Endülüs gezimizin üçüncü gününde, Sevilla’dan trenle öğle vakti geldiğimiz Cordoba’da otelimizi bulup, valizlerimizi teslim ettikten hemen sonra keşfe çıkıp, hızlı biçimde gezerek, şehrin tarihi merkezinin hemen tamamı hakkında bilgi sahibi olmuş, sıra asıl mücevherini görmeye gelmişti. Gösterişli avlu kapılarını, çakıl taşı döşeli, eski minare yeni çan kulesi ile yarışan palmiyeler, selvi, zeytin ve en çok ta portakal ağaçlı avlusunu hayranlıkla seyredip, fotoğraflarını çektikten sonra, yıllardır görmeyi dilediğim Kurtuba Ulu Camii’nin bilet gişesine yöneldik. Dış görünümünde fazla gösterişi olmayan, oldukça sade mimari özelliğe sahip, cami-katedrale 8 EU ücretle giriliyor.
Kapıdan heyecanla adım attığımızda ilk olarak, sanki bütün ışıklar söndürülmüş gibi ortamın oldukça loş olması sebebiyle kalakaldım ve “eyvah burada hiç fotoğraf çekilmez” endişesi ile kısa süreli korku yaşadım. Oysa ne büyük hayallerle gelmiştim, az sonra gözlerimiz alışınca ve çoğu tarihi camimizdeki pırıl pırıl günümüz kristal avizeler yerine buradaki kandil tipi aydınlatmalardaki mevcut lambaların, ibadethanenin sakinlik ve uhrevi havasına daha yakışmış olduğunu düşününce ilk panik halim düzeldi ve bulunduğum bu muhteşem, ayrıcalıklı anın keyfini çıkarmaya başladım. Bir başka ayrıcalık ise hem turizmin yoğun olmadığı Sonbahar, hem de günün geç saati olması nedeniyle 23.000 m2 lik, yay şeklinde, çift sıralı, kırmızı beyaz bölmeli kemerlerin süslediği bu koskaca sütunlar ormanında kızım ve benden başka 2- 3 kişinin olmasıydı. İspanyolların La Mezquita diye adlandırdıkları, Kurtubanın Ulu Camisi bütün ihtişamıyla, adeta bize özeldi.
Kurtuba Camii batı tarafındaki sokaktan bir kare ve batı duvarındaki avluya giriş…
Kurtuba Camii batı duvarında avluya girişte iç kapı…
Kurtuba Ulu Camii batı duvarı süslemesi ve camiinin avlusu…
Bu bölgede başlangıçta, Roma tanrısı Janus adına yapılan pagan tapınak bulunuyormuş. Vizigotlar, MS.572 yılında, yerine Saint Vincent adıyla kilise yapmışlar. Kurtuba 856 da Endülüs Emevi Devletinin başkenti olduğunda kilise 30 yıl kadar Hıristiyan ve Müslümanların ortak ibadethanesi olarak kullanılmış, 875 yılında 1.Abdurrahman, arsa bedeli için Hıristiyanlara 100 bin dinar ödeyerek kilisenin üzerinde, Şam’daki Emevi camisini örnek alarak mevcut gotik sütunların üzerine caminin inşasını başlatmış ve bir yılda tamamlanmış. Caminin o zamanki büyüklüğü 75x100 m idi, inşasında kullanılan dayanaklı taş ve güzel damarlı mermerler Siena Morena bölgesindeki taş ocaklarından temin edilmiş, ahşaplar için Lübnan sedirleri kullanılmış. Caminin yönünün tam olarak güney-doğu’daki kıbleye dönük olmadığı mihrap nişinin güneye doğru olduğu, bunun sebebinin bazı kaynaklara göre yapıda kullanılan kilise sütunlarının konumu yüzünden, bazı kaynaklara göre de Şam’daki Emevi (Beni Ümeyye) Camii ile aynı paralelde olması hesap edildiği rivayet edilmiştir. Fas’tan gelen muhafazakar