük. Günde 8 milyon kişi, 13 hatlı Metro sistemini kullanmasa, tüm
iş-güç bir anda felç olur. II.Dünya savaşında Alman birlikleri de Moskova ya
ancak bu kadar yaklaşabilmişti ama onları bu meşhur trafik değil, ünlü Mareşal
Zhukov durdurmuştu.


  



Yola beraber çıktığımız gemimizin ikizi Leonis
Krasin ve müzikle karşılama…

Turumuzun adı “Volga-Volga” ama bu başlık sizi aldatmasın, 1400
km.lik yolculuğumuzun sadece 120-130 km.si Volga da gerçekleşecek, Volga,
Moskova nın kuzeyinde bizi terk ederek doğuya yönelecek ve Hazar denizine
dökülecek, bizim bu yolculuğumuzda kuzeye çıkan tüm suyolları Volga yı kuzeye, Baltık
denizine bağlayan kanallar, nehirler, göllerin oluşturduğu muazzam bir “su sistemi”.
Bu sisteme Baltık dan  giren bir nehir gemisi Karadenize, Hazar denizine
inebilir. Müthiş bir sistem ve Rusya nın bu konudaki “büyüklüğü” nü gösteriyor
herşey. Gemimiz Karamzin, bu yolculukta 1400 km (650 Deniz Mili) civarında suyolunu
geçecek, 4 göl, 6 nehir, 17 seviye havuzuna girecek. Geminin bağlı bulunduğu
Moskova nehir limanı, denizden 164 metre yükseklikte olduğu için, deniz
seviyesindeki St. Petersburg a  gidebilmek için nehir üzerinde yapılan
seviye havuzları ile bizi yokuş aşağı indirecekler. Bütün bu kavramlar, bizim
gibi nehirlerinde taşımacılık yapılmayan bir ülkenin insanları için anlaması
biraz zor kavramlar.


  



Solda Moskova Liman Binası ve sağda ise Cosmos
Otel…
Bizimki gibi birçok nehir gemisinin bağlandığı, Moskova
nehir limanı kentin kuzey doğusunda bulunuyor. 2,5 saat süren otobüs
yolculuğumuzda 6 şerit gidiş -6 şerit geliş muazzam yollar, birbirini 3 kez
kesen katlı kavşaklar ve çevrede Türk inşaat şirketlerinin yaptığı, bitmiş ve
devam eden birçok başarılı yapı kompleksi görüyoruz.

Nehir gemisi Karamzin, 115 metre uzunluğunda, 250 yolcu
taşıyor. Bu demektir ki bu gemide Avrupa nın çeşitli ülkelerinden gelen gezi
severlerle birlikte olacağız, 2 tam gün Moskova, 6 gün kanal, nehir ve göllerde,
3 gün de St. Petersburg da güzellikleri göreceğiz.

Nehir limanının görkemli binası Stalin devrine ait, 1937
tarihli ve o devrin tüm yapıları gibi çok gösterişli, yüksek kulesinin üzerinde
kızıl yıldız, köşelerde heykeller ve cephede, Volga su sistemi üzerindeki
güzellikleri gösteren, renkli seramik madalyonları ile halen restorasyonda,
içeri giremedik ama limanda kaldığımız süre boyunca gözümüzü bu güzel ve
ihtişamlı yapıdan alamadık.


  



Kiralanmayı bekleyen
limuzinler…
Böyle bir yolculuğa çıkacaklar, diğer kocaman cruise
gemilerindeki lüksü bulamayacaklar, tren kompartmanından biraz daha büyük
kamaramızda ortada kocaman bir pencere, iki yanda birer yatak, küçük bir
gardrop, bir aynalı tuvalet masası, mini bir buzdolabı ve TV mevcut, duş-WC
–lavabo aynı küçük mekânda… Bizim için çok güzel olan bu kamara gruptaki bazı
dostlara “şok” yaşattı. Kendisi zaten Bahriyeli olan eşim ve benim için bu
konfor yeter de artar bile. Kamaralarımıza yerleşmenin ardından Rus rehberimiz
Vera nefis Türkçesi ile bizleri aydınlatıcı bir toplantı yaparak Moskova da
katılmak isteyeceğimiz ekstra turları, yolculuğumuzun rotasını  açıklıyor.
Bu gece, “dakika bir, gol bir” der gibi hemen bir gece turuna çıkıyoruz, yemek
dönüşte. Henüz bu 20 milyonluk şehri tanımadan işe eğlence ile başlamak hoş
olacak. Otobüs hazır, bizler yerimizi aldığımızda şehire doğru yol almaya
başlıyoruz. Uçak pisti gibi geniş caddelerde sıkışıp kalanlar hiç acele
etmiyor, kuzeyin soğukkanlılığı bu olsa gerek. 2 Saat yolculuktan sonra acayip
büyüklükte bir otele geliyoruz. Gösteri “Kostroma” dans topluluğu tarafından
verilecek. Şu anda önünde bulunduğumuz Hotel Cosmos bunca yıllık hayatımda
gördüğüm en büyük otel, 1980 Moskova olimpiyatları için bir Fransız firmasına
yaptırılmış ve 1700 ü aşkın odası varmış. 


