Kasım' da Milano - Como - Portofino


Pegasus Havayollarına ait Sevde G.
isimli uçağımız Bergamo Havaalanına tekerlek koyduğunda artık hiç de yabancısı
olmadığım bu ülkeye geldiğimde sanki yurtiçinde bir havaalanına iniyormuşum
gibi hissettim. Sanıyorum bu Milano’ ya altıncı gelişim… Seviyorum bu şehri…
Pasaport kontrolünü sorunsuz bir şekilde geçip bavulumu almak üzere yürüyen
banda hareket ettiğimde bavulumun da bandın üzerinde bana doğru geldiğini
görüyorum ve bingo!. Hiç beklemeden kapıdan çıkıyorum…

 

Bergamo
havaalanından Milano’ ya gitmenin en iyi, en kısa ve en ucuz yolu hemen çıkış
kapısının dışında, bizdeki araç kiralama ofisleri gibi küçük ofisleri bulunan
Havaş veya Havataş benzeri otobüs şirketlerini kullanmak. Otobüslerde zaten
hemen havaalanının çıkışında sağda duraklarında bekliyorlar. Bileti bu
ofislerden alabileceğiniz gibi otobüsün içinde de alabiliyorsunuz. Gidiş-dönüş
alırsanız toplamda 2 € indirimli alabiliyorsunuz. Ofislerden kalkış saatlerinin
olduğu tarifelerden alabilirsiniz. Bu otobüsler direk Milano Centrale
istasyonuna gidiyorlar. Booking.com’ dan önceden ayırdığım otelim zaten Milano
Centrale istasyonuna çok yakın. 10 dk içerisinde hareket ediyoruz. Yaklaşık
40-50 dk süren konforlu bir yolculuk sonrası son durakta inip otelime ulaşmam
da 15 dakikamı almıyor. 13-14 derecelik bir sıcaklık var ama Milano’ da hava
açık ve güneş uzaktan da olsa kendini gösteriyor.   


Otelime
kaydımı yaptırıp, elimi yüzümü yıkayıp bavulumu bırakmam ile kendimi tekrar
Milano sokaklarına atmam arasında 15-20 dakika yok… Otelim Buenos Aires
Caddesine de oldukça yakın, soğuk ama en azından güneşli bu Milano gününde
Milano’ nun bu meşhur caddesinde biraz yürüyüş yapıyorum. Kısa Milano günümde
daha önceden de görmeye niyetlendiğim ama başarılı olamadığım Leonardo Da
Vinci’ nin İsa’ nın Son Akşam Yemeği – L’Ultima Cena” nın sergilendiği Santa Maria Grazie delle Grazie kilisesine gitmek
istiyorum. Bunun için Lima istasyonundan kırmızı hat metroya binip 7 durak
sonra Cadorna’ da iniyorum. Kısa bir yürüyüş sonrası kilise tam karşıma
çıkıyor. Bu arada geçen seferlerde niçin içeri giremediğimi hatırlıyorum;
“Rezervasyon!...” Evet… Vinci’ nin bu meşhur resmi atmosferik koşullardan
etkilenmemesi için özel koşullarda klimatize bir sistem kontrolünde sergileniyor
ve herkesi saati ve dakikası belli olan biletlerle çok kısa süreliğine –
sanırım 15 dk. – içeri alıyorlar. Bu bilet için 60 gün sonrasına kadar
rezervasyonu internetten yaptırıp, satın alabiliyorsunuz.

 

 

Gişeye
vardığımda saat 14:45 olmasına rağmen, gişedeki görevli bana ancak 17:15’ de
içeri girebileceğim bir bileti alabileceğimi söylüyor. Buradan da anlaşılıyor
ki bir daha ki gelişimde internetten bilet almam gerekecek. Neyse, oradaki seyyar
satıcılardan kendime üzerinde Leonardo’ nun meşhur Vitruvius Adamı’ nın olduğu
güzel bir t-shirt ve Son Akşam Yemeğinin resmedildiği magnetlerden alıp geri
dönüyorum. Cadorna’ dan yine kırmızı hat metroya binip 3 durak geriye geliyorum
ve Duomo meydanına çıkıyorum. Her gördüğümde bende çok büyük bir hayranlık
uyandıran görkemli Duomo Katedralinin değişik açılardan fotoğraflarını çekip
içine giriyorum.