Muvahhidlerin kıblenin yanlış konumlu olduğu için burada namaz kılmayı reddedip, başkenti, İşbiliye (Sevilla’ya) taşıdıkları, orada (sonradan yıkılıp yerine Sevilla Katedralinin yapıldığı) camiyi inşa ettikleri de söylenceler arasındadır. Daha sonra gelen hükümdarlar, yaptıkları ilavelerle mevcut bütünlüğü koruyarak camiyi genişletmişlerdir. Bu ilavelerle büyüklüğü 175x134 mt ye ulaşmıştır. III.Abdurrahman avluyu kuzeye doğru büyütünce önceki minarenin 10 m kuzeyinde bu günkü 33.5 mt. yüksekliğindeki minareyi yaptırmış. Minarenin özelliği, birbiriyle ilişkisi olmayan iki merdivenle şerefeye çıkılabilmesi ve dört köşeli minare stilinin Avrupa’daki ilk örneği olmasıdır. Cami tamamlandığında altısı Batı duvarında, altısı avlu kenarında, yedisi Doğu duvarında olmak üzere 19 giriş kapısı vardı ve 24 saat açık bulunurdu. Caminin taşıma sitemini oluşturan mermer sütunlar ve at nalı biçimli çift sıra, beyaz taş ve kırmızı tuğladan yapılı kemerler, çarpıcı güzellikteki iç dekorasyonu da oluşturmuştur. Sütun sayısı 200 yıl süren ilaveler ve genişletmelerle 1093 e ulaşmış ancak katedral inşası sırasında yıkılanlardan sonra bugün 856 sı ayakta kalmıştır. Sütunlardan oluşan 19 paralel yol, bu doğrultuya dik gelen 36 yolu dik açıyla keser. Koridorların Lübnan sedirinden yapılmış ahşap tavan bezemeleri de göz kamaştırıcıdır.
Kurtuba Ulu Camii avlusu ve Katedral çan kulesi… Solda Kurtuba Ulu Camii avlusunun kuzey kapısı detayı; sağda ise camiye giriş kapısı detayı…
En önemli değişim ve caminin benzersiz güzellikteki muhteşem mihrabı, II. Hakem (961-976) zamanında yapılmıştır. Diğer camilerde mihrap duvarda açılmış niş içinde iken Kurtuba Ulu Camiinde oda şeklinde yapılmıştır, odanın zemini altıgen biçimli, köşelere denk gelen duvar da at nalı şeklinde süslemeler yerleştirilmiş küçük bir mekandır. Asıl özelliği istiridye motifiyle bezeli kubbeli tavanıdır. Sekizgen yapılı tavanın kasnaklarını çepeçevre kufi yazılar süsler. Mihrap kemeri sağlı sollu biri mavi diğeri pembe iki çift sütun üzerine oturtulmuştur, bu sütunların üzerindeki her biri üç boğumlu oylumlu kemerler olağanüstü taş işçiliklidir. Mihrap üzeri ve tavanında kullanılan mozayikler, Bizans’ın başkenti Kostantinopolis’ten gelmiştir. II.Hakem’le dostluk ilişkileri içinde olduğu devrin Bizans İmparatoru Nikeforos, gemilerle 320 ton cam parçasını mozayik işçisi ustalarla birlikte Kurtubaya göndermiştir. Endülüs sanatı, Abbasi ve Bizans sanatı ile uyum sağlayarak bu eşsiz sanat eseri ortaya çıkmıştır. Mihrap kemerinin hemen üzerinde sarı zemin üzerine lacivert renkte Naşr suresinin son ayeti yazılmıştır. Onun üzerinde mihrabı çevreleyen kobalt mavisi zeminde altın varakla yazılı iki sıralı ayrı bir tezhip bulunur. Mihrabın kubbesindeki süslemelerde geometrik bir düzen içinde yerleştirilmiş çiçek ve bitki motifleri, bunları birbirine bağlayan simetrik kuşaklar, dallar ve gövdeler bulunur, renk olarak