Moskova devam ediyor…Yarın gece bu saatlerde gemimiz Moskova kanalında ilerliyor olacak, bu gecenin keyfini çıkartalım diyoruz ve Moskova gecelerinin ışık oyunlarını seyretmeye çıkıyoruz yola. Yollar biraz boşalmış, Moskova halkı işlerinden çıkıp evlerine varmışlar, bizim hedefimiz kentin en zor günlerini yaşadığı II.Dünya savaşının bitiş günü olarak kabul edilen 9 Mayıs 1945 i yücelten Zafer parkı. Otobüsümüz hafif bir yükselti üzerindeki parkın yamacında park ediyor, özel olarak seçilmiş bu yükselti belli belirsiz olmasına karşın önümüzdeki dev anıt bu yükseltiyi muazzam yapıyor.İç bükey formda revaklar şeklinde yapılan galerinin önünde “Sönmeyen Ateş” var. Rusya nın pek çok yerinde daha sonraları da rastlayacağımız bu ateş, savaşta ölen askerler anısına hiç sönmüyor, gece gündüz, kar, fırtına yanıyor. Doğal gaz can veriyor bu ateşe. Revaklı galerinin iki ucunda mızraklarını havaya kaldıran Amazonlar ın arkasından doğan güzel mehtap herkesi etkiliyor.
Zafer Parkından kareler…Tam ortada 141 metre, 8 cm.lik ucu sivriltilmiş bir granit göğe yükseliyor ve tam tepeye tutturulmuş bir Nike figürü elindeki zafer tacını uzatıyor altındaki minik figürlere. Aydınlatma çok güzel, anıt sembollerle dolu. Daha sonraları Rusların bu tür sembolik eserlere çok meraklı olduğunu daha da iyi anlayacağım. Rus halkı 5 yıl boyunca savaşıyor, 30 milyon kişi bu korkunç savaşta hayatını kaybediyor, işte savaştaki 1418 gün için bu anıt yapılıyor ve her gün için bir santim hesabı ile 141 metre-8 cm. e ulaşılıyor. Ne ince düşünce! Anıtın kaidesi de muhteşem, Aziz George u çok seven, onu koruyucu ve kurtarıcı azizleri kabul eden Ruslar, atının üzerinde şaha kalkan ve mızrağı ile ejderhayı salam gibi dilimlere bölen Azizi bir kez de burada selamlıyorlar. Birkaç basamakla hafif eğimler şeklinde şehre doğru inen park bir ışık ve renk cümbüşü içinde. Sağda çok uzun bir havuzda renkli ve kısa fıskiyeler ve tam önümüzdeki muazzam havuzda da sadece kırmızı renklendirilmiş fıskıyeler görüyoruz, buradaki fıskıye sayısı da yine 1418, savaşın her günü için bir fıskiye yapılmış. Hava çok güzel, ortam duygusal ama sembollerle çok öğretici.
Zafer Sütunu…
Solda Amazon ve Mehtap, sağda ise St.George ejderi öldürüyor…
Ufukta yeni kentin ışıklı siluetini, çoğunluğu Türk şirketlerinin eseri olan ışıklı gökdelenler çiziyor. Buraya Moskow- city diyorlar eskinin yoldaşları. Eski yoldaşlar, 1 Mayıs işçi bayramını da, Ekim devrimini de (7 Kasım da kutlanıyordu) artık kutlamıyor. Kapitalist dünyanın tüketime yönelik bayramları baş tacı edilmiş. Yeni yılda hediye alış-verişleri tavana vuruyor, Sevgililer günü tüm ihtişamı ile kutlanıyor, bunun yanında dini bayramlarda şimdiye kadar görülmemiş bir iman bağı ile kiliseler dolup taşıyor.
