Otomobille Berlin'den İpsala'ya : 1 - (Berlin-Budapeşte)


Yeniden merhaba… Berlin gezimizi sizlerle paylaşmıştım, şimdi sıra 2800 km lik yolculuğun hikayesine geldi. O yazıda da belirttiğim gibi bu hikaye seyahat ettiğim ve gördüğüm şehirlerin anlatılması değil daha çok Avrupa’da araçla yolculuk yapmanın hikayesi olacak. Zaten dönüş yolu kapsamındaki Budapeşte ve Kavala’yı daha önceden gezmiş olduğum için anılarımı sizlerle paylaşmıştım. Benim için iki yeni şehir var: Niş ve Üsküp. Ancak her ikisini de gezdiğimi söyleyemem, belki birkaç saat gördüğümü söyleyebilirim. Benim için gerçekten önemli bir deneyim oldu bu yolculuk. Umarım sizlere de faydalı olur.

Berlin’den Türkiye’ye seyahatimiz Arzu’nun kardeşi Onur’un arabasıyla nişanlısı Muriel, Arzu, Ege ve bendeniz olarak gerçekleşti. Akşamdan gün içinde ihtiyacımız olabilecek birkaç parça yolluk hazırlamıştık. Sabah evden çıktığımızda saatler 06.00’yı gösteriyordu. Erken saatte açık olan bir Türk fırınından çörek ve poğaça aldıktan sonra benzinciye geldik. Sınırı geçtikten sonra Çek Cumhuriyetinde benzin fiyatı daha düşük olduğu için 1,63 €’dan yarım depo benzin aldık. GPS’i de ilk geceleme noktamız olan Budapeşte’ye ayarladığımızda, alet, toplam 870 km lik yolumuz olduğu noktasında uyardı bizi. Bu da yaklaşık 10 saatlik yolumuz var anlamına geliyordu. Bugünkü program akşamüstü 5-6 gibi Budapeşte’ye varıp görmeyenler için kısa bir gezi ve tekne turu, sonrasında da Macar mutfağı ağırlıklı bir akşam yemeği olarak planlanmıştı.


Berlin’den çıktıktan sonra Çek Cumhuriyeti sınırı yaklaşık 250 km. Yolun tamamı otoban ve herhangi bir hız limiti bulunmuyor. Yalnız burada dikkat edilmesi gereken nokta Çek Cumhuriyeti sınırlarına girdiğinizde hız limitinin 130 km e düşüyor olması. Sınır sadece bir tabela ile ayrıldığından bazen bunu gözden kaçırabiliyorsunuz. Birkaç sene önceki Prag ziyaretlerinde Onur bu yüzden radara yakalanıp yüklü bir ceza ödemiş.

Yaklaşık iki saatlik bir yolculuktan sonra Dresden’i uzaktan selamladık ve Çek sınıra girdik. Biraz ileride Onur arabayı durdurdu. Amacımız hem kahvaltı yapmak hem de Çek Cumhuriyeti otoban ücretini ödemek. Yeri gelmişken bu konuda birkaç küçük bilgi vereyim. Avrupa’nın pek çok ülkesinde otobanları kullanmak için bir sticker (Vignette) alıyorsunuz. Yani bizdeki gibi para ve bilet kesen gişelerin olmadığı bir sistem. Geçerli olduğu süreye göre fiyatları değişen bu stickerları arabanın ön camına yapıştırıyorsunuz, bir daha da gişe ya da benzeri bir nokta ile karşılaşmıyorsunuz. Herhangi bir kontrolde stickerın olup olmadığına ve geçerlilik süresine bakıyorlar. Eğer bunu almaz da kontrole tabi tutulursanız bayağı ciddi bir ceza ödemek durumunda kalabiliyorsunuz. 2013 Ağustos itibariyle Çek Cumhuriyeti için 10 günlük sticker 310 CZK, bir aylık olan ise 440 CZK. Yani 10 günlük olanı yaklaşık 12 € civarında tutuyor ve tüm ülkede geçerli.


