Strabon adını verdiğimiz gezi grubumuzdan 34 arkadaşımızla Şeker bayramı tatilini geçirmek üzere Özbekistan’a gittik. Orta Asya’nın en önemli medeniyetlerine ev sahipliği yapan bu ülkede 8 gece kaldık ve sırasıyla Taşkent, Khiva, Buhara ve Semerkand’ı gezme imkanı bulduk. Geziye katılan her arkadaşımızda hayatı boyunca unutamayacağı güzel ve duygusal anılar bırakan bu seyahatimizle bizden 4000 km uzakta yaşayan bizden olan insanları ve toprakları ile tarihini yakından tanıma fırsatı bulduk.
İlk Gün Taşkent
Özbekistan Havayolları ile İstanbul’dan havalanan uçağımızla yaptığımız dört saatlik uçuş sonrasında başkent Taşkent’e ulaştık. Ülkede sıkı bir gümrük rejimi uygulanmakta ve yanınızda getirdiğiniz her türden değerli eşyayı uçakta dağıtılan forma doldurmak suretiyle beyan etmek zorundasınız. Bu formlar ülkeye girişte ve çıkışta gümrük memurlarına onaylatılmaktadır. Bu sıkı kontrol nedeniyle gerek Özbekistan’a gidişte gerekse dönüşte havaalanlarında bir takım kişiler yanınıza gelerek özellikle ellerindeki diz üstü bilgisayarları size emanet ederek gümrükten geçirmenizi istemektedirler. Yardım edip etmemek size bağlı tabii. Bazı Özbek vatandaşları Türkiye’den satın aldıkları malları ülkelerinde satarak geçimlerini sürdürmekteler. Ancak gümrükte tüm bavullar tek tek açılarak kontrol edilmekte ve bu işlem hayli zaman almaktadır. Yaklaşık bir saatlik bekleyişimizin ardından havayolu yetkililerinden birinin araya girmesiyle bizim grup için ayrı bir kontrol noktası açıldı ve bu noktadan ülkeye giriş yapabildik.
Dışarıda bizi bekleyen otobüsümüz ve rehberimizle Taşkent’in simgesi haline gelen Özbekistan Oteline vardık. İki saatlik dinlenmenin ardından ilk iş olarak elimizdeki dolarları Özbek milli parası olan Sym’la (sum diye okunuyor) değiştirmek oldu. Eğer döviz bürosunda bozdurursanız bir ABD Doları 1,50 sokaktaki “seyyar döviz bozucular”a bozdurursanız 1,85 Sym. En büyük banknot sadece bin Sym olduğundan yüz dolar bozdurunca elinizde 185 adet banknot oluyor ve sayması ve taşıması büyük problem yaratıyor.Tabi bu arada biz sokakta bozdurmayı tercih ettik ve bazılarımız on bin Sym’a varan tutarlarda eksik para aldılar ama itiraz edecek cesareti pek bulamadılar. Nihayetinde bir polis devletindesiniz ve tartışmanın sonunun size nelere mal olacağını kestiremezsiniz.
Taşkent, Sovyetler Birliği zamanında Moskova, Kiev ve St. Petersburg’dan sonraki dördüncü büyük kent imiş. 2,5 milyon nüfusa sahip kent düz bir arazi üzerine kurulu. Taşkent, biz niye böyle bir şehre sahip değiliz dedirtecek kadar düzenli ve geniş yolları, büyük parkları, yüzyıllık ağaçları olan ve her durağı ayrı bir sanat galerisine benzeyen bir metroya sahip. O kadar güzel metro istasyonları var ki “merak eden varsa gelip kendi gözleriyle görsün” politikaları nedeniyle içeride resim çekmeye müsaade etmiyorlar.
Taşkent’te hem araçlar hem de yayalar için geniş yollar var ve her yer tertemiz. Ankara’ya düzenli şehir diyenlerin oraları gördükten sonra ne düşüneceklerini ve şehirlerimizi yaşanmaz hale getirenler için neler söyleyeceklerini çok iyi biliyorum.