kırmızı mavi yeşil en çok ta altın sarısı kullanılmıştır. Mihrabın iki yanında benzer stilde ama daha sade yapıda bronz kapılı iki bölüm daha vardır. Bunlardan soldaki Beyt-ül Mal odasıdır, burada genellikle cami aydınlatması olarak kullanılan mumlar zeytinyağı kokulu tütsüler, bazı kutsal emanetler ile ilk dört sayfası Hz.Osman’ın el yazması ve üzerinde onun kan izleri olan kuran-ı kerim konmuştur. Kutsal emanetler her Ramazan ayının 27.gecesi (Kadir Gecesi) oradan çıkarılarak halkın huzuruna sunulurmuş. Hıristiyanlar zamanında bu oda kardinalin dua odası olarak düzenlenmiştir. Mihrabın sağındaki Sebat odası, Maksura bölümü olarak, halifenin ve diğer yöneticilerin namaz kılması için ayrılmıştır. Süslü bir kapı ile saraya giden yola açılır. Bu anlamda Maksura, Osmanlı sultanlarının camilerdeki hünkar mahfili vazifesini görür. Hazırlanışı yedi süren, fildişi, değerli taşlar abanoz ağacı, altın çiviler kullanılarak yapılan ve ahşap işçiliğinin benzersiz örneği olarak belirlenen minberden bugün için hiçbir iz yoktur. Cami içindeki Doğu-Batı rüzgârlarının ayarlanması ile akustiği son derece mükemmeldir. Kurtuba Camii başkentte oluşu nedeniyle devletin merkez camisiydi, hükümdarlar Cuma hutbesini burada verirler, yeni devlet başkanları için orada biat olunur, cihat kararları gibi önemli olaylar onun minberinden ilan edilirdi. Avlusunun batı kanadında yer alan revaklar altında Yaz günleri İbn-i Rüşd gibi bilginler talebelerine ders verirdi, bazen de şehrin kadısı küçük anlaşmazlık davalarında tarafları dinleyip hemen karara bağlardı. O dönemde 113 avize içinde binlerce kandilin yanması için yılda 20 ton zeytinyağı kullanılır, havanın kokulandırılması için ödağacı, amber yakılırdı.
Solda Kurtuba Ulu Camii mihraba giden ahşap tavanlı koridor, sağda ise mihrap kemerlerini taşıyan pembe, mavi sütunlar… Kurtuba Camii çift kemerli kolonları… Kurtuba Ulu Camii Bizans mozayikleri ile süslü mihrap ve mihrap yen kemerlerinin detayı…
1236 yılında Kastilya kralı III.Ferdinand El-Santo Kurtuba’yı işgal edince, kendilerinin kutsal bir gününe denk getirip kardinal ve papazları yanına alarak Ulu Camiye gelir mihrabın önünde küçük bir şapel yapılarak dua eder camiyi kilise olarak St.Marie Majeure adıyla takdis eder, ancak herhangi yapısal değişikliğe gitmez. 14.yy başlarında törenler için mihraba yakın Capilla Real daha sonra da Hıristiyan tebasındaki Müslüman mimarlara müdejar mimari stili ile caminin bütünlüğüne sadık kalınarak aynı işçilik tarzıyla Capilla Villaviciosa adıyla küçük kilise yapılmış. Yanı sıra kilisenin yanındaki koridorların ahşap tavanları sökülerek, taş işçiliği ile yeniden yapılandırılmıştır. Caminin 19 giriş kapısı, üçü dışında kapatıldı. 