Belgrad gezimizi üç günlük planlarken, eğer zamanımız kalırsa, yaklaşık bir saat uzaklıktaki Novi Sad’a da gitmeyi planlamıştık. Gezimize başladıktan sonra ikinci gün Novi Sad’a gitme işi kesinleşince merkez tren istasyonuna geçerek biletimizi almıştık. Gerçi Belgrad yazımı okumuş olanlar dil meselesinden dolayı o biletleri ne kadar zor aldığımızı hatırlayacaklardır. En ucuz bölgesel trenle Novi Sad gidiş-dönüş bilet fiyatı 460 RSD. Eğer bir üst sınıf olan IC trenleriyle gitmek isterseniz tek yön 200 RSD fark vermek zorunda kalıyorsunuz. Bu arada 1 €’nun yaklaşık 110 RSD olduğunu da hatırlatayım istedim.
Aslında 08.30 treni ile gitmeyi planlamıştık ama bir gece önce Belgrad gece hayatında “Nightlife Academy” ile gezimiz oldukça geç saatlerde tamamlandığı için yatmadan önce gidişimizi 10.20 treni olarak kararlaştırdık. Sabah saat 09.00 civarında evden çıktık. Kalemeydan tarafına doğru giderek oradaki tramvay durağından 2 no’lu tramvaya binerek tren garında indik. Biraz ileride istasyon tarafındaki kafelerden birine oturarak kahvaltı yapmak istedik ama birisinde çay yok kahvaltılık var diğerinde ise çay var ama kahvaltılık bir şey yok. Nihayet bir kafedeki garsondan izin alarak büfeden kahvaltılıkları (Kruvasan 60 RSD, peynirli börek 70 RSD, sandviç 150 RSD) alıp karşı çaprazındaki diğer kafeye oturduk. Çay (70 RSD) ve kahvelerimizle (110 RSD) kahvaltımızı yaptıktan sonra 10.10’da tren garına geldik.
Novi Sad’a giden trenimiz oldukça renkli bir görüntüsü vardı. Bu resimler demiryolları idaresi tarafından gençlere yaptırılıyormuş; Sağ tarafta modern tiyatro binası oldukça göz alıcı… Novi Sad’daki Sinagog’un kökleri 18. yüzyıla dayansa da tamamlanması 20. yüzyılın başlarını bulmuş. 2. Dünya Savaşında yaklaşık 3000 Yahudi soykırıma uğramış. Sözün bittiği yer…
Trene gelince oradaki görevli IC tren farkının trende ödenemediğini, mutlaka gişeden yapılacağını söyleyince hapı yuttuk tabi. Zira peronlarda bekleyen diğer trenlere binecek yolcularla birlikte gişelerde ciddi bir kuyruk vardı. Yani bilet farkını ödemeye kalksak trene yetişemeyeceğimiz kesindi. Bu sefer kondüktöre şirinlik moduna geçtik. “Bilmiyorduk”, “lütfen” “içeride ödeyelim”, “Size ödeyelim (bu aslında yetkisi olmayana gizli rüşvet anlamına geliyordu)” tarzı tekliflerimiz aslında erkek görevliyi neredeyse ikna ediyordu ama kadın olan diğeri taş koydu işimize. Tren tam zamanında hareket edince bize de arkasından melül melül bakmak kaldı. Bir sonraki tren 11.15’te olduğu için günün yarısı boşa geçmiş olacaktı.
Bölgesel trenlerin 2. Sınıf kompartımanında koltuk numarası olmadığı için dağınık da olsa bulduğumuz yerlere oturuverdik. Hava güneşli ve açık olduğu için etrafı seyretmek oldukça keyifliydi. Sadece Belgrad merkezin değil bütün ülkenin çok yeşil olduğunu söylemem lazım. Belki gelişmişlik anlamında Avrupa’nın ikinci sınıf ülkesi olabilirler ama yeşil ve doğa güzelliği ile bunlara sahip çıkma anlamında bizden birkaç gömlek üstün oldukları kesin. Tiyatro binasının ön bölümünde kalan yoldan meydana doğru ilerlerken bolca hediyelik eşya satıcısı bulunuyor; Azize Meryem Kilisesi hemen karşısında eski Tanurdieva Sarayı, bugünkü Hotel Putnik…
Novi Sad tren istasyonuna vardığımızda saat 13.00’ı gösteriyordu. Aslında bir önceki istasyon olan Petrovaradin’de inerek önce kaleyi gezecek oradan da Novi Sad’a geçecektik ama anlaşılan bugün bizim şanssız günümüzdü. Kalede yapılan törenler nedeniyle trenlerin orada durması belirli bir saate ertelenmiş. (Geziden döndüğümde ne törenleri diye araştırdım. 9 Kasım 1918 tarihinde Petar Bojovi komutasındaki Sırp ordusu Novi Sad’ın işgalini sona erdirmiş. Törenler bunun yıldönümü kutlamalarıymış) Şanssızlık bununla da kalmadı tabi, şehre geldiğimizde kaleye ulaşımı sağlayan otobüslerin de çalışmadığını öğrendik. Zaten tren faciası yüzünden oldukça geç geldiğimiz için, çok istememize rağmen, Petrovaradin’i görmek nasip olmadı. Belgrad gezimizin içimde ukde kalan tek şeyi budur.
