Kars'ın Yaz Hali...


Kars ve kış, daha doğrusu Kars ve kar. Ses benzerliğinin ötesinde, birbirine bu kadar yakışan, birbirini tamamlayan, güzelleştiren ikili az bulunur diye düşünüyorum. Belki bu yüzden neredeyse bütün Kars hikâyeleri kar üzerinden anlatılır. Orhan Pamuk örneğin, Kar romanı için Kars’ı mekân seçmiş. Ya da tersi, Kars’ı kar gibi sadeliği, temizliği, sonsuzluğu, bazen de aşılması zor bir engeli temsil eden bir araçla anlatmak istemiş. Nitekim romanın hemen her sayfasında, yağan, savrulan, biriken, donan karın, romanın kahramanları İpek, Kadife ve Bay Ka kadar önemli bir fonksiyonu yerine getirdiğini görürüz. Ama benim hikâyem başka, ben size bir yaz hikâyesi anlatmak istiyorum. Kars’ın yaz halini.

Geçen yıl temmuz ayı başında Ankara’dan kalkan uçak yaklaşık 1,5 saat süren yolculuğun sonunda Kars Havaalanına iniş için alçalmaya başladığında doğrusu keyfim pek yerinde değildi. Bir dizi ihmal ve tersliğin sonunda cam kenarı koltuk ayarlayamamıştım. Oysa aşağısını çok merak ediyordum. Özellikle Sivas, Erzurum ve Kars’ın üzerinde yer aldığı yüksek platoyu. İşte şimdi de Kars’ı yukarıdan seyredemiyordum. Kars’ın ünlü caddeleri, kalesi nasıl görünüyordu acaba?

Bu yüzden uçağın merdivenlerinin başına geldiğimde, tüm duyularım gözlerime yüklenmişti adeta. Ama sarsılan tenim oldu. Saçlarıma dolan kuru, serin, tertemiz ve güçlü bir rüzgâr beni kendime getirdi. Ee.. normal tabii, uçak hala yükseklerde, sadece 1.780 metre civarına indik.

 
Kars sokaklarından kareler…

Apronda terminal binasına doğru yürürken, nedense birden geriye döndüm. Gördüğüm; uçsuz bucaksız, devasa büyüklüğü ile insana acizliğini hissettiren Kars Platosu. Rengârenk çiçeklerle süslenmiş yemyeşil bir düzlük. Dedim ya; aylardan temmuz. Geride bıraktığım İç Anadolu çoktan bozkır rengine teslim olmuştu. Oysa rakımın yüksekliğinden olsa gerek, buraya bahar henüz gelmiş. Yaşasın! Bu bahar benim için uzun sürecek. 

Havaalanı şehre yaklaşık 7 km mesafede. Şimdilerde yeni havaalanının hizmete açılmış olması gerekiyor. Şehre doğru ilerlerken tabyaların arasından geçiyoruz. Karşıda görkemli Kars Kalesi ve eteklerine yayılmış şehir keşfedilmeyi bekliyor.

“Türkiye’de Kars’tan daha eski “Türkçe” isim taşıyan şehir yoktur.” Bir metinde okuduğum bu cümle, ilk bakışta şehrin etnik yapısının homojen olduğunu çağrıştırıyor. Ama gerçek öyle değil. Halen şehir nüfusunu Türklerin yanı sıra Kürtler, Azeri ve Terekeme kökenliler oluşturuyor. Ayrıca yakın geçmişte bu coğrafyayı yukarıda sayılanların dışında, Rus, Alman, Eston, Ermeni ve Malakanların yurt edindiği biliniyor. Evet Malakanlar. Hani şu “Deli Deli Olma” adlı filmde Kars’taki son temsilcisinin kurgu hikâyesini seyrettiğimiz Rus kökenli Malakanlar. Ben de o zaman öğrenmiştim varlıklarını. Şimdi yoklar, gitmişler. Ama eminim kültürleri, bazı yaşama alışkanlıkları mevcut Kars kültürüne sinmiş olarak varlığını devam ettiriyordur. En azından diğer köylerden farklı olarak eski Malakan köylerinde gördüğüm, geniş, düzgün bir ana arterin iki yanına upuzun, ip gibi sıralanmış, kocaman giriş kapıları bu ana artere açılan, bahçe içindeki evlerin yerleşim planında yaşadığını biliyorum.  