Semarkand gibi bilinen ve yıllarca buradaki medeniyetlere başkentlik yapan bir kentleri olmasına rağmen başkentlerinin neden Taşkent olduğu sorusunun cevabı insanı hiç şaşırtmayacak cinsten. Çünkü Semarkand’da Tacikler yaşamakta, Taşkent’te ise Özbekler. Taşkent’in neden bu isimle anıldığını sorduğumuzda aldığımız yanıt ise hamasetin tüm dünyaya yayılmış bir virüs olduğunu kanıtlayacak cinsten. Kentlerini düşmanlardan savunurken gösterdikleri kahramanlıkları bu sıfatı kazanmalarını sağlamıştı. Taş gibi sağlam insanların yaşadıkları kent, Taşkent. Neyse bizim bu tarz hikâyelerimiz var. (Aynı kandan geliyor olmamızın bir kanıtı olarak düşünülebilir)
Taşkent’teki rehberimiz Dağıstan kökenli Anjelik. Samimi, iyi niyetle yardımcı olan ama tarihi bilgisi biraz zayıf. Gerçi bu durum bizim grubu fazla etkilemedi çünkü bu toprakların dini ve siyasi tarihini iyi bilen arkadaşlarımız bu açığı kapattılar. Eski Taşkent olarak adlandırılan bölgede birkaç tarihi binanın yanı sıra gezdiğimiz bir müzede dünyanın en büyük Kuran-ı Kerim’i görme fırsatını bulduk. Müzede fotoğraf çekmenin yasak olduğu konusunda uyarılmamıza rağmen aramızdan bazıları bu kuralı delerek birkaç poz çekmeyi başardı. Tabi biri yakalandı ve yoğun ricalar üzerine (Türkiye’den geldik, gardaşız biz, özümüz bir vs türünden) makinesine el konulmadı. Taşkent’te Rus nüfus da yaşamakta ve orta Asya merkez Ortodoks Kilisesi de burada bulunmaktadır.
İkinci Gün Khiva
Seyahatimizin ikinci günü sabah saat 4’te başladı. Saat 04:30’da kahvaltı ve havaalanına hareket. Taşkent’ten saat 7’de havalanan uçak bizi Özbekistan’ın batı ucundaki Urgenç kentine götürdü. Tabii burada bir parantez açıp uçağımızdan bahsetmek gerekiyor ki daha check-in yaptırırken Özbek Havayollarının panoda asılı reklamı gözümüze çarpıyor. “Uzbekistan Havo Yolları İyi Şanslar Diler”. Bu reklamın bizlerde yarattığı duygu ve düşüncelerle Rusların meşhur, ikisi kanatta biri uçağın tepesinde, kuyruk kısmında bulunan üç motorlu Tupelov’una bindik. O kadar uzun ve yüksek bir uçak ki önce ön taraftaki yolcuları uçağa alıyorlar sonra orta sıradan itibaren geriye kalanları. Aksi takdirde uçak daha hareket etmeden kalkış moduna geçebiliyor. Uçak her ne kadar dışarıdan büyük görünse de içeride koltuğa zorlukla sığılabiliyor ve balık istifi şeklinde yolculuk yapıyorsunuz. Tabii reklamın verdiği moral bozukluğuna bir de uçağın giriş kapısındaki paslanmayı ve kopmuş lastik parçaları, hissettiklerinize ekleniyor ve o andan itibaren her anı dolu dolu yaşamaya başlıyorsunuz. Ancak tüm bunlar uçağın kalkışı ile birlikte son buluyor ve birden haykırmak istiyorsunuz. TUTO (Tüm Uçaklar Tupelov Olsun) Görünüşe aldanmamak lazım. Mükemmel bir yolculuk. Ben böyle uçak görmedim. Ne kalkışta ne de inişte bir sarsıntı oldu.
Urgenç’te bizi Türkiye Türkçesini bilen rehberimiz Mansur karşıladı ve buradan Türkiye’den satın alınmış üzerinde Hakiki Koç yazan otobüsümüzle Khiva’ya doğru hareket ettik. 25 km uzaklıkta bulunan Khiva’ya vardığımızda ilk iş olarak Melika isimli otelimize gittik. Melika bir oteller zinciri ve Özbekistan’da ziyaret ettiğimiz tüm kentlerde var. Rehberimiz Khiva’da şebeke suyunun aşırı tuzlu olduğunu ve içilmemesi gerektiğini söyleyerek marketten bol miktarda şişe suyu almamızı ve dişlerimizi dahi bu sularla fırçalamamızı şiddetle tavsiye etti. Biz de öyle yaptık. Neyse.