1523 yılında Cordoba Ruhaniler Meclisi Ulu Caminin ortasına katedral inşa kararını aldı. Bu sırada tüm Avrupada Rönesans çağının en parlak dönemi yaşanmaktadır. Bunun için imparator V.Carlos’tan özel izin alınarak mihraba paralel koridordaki 63 sütun yıkılarak Doğu-Batı yönünde kilise inşa edilmeye başlanır. Mevcut minarenin üzerine kare planlı iki katlı çan kulesi ilave edilir. İlk katta 8 kilise çanı ikinci katta sadece önemli dini günlerde kullanılan büyük çan yerleştirilmiştir, kulenin zirvesine Aziz Rafael’in heykeli dikilmiştir. Katedralin yapım süresi, caminin ihtişamını gölgede bırakma isteyen kardinallerin dini baskısıyla, daha sonra gelen hükümdarlar tarafından üç kuşak mimarın farklı mimari tarzlar kullanmasıyla 2.5 asra yakın sürer. Katedrale açılan koridorlarda ve kemerlerdeki değişiklilerden başka, içinde son derece değerli taş ve mücevherlerle bezeli heykelleri, tabloları dini objeleri barındıran sekizgen köşeli müze, çepeçevre 30 kadar çeşitli azizlere adanmış şapel yapılır. Ana altarın karşısında 1766 da Sevilla’lı heykeltıraş Duque Cornejo imzalı, ağaçlarının Amerika’dan getirildiği koro bölümün yapılmasıyla inşaat tamamlanır.
Kurtuba Ulu Camii mihrap tavanı ve Sebat Odasından bir detay… Solda La Mesquita içindeki Santa Teresa Şapeli sağda ise Cordaba’nın 1236’daki fethini anlatan kompozisyon; Kastilya Kralı 3.Fernando, bütün azameti ile ve önünde diz çöküp, biat eden Endülüs Beyleri… La Mesquita içindeki Katedral Müzesi ve La Mesquita koridoru…
Bu mimari şaheser, sadece İslam medeniyetinin değil Dünya mimarlık tarihinin günümüze kadar ayakta kalabilmiş eşsiz eserlerinden biri. Gezerken, doğrusu cami ve katedralin bir arada olmasının rahatsızlığını yaşamadım. Birinci sebep, Kurtuba Ulu Camisinde, hıristiyan istilasından sonra inşa edilen kilise ve şapellerdeki gösteriş ve süslemeler ne kadar iddialı yapılmışlarsa da, mihrabın o muhteşem güzelliğini asla gölgede bırakamamış. Ayrıca, her fetih hareketinden sonra farklı dinlere ait ibadethanelerde yapılan değişikleri pek çok ulus uygulamış, nasıl ki, Fatih İstanbul’u fethettikten sonra Ayasofya’yı camiye çevirmiş, ondan sonra gelen padişahlar da yaptıkları ilavelerle günümüz kültürel zenginliği yaratmışlarsa, keza Budapeşte deki Matthias Kilisesi, Kanuni’nin, Buda’yı fethedip şükür namazı kılmasından sonra, bir buçuk asır cami olarak hizmet vermişse, Kurtuba Ulu Camisinin İspanyollaca La Mesquita kilisesi olarak kullanılmasını yadırgamamak lazım diye düşünüyorum.İçinde 1.5 saat kaldığım camiyi, kapanma zamanı geldiğinde istemeye istemeye gözüm arkada terk ederken, hala bir çok detayı göremememin burukluğunu yaşıyordum. Otelimize döndüğümüzde, sabahki ilgisiz karşılanmamızın aksine odamızı, yasemin çiçeği kokulu, pırıl pırıl tertemiz bulduk, biraz dinlenip günün yorgunluğunu giderdikten sonra sokağımızdaki cafe restoranlardan birinde İspanyol melodileri eşliğinde akşam yemek işini halledip ertesi sabah erken kalkarak, Granada ya gidecek tren saatine kadar, Cordoba’nın dar sokaklarına açılan tarihi avlularını, kapılarını, ahşap kafesli pencerelerini, fotoğraflama planı için otelimize döndük.
|