 
Uzaktan ve yakından Kars Kalesi…

Aslında biraz Kars tarihinden bahsetmenin yeri geldi sanırım: Kars bölgesine ilk yerleşimin M.Ö. 13000’li yıllarda başladığı günümüze kalan buluntulardan biliniyor. İpek Yolu dâhil eski ticaret yollarının kavşağında bulunması; Urartu, İskit, Kimmer, Pers, Roma, Arsaklı, Sasani, Emevi Abbasi, Bizans, Bagratlı, Selçuklu, Saltuklu, Moğol, Gürcü, Karakoyunlu, Akkoyunlu, Osmanlı, Rus ve Türkiye Devletinin bu kadim yurtta siyasi egemenlik kurma isteğinin haklı gerekçesini oluşturmuş belli ki. Kanuni Sultan Süleyman’ın 1534 yılında gerçekleşen seferi sırasında Osmanlı topraklarına katılmış, 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyılın ilk çeyreği arasında sırasıyla Rus, Ermeni ve İngiliz işgallerine uğramış, son olarak 13 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Kars Anlaşması ile bütünüyle Türkiye sınırlarına dâhil edilmiş bu güzel şehir.

Şehrin son 150 yıllık tarihi ile ilgili olarak söylemek istediğim iki konu var; Birincisi, daha çok 93 Harbi olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonucunda savaş tazminatı olarak Ruslara bırakılan Kars’ın 40 yıl süren Rus hâkimiyetinde müthiş etkileyici bir şehircilik faaliyetine konu olması. Diğeri ise Elviye-i Selase içinde yer alan Kars, Batum ve Ardahan topraklarını kapsayan Cenub-i Garbi Kafkas Hükümetinin 18 Ocak 1919 tarihinde Kars’ta kurulması. Ankara’daki TBMM Hükümetinden önce kurulan bu hükümetin ömrü kısa sürmüş. O günlerde yönetim merkezi olarak kullanılan bina, şimdilerde restore edilmiş ve Vali Konağı sıfatıyla şehrin yönetiminde görev almaya devam ediyor.

Kısa, özet tarih bu kadar. Otelimiz şehrin tam merkezinde yer alan ve Kars Kalesini cepheden gören Büyükkale Oteli. Özellikle otelin üst katında bulunan lokantasında Kars Kalesini ve şehri çepeçevre görerek kahvaltı etmek, çok keyifli. Sırf bu nedenle bile oteli tavsiye ederim. Başka oteller var kuşkusuz. Eski Rus evlerinden dönüştürülen butik oteller olduğu gibi yeni inşa edilenler de misafirlerini bekliyor.

 
Kars kalesi şehre gelenlerin ilk tercihi olsa gerek…

Öyle sanıyorum ki Kars’a gelen herkes şehri gezmeye Kaleden başlıyor. Çünkü şehrin kuzey yamacını süsleyen Kale şehirden bakıldığında hem çekici görünüyor, hem de Kaleden şehri seyretmek eminim çok güzeldir. Biz de öyle yapıyoruz.

Kars Kalesi 1153 yılında Saltuklu Sultanı Melik İzzeddin tarafından yaptırılmış. Tarihin akışı içinde saldırıya uğramış, yıkılmış, onarılmış, genişletilmiş, gelmiş bugüne. Şimdi dış kaleden neredeyse iz kalmamış. Ama iç kale orijinalliğini yitirmesine rağmen tüm görkemi ile ayakta. Kesme bazalt taştan yapılmış kalenin dört kapısı var: Sukapısı (Çeribaşı), Kağızman Kapısı (Orta), Behrampaşa Kapısı. Biz dördüncüsünden, uçuruma açılan Ana Kapıdan giriyoruz.

Kalenin sunduğu manzara beklentimizi fazlasıyla karşılıyor: Eteklerinde Eski Kars, az ileride Taht Düzü denilen yerde Rusların inşa ettiği modern Kars, daha da ilerisi yukarıda sözünü ettiğim göz alabildiğine uzanan yeşil ağırlıklı rengârenk plato. Hemen aşağıda kalenin üstüne kurulduğu tepenin bir bölümünü çevreleyerek akan, kavak ağaçlarının eşlik ettiği narin Kars Çayı ve üzerindeki üç gözlü Taş Köprü. Etrafında eski Osmanlı evleri ve hamamların kubbeleri, Kafkas Üniversitesinin bazı bölümleri, kiliseden dönüştürülmüş Kümbet Cami ve diğerleri. Büyüleyici. Susmak ve orada iyi ki var olan çay bahçesinde çay içerek seyretmek lazım. Hatta Kalenin içinde bulunan merdivenlerden en yükseğe, kale burcuna tırmanmak lazım. Belki o zaman anlarım Cemal Süreya’nın neden “gökyüzünü (…) hırpalayan bu kale” dediğini.  