Cebirin kurucusu El Harezmi ve büyük bilgin Buruni’nin yetiştiği Khiva, eski bir Türk yerleşim yeri ve Harezm olarak bilinen yerin merkezi. Bu bölgenin insanları ile rahat iletişim kurabiliyorsunuz çünkü Özbekistan topraklarında sadece Harezm bölgesinde yaşayanlar Türkiye Türkçesine en yakın dili konuşuyorlar. Kullandıkları kelimeler eski Türkçe ve şivesi daha anlaşılır. Biraz dikkat edince sohbet dahi edebiliyorsunuz. UNESCO tarafından dünya kültür mirası listesine konulan Khiva kenti bozulmamış yapısıyla insanın kendisini 500 yıl öncesindeymiş gibi hissetmesini sağlıyor. Gün boyuca kenti gezip hala yaşamını orada sürdüren halkla iletişim kurabiliyorsunuz.
Özbekistan’da eski bir gelenek olan, düğün öncesi gelin ve damadın kalabalık bir toplulukla tarihi yerlerin ziyaret edilmesi ritüeline burada da şahit olduk. Öğlen yemeğinden sonra rehberimiz bizi geniş avlusu olan bir eve götürdü ve orada Özbek halk müziğini dinleme fırsatı yakaladık. Bu arada yemekler üzerine tek söyleyebileceğim şey çok lezzetsiz olduklarıdır. Anadolu mutfağını taparcasına seven bizler için burası tam bir eziyet oldu tıpkı Avrupa’daki ülkelerde olduğu gibi. Rejim yapmak isteyen ama bir türlü beceremeyen kızlarımıza Özbekistan’da bir hafta geçirmelerini tavsiye ederim. Dönüşte her biri mankenlik ajansına başvurabilir. Bu arada Ortadoğu coğrafyasında arak, rakı olarak adlandırılmasına karşın burada votka anlamında kullanılmaktadır, ilgilenenlere duyurulur. Her şey bir yana Khiva muhteşem bir yer, görmeye değer.
Üç Gün Buhara
Sabah otobüsümüzle Buhara’ya doğru 6 saat sürecek olan yolculuğumuza başladık. Bu güzergah çok ilginçti çünkü 6 saat boyunca ünlü Kızılkum çölünü ve bu çölün içinden akan Amuderya’yı geçtik. Tarih ve coğrafya derslerinden kulağımızda kalan Amuderya ve Sırderya bu topraklarda akmaktatır ve bu iki nehrin arası olan Maveraünnehir de bizatihi Özbekistan’ın kendisidir. Nehirlerin Türkçe isimleri ise hatırlayacağınız üzere Seyhun ve Ceyhun. Her iki nehir de derya ismine layık olacak şekilde oldukça büyük. Hemen şunu da belirteyim ki Kızılkum kafamızda canlandırdığımız türden ince taneli kumdan oluşan ve hiçbir bitki örtüsü barındırmayan bir çöl değil. Aksine üzerinde bu nasıl çöl kardeşim dedirtecek kadar çok bitki var.
Yolculuğumuz esnasında ıssız koca çölün ortasında, çobanlık yapan ve kıl çadırın içinde hayatını sürdüren bir Türkmen ailenin konuğu olduk. Ve bu garip çölde inanmayacaksınız ama sağanak yağmura yakalandık. Özbekistan iklimi itibariyle meyvenin bol yetiştiği bir ülke, özellikle kavun ve karpuzların tadına doyum olmuyor. Özbekistan’a gidecek olup da ne istersin oradan diye soracak olan dostlarınıza “karpuz ya da kavun getir” diyebilirsiniz.:) Otobüsle yaptığımız yolculukların en zevkli anları kavun karpuz molalarıydı. Kavun, bizim kavunlara göre daha sert ama daha tatlı.
Buhara’ya akşam saatlerinde vardık ve burada da Melika otele yerleştik. Taşkent haricindeki yerlerde kaldığımız otellerde duş ve el yıkamak için bir tane sabun veriyorlar, ikincisi için özellikle talep etmeniz gerekiyor. Titiz halkımıza duyurulur ve evinizde kullandığınız el sabunu ve şampuanınızla buralara gelmeniz tavsiye edilir. Laf temizlikten açılmışken belirteyim, Özbekistan’da maalesef tuvalet kültürü pek gelişmemiş durumda. Özellikle şehirlerarası yolculuklarda sıhhî tuvalet bulma konusunda yaşanan sıkıntılar nedeniyle ihtiyaçlar çiçek toplama yöntemiyle gideriliyor. Buna rağmen dönüşte iki arkadaşımız sarılık oldu, aman dikkat.