Gemiden Yeni Moskova’ya bakış…




  


Kurtarıcı İsa Kilisesi ve cepheden heykeller…
Her şey büyük bu ülkede. Cosmos otelin çevresine bugüne
kadar hiç görmediğimiz büyüklük ve rüküşlükte limuzinler dizilmiş, normal
otomobil ve cip kaportaları komik bir şekilde uzatılarak, acayip renklerde
boyanıp, üzerine semboller, süsler yerleştirilerek  düğün arabaları haline
getirilmiş, zenginlik ve görgüsüzlük bir arada.

Büyük otelin, çok büyük tiyatro salonunda yerlerimize
oturduktan sonra iki bölüm, iki saat halinde seyrettiğimiz gösteri muhteşemdi. Dekorlar,
giysiler, danslar, hepsi  görülmeye değerdi. Rusların çok eski pagan
tarihinden başlayan öykü, çarlar, Ortodoks inançlar, halk hikayeleri, batı
adetleri, Bolşevikler ve günümüz ile devam eden danslı bir tarih gibiydi. Ne
yazık ki fotoğraf çekmenin yasak olduğu bu muhteşem gösteriye Rusyanın “Anadolu
Ateşi” yakıştırmasını yapabiliriz. 


  



Solda Otel National sağda ise Tarih Müzesi
önünde Mareşal Kuthuzov…
Gemideki ilk gecemizde, havanın bir türlü kararmaması bizi
biraz uyku sersemi yaptıysa da sabah, yeni bir dev şehri tanıyacak olmamız
heyecanı ile kamaramızdan attık kendimizi kahvaltıya. Otobüsümüz şehrin kalbine
doğru Leningradskaya Bulvarından yürümeye çalışıyor ama ne mümkün. Şoförümüz
ara caddelerden, kestirmelerden aşmaya çalışıyor ama nafile. Becerikli Vera nın
güzel anlatımları olmasa bu yol çekilmez. 

989 da Hıristiyan olan Rus prensleri ancak İstanbul un 1453
de Türkler tarafından fethedilmesi ile uykudan uyanıyorlar. III.İvan, Bizanslı
Prenses Sophia Paleologos ile evlenince meşhur çift başlı kartal arması da
Ruslara geçiyor. Ortodoksluğun merkezi Konstantinopolis yıkıldığına göre artık
Ortodoksluğun merkezi biziz diyorlar. Prenslerin, Rusların deyişi ile, Knezlerin
birleşmesi ile bir devlet kuruluyor, başkent Moskova ve ilk çarları da Korkunç
İvan, yani IV.İvan oluyor. 


  



Solda Tarih Müzesinin Devrim Meydanı cephesi
sağda ise Kızıl Meydana giriş…
Korkunç İvan gerçekten korkunç bir adam, kendine çok özel
bir ordu kuruyor adeta, haydutluk yapan askerler grubuna “Opriçniki” deniyor, bu
atlı adamlar simsiyah giyiniyor ve sembol olarak kesik köpek kafaları
taşıyorlar. Boyarlara her fırsatta saldıran bu grup, Novgorod da 800 kişiyi
keserler, gittikçe Asya içlerine doğru yayılırlar, Kazan hanlığını yok ederler.
Fakat işler hep İvan ın lehine gitmez, 1572 de Giray Han Moskova ya saldırır, meşhur
“Opriçniki” ler başarılı olamayınca Korkunç İvan, düzenli bir ordu kurar. Tarihler
Korkunç İvan ın çok eğitimli ama geçirdiği travmalar sonucu böyle olduğunu ve
işkenceden çok hoşlandığını yazıyor. Yedi eş değiştirdiğini ve tüm eşlerinden
hep “şüphe” yüzünden ayrıldığını anlatıyor Vera. Rus kadınları, iri gözüksünler
diye kat kat iç gömlekleri giyerlermiş, İvan, eşlerinden birinde iki kat gömlek
görünce çok sinirlenir, hamile kadını döverek perişan eder ve gelin hanımın
karnındaki bebek te ölür. Üç oğlu vardı ve oğlu İvan ı da kendi öldürdü, yerine
geçen oğlu Fyodor da geri zekalıydı, herhalde baba dayağındandır. İşte sizlere
Rus sarayından dedikodular. Katherina hakkındaki dedikoduları da sonraya
saklıyorum. 