 

 
Kaleden manzara o kadar güzel ki, ne yöne baksanız etkileyici…

Dönüş yolu bizi Dereiçi mahallesine götürüyor. Giderken Taş Köprü’de durup, fotoğraf çekiyoruz. Üç tonoz kemerli bu zarif köprü 1579 yılında III Murat’ın emri ile Lala Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış. Daha sonra onarım görmüş tabi. Lala Mustafa Paşa, Kars’ın imarı söz konusu olduğunda çok önemli bir isim. Moğol istilasında yıkılan Kaleyi yeniden inşa ettirdiği gibi, Kalenin eteğinde bulunan ve 1918 yılına kadar Hükümet Konağı olarak kullanılmış, şimdi maalesef sadece yan duvarları kalmış olan Beylerbeyi Sarayını da O yaptırmış. Keza içinde Horasan’dan gelip, burada şehit olan tasavvuf âlimi Ebu’l Hasan Harakani’nin türbesinin bulunduğu Evliya Camii Külliyesini de. Dahası Kars’taki ilk tabya olan Timur Paşa Tabyası da O’nun eseriymiş. Bunlar sadece benim öğrenebildiklerim.

Kars Çayı kenarında yolumuza devam ederken, hiç beklemiyordum, Namık Kemal’in 1853-54 yıllarında çocukluğunu geçirdiği eve geliyoruz. Ev basit şekilde restore edilmiş ve Âşıklar Evi olarak Kars’ın kültürel yaşamında yerini almış. Ne güzel.   

 
Kale kapılarından birisi ve bendeniz…

İşte Kaleden bakarken hemen dikkat çeken Kümbet Camii, orijinal adıyla 12 Havariler Kilisesi. Bagratlı Kralı Abas tarafından 937 yılında yaptırılmış. Tarihinin değişik dönemlerinde kilise veya cami olarak hizmet vermiş. 1964 yılında müzeye dönüştürülen yapı 1993 yılından itibaren tekrar cami olarak ibadete açılmış. Sanırım adını kilisenin kümbete benzeyen kubbesinden almış. Kubbenin 12 kemerinin üzerinde 12 havarinin kabartması görülüyor.  Düzgün kesme bazalt taşlarla yapılan bu özgün eser; insanı ezmeyen boyutları, sade işçiliği, dik açılı keskin hatları ve ince uzun, tonoz kemerli pencereleri ile insanı fazlasıyla etkiliyor.

Kars Çayı ile yolumuzu ayırıp güneye doğru yönelince bizi karşılayan; Ruslardan miras, modern planlı bir şehir oldu. Şaşırmadım; çünkü biliyordum. Ama etkilendim; çünkü araç yoluna neredeyse eşit genişlikteki yaya kaldırımı tasarımında, insanı odak alan bir bakış açısıyla karşılaştım, kıskandım. Ne yapayım! Yaşadığım şehrin ana arterlerini otobana dönüştüren uygulamaları gördükten sonra bana düşen buydu. Neyse…

1878-1918 yılları arasında Kars’a egemen olan Ruslar eski şehri olduğu gibi bırakıp, güney-doğudaki bu düzlük alana yeni şehir kurmuşlar. Şimdiki Ortakapı, Yusufpaşa ve Cumhuriyet mahallelerinin bulunduğu bölgede uygulanan imar planının esası; birbirini dik açı ile kesen ve cetvelle çizilmiş gibi dümdüz metrelerce uzanan geniş caddeler ile bu caddeler üzerine yapılan anıt binalara dayanıyor. Kuzey- güney ve doğu-batı ekseninde birbirine paralel akan caddelerin oluşturduğu ızgara modelinin, her köşe başına yerleştirilen anıtsal binalar sayesinde zaman içinde bozulması önlenmeye çalışılmış. 