Bundan sonraki güzergâhımız Prag’ı uzaktan selamladıktan sonra Brno ve Slovakya. Çeklerin otobanları betondan ama birbirine bağlantılı noktaları zamanla yıprandığı için lastiklerde çok ses çıkarıyor. Zaten 40-50 km gittikten sonra küçük kasabalarından içinden geçen bir yola girdik. Bu bölgede henüz otoban olmadığı söyledi Onur. Ağır ilerliyorduk ama bolca yeşilin arasında araba sürmek de keyif veriyordu. Yol kenarındaki küçük yerleşim yerlerindeki evler eski ama bakımlı, neredeyse hepsinin küçük bahçeleri var.

Yeniden otobana çıkıp biraz hızlanmaya başlamıştık ki yolun polis tarafından kesilerek tali bir başka yola verildiğini gördük. Neden olduğunu bilmiyorduk ama artık resmen köy yollarından gidiyorduk. Bazı noktalarda bir şeridi tamamen durdurup diğerinin geçmesini sağlıyorlardı. Tarlaları işleyen çiftçiler, eski ama hala iş gören arabalar… Sizin anlayacağınız tam kırsalın yaşantısı. Nihayet bir saatlik zorunlu “Çek Cumhuriyeti Kırsalı Turu”ndan sonra yeniden otobana ulaşabildik.

Benzin takviyemizi Brno’yu geçtikten sonra yaptık (lt. 35 CZK, yaklaşık 1,40 €). Otobanda benzin fiyatları şehir merkezi ve tali yollara göre daha pahalı (lt. 40 CZK). Artık Slovakya için pek bir şey kalmamıştı. Sınırı geçtikten sonra kurulmuş olan gişeden Slovakya otoban stickerını 10 €’ya, aynı yerde Macaristan için geçerli olan da satıldığı için 14 €’ya da onu aldık. Slovakya’dan Macaristan’a geçen yol tamamen otoban. Hem de oldukça iyi durumda olduğunu söyleyebilirim. Zaten küçük bir ülke olduğu için baştan sona gitmek çok bir zamanımızı almadı.


Macaristan sınırına girdiğiniz diğerlerine göre daha bir belli oluyor sanki. İlk başta yaklaşık 30 km kadar otoban yok ama daha sonra Budapeşte’ye kadar oldukça güzel bir otoban var. Burada da otoban benzin fiyatları normalden pahalı (lt.455 HUF, yaklaşık 1,55 €) olduğu için idare edecek kadar benzin aldık.

Budapeşte’ye giriş yaptığımızda saat 18.00 olmuştu. Planladığımızdan iki saat fazla sürmüştü ama yine de oldukça makul bir saatte Budapeşte’ye varmıştık. Daha önceden dört gün geçirdiğim için pek çok yerini iyi biliyordum. Bu yüzden airbnb.com sitesinden evi kiralarken merkezde, mümkünse otoparkı olan bir yer aramıştım. Kis Diófa, 3 adresindeki eve beş kişi için gecelik 60 € ödemiştim. İki dakika içinde ünlü Deak Frenc Meydanına çıkabildiğiniz evin konumu oldukça merkeziydi. Çok kaliteli ve lüks olduğunu söyleyemem ama temiz çarşaf ve havlularla bir gecelik uyku için idealdi.

Yaklaşık 45 dakika sonra kendimizi dışarıya attık. Evde bizimkileri beklerken daha önceden tecrübe ettiğim aylık tanıtım broşüründeki tekne turu indirim kuponunu yine gördüm. Sayfayı kopardıktan sonra aynı sokaktaki Best Western Plus otelinden Onur’un aldığı dergiden diğer sayfayı da koparınca yetişkinler için yarı yarıya indirim sağlanmış oldu. Fazla zamanımız olmadığı için ekibin kalanının Budapeşte’de yapabilecekleri en güzel şey kuşkusuz Tuna nehrindeki bir saatlik tekne turu olacaktı. Herkes bu fikrimi sevdi.


