Otomobille Berlin'den İpsala'ya : 3 (Son) (Üsküp-Kavala) | |
Yeniden merhaba… Hatırlarsanız en son Niş’te konaklamıştık. Ağustos tüm Avrupa’da olduğu gibi Sırbistan’da da güneşli ve keyifli bir mevsim. Sabah olduğunda Mc Donalds’dan kahvelerimizi alıp (tanesi 125 RSD) yola çıktığımızda saatler 09.45’i gösteriyordu. Henüz 15-20 km sürmemiştik otoban gişeleri karşımıza çıktı. 190 RSD’lik günahımızı ödedikten sonra insan gerçekten otobanda yolculuk yapacağını düşünüyor ama Sırbistan’da durum pek öyle değil. Yaklaşık 80 km kadar tek yön gidiş-geliş yolda ilerledik. Hız sınırı yer yer 60 km ye kadar düştü. Ağır ağır ilerlemenin en güzel tarafı ise doğal güzellikler. Çevre yemyeşil, bizim köyler hesabı az katlı küçük yerleşimleri seyretmek oldukça keyifli. Makedonya sınırına ulaştığımızda saat 13.00 olmuştu. Sınırdaki duraklamamız yaklaşık 25 dakika sürdü. Bu arada biz sırada beklerken bir grup bisikletli sıraya pek uymadan en öne geçerek kaynak yapmaya çalıştılar. Birkaç Sırp geçebileceklerini söylese de kayınbiraderim Onur şiddetle karşı çıktı ve izin vermeyeceğini söyledi. Onur’un kararlılığından korkmuş olacaklar ki yan gişeden bir başka şoför oraya gelmelerini söyledi. Bizden önce işlerini hallettiler ama kapıdan geçtikten sonra gümrük görevlilerinin hepsini sağa çekerek bisikletlerindekileri kontrol ettiklerini gördük. Eee, kimsenin hakkını yemeye çalışmayacaksın… Sınır geçişimiz birkaç Türkçe kelimenin süslediği kısa ama neşeli bir geçiş oldu. Görevli, küçük bir Makedonya karayolu haritası vererek dikkatli olmamızı rica etti. Sınırı geçtikten 2-3 km sonra gelen otoban gişelerinde 50 Dinarlık borcumuzu ödedik. Burada yol güzel. Daha 10 km gitmemiştik ki yeniden gişeler karşımıza çıktı ve 30 Dinar daha ödedik. Ben bu kadar sık aralıklarla neden otoban ücreti ödediğimizi pek anlamış değilim. Gerçi rakamlar oldukça düşük ama bu iş daha farklı olmalı diye düşünmeden edemiyor insan. Tüm Makedonya’da benzinin litresi aynı: 81 Dinar. (1€=60 Dinar) Yola çıkarken kesin çizgilerle program yapmamış olsak da geç kahvaltımızı Üsküp’te yapmaya ve en azından şehir merkezini şöyle bir görmeye karar vermiştik. Arabayı Makedonya Meydanına yakın bir yere ücretsiz olarak park ettikten sonra kendimizi meydana attık. Üsküp sadece Makedonya’nın başkenti değil aynı zamanda en büyük şehri. Yaklaşık 2.000.000’luk ülkenin dörtte biri burada yaşıyor. Osmanlılar tarafından 1392 yılında ele geçirildikten sonra 500 yıldan fazla bir süre Türk egemenliğinde geçmiş. Balkan savaşlarından önce yaklaşık 1 milyon Türk’ün yaşadığı belirtilen Makedonya’da bugün için 100.000 civarında Türk bulunuyormuş. Savaş öncesi ve sonrasında pek çok insan göç etmiş. Bunlardan bir bölümü de bizimkiler. Önce Saraybosna’ya yakın bir kasabada bulunan ailem bölge karışıp da zulümler artmaya başlayınca önce Üsküp’teki akrabalarına geliyorlar. Bir süre burada kalıyorlar kalmasına ama ortam burada da bozulmaya başlayınca dayanamayıp anavatana göçerek İzmir ve Turgutlu civarına dağılıyorlar. Bu yüzden bölge manevi açıdan da benim için önemli bir yer. Üsküp’ün tam ortasından Vardar Nehri geçiyor ve nerdeyse şehri “Yeni” ve “Eski” Üsküp olarak ikiye bölüyor. Yeni Üsküp modern ve çok katlı binalarla doluyken Eski Üsküp’de ise minareler, eski Osmanlı evleri tarzında yapılar yer alıyor. Vardar üzerinde yer alan ve Makedonya Meydanına açılan Taş Köprü de Osmanlı miraslarından. Fatih zamanında yapılan köprü sonradan restore edilmiş. Yeni Üsküp’te bulunan Makedonya Meydanı adeta şehrin kalbinin attığı yer. Alışveriş merkezleri, kafelerle süslenmiş bu büyük meydanın ortasında atıyla şahlanmış devasa bir Büyük İskender heykeli bulunuyor. Aslında meydanı 5-6 yıl önce görenler bugünkü halini tanımakta epey zorlanırlar zira İskender’in yerinde yuvarlak çiçek bahçesi varmış. Devasa heykel 2011 yılında inşa edilmiş. Taş Köprü’nün meydana bakan girişinde bulunan heykeller ise 2010 yılında inşa edilmiş. Eski Üsküp’te Vardar’ın kıyısındaki çalışmalar da halen devam ediyor. Bu tarafın Osmanlı izleriyle falan ilgisi yok. Klasik bir Avrupa şehri görünümünde. Fazla zamanımız olmadığı için meydanın en güzel köşesinde yer alan Pelister Otel’in restoran-kafesine oturduk. Restoran neredeyse ağzına kadar dolu ve garsonlar bir oraya bir buraya koşuşturuyor. Sonunda biz de garsonlardan birini yakalıyoruz ve siparişimizi verebiliyoruz. Geç kahvaltımız tavuklu ve ton balıklı sandviç (139 Dinar), peynirli-domatesli omlet (149 Dinar), altı parçalık karışık mini tostlardan oluşan bir tabak (269 Dinar), kahve (69 Dinar) ve koladan (84 Dinar) oluştu. Üsküp’ün en pahalı yerlerinden birisindeki fiyatları görünce Makedonya’nın Sırbistan’dan da ucuz olduğunu anlamış bulunuyorum. Yemek sonrası bizimkiler kahveler eşliğinde keyif yaparken kısacık da olsa Taş Köprü’nün öteki yanına geçtim. Hava çok sıcak, güneş öyle bir yakıyor ki… Köprünün ayağında yer alan Turizm levhasına göre sırtınızı Makedonya Meydanına verdiğinizde sağınızda kalan afilli bina Arkeoloji Müzesi. Sol tarafta ilerideki bina yeni restore edilen Tiyatro Binası iken onun yanındaki bina ise henüz çok yeni olan Makedonya Mücadele Müzesi imiş. Köprünün öte tarafındaki Osmanlı izleri çok net biçimde görülmekle birlikte vaktim olmadığı için gezme şansım da olmadı. Zaten başta da söylediğim gibi bu gezide Üsküp’ü gezmiş saymıyorum kendimi. İnşallah yakın bir zamanda çok daha detaylı bir Makedonya gezisi yapacağız. O zaman en ince detayına kadar gezmek nasip olur. Yola çıkmadan önce arabayı park ettiğimiz noktanın biraz ilerisindeki bir marketten tanesi 30 Dinardan 1,5 litrelik sularımızı aldık. Şehri terkettikten sonra tabeladaki yeni istikametimiz Atina. İki farklı noktada bulunan otoban gişelerinde 30 ve 60 Dinar ödedik. Rakamlar çok yüksek olmasa da yanınızda Makedon Dinarı bulundurmanız mantıklı. Zira kurlar oldukça düşükten hesaplanıyor. Üsküp’ten Yunanistan sınırı 160 km. Her ne kadar yol otoban olsa da aslında buna daha çok “yeşilliklerle çevrili otobancık” demek daha doğru olur. Dağların eteklerinden, yer yer tünellerle açılmış yollardan geçerken fazla bir sürat yapma şansınız olmuyor ama manzara gerçekten harika. Taşrasına doğru indikçe Makedonya daha bir bize benzemeye başlıyor. Köy benzeri yerleşimler, küçük minareli bir cami, bolca yeşillik, bolca yol