1418 adet Kızıl fıskiye ve Moscow City…
İkinci durağımız Novodeviçi=yeni kızlar manastırı. Küçük bir gölcüğün kıyısında ışıklandırma ve güzel gecenin etkisi ile masal gibi bir görüntüsü var. Sonradan gördüğüm fotolardan keşke bir de buranın gündüz halini görseydim diyorum ama ne yapalım böyle grup gezilerinde her isteğim gerçekleşemiyor. Novodeviçi bir kadınlar manastırı, Petro nun ablasını da buraya kapattığını öğreniyoruz. Aynı Osmanlı sarayında gözden düşen kadınların Beyazıt daki eski saraya gönderilmesi gibi, burada da Çar karısından bıkınca “Haydi Çariçem, size Novodeviçi yolu göründü!” diyebiliyor ve arkasından Avrupa ya özellikle Almanya ya yeni bir gelin adayı aramaya gidiyor. Gemide, nehir ve kanallarda yol alırken yaptığımız tarih derslerinde Alman derebeylerinin sarışın, güzel, kültürlü kızlarının Rus sarayında ne kadar çok sevildiğini öğrendik. Kenarında hayran hayran manastırı seyrettiğimiz gölcüğün Çaykowski ye ilham verdiği ve Kuğu Gölü balesinde buradaki kuğulardan esinlendiği söyleniyor.
Novodevici Manastırı…
Saatler ilerliyor ama sırada Kızıl Meydan gece turu var. St.Vasil in renkli soğan kubbeleri daha da şiirsel olmuş bu güzel aydınlatma ile, Meydanın bir kenarında Kremlinin kuleleri Kızıl yıldızları ile göğe yükseliyor. Diğer yanda ünlü GUM mağazası bir yılbaşı süsü gibi ışıklarla parlıyor. Moskova bu hafta sonu yapılacak otomobil yarışlarına da hazırlanıyor, gecenin bu saatinde bile çalışmalar devam ediyor. Ehhh artık “Spakoynoy noçi”=iyi geceler demenin vakti geldi.
Sabah kahvaltısında hep aynı telaş yaşanıyor gemide. Bizimkiler çay makinası önünde kuyruk, sonra da “Ay bu çay hiç iyi değil..” lafları, ehhh işte bu gemide Emirgan çayı içilemiyor tabii. Açık büfedeki salamlar üzerine “domuz eti değildir” yazılmış ama sıcak sosisleri kaçırmak istemeyenler “aaa, onlar domuz muydu, hay Allah çok da lezzetliydi” diyerek birkaç sosisi mideye indiriyorlar. Ben ve eşim, temiz ve lezzetli her şeyi yiyebildiğimiz için böyle bir sorun yaşamıyoruz.
Kremlin’de tarihi Kızıl Yıldız…
St. Vasil gece de güzel…Gum gece parıl parıl…
Otobüslerimiz Kremlin turuna hazır.Bu tur, para ödenmeyen, programımız içindeki bir tur olduğu için 39 Türk ün tamamı toplandı, herkes önde yer kapmak istiyor, bazıları “biz ne yapacağız orada, şimdi bir sürü kilise vardır, gir-çık…Alış-veriş caddesi nerede?” diyerek fikrini beyan ediyor.
Moskova yı saran beş çevre yolundan şehre akan trafik yine Leningradskaya bulvarını felç etmiş durumda. Saatler geçiyor, neyse kuleler gözüktü. Vera ve yardımcı rehberimiz Olga bizi düzgün bir sıra halinde avluda sıraya sokuyorlar. Kuyruk uzun, bu arada biletlerimiz dağıtılıyor, iç avluya girdiğimiz de kaldırımlardan kesinlikle inmememiz ve sırt çantalarını otobüste bırakmamız söyleniyor. Girişin iki yanında tüm slav karakterlerini taşıyan iki asker arasından ve güvenlik kontrolünden geçerek iç avluya giriyoruz.
Kremlin’e giriş kuyruğu ve solda ofisler…
Kremlin, her Rus şehrinde olabilir, hafif bir yükselti üzerinde iç surla çevrili yönetim ve dini yapıların toplandığı bir kale diye açıklayabiliriz. Yani tüm antik şehirlerde bulunması gerekli bir “Acropolis”=yukarı şehir gibi. Moskova Kremlini ise Rusya daki Kremlinlerin en büyüğü, en muhteşemi. 40 mt. yükseklikte bir tepede, Moskova nehrine Neglinnaya nehrinin kavuştuğu noktada, Borovitsky burnunda yapılıyor. Neglinnaya nehrini göremiyoruz çünkü yeraltına alınmış. Çarların ilk konutları, ilk önemli kiliseler hep bu üçgen benzeri iç kalenin içinde. 5 Saray, 4 katedral, kiliseler, sur duvarı ve yer yer kulelerden meydana gelmiş bir küçük şehir diyebiliriz. Surların uzunluğu 2.235 metre, duvarların yüksekliği 5-19 mt. arasında, kalınlığı ise 3,5-6,5 mt. arasında değişiyor. Orijinalde 18 kule varken bugün 21 kule sayıyoruz surlarda.