  



Kutsal Üçlü Giriş Kemeri ve Kızıl Meydan’daki
Kazan Kilisesi…




  



Solda Tarih Müzesinin Kızıl Meydan cephesi
sağda ise Lenin’in Mezarı…
Çar kelimesi (tzar) Sezar dan geliyor. Rus tarihçileri 
Moskova ya III.Roma adını yakıştırıyorlar. I.Roma, Roma nın kendisi, II.Roma İstanbul,
üçüncüsü de işte bu 20 milyonluk şehrin çekirdeği olan Kremlin, yani Moskova
kalesi. Kuzeyden gelen Baltık kökenli Viking slavlarından olan ilk sülale
Rurikler. 1610 da Polonyalılar şehri yakıp yıkarlar, ardından yeni bir sülale, bizlerin
daha iyi tanıdığı Romanov lar başa geçer ve Moskova 1712 de terkedilerek
başkent Petersburg a taşınır. Hikaye nin bundan sonrasını da Petersburg da
anlatırız. Polonyalılardan sonra Moskova 1812 de ikinci felaketi geçirir, Napolyon
kenti mahveder ama yaklaşan kış Moskova nın imdadına yetişir, Borodino da
Mareşal Kutuzov Fransızları perişan ederek Moskova yı kurtarır. Moskova nın
üçüncü kez tahribi, ne yazık ki düşman tarafından değil, Bolşevik Rus orduları
tarafından olur, şehir çok zarar görür. Dördüncü ve son felaket ise II.Dünya
savaşında yaşanır.






Kremlin’in Kuleleri…




  


St. Basil Kilisesinden
kareler…
İlerlemeye çalıştığımız Leningrad bulvarının iki yanında
yüzlerce metre uzunluğunda apartman blokları yükseliyor, bunlar tipik 50-60
ların mimarisi, cepheler yapıldıkları günden beri boya, tamirat görmemiş, yani
en az 50 yıldır el değmemiş. Küçücük pencerelere alüminyum kağıtlar
yapıştırmışlar bu 35 metrekarelik dairelerde oturanlar, bir türlü kararmayan
havaya karşı herhalde. Bazı dairelerin minik balkonları tahta parçaları ile
gelişigüzel kapatılarak minik mekânlar oluşturulmuş, depo gibi kullanılıyor. Bu
perişan blokların bitiminde Stalin devrinde yapılan, yine devasa büyüklükteki
tarihi apartmanlar geliyor. Vera, bu yapıların yüksek tavanları ve kalın
duvarları ile yeni Rus zenginleri tarafından çok tutulduğunu anlatıyor. “Stalin
Ampiri” denilen bu tarihi yapıların cephelerindeki klima blokları çok kötü
gözüküyor, Moskova da klima fikri de bana yabancı geliyor doğrusu. Temmuz un
ortasındayız, hava 19 derece. Ne kliması, hiç anlamadım.

Sol tarafta meşhur Dinamo stadyumunu geçiyoruz, hemen
arkasından dünyadaki tek Çingene tiyatrosunu görüyoruz, 19.yy.da Moskova da bir
Romans=Çingene modasının doğuşunu öğreniyoruz. Leningrad bulvarı, Tverskaya
bulvarına dönüşüyor, en şık cadde, tüm güzel vitrinler burada diyorlar ama ben
iki İtalyan, iki de Türk markasından başka bir şey göremiyorum. Vera, Moskova
Baroğundan söz ediyor, zengin tüccarların güzel kiliseler yaptırdığını
anlatıyor. Moskova nehrinin karşı kıyısına “Balçık” diyorlar. Moğollar şehre
saldırdığında, nehrin taşarak balçık haline getirdiği bu bölgeye elçi ve
tercümanlarını yerleştirmişler, adını türkçeden alan, Moğolların hatırası olan
bu semtte şimdi Balçık Oteli var. 