çalışması… Ve Yunanistan… Sınıra geldiğimizde saatler 16.30’u gösteriyor. Yunan sınırı oldukça sakin. Onur bu durumu, Ağustos ayının daha çok dönüş yapılan bir ay olmasına bağlıyor. Aksi takdirde uzun kuyruklar olabiliyormuş. Yunan gümrüğünden geçerken görevli pasaportlarımızı eline alıyor ve tek birinin kapağını açmadan olduğu gibi bize geri veriyor. Ülkeye giriş kaydı bile yok! Tamam, AB sınırları dahilinde sınır kapısı dahi olmamasını anlayabiliyorum ama AB üyesi olmayan bir ülkeden AB üyesi olan bir ülkeye giriş yapıyoruz ve kimse tenezzül edip pasaporta bakmıyor. Arabanın belgelerini şu ana kadar hiç kimse sormadı bile. İlginç… Sınırı geçtikten sonra konaklama yapacağımız Kavala yaklaşık 210 km. Yolun tamamı kaliteli otoban. Yaklaşık 70 km sonra Selanik’ten geçiyoruz ama çevre yolunu kullandığımız için uzaktan selamlamakla yetiniyoruz. Hava kararmaya başlamıştı ki saat 20.00 gibi Kavala’ya ulaştık. Konaklayacağımız yer pek çok gezginin de tercihi olan merkezdeki Oceanis Otel. Çok yeni olmasa da ferah odaları var ve temiz. Caddeye bakan odamız biraz gürültülü olsa da bu yorgunluktan sonra bizim için sorun olmayacağını garanti edebilirim. Geceliği, kahvaltı dahil, iki kişi 50 € iken Ege için de 10 € fark aldılar. Kısa bir temizlenmeden sonra kendimizi dışarıya attık. Arzu ile benim Kavala’ya ilk gelişimiz değil. Daha önce otobüsle yaptığımız turun bir gecesi Kavala’da konaklamış, o dönem şehrin tarihi ve turistik yerlerini keşfetme şansınız olmuştu. Bize Bodrum’u andıran bu keyifli şehri oldukça sevdiğimizi belirtmeliyim. Zaten bilen bilir içinde ya da kenarında su olan şehirleri oldum olası sevmişimdir. Ayrıntılı Kavala gezi yazımı okumak isteyenler Meriç'in Öte Yanı -2: Drama'dan Kavala'ya Batı Trakya linkine bakabilirler. Gezi boyunca Kavala’da kuracağımız masanın hayalini kurmuştum dersem yalan olmaz. Hemen limanda yer alan Zafira Restorana kapağı attık ve oldukça güzel Türkçe konuşan İskeçe Türkü Hüseyin’e siparişlerimiz verdik. Sardalya, kalamar, midye pilav, kızartmalar, yunan salatası, dolma, parmesanlı domates, pazı salata ve aklıma gelmeyen birkaç parça daha… Elbette uzo ve biraları da unutmayalım. Lezzetli ve keyifli bu masanın bize maliyeti 73,20 € oldu. Türklerin turistik Yunan Adaları ve Kavala çıkarmalarına rağmen halen son derece ekonomik. Yemekten sonra sahilde biraz dolaştık. Büfeden aldığımız biraları (tanesi 1,50 €) sahilde bulunan banklarda denize karşı içtik. Akşamın tatlı rüzgârında Ege bir başka keyif verici. Bir parçası olarak dünyaya geldiğim bu coğrafyayı oldum olası sevdim. Ankara’da yaşama zorunluluğunun kederini biraz olsun hafifletmek için ilk çocuğumuza dahi Ege ismini koyduk. Yıllar su gibi geçse de bir gün aktif çalışma yaşamından sonra doğduğumuz ve büyüdüğümüz yerlere geri dönebilmek en büyük hayalimiz. -------- Sabah kahvaltısı çok zengin olmamakla birlikte yine de bize yetti doğrusu. Eşyalarımızı toplayıp oteli terkettiğimizde saat 10.00 olmuştu bile. Meşhur su kemerinin altından geçerek otoban yerine devlet karayolundan Nea Karvali’ye devam ettik. Buraya gelme amacımız daha önceden de tecrübe ettiğimiz meşhur Kavala kurabiyesinden