Kremlin surları ve Kule…Surlar önceleri beyazken, Sovyet devrinde kırmızıya boyanmış. Dini yapılarda Bizans, sivil yapılarda İtalyan etkisi görülüyor.1712 de Başkent St. Petersburg a taşınıncaya kadar neler görüp geçiriyor Kremlin ? Yeni doğan Çareviçler burada vaftiz ediliyor, burada taç giyiyor, burada evleniyor, burada gömülüyor Rus Çarları. 1712 den 1918 devrimine kadar Başkent değil ama tam olarak unutulmuş da değil, 1773 de II.Katerina burada yeni bir saray yaptırıyor. Senato ofisleri denilen yapılar o zamana dayanıyor ve Putin de bugün halen o ofisleri kullanıyor. Yeni Çarımız Putin in, Kremline geliş –gidişleri zaten felç durumda olan Moskova trafiğini daha da berbat ettiğinden bu yıl yeni yapılan helikopter pistinden kalkan helikopterleri kullanıyor. Bu helikopterlerin gürültü ve titreşiminden Kremlin katedrallerinin kubbelerinin altınlarında dökülme olduğunu söylüyor muhalifler…Ağzı torba değil ki bu muhalefetin, şöyle bir güzel büzesin. 1838 de Çar I.Nikola bugünkü Kremlin sarayını yaptırıyor. St.Petersburg başkent ama imar devam ediyor Moskova da. 1918 de Petersburg daki “Çar Atmosferi”nden kurtulmak isteyen Lenin, Başkenti tekrar Moskova ya taşıyor, Kremlin e yerleşiyor. Tüm yapılardaki çift başlı kartal armalarını kaldırıp, yerlerine kocaman kızıl yıldızları, orak-çekiçleri konduruyor ve o arada askeri okula yer açmak gerekir bahanesi ile birkaç dini yapıyı da ortadan kaldırıyor. 1955 e kadar Kremlin yabancı turistlere kapalı, daha sonra idari yapılar dışında kalan dini yapılar müze olarak halka açılıyor. Bugün Kremlin müzesi müdürü de ilginç bir şahsiyet. Sovyet kozmonotu, ünlü Yuri Gagarin in kızı Elena Gagarina.
Kullanılmayan top ve çalınmayan çan…
Devrimden sonra Stalin in birçok heykelinin yapıldığını anlatıyor Vera, ama bugün sadece Kızıl meydan ın Kremlin duvarında, diğer yöneticilerin arasında bir kabartma olarak görüyoruz. Stalin in Moskova daki birçok heykelinde kuşlar ihtiyaç molası vermeye başlayınca, yönetim heykellere elektrik vermeye karar veriyor, tabii birçok kuşun yanı sıra Moskova ahalisinden de telef olanlar oluyor ve birdenbire elektrik tüketimi artıyor. Stalin gözden düşünce de tüm heykeller kaldırılıyor…Sen sağ ben selamet..
85 metre yükseklikteki anıtsal kapıdan içeri giriyoruz. Surlarda yer yer izlediğimiz kulelerden yalnızca 5 tanesinde kızıl yıldız var, bunlardan en büyüğü 3 metre çapında, ağırlığı 5 ton ve kırmızı cam yıldızın içindeki lamba 5000 watt gücünde, rüzgara doğru dönüyor, yoksa dayanamaz, bir fırtınada kopar, düşer diyorlar. Ruslar her şeyin en büyüğünü seviyor demiştim ya…İşte sağda en sevmediğim stilde, 1961 de yapılan, beyaz mermer, 6000 kişilik Kongre sarayı. Tepesindeki kızıl yıldız ve orak-çekiç kimbilir nereye atıldı, şimdi altın yaldızlı, çift başlı kartal tepeden bize bakıyor. Solda senato ofisleri, Lenin de burada çalışırmış. Önündeki alanda bir görevli bize bakıyor, kaldırımdan indik mi, inmedik mi kontrol ediyor. Sağda devasa bir top ile karşı karşıyayız.
Çar Kulesinden kareler…
Korkunç İvan ın oğlu Fyodor yaptırmış, hani şu babasından dayak yiyen..40 ton ağırlığında ve her güllesi bir ton ağırlığında. Tüm Rus tarihi boyunca bu top bir kere bile ateşlenmemiş ama Kremlin in ortasında hep böyle sergilenmiş,dosta düşmana karşı, yani bir nevi psikolojik harp durumu. Hiç kullanılmayan topun yanında bir de hiç çalınmayan bir çan var. İnsan kendini bu çanın yanında cüce gibi hissediyor.
