Makedonya gezimiz devam ediyor. Sabahın ilk saatleri ile birlikte hostelden çıkış yapılıp, elimizdeki araç kiralama şirketinin (National Alamo) adresi (str. Partizanski odredi TC Bunjakovec lokal 17) ile taksiye bindik. Yaklaşık 15-20 dakikalık mesafeden sonra 90 dinarlık taksi ücreti ile birlikte kiralama sözleşmesini yaptık. (1 Euro’nun yaklaşık 61 Dinar olduğunu hatırlatırım) Daihatsu’nun küçük bir aracını vermişlerdi bize ve 4 gün için 120 Euro ödeme yapılması gerekiyordu. Aracı pazar günü sabah 10’da teslim etmem gerekiyordu bu yüzden de kiralama şirketine aracı nereye bırakmam gerektiğini sordum. Onlar da Pazar günü tatil olduğundan saat 10’dan sonra da teslim etseniz ekstra ücret almayacaklarını ve doğrudan havaalanına bırakabileceğimizi söylediler. Böylece havaalanına gitmek için otobüs peşinde koşmayacak, rahat rahat araba ile gidecektik.
Zaman şehir merkezinden çıkıp, otobana girme vakti idi. Trafik yön tabelaları fena olmamakla birlikte bazı noktalarda hemen dönüşlere yerleştirilenler “bu ne ya” dedirtiyordu. İlk petrol istasyonuna giriş yapıp litresi 78.5 dinardan 95 oktan benzinimizi almıştık. (Gezi boyunca tüm yol kenarlarındaki istasyonlarda benzin fiyatı aynı idi.) Sabah kahvaltısını da henüz yapmadığımızdan, petrol istasyonundan atıştırmalık birkaç şey aldık ve artık yol bizi bekliyordu.
Bitola Meydanı ve Manastır Askeri İdadisi…
Elimizde yol üzerinde geçeceğimiz noktalara ait haritaları incelerken “navigasyon icat edileydi iyiydi” diyip gülüşüyorduk. Üsküpten Bitola yaklaşık 100 km idi. Ancak “rahat tatil” sloganı ile yol üzerinde ilgimizi çekebilecek her şey için her an durmaya hazırdık.
Otoban denilen ama bizde karşılığı duble yoldan öteye geçmeyecek yolda devam ederken karşımıza ödeme noktası çıktı. Görevliye 30 dinar ödeme yaptıktan sonra “otobana girişte nakit ödeme yapılıyor çok ilginç, ucuzmuş da, peki bunlar hangi noktadan çıkacağımızı nerden biliyor? Acaba mesafe ne olursa olsun tek ücret mi alınıyor?” Gibi çeşitli soruların cevabını ileride alacaktık. Çünkü 40-50 km sonra otobandan hiç çıkmamıza rağmen tekrar 50 dinar ödedik, hatta 30 km sonra bu defa da 40 dinar ödeme yaptık. Resne’ye girerken trafik polisinin (biz İngilizce konuşalım derken polis Türkçe konuşalım dedi) bizi durdurduğunda bunun neden böyle olduğunu sorduğumuzda, “buradaki uygulama bu şekilde, herhangi bir yanlışlık yok” dedi. Diğer taraftan özelikle gündüz tüm araçların farlarının açık olması da dikkat çekici idi. Meğerse bu konuda ceza yazımı yoğunmuş.
Yol kenarında kasaba, köy gibi yerleşim yerlerinin tabela renkleri sarı çizgi içine kahverengi olarak yapılmıştı. Bizde bu tür tabelalar tarihi eser noktaları için kullanıldığından ve bizdeki gibi sandığımızdan kahverengi tabelaları gördükçe “orada tarihi bir nokta var, gitsek mi ki” diyip duruyorduk.
Hareketli Shirok Caddesi ve Manastırda Atam…
Yol kenarında köylüler tarafından satılan taze meyveleri görünce hemen durduk. Hiçbiri İngilizce bilmiyordu ve fiyatları kağıt üzerine yazarak öğrenebiliyorduk. Gerçekten hepsi birbirinden taze ve iri olan meyveler çok lezzetli idi. Fiyatları ise kilosu 30-90 dinar arasında değişiyordu.