almak. Türkiye’de da yapıyorlar ama buradaki lezzet yok doğrusu. Turla geldiğimizde rehberimiz Mimis, yol kenarındaki İosifidis’in en iyilerinden olduğunu söylemişti. Yine oraya geldik. Yarım kiloluk kutular 4 €’dan satılıyor. Ücretsiz ikramları mideye indirdikten sonra kutuları torbamızı doldurduk ve yolumuza devam ettik. Kısa bir süre devlet karayolundan gittikten sonra otoban levhasından içeriye daldık ve 2,40 € ücretini ödeyerek otobana daldık. Yunanistan’da da otobanlarda benzin fiyatları diğer yerlere göre daha pahalı. Sınırdan birkaç km önce yer alan BP’de benzinin litresi 1,779 €. Bizden ucuz belki ama geçtiğimiz yerlerle kıyaslanınca ciddi pahalı. Daha birkaç yıl önce Avrupa’nın en ucuz benzinlerinden birini satan Yunanistan yaşanan krizle nerelere gelmiş. Fiyatlar artmış olsa da Türkiye’ye girmeden depoyu doldurmayı unutmadık tabi. İpsala kapısındaki Yunan gümrüğüne geldiğimizde saat 13.00 olmuştu. Bir saate yakın bir süre Yunan Duty Freesinde oyalandık. Son dönemde bizim free shoplarda bulamadığım Efe Yaş Üzüm litrelik 15 €, Yeni Rakı litrelik ise 18,90 €. Midilli kökenli meşhur Barbayanni Uzo nun litresi ise 12,50€. Tıpkı geçen sefer olduğu gibi yine buradan Ege’ye Adidas eşofman takımı aldık (29 €). Bu sefer bir hovardalık yaparak kendime de Adidas yürüyüş ayakkabısı aldım (36,75 €) Siz siz olun arabayla İpsala kapısından giriş yada çıkış yapıyorsanız mutlaka Yunan free shopuna da uğrayın. Özellikle kılık kıyafet ve ayakkabı bölümüne bir bakın derim. Memlekete girişimiz 14.00’ü buldu. Sadece burada arabamızın bagajının açılması talep edildi ve kontrol yapıldı. Neredeyse 2500 km yol gelmiştik, 6 ülkeden geçtik, sadece Türkiye girişinde kontrol yapıldı. Ve sorulan ilk soru: “Alkol var mı?”, “Kaç Şişe?”. Ne diyeyim, canım Türkiyem…. Dört günlük macera akşam saatlerinde Dikili’de son buldu. Sorunsuz ve keyifli bir yolculuktu. Benim için bir geziden çok arabayla seyahat tecrübesiydi. Bu yüzden klasik gezilerimdeki gibi olmadı hiçbir şey. Gördüğüm şehirleri gezmiş olarak kabul etmiyorum kendimi. Gerçi Budapeşte ve Kavala daha önceden bildiğim yerlerdi. Niş ve Üsküp ise hoş bir seda olarak geldi geçti. Şunu anladım ki arabayla, hele de Alman plakalı bir arabayla, Avrupa’da dolaşmak son derece kolay ve rahat. Aynı zamanda oldukça ekonomik. Bugüne kadar çekindiğim bir şeydi ama artık böyle bir sorunumun kalmadığını düşünüyorum. Yunanistan’ı dışarıda tutarsak Balkanlara ilk defa ayak basmıştım. Fazlasıyla bizden çok şeyleri olduğunu düşünüyorum. Bundan sonra da Balkanlara gezilerim devam edecek. Beni izlemeye devam edin… |
Yazılan Yorumlar... | |
denizci (25 Aralık 2013) |
Ne kadar silmek isteselerde Balkan coğrafyasından Osmanlı ve Türk izini tam olarak silemezler. 500 yıldan fazla bir süreden bahsediyoruz. Binlerce kelime, akrabalık ve daha ne ilişkiler. Kendileri küçük ama bizdeki etkileri son derece büyük ve önemli onlarca şehir ve kasabadan bahsediyoruz. Üsküpte bunlardan birisi kuşkusuz. Gezemediğiniz Osmanlı bölgesini mutlaka görün derim. Hem de imkan varsa tecrübeli bir rehber eşliğinde. O zaman insan daha bir garip ve duygusal oluyor. Teşekkürler. |