Berlin’den İpsala’ya yolculuğumuz devam ediyor…Sabah Budapeşte’deki evi terkedip yola çıktığımızda saat 10’u gösteriyordu. Otobanlarda fiyatlar yüksek olduğu için yola çıkmadan önce litresi 415 HUF’dan depoyu doldurduk (Küçük bir hatırlatma, 1 Euro=290 HUF). Macaristan, görece benzin fiyatlarının düşük olduğu bir ülke. Gerçi bu durum, Yunanistan hariç, Doğu Avrupa ülkelerinin neredeyse tamamında geçerli. Yaklaşık 160 km sonra Sırbistan sınırına ulaştık. Sizin anlayacağınız artık AB’yi terkediyoruz. Pasaportlar damgalandı, gümrüğe tabi bir şey olup olmadığı soruldu ve arabamız hiç aranmadan Sırbistan’a giriş yaptık. Hemen geçer geçmez sol tarafta bulunan tuvalet ve döviz bürosunda kısa bir mola verdik. Burada kur 1 €=108,45 Sırbistan Dinarı (RSD). İlaveten %2,50’de komisyon alıyorlar. Bu yüzden de düşük bir miktar kabul edilecek kadar, yani 20 € bozdurdum.
Sırbistan pek çoğumuzun farklı duygular beslediği bir ülke. Sırplar da tabi ki. Hele benim gibi iki taraftan Boşnak’sanız ve yakın tarihi yaşamışsanız bu duyguların neler olabileceğini de tahmin edersiniz. Gerçi, hayatım boyunca önyargılı olmamaya, bu tarz davranışlarda bulunmamaya dikkat ettim. Her zaman başarabildiğimi söyleyemem elbette. Bu tarafta insanların nasıl olduğu, Türk olduğumuzu duyduklarında nasıl bir tutum takınacakları, benim neler hissedeceğimi hep merak ettim.
Yollar gide gide biter derler…İslam Ağa Camii… Bu garip duygularla 50 km kadar ilerledikten sonra kocaman tabelasında “İstanbul Restoran” yazan bir yerde mola verdik. Her ne kadar oturduktan sonra restoranın gerçek isminin başka bir şey olduğunu anlasak da bizim için çok da farketmiyordu. Belli ki gurbetçilerimizin güzergahında olan bu restoran onları kendisine çekebilmek için böyle bir yöntem bulmuştu. İsmi farklı ama menülerinden birisi Türkçe olan restoranda aynı zamanda Türk yemekleri de vardı.
İki sebze çorbası, peynirli omlet, kuzu çorbası, tavuk şişli sandviç, salata ve koladan oluşan geç kahvaltımızın bize maliyeti 1270 RSD, yaklaşık 11,5 € oldu. Almanya’dan Türkiye’ye doğru ilerledikçe fiyatlar bariz bir şekilde düşüyor.
Saat 14.00 gibi yola çıktık. Tabelalar önce başkent Belgrad’ı, sonra da ülkenin ikinci büyük şehri Novi Sad’ı gösteriyor. Normal koşullarda Türkiye’ye giderken en mantıklı konaklama noktalarından birisi Belgrad oluyormuş. Kasım ayında üç gecelik bir Belgrad gezisi yapacağım için planı hazırlarken Belgrad yerine yolumuz üzerindeki Niş’de konaklamaya karar vermiştim.
Sırbistan, Macaristan veya Slovakya gibi, tek bir otoban pulu alınarak seyahat edilebilen bir ülke değil. Tıpkı bizdeki gibi her gişeden bilet alarak para ödemeniz gerekiyor. Böylece Novi Sad ayrımında 300 RSD, Belgrad’a 25 km kalmışken de ayrıca bir 240 RSD otoban parası ödedik. Bu arada meraklısına kısa bir hatırlatma: Sırbistan’da otoban gişelerinde Dinarla ödeme yapmak çok mantıklı. Zira 300 RSD ye karşılık 3 € istiyorlar ki bu da resmi kurun nerdeyse %12 aleyhinde.