 

  

İçerisi de hakikaten çok görkemli. Turistler bir
hayli fazla, o yüzden kısa bir tur sonrasında güzel dileklerle mumumu dikip
tekrar dışarı çıkıyorum. Katedralin hemen yanındaki Galleria Vittorio Emanuele’
de muhteşem mağazalara göz atarak kısa bir gezinti yapıyorum ve tekrar Duomo
meydanına dönüyorum.

 

  

Burası çok keyif alarak gezebileceğiniz ve
hatta biraz yüksek fiyatlı da olsa yemek yiyebileceğiniz çok kaliteli
restaurant ve birbirinden şık ve lüks mağazaların bulunduğu cam ve yüksek
tavanlı bir yarı açık shopping mall. Kesinlikle görmenizi tavsiye ederim. Karnım
artık hafifçe acıktığını hissettirince, Katedralin yanındaki dışarıda da
masaları olan bir restaurant’ a oturuyorum. Akşam üstü olduğu için artık ısı da
yavaş yavaş düşüyor.

Ama
ısıtıcılar sayesinde dışarıda rahatça oturabiliyorsunuz. Kendime ton balıklı
bir pizza ve ½ litre ev yapımı kırmızı şarap söylüyorum. Hepsi birbirinden
farklı yüzlerce insanın geçtiği bir sokakta yanımda olmasını dilediğim ama işi
dolayısıyla yanımda olamayan eşime bir telefon edip kadehimi onunla
paylaşıyorum… Yemeğimi ve şarabımı bitirmem 1 saate yakın sürüyor, keyifli bir
Milano Cuma akşamında önümden geçip giden Milano’ lular bana zamanı
unutturuyor… Bir de esspresso ve tiramisu ile kapanışı yapıyorum… Sonra tekrar
Duomo meydanına çıkıp metro ile 3 durak uzaklıktaki Lima istasyonunda inip
Buenos Aires Caddesinde kısa bir yürüyüş sonrası otelime varıyorum… Hava iyice
soğumuş durumda… Yarın sabah Genova ve Portofino…


GENOVA – PORTOFİNO –
SANTA MARGHERİTA:
 


Sabah
Milano Centrale’ den kalkan 09:10 Intercity treni ile Genova’ ya hareket
ediyorum. Konforlu bir yolculuk sonrası 10:53’ de Genova’ da Piazza Principe
istasyonunda iniyorum. İner inmez hemen Santa Margarita’ ya gidiş saatlerine
bakıyorum ve 11:37’ deki tren için gidiş dönüş bilet alıyorum. Yarım saatten
biraz fazla vaktim var niyetim Genova Akvaryumunu gezmekti ama bu kadar kısa
sürede ancak limana kadar kısa bir yürüyüş yapabiliyorum. Treni kaçırmamak için
fazla oyalanmadan geri dönüp bölgesel tren ile Santa Margherita’ ya hareket
ediyorum. Yolculuk keyifli bir manzara eşliğinde denize paralel bir şekilde
yarım saat kadar sürüyor. Santa Margherita istasyonunda inince hemen istasyonun
dışından Portofino’ ya otobüsler olduğunu biliyordum. Ama görünürde hiç otobüs
yok, sadece bekleyen üç dört tane taksi var, zaten fazla insan da yok… Bir genç
çifte Portofino otobüslerinin yerini soruyorum, bana istasyonun köşesinden
kalktığını orada kalkış saatlerini gösteren bir tabela olduğunu söylüyorlar.
Tabelayı buluyorum ve en yakın kalkış saatinin neredeyse 1 saat sonra olduğunu
görünce canım sıkılıyor.