 
Kars Çayı ve köprüsü ile 12 Havariler Kilisesi…

 
Kars Çayı ve köprüsü ile 12 Havariler Kilisesi…

Ruslar söz konusu anıt binaların inşa işini Hollanda’dan getirdikleri mimar ve mühendisler ile yürütmüş. Bu yüzden binalar genellikle Baltık mimari tarzının özelliklerini taşıyor. Kimi L, kimi U formunda tasarlanmış. Çoğu tek veya iki katlı, nadiren üç katlı düzenlemeye sahip. Daha çok bölgeye özgü kesme bazalt taşlarla yapılan bu binalar, sağlamlığı, incelikli renk kullanımı ve estetik görüntüleri ile insanı büyülüyor. Dış cephelerinde kabartma bordürlere, yalancı sütunlara, heykellere, rölyeflere yer verilmiş. O nedenle Kars’ın bu bölgesinin sokaklarında yürürken kendinizi kolaylıkla ülke dışında, örneğin, herhangi bir Orta Avrupa veya Rus kentinde hissetmeniz mümkün. Kalın duvarlı ve ince uzun pencereli binaların içi uzun koridorlar ve birbirine açılan salonlardan oluşuyor. Bazılarının tavanlarında resimler, süslemeler yer alıyor. Kendilerine özgü Peç denilen (Rusça soba demekmiş.) ısıtma sistemleri var. Bir sanat eseri kadar güzel dev çini şömine-sobalarda yakılan ateşin sıcak dumanı, duvarların içindeki borulardan geçirilmek suretiyle tüm bina kolaylıkla ısıtılıyormuş. 

 
Eski haliyle bir kilise olan Fethiye Cami (Fotoğraf: Yıldırım Öztürkkan Arşivi)…

Bu binaların 157 adedi tescilli. Bazısı özel mülk, örneğin, Kar romanında da bahsi geçen Tuncer Güvensoy’un evi halen konut olarak kullanılıyor. Lokanta, kafe gibi ticari amaçla kullanılanlar var. Ama çoğu restore edilerek kamu hizmet binası haline getirilmiş. Çok da iyi edilmiş. Tümünü sayamam elbette; içinde Kars Anlaşmasının imzalandığı Vali Konağı, Defterdarlık, Kars Belediyesi, İl Sağlık Müdürlüğü, Hekimevi, İl Genel Meclisi, Kent Konseyi, Ticaret Odası, Güzel Sanatlar Fakültesi, Konservatuar ve bazı ilköğretim okulu binaları ilk aklıma gelenler. Binaların yerlerini tarif etmeye hiç gerek yok. Hepsi yürüme mesafesinde. Siz Kars sokaklarını birkaç kez arşınlamanın keyfini sürüp, avareliğin tadını çıkarırken, onlar nasılsa karşınıza çıkar. Ama biri var ki, özellikle söz etmem lazım:

Akşam erken iniyor Kars’a. Mevsim yaz da olsa böyle. Akşamüstünün aceleciliği içindeyken gördüm Fethiye Camiini. Daha doğrusu Kazak Komutan Alexander Nevski adına yapılan Kazak Kilisesini. Bir bina hem bu kadar sade, yalın, hem de bu kadar çarpıcı güzellikte nasıl olabilir? Onu gördüm. Azalan güneş ışığı rengini, cephesindeki zarif desenleri, gölgelemiş, derinleştirmiş, insanı kendine çekiyor. Ayrılamadım, etrafında dolaştım, az sayıdaki cami cemaati namazdan çıkana kadar avlusunda oturdum.  Dikdörtgen planlı kilise, hareketli dış görünümü ile belli ki, büyük bir şehir meydan olarak tasarlanan bölgeyi güzelleştirmek için düşünülmüş. Gerçi pek meydan kalmamış, ama asıl şaşkınlığı, Cumhuriyetin ilk yıllarında bu meydanda yapılan bir bayram kutlamasına ait fotoğraftaki halini görünce yaşadım. Şimdi alınlık dışında düz görünen çatıyı fotoğrafta olağanüstü güzellikte bir soğan kubbe ve çan kulesi süslüyor. Kremlin Sarayı tadında. Bunlar nasıl yıkılır, yok edilir, anlamam mümkün değil. Kabul, camiye dönüştürülmek istenmiş, bunun için ikişer şerefeli iki minare yapılmış. İyi de kubbeden, kuleden ne istediniz? Onlar yıkılınca orasının eski bir kilise olduğu anlaşılmıyor mu?  Neyse…

 
Ahmet Muhtar Paşa Konağı ve Kent Konseyi binası…

 
İl Genel Meclisi ve İl Sağlık Müdürlüğü binaları…

Aaaa! Kale ışıklandırılmış, harika, çok güzel. Ama, maalesef benim eskimeye başlamış fotoğraf makinemle bu güzelliğin net bir fotoğrafını çekmek mümkün olamadı...