Milana Meydanı Niş’in kalbi. Her daim kalabalık olduğu her halinden belli oluyor… Sırbistan’da genel olarak yollar fena değil. Gidiş-geliş ise hız sınırı pek çok yerde 80 km. Bazı noktalarda yol çalışması olduğundan hız sınırı 60 km ye düşüyor. Oldukça ağır bir yolculuk yani. Belgrad’a uğramadan, kötü ve dar bir yoldan otobana çıktık. Daha önceki gişelerde parayı yola girerken ödüyorduk oysa bu sefer sadece bilet aldık. Onur, bu otobanın oldukça yeni olduğunu, güncelleme yapmadığı için navigasyonda dahi bulunmadığını söyledi. Gişeleri geçer geçmez konuşlanmış olan Döner Kebap Restorandan yarım litrelik sularımızı da depoladık (tanesi 70 RSD)
Çok fazla bir zaman geçmemişti ki Niş’e devam etmek için otobandan ayrıldık. Bu sefer otobanın günahı 720 RSD olmuştu. Niş’e ulaştığımızda airbnb internet sitesinden ayarladığımız evimize yerleşmek için ev sahibi Milan’la irtibata geçtik. Milan, Niş’teki tek Mc Donalds’ın önündeki randevumuza 5 dakika içinde geldi. Birkaç dakika içinde de eve vardık.
Konaklayacağımız daire oldukça merkezi. İki oda bir salon, jakuzili daireye gecelik 50 € ödedik. Milan, dolaptaki bira ve kolaların da bizim için konulduğunu söyleyerek gitti. Ev klasik mobilyalarla döşenmiş, temiz bir mekan. Balkonu ana caddeye baktığı için ön taraf biraz gürültülü ama yatak odaları sessiz. Bence süper…
Niş, Belgrad ve Novi Sad’dan sonra Sırbistan’ın en büyük şehri. Nüfusu yaklaşık 200.000 olan şehir üniversite şehri olarak da biliniyor. Kaldığımız evden dışarıya çıktığımızda birkaç adım atmıştık ki ana cadde üzerinde karşımıza İslam Ağa cami çıktı. Osmanlı döneminde Niş şehrinde bulunan 20 camiden ayakta kalan tek eser olan cami 1700’lerin başında yapılmış, 1870 yılında da restore edilmiş. 1954 yılından bu güne devlet koruması altında bulunan cami 2000’lerin başlarında Kosovalı Sırplara destek amacıyla ateşe verilmiş. Allahtan çok fazla zarar görmeden yangın söndürülmüş. Şehrin kalbi Milana Meydanında atıyor. Köşesinde Mc Donalds, ortasında devasa atlı heykeli, pek çok noktadan seçilen Ambassador Oteli, minik restoran ve kafeleri ile her daim kalabalık ve hareketli olduğu belli. Meydanın aşağısı Nisava Nehrine ve devamı da Niş Kalesine uzanıyor. Kale dediysem gözünüzün önüne öyle devasa şeyler gelmesin. Tahkim edilmiş bir dizi surun içinde yer alan yeşil alan ve tam ortasında da soluklanabileceğiniz keyifli bir kafe. 1720’lerde tamamlanan kale geçmiş dönem Roma kalıntılarının üzerine inşa edilmiş. Bir kaynakta Avrupa’daki en iyi korunmuş Tüek kalesi ifadesini okumuştum ama bana öyle pek de heybetli gelmedi açıkçası.
Nisava Nehri, Kale kapısının hemen altından salına salına akıyor… Biz de gezilebilecek yerleri tamamladıktan sonra (Merkezden birkaç kilometre dışarıda kalan ünlü Kelle Kuleyi gezmek nasip olamadı tabi ki) az önce bahsettiğim kafeye oturduk. Artık yavaş yavaş karanlık çöküyordu. Tahta masalı kafede uzunca bir moladan sonra merkezde dolaşmaya devam ettik. Bu arada kafede büyük şişe Lav marka biranın 120 RSD, yani yaklaşık 1,10 € olduğunu da belirteyim. Bakkal fiyatı gibi yani…
Mc Donalds’ın oradan yolun karşısına geçerek gezintimize devam ettik. Trafiğe kapalı iki yönlü bu alanda sağlı sollu dükkânlar var. Ayrıca orta bölümde de kafeler sıralanmış. Ara sokaklarda da durum pek farklı değil. Kapanmakta olan mağazalara şöyle bir göz gezdirdiğimizde bazı uluslararası markaların fiyatlarının (Adidas, puma) hiç de ucuz olmadığını gördük. Bu arada döviz kuru şehir merkezinde 112 RSD’ye yükseldi. Komisyon da yok.