Prelep şehrinin kenarından geçerken “aslında burada bir baraj var” diyip “ ben Google’dan baktım gezmeye değer bir yer değil” cümlesi ile yolumuza düz devam etme kararı aldık. Etraf yemyeşil ve nüfusun azlığı dolayısıyla olacak ki çok geniş boş araziler vardı. Bunu görünce “bizde olsa hemen şuralara kat karşılığı verilir” diyerek gülüyorduk. Yolculuğumuz çok uzun sürmeden öğleye doğru Bitola’ya gelmiştik.
Şehir merkezi küçük bir yer olup, öncelikle arabayı nereye park etmemiz gerektiğini araştırıyorduk. Merkeze girmeden şehir ortasından geçen kanalın yanına ücretsiz park edilebildiğini öğrenince “süper park noktası bulduk” demeden de edemiyorduk. Öncelikle lavabo sorunumuz vardı ama etrafta genel tuvalet benzeri bir şey göremiyorduk. Zaten hafiften acıkmamız dolayısıyla da merkezdeki tarihi caminin hemen arkasındaki cafeye (Dalvina Cafe) oturduk. Yiyecek bir şeyler söyledik, ardından da çay, kahve ve tramisu siparişi verdik. Bunlar için ödeme yapmak istediğimizde ise garson yan masanın bizim adımıza ödeme yaptığını söyledi. Şaşkın bir şekilde ödeme yapan masaya döndüğümüzde adam bize “ arkadaş, Türk” dedi ve biz de teşekkür ettik. Ardından hangi şehirden geldiğimizi sordular ve kısa bir sohbetten sonra cafeden ayrılıp gezmeye başladık.
Manastır Askeri İdadisi’nde Atatürk Odası…
İlk olarak tabi ki Manastır’ı ziyaret etmek istiyorduk. Ancak tabelalarda Manastır ve Atamızla ilgili herhangi bir şey göremeyince sorma ihtiyacı duyduk. Büfedeki görevliye “Atatürk” dediğimizde önce anlamadı daha sonra “Kemal Atatürk” diyince bildiler. Peki Manastır nerede diye sorduğumuzda ise yine bilemediler ve en sonunda “Atatürk’s room” diye bize tarifi yaptılar. Kaldı ki manastır tabelalarda “ Instutute and Museum” olarak geçiyordu.
Şehir merkezinden Manastıra yürüyerek yaklaşık 15 dakika sürmekte. Manastıra doğru giderken önümüze çıkan “Shirok” caddesi ise uzun bir cadde olup, etrafı cafelerle dolu idi. Oldukça işlek bir cadde olan Shirok’ta yürümek ve yorgunluk atmak için cafelerde nefes almak keyifli idi. Fiyatlar da üstelik gayet makul olup, Üsküp’ten farklı değildi. Caddede bir cafede bir şeyler atıştırırken Üsküp’te bir restaurantta gördüğümüz ince uzun ekmekler gayet lezzetli idi. Ama bu ekmeği doğrudan getirmiyorlar, 30 dinar karşılığında sipariş etmeniz gerekiyor.
Caddenin devamında yürürken artık müzenin tabelasını tekrar görmüştük. Atamızın lise eğitimini aldığı manastırı görmek için hepimiz heyecanlanmıştık. Manastırın önüne geldiğimizde binanın tepesindeki Osmanlı Tuğrası ve Atatürk’ün resimleri tüylerimizi diken diken ediyordu. Manastır girişindeki görevliden kişi başı 100 dinara bilet alırken Türkiye’den geldiğimizi anlayan görevli doğrudan ikinci kata çıktı ve sinevizyon gösterisini başlattı. Bir taraftan Atatürk’ün hayatı sinevizyonda anlatılırken bir taraftan Atamıza ait resimleri, giysileri ve savaşlara ait görselleri incelemek hepimize gurur veriyordu. Müzenin ikinci katında yer alan “Atatürk odası” eskiden daha küçük iken sonradan genişletilmiş ve bugünkü halini almış. Müzenin ikinci katının diğer tarafında da antik çağa ait kalıntılar sergilenmekte. Bu bölümü de gezdikten sonra tekrar Shirok Caddesine döndük.