Gelelim Novi Sad’la ilgili kitabi bilgiye: Tuna Nehri kenarına kurulmuş olan Novi Sad, Sırbistan’ın ikinci büyük şehri. Nüfusu yaklaşık 300.000. Eski Yugoslavya Cumhuriyeti’nden beri özerk olan Voyvodina’nın başkenti. “Sırbistan’ın Atina’sı” olarak da anılıyor. Şehir, 17. yüzyılda Petrovaradin Kalesi’nin hemen karşısında kurulmuş ve sürekli gelişme göstermiş. 18 ve 19. yüzyıllarda önemli bir kültür merkezi haline gelmiş. Uzun yıllar Avusturya-Macaristan İmparatorluğu hâkimiyetinde kaldığı için Macar etkisi ağır basıyormuş. Hatta zaman zaman zengin Voyvodinalı’lardan, “köylü nüfus” olarak kabul ettiği Sırbistan’dan ayrılma türküleri dahi yükseliyormuş. Şehrin kendi bayrağı da mevcut. 2. Dünya Savaşında Yugoslavya, Almanlar ve müttefikleri tarafından işgal edilmiş ve Novi Sad’ı da Macarlar işgal etmiş. Özellikle Ocak 1942’de Macarlar 2500’den fazla sivili öldürmüşler. Son olarak da 1999 yılındaki NATO bombardımanında iki yakayı birbirine bağlayan üç köprü de kullanılamaz hale gelmiş. Öyle ki ulaşım durmuş, elektrik ve su kesilmiş. Sol tarafta tüm görkemiyle Belediye Binası yer alırken sağda ise Vojvodina Banka binası bulunuyor…
Novi Sad tren istasyonundan çıkar çıkmaz geniş bir meydan ve otobüs durakları karşıladı bizi. Orada otobüsler hakkında yetkili olduğunu düşündüğümüz kişiye merkezi sorunca bize 4 no’lu otobüsü gösterdi. Bileti 55 RSD’ye şoförden alabiliyorsunuz. İstasyonun hemen karşısından devam eden geniş Oslobodenja Bulvarında başlayan yolculuğumuz sol tarafa dönüş yaparak bir başka önemli cadde olan Jevrejska’daki bir durakta tamamlandı. Daha doğrusu otobüs devam etti de ortalık kalabalıklaşmaya başladığı için biz otobüsten indik. Caddenin sağ tarafında bir sinagog göze çarpıyordu. İkinci Dünya Savaşına kadar yaklaşık 4000 yahudi yaşıyormuş. Bugünse kesin sayı bilinmemekle birlikte 400 civarında olduğu tahmin ediliyormuş. Sinagogun hemen karşı çaprazında Turizm Danışma bürosu vardı. Görevli bayan oldukça güzel İngilizcesiyle şehirdeki gezilecek yerleri haritada tek tek işaretledi. Bu arada haritanın da son derece profesyonel hazırlanmış olduğunu da söylemeliyim.