Otele dönerken Gazi Ahmet Muhtar Paşa Konağının önünden geçiyorum. Az önce gördüklerimden çok farklı bir Osmanlı mimarisi örneği. İki katlı binanın ahşap balkon süslemeleri dantel zarafetinde. 19. yüzyılın ilk yarısında yapılmış ve Paşa, 93 harbinde burayı karargâh olarak kullanmış. Şimdi restore edilmiş, müze ve sergi salonu olarak yeniden düzenlenmiş. Küçük bahçesinde bulunan ve dört mevsimi temsil ettiği söylenen kadın heykelleri de gerçekten güzel. Ama şimdi üç mevsim. Yaz yok, geçen yıllarda kırmışlar. Bunca zamandır onarılıp, yerine konulmamış. Yani ben yaz heykelini görmeden size yaz hikâyesi anlatıyorum. Affedin artık…

Kars Müzesi biraz uzakta, yeni yapılmış modern bir müze. Giriş katı arkeolojik buluntulara ayrılmış. Tarihinin eskiliği ile orantılı olarak hayli zengin. Üst katı ise etnoğrafya müzesi olarak düzenlenmiş. Bu kadar zengin ve farklı kültürlere ev sahipliği yapan toprakların etnoğrafik eserleri de çok ilginç, çekici oluyor. Zaman nasıl geçiyor anlamıyorsunuz.

 
Defterdarlık Binası ve Namık Kemal Evi…

 
Merkez Camii ve neredeyse her köşede bulunan güzel evler…

Yukarıda Kars sokaklarını arşınlamaktan söz ettim. Bu sırada çokça peynir dükkânı göreceksiniz. Çeşit çeşit peynirlerin; tulum, çeçil, yeşil, gravyer ama özellikle kaşar peynirinin vitrinleri süslediği dükkânlar. Devlet üretimden elini eteğini çekse de, peynir çok önemli bir ekonomik sektör haline gelmiş burada. Gerçi yaz mevsimi peynir almak için uygun zaman değil. Bu dönemde henüz üretilen peynirin dinlenmeye alınması gerekiyor. Özellikle gravyer peyniri için bu süre çok önemli. Esnaf konuşkan, bilgi vermeye çok istekli. Eğer sorarsanız, örneğin, peynirin nasıl üretildiğini, kaşarın göbeğinin ne olduğunu size büyük bir keyifle anlatırlar. Dahası, ben gidemedim, ama siz Boğatepe (Zavot) köyüne giderseniz, Türkiye’nin tek peynir müzesini gezebilirsiniz. Satın aldığınız peyniri, balı, tereyağını hemen yüklenmeniz de gerekmiyor. Verdiğiniz adrese kargo ile teslim ediyorlar.

Kars’ta başka ne satın alınabilir?  Ne yazık ki ünlü Kars kilimleri, halıları artık ortalıkta görünmüyor. Sarıkamış’ta çıkarılan obsidiyen taşından üretilen takılar alınabilir. Ben aldım, severek kullanıyorum. Kar’s Store gibi turiste dönük yerler açılmış ama özgün değil. Ermenistan ile sınır ticareti başlarsa, belki durum değişebilir diye düşünüyorum.  

 
Vali Konağı… Kars’ta kaşar satan bir dükkana uğramadan dönmeyin sakın…

 
Dümdüz ve geniş sokaklardan birisi de Hasan Harakani Parkına açılıyor…

Kars’ta ne yenir? Biliyorsunuz bu bölge ülkemizin hayvancılık merkezi sayılmaktadır. Fotoğrafta da görüldüğü üzere geleneksel yöntemlerle beslenen hayvanların etleri hem sağlıklı hem de lezzetli. Bu nedenle et yemekleri rahatlıkla tercih edilebilir. Örneğin bulabilirseniz “Piti”yi deneyin. Kemikli kuzu eti, nohut ve safranla ısıya dayanıklı tek kişilik kupaların içinde fırında pişirilerek sunulan piti, doğranmış yufkaların üstüne dökülmek suretiyle yeniliyor. Aslında Kars, Iğdır bölgesinde değişik adlarla pişirilen bu yemek, doğuya gittikçe küçük farklılıklarla tüm Asya’da biliniyor sanıyorum. En azından ben İran, Hindistan ve Çin’de biraz değişik versiyonlarını yedim. Et yemekleri dışında kete, bir tür etsiz mantı olan hangel, kuymak, umaç helvası gibi una dayalı yemekler çok lezzetli. İklimden dolayı sebze üretimi kısıtlı olduğundan özgün sebze yemekleri bulmak biraz güç.