  



Kilise ve
İkonostatis…




  



St. Basil Kubbe İçi ve Kızıl Meydanda Çiçek
Halı ile Gum Mağazası…
Önümüzde beyaz bir güzellik ,”Kurtarıcı İsa” kilisesi var, çok
eski havasına aldanmayalım, bu kilise 2000-2005 yılları arasında yapılıyor ama
ilginç bir hikâyesi var. Moskova nehrine hakim bu güzel yapının yerinde eskiden
de bir kilise mevcut. 1917 Devriminden sonra din bir uyuşturucu kabul edildiği
için tüm kilise ve manastırlar kapatılıyor bu kilise de 1930 da havaya
uçuruluyor. Yerine dev bir Lenin heykeli yapılması planlanıyor, bu öyle büyük
bir heykel olacak ki, ileriye uzattığı elinin üzerine helikopter pisti
yapılacak. II. Dünya savaşı patlayınca proje iptal edilir ve yerine bir yüzme
havuzu yapılır. Komünizmin çöküşünden sonra gelen toparlanma yıllarında tekrar
gündeme gelen kilise, zenginlerin bağışları ile 2005 yılında tamamlanır. Dedikodulara
göre, kilisenin cephelerinde ve içinde yer alan çok sayıdaki güzel heykeli
Belediye başkanının yakın arkadaşı bir heykeltraş yapıyor. Ortodokslukta heykel
yoktur, günahtır diye avaz avaz bağıran rahipler de ağızlarını kapatıyorlar bir
süre sonra. Bu şehirdeki her şey gibi kilise de çok büyük, hatta iki kilise
desek yanlış olmaz, zemin altındaki Krypta bölümü de, yukardaki asıl kiliseden
hiç geri kalmıyor. Heykeller, freskolar, mozaikler, bir süre sonra nereye
bakacağımı şaşırıyorum. 


  



Saray gibi düzenlenmiş metroda İşçiler…
Moskova deyince akla Kızıl Meydan gelir. Kremlin=kalenin
hemen yanı başındaki meydanın girişi bir panayır yerini andırıyor. İhtilal
meydanının tam ortasında Napolyonu yenen mareşal Kutuzov atının üstünde, heykelin
hemen altında, tüm çocuk filmlerindeki giysilere bürünmüş, onlarca tip, fotoğraf
çektirmek isteyenlerden alacakları rubleleri hesap ediyorlar. Tam bir
panayırdayız sanki ama kırmızı tuğladan yapılmış görkemli tarih müzesi önündeki
Lenin beni kendime getiriyor, göz-kaş, saç aynı, kıyafet tıpkısı, ah biraz da
boyu uzun olsaydı. Bir anda 3-5 Amerikalı fotoğraf çektirmek için bizim sahte
Lenin in eline rubleleri sayıyorlar.

Kutsal üçlü kapısından geçerek Kızıl Meydan a giriyoruz. Zemin
deki parkeler üzerine yaptıkları “çiçek halı” tüm meydanın ortasını kaplıyor, ama
bu halı her iki yılda bir, ağustos ayında Brüksel deki Grand place da yapılan
çiçek halı ile kıyaslanamaz, çok daha basit. Solda, küçük bir kilise görüyoruz.
Kazan Katedrali 1936 da Stalin in emri ile yerle bir edilince, 1993 de yerine, eskisi
ile hiç ilgisi olmayan bu kilise yapılıyor, biblo gibi, klasik Rus stilinde. 


  



  

İstasyonlardaki gezimiz devam ederken sevimli
rehberimiz Vera “Barış”ı anlatıyor…
Sağda Lenin in mezarını ziyaret için müthiş bir kuyruk var, insanları
teker teker sokuyorlar. Bizim böyle bir niyetimiz yok, tam karşımızdaki St.
Basil veya Rusların okuyuşu ile St.Vasil kilisesi çok daha cazip benim için. Bu
kilise bir müze olarak geziliyor günümüzde ve bilet 250 ruble=6,5 euro.

Kilisenin içi ikonaların sergilenebilmesi için labirent gibi
koridorlara bölünmüş, yapının dini özellikleri kaybolmuş ama Moskovanın sembolü
olan bu muhteşem yapıyı fotoğraflayabilmek için saatlerce etrafında turladık. Renkli
görüntüsü bizi büyüledi, soğan tipli kubbeler bizi şaşırttı, tüm detayları
aklıma yazabilmek beni heyecanlandırdı. Meydanın bir yanı Kremlin, diğer yanı
ise ünlü Gum mağazası…Her ikisini de yarın gezeceğiz. 