Yolun karşı tarafına geçtiğimizde trafiğe kapalı alan başladı. Pozorisni Meydanı’nın bize göre sol tarafında devasa Sırp Ulusal Tiyatro binası mevcut. 1861 yılında kurulmuş olan tiyatro şimdiki binasına 1981 yılında taşınmış. Ülkenin en önemli tiyatro binalarından olan binada opera, bale dahil her türlü sanatsal atraksiyon sergileniyormuş. Yol boyunca sıra sıra seyyar satıcılar her türlü hediyelik eşya satarken sol tarafta da kafe ve restoranlar müşterilerini bekliyor. (Meydanın tiyatro tarafındaki köşesinde bulunan Mc Donalds’ın tuvaletini ücretsiz kullanabileceğinizi de hatırlatayım) Özgürlik Meydanı’nın önemli binalarından birisi olan Hotel Vojvodina; Meydanda karşılaştığımız arkadaşlarla keyifli bir sohbetimiz oldu…
Biraz daha ilerleyince şehrin merkezi, kalbi yani en önemli meydanı olan Slobode, yani Özgürlük Meydanına çıktık. Meydan 18. yüzyıla tarihleniyor. Kurulduğundan bugüne şehrin en önemli olayları, bayramlar, kutlamalar hep burada yapılıyormuş. Tabi, aynı zamanda yine şehrin en önemli buluşma mekanlarından da birisi. Kare şeklindeki meydanın etrafındaki yapıların tamamı 19 ve 20. yüzyıla tarihleniyor.
Meydanın ortasında sağ elini havaya kaldırmış şekilde duran bronz heykel Svetozar Miletic’e ait. Miletic, şehrin eski belediye başkanı. Aynı zamanda önemli bir gazeteci, avukat ve politikacı. Mermer kaidesi ile birlikte yedi metreyi bulan heykelin ilginç bir hikayesi var. İlk defa 1939 yılında yapılmış. Ancak savaş başlayınca yerli halk çok önemsedikleri heykerlin başına bir şey gelmesin diye yerinden sökmüşler ve saklamışlar. Savaş bittikten sonra da 1944 yılında yeniden aynı yere koymuşlar. Zmaj Jovina Caddesi her daim güzel ve hareketli…
Heykelin arka tarafındaki, ortasında kule bulunan bina ise Belediye Meclis binası. 1895 yılında inşa edilen binanın ön tarafında 16 farklı insan davranışını simgeleyen figürler var. Kulenin içinde şehrin azizi St. Florian’ı simgeleyen “Matilda” isimli bir çan bulunuyor. Nedenini döndüğümde araştırdım: Matilda, bir hayırsever ve kulenin yapımında ve çanın oraya konulmasında etkisi vede "katkısı" olmuş. Burası yangın gözetleme kulesi olarak da kullanılınca halk arasında “Matilda’nın Çanı” ismi benimsenmiş. Bina oldukça etkileyici. Özellikle ön dış cephesindeki sütunlar keyifli bir görsellik sunuyor. Öğrendiğime göre bina, Avusturya’nın Graz şehrinin Belediye Meclisi binasının aynısıymış. Pek çok Avrupa şehrinde yerel meclis binaları birbirine benziyor zaten. Yani elimizdeki haritadan okumasak da bir tahminde bulun deseniz ilk ya da ikincisinde bingooo. Vlaadin Court oldukça kritik bir noktada yer almış…
Meclis binasının tam karşısında saat kulesiyle birlikte görkemli Azize Meryem Kilisesi var. Burada daha önceden mevcut olan kilise 1848 devriminde tahrip olunca onarılmış. Ancak halk onarımı beğenmeyince yenisini yapmaya karar vermiş ve yeni gotik tarzındaki şimdiki kilise 1894 yılında tamamlanmış. Piskopos burada oturmasa da katolik kiliseye halk arasında katedral de deniyormuş. İçerisi oldukça aydınlık çünkü beyaz mermer her yere hakim. Katolik kiliselerinin genel ağırlığı ve şatafatı yok. Dört altarı var ve pencerelerde pek çok dini resim mevcut. Ahşap oymalar oldukça güzel. Dik çatı ve 76 metrelik saat kulesi renkli seramiklerle döşenmiş. Oldukça güzel görünüyor.
60 metreden fazla uzunluğu ile meydanın en uzun binası ise Hotel Vojvodina 1854 yılında inşa edilmiş. İki katlı hotel şehrin ilk oteli olduğu gibi o dönemlerde sadece Novi Sad’ın değil civarın da en popüler ve modern oteli olarak biliniyormuş. İlk yapıldığında adı “İmparatoriçe Elizabeth Oteli” imiş, 1945 yılında şimdiki adını almış. Dunavska Caddesindeki pasajlardan görüntüler…
Özgürlük Meydanındaki tek modern yapı ise 1993 yılında, eski Grand Hotel Meyer’in bulunduğu yere inşa edilen Apollo Alışveriş Merkezi. Gerçi modern diyoruz ama öyle hemen ayırt edilemiyor. Ama size Mc Donalds’ın olduğu bina dersem eminim çok kolay anlarsınız. Apollo’nun hemen bitişinde de tarihi Vojvodina Banka binası bulunuyor.