Zaten kıymetli olan vaktimi kaybetmemek için taksilerden birine
Portofino’ ya ne kadara götürdüğünü soruyorum. 25 € istiyor. Bende 20 € teklif
ediyorum, yaşlıca şoför hiç itirazsız kabul ediyor… Bu kadar itirazsız kabul
edince bende yine de bir kazıklanma duygusu uyanıyor. Yol çok uzun değil 5 km
falan, bu süre içerisinde şoförüm bana Portofino hakkında bilgiler veriyor,
Berlusconi’ nin evini, Abromovich’ in yatını nereye demirlediğini, turistleri falan
anlatıyor. Nereli olduğumu soruyor, Türk olduğumu söyleyince şaşırıyor, hiç
Türk’ e benzemediğimi ve İtalyanca’ mın güzel olduğunu söylüyor ve bana sinyal
kolundan çıkarttığı bir tesbihi gösteriyor. Bir Türk turist hediye etmiş… Bu
arada Portofino’ ya varıyoruz ben 20 € uzatıp verdiği bilgiler için teşekkür
ediyorum. Oda bana eğer geri döneceksem beni bekleyebileceğini ve 10 €’ ya geri
götürebileceğini söylüyor. Bende başlangıçta oluşan kazıklanma duygusunun
hafiflemesi ile peki diyorum…         

Portofino’
ya araç girişi belli bir yere kadar, o meydan dan sonra aşağıya sahile ancak
yürüyerek inebiliyorsunuz.

 
Küçük küçük dükkanların olduğu bir yokuştan aşağı sahile doğru
iniyorum. Sahile inince o meşhur ve muhteşem Portofino manzarası karşımda…
 
 
 
Bir müddet
seyrediyorum, sonra sahile kadar iniyorum, her biri değişik renkte olan ve derinlik
hissi vermesi için özel olarak boyanmış evleri ve denizi seyrediyorum. Bu
evlerin neden değişik renklerde boyandığı hakkında bir hikaye duymuştum,
eskiden denizciler seferden döndüklerinde genelde sarhoş olduklarından evlerini
daha kolay bulabilmeleri için böyle renk renk boyanırmış. Neyse her şekilde
güzel… Portofino belki Ortaköy meydanı kadar, belki biraz daha büyükçe bir yer
ama çok güzel, mevsim kış olduğu için tabi bir hayli sessiz ve soğuk tabi ama
yazın kesinlikle çok daha güzel oluyordur. Hava dışarıda oturmaya müsaade edecek
gibi, bir hayli fotoğraf çektikten sonra tek tük müşterilerin oturduğu bir
restaurant’ a oturuyorum. 
Bir küçük şişe kırmızı şarap ile bir focaccia
söylüyorum…
 
 
 
Birde pesto soslu makarna, Portofino manzarası eşliğinde keyifli bir yemek
oluyor. Ufak tefek hediyelik eşya alımlarımı da tamamladıktan sonra yukarı
meydana çıkıyor geldiğim taksiyi bulmaya çalışıyorum ama göremiyorum. Bu arada
başka bir taksiden benim şoför iniyor ve bana sesleniyor; “Signor, signor…”
elimi kaldırıp onu gördüğümü işaret ediyorum, bana arabayı bir nedenden ötürü
değiştirdiğini anlatmaya çalışıyor ama anlamıyorum zaten çok da önemsemiyorum… Santa
Margherita’ ya geldiğimde dönüş treni için biletimi alıyorum, 40 dakikam var,
aşağı sahile iniyorum ve bu şirin kasabayı dolaşıyorum…
 
 
 
 
Yanı başındaki Portofino kadar meşhur
olmasa da bence çok güzel bir yer ve görülmesi gerek diye düşünüyorum. Çok
güzel bir sahil kasabası… Keşke vaktim olsa da burada biraz daha vakit
geçirebilsem diye düşünüyorum. Ama daha sıcak günlerde buraya ailemle beraber
tekrar gelmek üzere kendime söz veriyorum. Trenimin kalkmasına 10 dakika kala
istasyona dönüyorum ve önce Genova, sonra Milano’ ya dönüp günün yorgunluğunu
çıkarmak üzere otelime varıyorum…

COMO:

Otel’ de hızlı bir kahvaltı sonrası
Lima istasyonundan metroya binip 4-5 durak sonra Cadorna istasyonunda iniyorum.
Milano’ dan Como’ ya en rahat ulaşabileceğiniz istasyon bence burası… Bu
istasyon’ dan 45 dakikada bir Como’ ya direk tren hareket ediyor. 09:40 treni
için biletimi alıyorum, hareket saatine henüz 25 dakika var. Ayaküstü bir kahve
içiyorum istasyonda… Sonra trenimin peronunu bulup, hazır bekleyen trenime
yerleşiyorum. Tertemiz yeni bir tren, hareket saatine yaklaşmış olsak da çok
fazla dolmuyor ve o şekilde hareket ediyoruz. İtalya’ da trenle seyahat etmeyi
seviyorum. Özellikle manzaranın tadına doyum olmuyor. 35-40 dakikalık keyifli
bir yolculuk sonrasında Como’ dayım. Nord Lago istasyonunda inmek bence en
iyisi. Çünkü istasyondan iner inmez hemen göl karşınızda, Gölü karşıma
aldığımda temiz havayı ciğerlerime çekiyorum, ancak şansıma hava biraz puslu…
Sonra gölü soluma alıp sağ tarafa doğru yürümeye başlıyorum. Hemen sağ tarafta
meşhur İstanbul Cafe… Ama saatin erken olması sezonunda geçmiş olması nedeniyle
henüz açılmamış… Yürümeye devam ediyorum, göl durgun, hava puslu, çok güzel
olmasa da yine de hoşuma giden fotoğraflar çekiyorum. Özellikle yamaçlardaki
evlerin sıralanışları, renkleri çok güzel… Biraz ileride tuğla – ahşap karışımı
çok şirin bir bina var. Üzerinde de “Funicolare” yani Füniküler yazıyor.

Brunate
kasabasına çıkan fünikülerin bu kadar yakında olacağını hiç tahmin etmemiştim.
O yüzden sefer saatlerine bakıp biraz daha yürüyüşüme devam etmek ve dönerken
binmeyi düşünüyorum. Göl kıyısındaki yürüyüşüme devam ediyorum.

Como sanki terk
edilmiş gibi, benimle birlikte çok az sayıda yürüyen var. Kıyıda iki çocuğu ile
oynayan bir baba görüyorum ve ondan rica ederek fotoğrafımı çektiriyorum.
Sonbahar yapraklara renk cümbüşleriyle ayrı bir anlam katmış.

 

Ağaçlardaki
yapraklarda, dökülen yapraklarda enfes, çok güzel kareler alıyorum. Jogging
yapan bir iki Como’ lu kulaklıkları kulaklarında Kasım ayındaki bu güzel
havanın tadını çıkartıyorlar.

 

Keyifli
bir yürüyüşün sonunda artık yol bir özel mülk dolayısıyla son buluyor ve bende füniküler
ile Brunate’ ye çıkmak üzere geriye dönüyorum. Gişeden bilet almak üzereyken
arkamda bekleyen üç kişinin Türkçe konuşmaları enteresan bir durum oluşturuyor.
İstasyonda biletçi dahil 6 kişiyiz ve dördü Türk...

Fünikülere binmeden duvardaki eski
siyah beyaz resimleri inceliyorum, karlar altında çalışan füniküler resimleri
çok güzel. Çok dik bir yamaca tırmanıyoruz.

 
 
Fünikülerin arkası komple cam, ve
buradan bakınca yükseldikçe güzelleşen bir manzara görüyorsunuz...
 
 
 
 
Bir müddet sonra
Como kuşbakışı ayağınızın dibinde kalıyor. Brunate çok keyifli, küçük bir
kasaba.
 
 
 
İstasyonun
çıkışında turistik eşyalar satan ufak dükkanlar ve kafeler var. Ama manzara
olağanüstü. Küçük bir kilisesi var,  ve muhteşem Como gölü manzaralı dar yolları…
 
 
Bir müddet
bu dar yollarda yürüyorum, sessiz, serin ve sakin. Çok güzel fotoğraflar çekiyorum.
Ama gölün üzerine çökmüş olan pus ve sis görüşü bir hayli kısıtlıyor. Nazlı
Como kendini saklıyor.
 