Büyük Petro nun yeğeni I.Anna 1738 de emir veriyor ve toprak altındaki kalıplara büyük bir çaba ile metal dökülüyor ama çanı yer altındaki kalıptan çıkarmak ve asmak mümkün olamıyor, o derece büyük. Daha sonra, Kremlindeki bir yangında çanın gömülü olduğu yer de zarar görüyor ve soğuk su ile söndürülmeye çalışılınca da dev çan çatlıyor. Petersburg dan bir Fransız mimarın özel yöntemleri ile çan toprak altından çıkartılınca 11 tonluk bir parçanın da kırılmış olduğu görülüyor. Ahhh bu büyüklük ve gösteriş merakı…
Kremlinde şu an bulunduğumuz avlu, katedral meydanı adını alıyor ve burada hayran hayran seyrettiğim 6 yapı görüyorum. Bunlardan üç tanesi katedral diyebileceğimiz yapılar, 2 tanesi kilise ve bir de Patriklik sarayı var, Moskova nın tam ortasını işaret eden bir dev muma benzeyen Çar kulesi de burada.
Çar kulesi 81 metre yükseklikte ve Çar İvan tarafından 1600 de yaptırılmış,1918 devrimine kadar Moskova da bundan daha yüksek bina yapmak yasakmış. Kulenin çanı 60 ton ağırlığında, Londra daki Big-ben inki 14 ton muş…Yine büyüklük hastalığı. İlk muhteşem katedral, “Meryem in Ölümü veya Göğe Yükselişi” katedrali. Haç biçimindeki yapıda ortada bir ana kubbe ve kollardaki dört kubbe altın kaplama soğan kubbelerle göğe yükseliyor.1479 da yapımına başlanmış, Moskova nın ana katedrali sayılıyor, Çarların taç giyme katedrali olarak da biliniyor. İhtişam dışarıdan başladı, içerde de devam ediyor, ikonaların en güzelleri, 15 yy. dini resim sanatının tüm özellikleri karşımızdaki 5 bölümlü ikonostasis üzerinde foto-roman gibi izleniyor. Çarın özel ibadet şapeli korkunç İvan tarafından yaptırılmış ve prens Vladimir Monomachos un, Bizans imparatorundan, imparatorluk ve ortodoksluk sembollerinin alınışını sembolize ediyor. Biraz sersemlemiş vaziyette çıkıyorum, kalabalık ve ikonalar şaşırttı beni. Çarların düğünleri ve taç giyme törenleri burada yapılırdı, St. Petersburg un başkent olduğu yıllarda bile gelenek burada devam ettirildi.
Solda Bolşoy ve sağda ise Metropel Hotel…
İkinci Katedral, “Meryeme Müjde” katedrali, 1489 da yapımına başlanıyor, tümü altın kaplama olan kubbeleri ile çok çekici. Apsis örtüsü de altın kaplama. İkonostasis de yine sıra sıra altın yaldızlı çerçeveler içinde dini sahneler görüyoruz. İkona koleksiyonum için bir küçük örnek almak istiyorum ama, nerde Yunanistandaki fiyatlar, en ucuzu 20 euro dan başlıyor burada.
Meydandaki üçüncü katedral, “Başmelek Michael” e adanmış. 1508 de yapımına başlanmış. Burada birçok çar gömülü. Çariçe rüyasında Başmelek Michael i görünce hemen bu kilisenin yapımına başlanır. Döktüğü kanları affettirmek isteyen Korkunç İvan ve talihsiz oğlu, 8 yaşında öldürülen Dimitri de burada yatıyor. Dıştan bir altın kubbe dikkat çekiyor, diğer kubbeler bunun yanında sönük kalıyor. Beyaz boyalı, istiridye nişler hareket veriyor cepheye. Çar sülalelerinden 46 kişinin mezarı varmış yapıda. Avluya güzellik katan diğer yapılardan “Havariler Kilisesi” 17 yy. ortalarına ait 5 gümüş kubbesi ile göğe yükselir gibi. Bu kilisede biraz “kilisede seremoni” bilgimi arttırıyorum. Dini Törenlerde Çar sağ da, Çariçe solda duruyor, cemaat oturmuyor, ancak yaşlılar diz çöküyor, Patrik İkonostasis önündeki bir podyumdan töreni yönetiyor. Gümüş çerçeveler içindeki ikonalar 4 kat halinde yayılmış. Kapıya dönüp çıkarken başımızı kaldırınca “Son Mahkeme”yi görüyoruz. İhanet eden Yahuda şeytanın kucağında oturuyor, sanatçı öyle uygun görmüş.