  


Güzelim vitraylardan bir demet…
Moskova nın serin temmuz öğle sonrasındaki programımız, dünyanın
en büyük metrosunda, en ünlü istasyonları ziyaret etmek. Bu metro da birbiriyle
merkez istasyonlarda kesişen tam 13 tane hat var, bir de burada ilk defa
gördüğüm ve tüm istasyonları birbirine daire şeklinde bağlayan çevre yolu gibi
20 km.lik bir hat daha var…Günde 8 milyon Moskovalı kullanıyor, zaten bu metro
olmasa insanlar akşam evlerine gidemez, iş yerlerinde yatarlar bu korkunç
trafikte.

1931 yılında Stalin in emri ile yapımına başlanıyor ve
inşaatta “Konsomol” denilen gençlik kolları aktif rol oynuyor. Toplam olarak
298 km.lik metroda 182 istasyon bulunuyor ve her istasyon farklı dekorasyonları
ile “dünyanın en güzel metro istasyonları” unvanını fazlası ile hakediyorlar. Tüm
istasyonlar sabah 05.30 ile gece 01.00 arasında hizmet veriyorlar. Bilet fiyatı
nedir derseniz, Moskova daki en ucuz şey derim: 30 ruble=0.75 euro. Yarım litre
su ile aynı fiyat aşağı yukarı. 


  


Metroda Lenin ve Stalin…
Metro gezimizde ilk durak “Devrim Meydanı” =Ploshchad
Revolusii. Avizelerin güzelliği, heykellerin şahaneliği derken kendimizi ikinci
istasyon Kurskaya da buluyoruz. Elimde metro haritası olmasa biz hangi
saraydayız diyeceğim, o derece muhteşem mekanlardayız. Duvarlar bir sergi
salonu gibi tablolarla süslü, aralarda mozaikler, devrimin önder şahısları, sporcular,
sanatçılar, hepsi teker teker sahneye çıkıyorlar.

Sırada Konsomolskaya =Genç devrim önderlerine adanan
istasyon var. Burada da her dalda başarılı olan gençlik arz-ı endam ediyor
metro tünellerinde. Yüceltilen gençlik topluma önderlik ediyor, teması
işleniyor.

Novoslobodskaya, 4. İstasyonumuz, iyice sersemledik, artık
ne görsek şaşırmayacak durumdayız. Kievskaya istasyonunda, Ukrayna nın Sovyet
birliğine girişi kutlanıyor, kanlı, canlı, sağlıklı Ukrayna gençliği yoldaşları
karşılıyor. 


  



Dışişleri Bakanlığı binasından kareler…
Altıncı istasyon Arbatskaya dan yer üstüne
çıktığımızda  aklımız aşağıdaki görkemli güzelliklerde kalıyor doğrusu..1950
lerden sonra yapılan, nispeten yeni istasyonların bu kadar güzel olmadığını
söylüyor rehberimiz.

Şimdi artık Arbat sokağında soğuk bir bira içmenin zamanı
geldi. Moskova da birbirine çok benzeyen, Stalin devrinin “Yedi Kızkardeşler”
adı verilen dev gibi binalarından biri olan Dışişleri bakanlığının önünden
geçiyoruz. Stalin devrinin “Herşey çok büyük olmalı” fikrini tam olarak
yansıtıyor bu yapı. Cephedeki klima çirkinliklerini görmezden gelirseniz bazı
zevkli detaylar yakalayabiliyorsunuz.   


  



Puşkin’in Evi ve Eşi Nathalia ile birlikte
anıtı…
İşte, hep adını duyduğumuz Arbat sokağındayız. Yayalara
ayrılan bu sokakta sokak ressamları, seyyar kitapçılar, kafeler ve hediyelik
eşya dükkanları var. İki yandaki tarihi yapıların arasında Puşkin in evini ve
tam karşısında da Ünlü yazarı ve eşi Nathalia Gançerova yı  gösteren
heykeli geçiyoruz. Bir yer, bir film çok övüldüğü zaman bazan hayal kırıklığına
uğrarız, işte Arbat sokağı da ben de aynı etkiyi yaratıyor, daha görkemli, daha
canlı bekliyordum sanki. 


  



Arbat’taki matruşkalar ve keyifli sokaklar…
Moskova nın ne kadar pahalı bir şehir olduğunu içtiğimiz
biralar ispatlar gibi, iki biraya 560 ruble=14 euro ödüyoruz, hiçbir Avrupa
şehrinde bu paraya içmedik.