Gezerken bir şey dikkatimi çekti. Küçücük Niş’te bile gerek ana cadde gerekse de ara sokaklarda onlarca restoran, kafe ve bar var. Bazıları oldukça büyükken bazıları da birkaç masasıyla sanki araya sıkışmış. Pazartesi akşamı olmasına rağmen bütün mekanlar kalabalık ve nerdeyse ağzına kadar dolu. Sırplar eğlenceyi ve eğlenmeyi seviyorlar anlaşılan.
Kalede fazla bir şey yok ama yemyeşil… Arayışlarımız bizi şehrin keyifli restoranlarından birisi olarak kabul edilen Trg Republike,12 adresindeki Kafana Stara Srbija (Стара Србија) ya getirdi. “Kafana”, ufak tefek farklılıklarla, eski Yugoslav Cumhuriyetlerinin tamamında kullanılan bir kelime. Genel olarak, lokal lezzetler sunan küçük meyhane, lokanta denilebilir. Pek çoğunda yine geleneksel canlı müzik dinleyebiliyorsunuz. Pek çoğunda özel tabak çanaklar ya da şatafatlı masa örtüleri olmasa da gerçek lezzetleri tadabileceğiniz yerler olarak gösteriliyor. Her ne kadar son 15-20 yıllık dönemde sayıları azalıp bazı evrimlerden geçseler de dikkatli araştırıldığında halen özgün bir yerler bulmak mümkün.
Tahta masalardan oluşan lokantanın sigara içilebilen dış bölümüne oturduk. İngilizce menü yoktu ama “salata”, “çorba”, “biftek”, “sote” gibi Sırpça kelimeleri anlamak hiç de zor değildi. Çat pat İngilizce bilen garsonumuzla birlikte siparişlerimizi vermeyi başardık. Muriel her zamanki gibi sebze tabağı söyledi. Arzu, Ben ve Onur birer dana yahni çorbası (Teleca ragu çorba) sipariş ettik. Son zamanlarda yediğim en lezzetli et suyu çorbasıydı diyebilirim. Ortaya gelen devasa salata ve patates kızartması en çok Ege’nin işine yaradı. Garson bize ızgara dana eti tavsiye edince kırmadık tabi. İri parçalı, 500 gr. dana eti (Telece pecenje) bize yetti de arttı bile. Lav marka biralar ve Ege’nin kolası burada da eşlik etti bize. Hesap mı? Tamamı için 2860 RSD. Yani 26 € falan. Böyle keyifli bir mekanda beş kişi için gerçekten çok komik fiyatlar.
Dana et suyu çorba ve telece pecenje… Eve dönerken saat 24.00’a kadar açık IDEA süpermarketten sigara, ertesi gün için su, biraz bisküvi vs. satın aldık. Demek ki Sırbistan’da da süpermarketler bizdeki gibi geç vakitlere kadar açık kalıyor. Doğuya doğru geldikçe birbirimize daha çok benzediğimiz açıkça görülüyor. Bu arada kısa Marlboro Almanya’daki 4,5 €’luk fiyatından beri şiddetle düşüyor: 240 RSD, kabaca 2,20 €. Yani Sırbistan’a gelecek olanların free shoptan sigara almalarına gerek yok.
Nevalelerle birlikte eve geldikten sonra dolaptaki biralar eşliğinde günün kritiğini yaptık. Yorgun bir gün daha sona ermişti. Yarın ver elini Yunanistan ve Kavala. Ama öncelikle yolda Üsküp’e uğranılacak elbette…
|