Mağrur Mareşal Zhukov Gum önünde… Nazi bayrakları yerlerde…
Meydanın son kilisesini Türkçeye tercüme çok zor, “Meryemin elbisesinin yer değiştirmesi” kilisesi diyebiliriz. İlginç bir anı için yapılmış. 5 yy. da Meryemin elbisesinin bir parçası Filistin den Konstinopolis e getiriliyor. İşte bu kilise de bu olayın anısına ithaf ediliyor, 1451 de yapılıyor. Beyaz yapıda tek altın bir kubbe var ve çevresi sivri kemerlerle sarılmış. Tam bu güzelliğin arkasında baca gibi yükselen bir seri altın kubbe görüyorum, burası hakkında Vera bir bilgi vermiyor ama “Çariçeler Kilisesi, Çarın aile kilisesi” olabilir diye düşünüyorum. Aforoza uğrayan korkunç İvan çok sofuydu, bu kiliseye gizlice geçmek için bir kapı yaptırdığı söyleniyor. Altında iki kemerli bir geçit bulunan beyaz yapı ise Boyarların toplantı binası olarak yapılmış. İvan, toplantıya katılanları uyanık tutmak için ayaklarını buzlu suya sokarmış…
Artık yavaş yavaş terkediyoruz Kremlin i, sağda Silahhaneler önünden yokuş aşağı inerek turu bitiriyoruz. Öğleden sonra serbestiz. Otobüs gemiye geri dönüyor, biz izin istiyoruz gruptan, “ay, kaybolursunuz!” sesleri arasında Bolşoy binası önünden, şahane Metropol oteline dalıyoruz, anlatmakla bitmez Art-Nouveau güzellikleri karşısında dilim tutuluyor.
Doğum günün kutlu olsun Gum…
İkinci durak, bu yıl 120. yaşını kutlayan ünlü GUM mağazası. Sovyetler devrinde basit ve ana malların satıldığı Gum, günümüzde dünyanın en ünlü markalarını ağırlıyor. Hangi ülkede meşhur ve en pahalı ne marka varsa, hepsi burada. İçerde katlı galeriler şeklinde yükselen yapının tam ortasında güzel, fıskiyeli, renkli çiçekli bir havuz var, yan taraftaki galeride de Gum un geçmişinden görüntülerin yer aldığı bir fotoğraf sergisi. İşte Mareşal Zhukov, Almanları yenmiş, atının üzerinde tören geçişinde, işte Almanlardan teslim alınan Nazi bayrakları Rus askerlerinin elinde. Biraz ilerdeki galeride tüm dükkanların önüne beyaz orkide saksıları yerleştirilmiş, hepsi gerçek orkideler.
Gum un hemen dışındaki Bosco kafede oturalım bir bira içelim diyoruz. Kızıl meydana nazır bir masaya konuşlanıyoruz.Yarım saat sonra garson geliyor, ısmarlanan biralar için de bir yarım saat bekliyoruz, hesabı rica ettiğimizden yarım saat sonra da iki bira ya yaklaşık 20 euro yazan hesap geliyor..Monte Carlo daki Cafe de Paris de bile daha az vermiştik..Moskova nın en lüks kafelerinden birinde durum böyle. Kapitalist düzendeki servis şartlarına bir türlü uyum gösterememişler anlaşılan.
Kaptana Merhaba…
Metro haritasını inceliyorum. 2 no lu yeşil hatta 9 istasyon gideceğiz ve son durakta ineceğiz. Metro bileti satan kadına “dwa pajalsta” diyorum, 2 bileti elektronik göze okutup aşağıdaki saray dünyasına bir kez daha iniyoruz. Son durakta inip biraz yürüyünce Moskova nehir limanı karşımıza çıkıyor. Bu akşam 18.00 de gemi demir alacak. Kaptan bir tanışma toplantısı yapacak, vakit yok, gemi kalkıyor artık…
(Devam edecek)
Vakit yok, Gemi kalkıyor artık!
|