Gemiye dönme zamanı geldi, otobüsümüz akşam trafiğinde adım
adım ilerliyor. Akşam yemeğinden sonra bir kez daha şehire ineceğiz ve Moskova
nın ışıklar içindeki sihirli kubbelerini göreceğiz… 


  



Arbat’ta bira molası…



Buluşmak üzere…!!!









 Yazılan Yorumlar...
hakangeziyor
(12 Eylül 2013)
Hocam, 1525 Euro bu tarz dolu dolu bir tur için çok fazla değil gibi geldi bana. Elbette extralara ne kadar ödediğinizi bilmiyorum. Ya da gereksiz geziler varmıydı. Önemli olan sizin bundan keyif almanızdır ki başlangıç yazısı da olsa ben anlatımdan öyle hissettim :)
NEŞE
(11 Eylül 2013)
Sevgili dostlar,sevgili Hakan,tüm güzel yorumlara teşekkürler..Yıllardır bu geziyi istiyorduk ama bireysel olarak olmuyor,çok araştırdım beceremedim. Çeşitli turizm şirketlerine sorduk,sual ettik,aşağı yukarı hep aynı fiyatı verdiler..En aşağıdan yukarıya doğru ,gemilerde 4 güverte var,biz üstten bir alt ,yani 3. güverteden aldık...11 gün-10 gece herşey dahil,(kahvaltı-öğle-akşam yemekleri ve bazı geziler ) Adam başı 1525 Euro ödedik..Zaman kısıtlı olduğu için ekstra gezileri de almak zorunda kaldık,Moskova ve Petersburg da bu gezileri almazsanız pek bir yer görmeye vakit olmuyor,bu gezilerin fiyatları da 60-70 Euro civarında.en pahalı tur 21 Haziran a denk gelen biz 3 ay önceden bile onda yer bulamadık. Yaz günü tarihler ilerledikçe gündüzler kısaldıkça fiyatta düşüyor.Çok çeşitli şirketlerden gelen gezginler bir gemide toplandık ve tek bir rehbere bağlandık...Durum böyle...sevgiler ...Bodrum dayım ,hepinize selamlar...
hakangeziyor
(11 Eylül 2013)
Sevgili hocam, yine gıptayla izleyeceğimiz bir gezi/yazı güzelliğine çektiniz bizi. Henüz nasip olmadı ama bir gün benim de en büyük arzularımdan birisi tekne ile Volgada salınmak. Ancak belki de Moskova ayrı bir gezi olabilir diye düşünüyorum.
Dediğiniz gibi siz ve eşiniz pek turla seyahat etmezsiniz ama koşullar böyle gelişmiş demek ki. Eminim en ince detayına kadar araştırmışsınızdır :) Sizce sorun değilse tur ücreti ve diğer detaylar hakkında biraz bilgi vermeniz mümkün mü acaba? Şimdiden teşekkürler.
Kaleminize sağlık.
Setenay Süzer
(06 Eylül 2013)
Ne iyi yapmışsınız,biz de nefis anlatımınızla gezilerinize katılıyoruz nasıl olsa.Yıllar önce Moskova St.Petersburg gezip görmüştüm yeniden bütün canlılığı ile hatırlattınız.Sevgilerimle
NEŞE
(02 Eylül 2013)
Sevgili gezi dostlarım,bir müddettir internetten ayrıydım,yorumlarınızı geç gördüm...Güzel yorumlara sonsuz teşekkürler,gezerken yazarken çok keyif alıyorum,sağlıklı olalım,zamanımız ve paramız yettiğince gezelim,dünyada bundan güzel ne var ?Hepinize sevgiler ve teşekkürler..
muratbasar
(30 Ağustos 2013)
Neşe Hocam mükemmel bir anlatım ve olağanüstü fotoğraflar. Eski yazılarınızın da tamamını okuma kararı aldım. Bu yazınızın devamını bekliyoruz.
Erdin İVGİN
(30 Ağustos 2013)
Neşe Hanım, elinize sağlık. Sizin yazılarınızı okumaktan çok büyük zevk alıyorum. Gezdiğiniz yerleri, yaşadığınız olayları o kadar keyifle anlatıyorsunuz ki bu okuyana da yansıyor. Yazınızın devamını merakla bekliyorum. Moskovayı bana yeniden hatırlattığınız için teşekkürler.