Buharadayız. Namı diğer Buhara-ı Şerif. İslamiyet’te en değer verilen ve şeriflik olarak adlandırılan yedi kentten biri. Tek kelimeyle inanılmaz bir şehir. Güzel olan bir tarafı da tarihe olan saygıları. Özellikle eski Buhara denilen bölgede modern anlamda yapılaşmaya gidilmemiş. Medrese ve camiler ön planda ve bunlar şehrin en yüksek yapıları. Çölün ortasında kurulmuş bir kent olduğu için serinlemek amacıyla şehrin birçok yerine 120’nin üzerinde havuz yapılmış ancak günümüz itibariyle bunlardan sadece 27 tanesi kalmış. Bu havuzların birinin etrafında yemek yiyebileceğiniz ve çay- kahve içebileceğiniz mekanlar mevcut. Buralarda şaşlık (şiş kebap) yiyebilir, yanında Sarbast (bira) içebilirsiniz.
Buhara’da birçok medrese ve cami gezebilirsiniz. Ayrıca Buhara kalesi de görülmeye değer bir yer. Bu noktada iki hususa dikkatinizi çekmek isterim. Birincisi camilerde minare kullanılmamış. (minaresiz cami olmaz diyenlere) Bir diğeri de hoparlörlerden ezan sesi duymuyorsunuz, çünkü ezanı çıplak sesle okuyorlar ve namaz vakitlerinin herkes tarafından bilindiğini belirterek hoparlör kullanmanın gereksiz olduğunu ifade ediyorlar. (İran’da da benzer durum söz konusu. Hoparlörün sesini sonuna kadar açan müezzinlerimizin dikkatine) Buhara emirinin yazlık sarayı da şerhin 10 km kadar dışında. Bir zamanlar sayıları 30.000’in üzerinde olan ancak şu anda küçük bir cemaati kalan az sayıda Yahudi de Buhara’da yaşamaktadır. Bir Sinagog’da ibadetlerini yerine getirmektedirler.
Buhara’nın en önemli özelliklerinden biri de Nakşibendi tarikatının kurulduğu topraklar olmasıdır. Burada Nakşi tarikatının kurucusu Bahaeddin Nakşıband ile onun hocası Abdulhak Gujduvani’nin türbelerini ziyaret edebilirsiniz. Nakşıband türbesi Türkler tarafından onarılmış, (taharet musluğunun varlığı bunu kanıtlıyor) çevre düzenlemesi ve tarihi yapılarıyla görülmeye değer bir yer. Ayrıca türbenin içinde yer alan mezarlıklar da bizdekilerden oldukça farklı. Kimi mezarların üzerlerinde ölen kişinin resmi var.
6. günün sabahı Buhara’dan yola çıktık ve Özbeklerin milli kahramanı Amir Timur’un doğduğu kent olan Şahr-ı Sabz’e geldik. Annesi Türk babası Moğol olan Timur’un kurduğu imparatorluk Türk-Moğol İmparatorluğu olarak anılmaktadır. Timur’un doğduğu kent Şahr-ı Sabz yeşil şehir anlamına gelmektedir. Timur doğduğu kente çok büyük bir saray yaptırmış (Aq-Saray) ancak uzun yıllar sonra bu kenti ele geçirenler birçoğunu yıkmışlar. Günümüze kadar ulaşan kalıntılar ise sarayın yapıldığı zamanki boyutları hakkında fikir verebilmektedir. “Bizim gücümüzden şüphe duyanlar gelip yaptığımız binalara baksınlar” diyen Timur, insanı dehşete düşüren gücünü, bıraktığı eserleriyle de göstermektedir.
Şahr-ı Sabz’den ayrıldıktan sonra uçsuz bucaksız pamuk tarlalarının içinden geçerek yolumuza devam ettik. Bu esnada rehberimizden Özbekistan’ın ekonomik ve sosyal hayatına dair ilginç bilgiler edindik. Özbekistan Sovyet kontrolü altına girince toprak mülkiyeti ortadan kalkmış ve bütün toprak ağaları sahibi oldukları pamuk tarlalarında işçi olarak çalıştırılmaya başlanmışlar. Ancak bağımsızlıklarını kazandıktan sonra bu topraklar eski sahiplerine geri verilmemiş. Şu anda dahi Özbekistan’da tüm topraklar devlete ait ve ekonomisinde önemli paya sahip olan pamuğun toplanmasında ortaokul ve lise öğrencileri hasat zamanı geldiğinde çalıştırılmaktadır. Yağmurlar başlamadan toplanması gereken pamuğun hasadına Taşkent’teki okullarda okuyanların dışında kalan tüm öğrenciler katılmaktadır. Tabi toprak mülkiyetinin olmaması şehir rantı diye bir kavramın oluşmasını da önlemiş ve imar oyunları ile köşeyi dönme olmadan sağlıklı bir kentleşme gerçekleşmiştir. Ve Semarkand. Zarafşan dağlarının eteğine kurulmuş olan bu kent birçok medeniyete başkentlik yapmış ve bu özelliğinden dolayı da çok kez saldırılara maruz kalmıştır. Bugün itibariyle Semarkand tarihi özelliğinin yanı sıra modern yapısıyla da kendine hayran bıraktırmaktadır. Şehirde önemli sayıda Rus nüfus yaşamaktadır. Bunun dışında burada Tacikler ağırlıktadır ve genelde Tacik dili konuşulmaktadır.