Vaci Caddesi her zamanki gibi insanlarla dolu. Peşte tarafının en hareketli bölgesi buralar. Macaristan AB üyesi olsa da henüz resmi olarak Euro kullanmıyor. Bu yüzden Pazar günü olmasına rağmen açık olan bir döviz bürosundan para bozdurduk (1 €=290 HUF) Vaci’nin sonundaki ünlü Varosmarty Meydanı panayır tarzında bir etkinliğe ev sahipliği yapıyordu. 

Tuna, her zamanki asaleti ile bizlere hoş geldin diyordu adeta. Yer yer İstanbul Boğazı hissi veren haliyle Tuna’nın en çok anlam kattığı şehir bence Budapeşte. Bu yüzden Macar edebiyatına da pek çok defa konu olmuş. Karşıda tüm ihtişamıyla Buda Kalesi, Matyas Kilisesi ve biraz ileride Gellert Tepesi. Daha önceden ara sokaklarını bile gezme şansım olmuştu Buda’nın. Ama bugün sadece uzaktan bakmakla yetinecektik. Olsun, Budapeşte bana göre her daim, her koşulda görülmeyi hak eden bir şehir.

Ekip yavaş yavaş acıkmaya başladığı için bir an önce tekne turunun yapılacağı iskeleye geldik. Mahart tekne turlarının gişesinden normalde 2990 HUF olan tek kişilik ücreti ödeyip bir de elimdeki indirim kuponlarını verdim. Tıpkı geçen seferki gibi indirimli biletlerimizi aldık. Ege, zaten otomatik olarak indirimli (1490 HUF)

Buena Vista Restoran (Kendi sitesinden alınmıştır)

Tekneye bindikten sonra iki koldan fiyatlara dahil olan meşrubat ve biralar dağıtıldı. Bu sıcakta buz gibi bira bayağı iyi gitti doğrusu. Tekne turunu çok da detaylı anlatmaya gerek yok. Tuna ve çevresindeki tüm güzellikler keyifli bir 50 dakika yaşattılar bize. Yine geçen sefer olduğu gibi tam da havanın kararmaya başladığı anlarda yaptık tekne turunu. Bu yüzden sonlarına doğru artık her tarafta ışıklar arzı endam etmeye başlamışlardı. Ben Tunayı’da, Budapeşte’yi de çok seviyorum ya.

Akşam yemeği için bu sefer tercihimiz meşhur Andrassy Bulvarını kesen Lizst Ferenc Ter’deki Buena Vista restoranı. Lizst Ferenc, ortasında ağaçlar ve sağlı sollu restoran ve kafelerin yer aldığı, trafiğe kapalı bir sokak. Daha önceki gelişimde burada yemek yemek nasip olmamıştı. Bu tarz yerlerde özellikle akşam yemekleri çok keyifli oluyor. Neden derseniz,  böyle sağlı sollu restoran olan yerlerde hem yemek yiyor, hem sohbet ediyor hem de gelen geçenlere bakma şansınız oluyor. Tek başınıza olsanız dahi sıkılmayacağınız bir yer yani.

Yer bulmak için biraz sıkıştırma yaptıktan sonra güzel bir masaya oturduk. Elbette benim ilk tercihim meşhur gulaş çorbası (Marhagulyas Kenyerre). Çorba dediğime bakmayın bayağı yemek gibi geliyor. Üstelik porsiyonları da hiç az değil. Sonrasında ise daha önceden tecrübe ettiğim küçük hamur parçacıklı paprikalı tavuk (Csirkepaprikas Noked) söyledim. Onur’da aynısından sipariş etti. Ege, tercihini ördekten yana kullanarak sebzeli ördek (Kacsamell steak) istedi. Arzu gulaş çorbasından sonra oradan buradan otlanacağını söyleyerek ana yemek istemedi. Muriel ise vejeteryan olduğu için Macar mutfağı pek Ona göre değil aslında ama yine de vejeteryan risotto ile patlıcanlı sebze tabağı (Padlizsankrem) nda karar kıldı. İçecek olarak elbette Macar birası Soproni tercihimiz oldu.