Hani Kars’ın kazları dediğinizi duyar gibiyim. Bir dakika, dedim ya! Ben size yaz hikâyesi anlatıyorum. Kars’ın yaz halinde kaz etinin yeri yok, o kazlar henüz yavru, köy evlerinin avlularında, çayırlarda beslenip, büyümeye çalışıyor. Ayrıca etinin o özel tadına ulaşması için o özel soğukla karşılaşması, o ayazda kuruması gerekiyormuş. Henüz burada endüstrileşmiş kaz çiftlikleri yok. (İyi ki yok.) Bu nedenle her mevsim aynı kalitede kaz eti bulmak mümkün değilmiş.

 
Kars’ın çevresi de en az kendisi kadar güzel…


Son olarak, Kars’ın yazı mı güzel, kışı mı? Ben yazı anlattım, görebildiğimce, çok güzeldi. Başkası kışını anlatır. Kıyaslarız. Ama galiba Kars’ın hem yaz hali güzel, hem karlı hali. 

Yeniden görüşmek üzere...







 Yazılan Yorumlar...
Ayşem
(20 Ağustos 2014)
Fethiye camii bir Rus yapıtı olduğu her halinden belli koyduğunuz eski resim bunu kesin kılıyor
Şükran Şahin
(01 Şubat 2014)
Safiye hanım, Kars yolculuğumda yararlanacağım bir yazı.Çok beğendim anlatımınızı.Tebriklerimle.
Mustafa Demircioğlu
(20 Ocak 2014)
Sevgili Safiye, sana daha önce de söylemiştim harika yazıyorsun, diye. Bu yazın da aynen öyle: Kars Çayı gibi içten, samimi ve huzurla akıp gitmiş. Böylesine güzel anlatma ve yazma yeteneğini sadece gezi yazılarında değil diğer alanlarda da( Örneğin; öykü) denemelisin. bence.Tecrübe, yetenek ve birikiminle hakkını vereceğinden kuşkum yok. Devam etmelisin...
ylmz
(10 Ocak 2014)
Ben öncelikle bir edebiyatçı olarak bütün samimiyetimle sizi tebrik ediyorum... Karsı çok samimi bir üslup ile anlatmışsınız. Bir kere çok akıcı bir ifadeniz var; samimi, içtenlikli ve sade... Sohbet iklimli... Karsı gezip gören biri olarak "Karsın enleri"ni anlatırken tecrübenizi ikna edici bir öge olarak tatlandırmayı sağlamışsınız. Karsın tarihi ile kültür ve tabiatını da güzellemeyi ihmal etmemişsiniz... Bir Karslı olarak çok memnun oldum. Çok teşekkür ederim, elinize, yüreğinize kaleminize sağlık...
ömer
(14  Aralık 2013)
Kars herhaliyle güzel,şehirleri güzel yapan içindeki o güzel doğayı sevmiş güzel insanlar ellerinize sağlık.
Erdin İVGİN
(06  Aralık 2013)
Eline yüreğine sağlık Safiye. Bu yazını da keyifle okudum. Okudukça da Kars'la ilgili hiç bilmediğim bilgiler edindim. Kars'ı hep görmek istedim ama maalesef hala göremedim. Özellikle de Rusların yaptığı binaları. Bu yazıyla neler kaçırdığımı da anladım. Teşekkürler.
hakangeziyor
(30 Kasım 2013)
Yıllar önce görev gereği bir kaç ay kalmıştım. Daha sonraki yıllarda bir iki kez daha "şöyle bir uğradım"... Her gidişimde eskisine göre biraz daha gelişmiş ve güzelleşmiş bulmuştum. İnsanı ön planda tutan Rus mimarisine sahip geniş ve birbirine paralel/dik sokakları, binaları, kalesi, çarşısı ve insanı ile çok etkilenmiştim. Sende bu keyifli anlatımınla aldın beni götürdün oralara Safiye abla...Teşekkürler...
Kalemine sağlık...