Registan meydanı, Uluğ Bey medresesi, Şirdar medresesi, Tilla Kari medresesi, Bibi Hatun türbesi, Şahi Zinda türbesi, Ruhabad türbesi, Hazret Hızır camii ve Hazret Daniyar türbesi, Hazret Hızır camii, Hazret Daniyar ve Emir Timur’un anıt mezarının bulunduğu Gur-i Emir türbesi ziyaret edilmesi gereken yerler. Ayrıca bir dönem Ali Kuşçu’nun da çalışmalarını sürdürdüğü Uluğ Bey rasathanesi ve Uluğ Beyin çalışmalarının gösterildiği müzeyi de ziyaret etmeniz şiddetle tavsiye edilir. Buraları gezerken Semerkant’ın neden Doğu Rönesans’ının merkezi olduğu daha iyi anlaşılıyor. Bu yerlerden Uluğ Bey rasathanesi dışında kalanların tamamı birbirine çok yakındır ve yürüyerek gezilebilecek uzaklıktadır. Semekand’ta da çok güzel bir otelde iki gece konakladıktan sonra tekrar Taşkent’e doğru yola çıktık. Son gece Taşkent. Rehberimizin anlattığına göre Özbekistan’ın bağımsızlığını kazandığı günden bu yana geçen 18 yıl boyunca Türkiye’den gelen turist kafileleri beş on kişiyi geçmemiş. 34 kişilik grubumuz, 18 yıldır Türkiye’den turizm amaçlı gelen en büyük kafile olmuş. Eeee bunun bir karşılığı olacaktı elbette ve tur şirketi “gardaşlarına” bir kıyak geçti ve hepimizi Özbekistan’daki son gecemizde Taşkent’in en güzel oteli olan Dedeman’da konaklattı. Bayramı Özbekistan’da geçirdik ama bayram burada sadece bir gündü. Özbekler Ramazandan sonra sadece bir gün bayram yapıyorlar. Onların en büyük bayramı Nevroz, tam bir hafta kutlanıyor. Nevroz denildiğinde gözleri parlıyor ve “ooooo büyük bayram” karşılığını veriyorlar. Daha önce de belirttiğim gibi bu topraklar birçok medeniyete ev sahipliği yapmış. İran etkisi hem mimaride hem de sosyal yaşamda hissediliyor ve Zerdüştlükten kalma gelenekler devam ettiriliyor. Özbek kimdir sorusu hepimizin merak ettiği bir soruydu. Rehberimize sen Özbek misin diye sorduğumuzda “yüzyıl önce Özbek diye bir şey yoktu herkes doğduğu kente ait olduğunu belirten ifade ile kendini tanıtırdı” yanıtını verdi ve ekledi “ben Buharalıyım”. Daha önce de belirttiğim gibi Timur, Özbeklerin milli kahramanı ve Timur’un torunlarından birinin adı da Özbek, sanırım bu komutanın ismiyle kimliklerini ifade etmeyi uygun bulmuşlar. Aslında bu husus o kadar da önemli değil, sonuçta Türkiye’den gelen bizlere kardeş gözüyle baktılar ve ilgilerini hiç eksik etmediler. Sizler de onlardan sevginizi eksik etmeyin ve yurt dışı planınıza Özbekistan’ı da dahil edin. Peki bu gezi ne kadara mal oldu? Vize ücreti, İstanbul-Taşkent, Taşkent-Urgenç, Taşkent-İstanbul arası uçak ücretleri, Urgenç-Khiva, Khiva-Buhara, Buhara- Semarkand, Semarkand Taşkent arası otobüs transferleri ile şehir içi transferler, 8 gece konaklama, sabah-öğle-akşam yemekleri toplam 1100 Euro. Umarım okunabilecek hoş bir yazı olmuştur. Gidecek arkadaşlara az da olsa faydalı olabildiysem ne mutlu bana…
Hoşçakalın… İyi seyahatler…
|