Eleni’nin Evi ve Balkonundan Shirok Caddesi…
Shirok caddesinde yürürken Atatürk’e aşık olan Eleni’nin evi dikkatimizi çekiyordu. Mevcut durumda cafe olarak kullanılan evin balkonundan Eleni Atatürk’ün geçmesini beklermiş ve Paşamıza yazdığı mektup cafenin içinde duvarda hem Makedonca hem Türkçe yer almakta.
Tekrar şehir merkezine geldiğimizde, “Old Bazaar” ve “Covered Bazaar” tabelalarını takip edip öncelikle eski pazara yöneldik. Daha çok hırdavat ve kıyafetin satıldığı pazarda çok ilgi çekici bir nokta bulamadık. Diğer pazar ise kanalın hemen yanında yol kenarında bir hanın içerisindeki 10-15 dükkandan ibaretti. Bitola gezisinin sona ermesinden sonra sıra Resne üzerinden Ohrid’e gelmişti.
Ohrid’e doğru yaklaşık 50-60 km yolumuzun bulunduğu bir noktada Resne ayrımına geldiğimizde Ohrid gölü kadar büyük olan “Prespa Gölü” ne uğramamız gerekiyordu. Göle hem Resne tarafından hem de Resne’ye dönmeden düz gidilebiliyor. Düz devam edilmesi durumunda yani gölün sol tarafından gidilmesi durumunda Ohrid’e gitmek için aynı yolu tekrar geri dönmek gerekiyor. Resne ayrımında yaklaşık 6 km olan sol taraftan devam ettik ve göl kenarındaki bir cafede kahvelerimizi yudumlayıp (Nescafe 60 dinar), gölde yüzen, voleybol oynayan insanları seyre daldık ve biz Ohrid’e saklayalım kendimiz dedik. Diğer taraftan, gölün sağ tarafından devam ederseniz buradan da dağ yolu tırmanarak Ohrid’e gidilebilmekte imiş ama biraz dik yollar ve Resne tarafından gidilen Ohrid yoluna göre yaklaşık 10 km daha uzun bir yol imiş.
Eleni’nin yazdığı mektup ve Atatürk Cafe’den bir afiş…Ohrid’e doğru giderken “Resne’ye uğramalı mıyız?” sorusu hepimizde “ hayır ya gerek yok” şeklinde cevap bulmuştu. Çünkü Resneli Niyazi’si ile ünlü şehirde İnternetteki incelememizde görülmesi gereken yer olarak pek bir şey çıkmamıştı karşımıza. Resne’den devam edip yemyeşil ormanlar arasından Ohrid’e giderken kiraz bahçeleri ile dolu küçük kasaba yollarının kenarında tabaklara konulmuş satılan kirazlar (kilosu 90 dinar) kocaman kocamandı ve çok lezzetli idi. Artık Ohrid’de konaklayacağımız otelin (Accommodation Jovan) yerini nasıl bulacağımızı düşünüyor ve Ohrid merkezine doğru ilerliyorduk. Adresi sormak için durduğumuzda, genç bir çocuk doğrudan adres üzerindeki telefonu aradı ve bize “5 dakika sonra geliyor” dedi. Yardımseverlikle karşılaştığımız Ohrid’de, konaklama yerinin sahibi bisiklet ile geldi ve onu takip ederek otelimize yerleştik. Otel sahibi gerçekten sıcak kanlı ve yardımseverdi. Binanın altında yer alan kapalı otopark gerçekten iyi bir hizmetti ve oda göl manzarası ile güzel bir yerdi. Eşyalarımızı yerleştirdikten sonra akşam yemeği ve keşif için kendimizi dışarı attık.
(Devam edecek)
|