 

Sonra tekrar geri dönüyorum ve Füniküler istasyonun yanındaki Cafe’ ye oturup
bu eşsiz manzara eşliğinde bir kahve içiyorum. Tekrar Como’ ya dönüp bu kez
gölün öbür tarafına şehir kısmına doğru yürüyorum. Şansıma o gün bir araba
rallisi var. İnsanlar şehir içinde startı verilen ve kupa töreni yine aynı
meydanda yapılacak olan yarış için meydanda toplanmışlar. Güzel bir eğlence var
ve Como’ lular bu güzel hafta sonu gününün keyfini çıkartıyorlar.
 
 
 
Sonra bu sefer
şehrin sokaklarında güzel bir yürüyüş yapıyorum, keyifli dar sokaklar beni Pazar
kurulmuş bir meydana getiriyor. Biraz da burada vakit geçiriyorum sonra tekrar manzaranın
tadını son kez çıkartmak üzere sahil kısmına geri dönüyorum.
 
 
 
Sahildeki güzel
parkta belli belirsiz Hiroşima anıtı dikkatimi çekiyor.
 
 
Orada bir müddet bu anlamsız savaşta
ölen insanların anısına saygıyla bekliyorum.

Artık
dönüş zamanı geliyor. İstasyona gidip sefer saatini beklemekte olan Milano trenine
biniyorum, önce otelime, ertesi günde ülkeme geri dönmek için… Çok sevdiğim İtalya’
ya da en kısa zamanda tekrar görüşmek üzere hoşça kal diyorum…  






 Yazılan Yorumlar...
Erdin İVGİN
(27 Ekim 2013)
Sevgili Tamer,
İtalya her mevsim güzel. Kışın başlangıcında bile. Pizzanın atası olan focacciada güzel gözüküyor doğrusu. Bu güzel yazı için teşekkürler.
TAMER
(26 Ekim 2013)
Teşekkürler Sevgili Setenay ve sevgili Hakan... Benim için her İtalya gezisi ayrı bir keyif zaten. Hakan evet, Portofino bence de dediğin gibi bir hayli pahalı ama değer. Sevgili Dentist, dediğin gibi gişeden 2-3 saat sonrasına bilet bulmak mümkündü ama ne yazık ki bende o 2-3 saati bekleyecek zaman yoktu :)
Sevgiler,
Setenay Süzer
(22 Ekim 2013)
Çok keyifli bir gezi yapmışsınız,bizlerde bu harika fotoğraflar ve yazınızla seyrinize ortak olduk Tamer bey.S.M.D.Grazie ye girmek ne kadar zor olmuş 1989 da yine bir Kurban bayramında Asya turla yaptığımız 13 günlük İtalya gezisinde görmüştük,o zaman bile rutubetten bir hayli bozulmuştu fresk,bunca zaman sonra demekki daha kötü oldu,o haliyle belki hayal kırıklığı yaşatırdı.Milanonun konumu yönünden bence en güzel yanı komşu kapısı Lugano ya 45 dk. mesafede oluşu,2002 de İsviçreden Milanoya ikinci gidişimde trende pasaport bile sorulmamıştı,günü birlik gezip dönmüştük.
Bu gezi anılarını okumanın en iyi yanı, geçmiş güzel anıları tekrar aynı heyecanla yaşatması.Teşekkürler paylaşımınız için
hakangeziyor
(10 Ekim 2013)
Sevgili Tamer, yine yaptın yapacağını ve aldın beni götürdün İtalyaya... Üç defa gitmeme rağmen nedense Milanoyu hiç sevemedim. Bence Milanonun en güzel tarafı Como gölü... Genova ve Portofinoyu görmek nasip olmadı, inşallah bir daha ki sefere. Portofino için son derece pahalı diyorlar, sen ne dersin?
Benim o bölgedeki esas favorim Como... Fenikülere çıkmadım ama eminim yukarıdan da manzara harikadır. Daha iyi havalarda gitmen dileğiyle...
Kalemine sağlık...
dentist
(10 Ekim 2013)
Santa MARİA Della Grazie için bence internetten yer ayırtmak hata.Çünkü hem tarihi zor alıyorsunuz hemde pahalı oluyor.Klisenin girişindeki ofisten iptal biletlerini sormak mantıklı,en fazla 2 -3 saate bilet oluyor ve 3 te 1 fiyatına...