Ege Akşam yemeğinde...

Siparişleri verdikten sonra sigara almak için markete girdim. Günlerden Pazar olduğu için pek çok yer kapalıydı. Açık olanların da sigara satmaması garibime gitti. İngilizce bilen bir satıcı bulunca sordum. Macaristan’da yasaların kısa bir zaman önce değiştiğini, artık sadece belirli noktalarda sigara satışı yapıldığını söyledi. Bulunduğumuz yere en yakın noktanın, ise Octogon Meydanındaki Subway’in hemen yan tarafındaki küçük büfe olduğunu söyledi. Gerçekten de kepenkleri yarıya kadar kapalı bir mekândan aldım sigaraları. Siz siz olun Macaristan’a girerken ya sigaralarınızı Türkiye’den getirin ya da bulduğunuz anda birkaç paket alın. Bu arada meraklısı için kısa marlboro box fiyatı 940 HUF.

Masaya döndükten birkaç dakika sonra yemekler servis edilmeye başlandı. Buena Vista’yı özel olarak seçmemiştim. Gulaşlar güzeldi ama tavuk için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Sanki daha önceki gelişimde Duna Corso’da yediğim daha güzeldi. Keyifli bir sohbetin sonunda günahımız ise, %12 servis dahil, 18.525 HUF. Kabaca 65 € diyebiliriz. Tuna Nehri kenarındaki Duna Corso’dan çok da farklı değil. Gulaş 990 HUF, bira 650 HUF, hamur parçacıklı paprikalı tavuk 1990 HUF, risotto 1750 HUF, ördek ise gecenin rekoru ile 3290 HUF. Yine de 5 kişilik bir ekibin akşam yemeği olarak düşündüğünüzde oldukça hesaplı olduğunu söyleyebiliriz.

Yemek yedikten sonra kendimizi bir süre daha Budapeşte sokaklarına attık. Böyle diyorum ama nedense ayaklarımız bizi farkında olmadan evimizin bulunduğu sokağın köşesine getirdi. Ne kadar “taş taşımadık kardeşim” desek de yorgunluk tüm bedenimize işlemişti. Eve varışımız sonrasında diğerlerine uymayarak duşu sabaha erteledim. Nasıl uyuduğumu bile hatırlamıyorum…




Not: Maalesef yurda giriş yaptıktan sonra birkaç gün içinde henüz tatil devam ederken fotoğraf makinemi kaybettim. Gezi boyunca çekilen tüm fotolar gitti sizin anlayacağınız. Elimde sadece cep telefonu ile çektiklerim kaldı. Ben de eski fotolardan koymak istemedim doğrusu. Budapeşte ile ilgili daha önceki gezi notlarıma ve fotolara ulaşmak isteyenler  "Tuna'nın Kralı Budapeşte" sayfasını inceleyebilirler.



 Yazılan Yorumlar...
TAMER
(20 Kasım 2013)
Sevgili Hakan, bende bunu bir yol gezisi olarak kabul ediyor ve o niyetle okuyorum. Aynı yolu ben de tam tersinden Budapeşte, Bratislava, Viyana, Prag ve Dresden şeklinde yaptığım için anılarım canlandı ve bu gezimin yazısını bir an önce bitirebilmek için tekrar klavyelere sarıldım... Ne tesadüftür ki ben de bu geziden döndükten sonra fotoğraf makinemi kaybetmiştim ama Allahtan resimleri bilgisayarıma almıştım... Yoksa benim de 1.500 den fazla fotoğrafım gitmiş olacaktı. Seni anlayabiliyorum, geçmiş olsun...