Meydanın güzelliklerini izleyip fotoğraflarken Dilan adlı genç bir bayan yanındaki Sırp arkadaşıyla bize laf attı. Bosna Hersek’in Sırp tarafında geçici Türkçe öğretmenliği yapmak için bir süreliğine buralardaymış. Yanındaki arkadaşı da Sırp, birlikte Novi Sad’ı gezmeye gelmişler. Keyifli bir sohbet ve fotolaşmadan sonra ayrıldık.
Meydandan ileriye doğru devam sol tarafta hediyelik eşya satıcıları ya da kara kalem portre çalışan sokak satıcıları karşıladı bizi. Rengarenk hediyelikler ilgimizi çekti. Kısa bir keşifle birlikte Novi Sad magnetlerimizi (1 €) aldık ve sonra yolumuza devam ederek sağlı sollu kafe ve restoranlar eşliğinde ilerleyen trafiğe kapalı Zmaj Jovina Caddesi’ne çıktık. Güneşli havanın da etkisiyle sanki tüm Novi Sad buraya toplanmış gibi. Cadde Özgürlük Meydanı ile kırmızı tuğladan yapılmış olan Piskopos Evi arasında. Bugünkü halini 19. yüzyılın ikinci yarısında almış. Bir zamanlar zanaatkarların ağırlıkta olduğu cadde, Dunavska Caddesi ile birlikte şehrin en önemli alışveriş caddesi. İsmini de meşhur çocuk şiirleri şairi Jovan Jovanovic Zmaj’dan almış. Şair’in heykeli 1894 yılından beri Piskopos Evi’nin önünde duruyormuş. Tören sonrası yorgun düşmüş öğrenciler güzeller güzeli Tuna Nehri’nin kenarında Petrovaradin Kalesine karşı dinleniyorlar…
Caddenin sonunda, tam Piskopos Evi’nin (Vladiin court) orada yol ikiye ayrılıyor: Bir tanesi bizim de döndüğümüz sağa nehre doğru giden Dunavska (Danube) Caddesi, diğeri de sol tarafa dönen Pašieva Caddesi. Piskopos Evi 1901’de yapılmış, ön cephesi kırmızı tuğladan. İçerisini gezdirmiyorlar ama pek çok portre, resim ve tarihi obje bulunuyormuş.
Dunavska Caddesi muhtemelen şehrin en eski ama bir o kadar da keyifli caddesi. Renkli iki katlı binaların altında şirin dükkanlar var. Bazı binaların altı avlu bahçe biçiminde çiçeklerle süslenmiş. Bazılarının da altında şirin pasajlar bulunuyor ama itiraf etmeliyim ki dükkanların büyük bölümü kapalı. Eskiden ne kadar hareketlidir kimbilir. Pasajlardaki balkonlarda asılı olan çamaşırlar binalarda yaşam olduğunun bir göstergesi. Caddenin başındaki kırmızı bina şehir kütüphanesi. Hava çok güzel olduğu için öğleden sonra 15.30 civarında cadde oldukça kalabalık. Sağlı sollu lüks dükkanlar ve bazı noktalarda da kafeler mevcut. Önde 2. Dünya Savaşı anısına dikilen heykel, arka tarafta ise Petrovaradin Kalesi; Anıt heykelin hemen yanındaki merdivenler dinlenmek ve manzaranın keyfini çıkarmak için ideal bir mekan…
Cadde, aynı adlı parka ve Tuna Nehrine açılıyor. Yolun sol tarafında, parkın karşısında Vojvodina Müzesi ile Güzel Sanatlar Müzesi bulunuyor. Hava güzel, zamanımız da az olduğu için müzeleri ziyaret etmek nasip olmadı. (Meraklısı için her ikisine de giriş ücreti ayrı ayrı 100 RSD) Müzeleri gezemedik ama yemyeşil, bakımlı, suni göletli parkı es geçmedik tabi. Novi Sad’ın en eski parkıymış. Gölün ortasındaki minicik adanın ismi Elizabeth. Aynı zamanda küçük bir çeşmeye de ev sahipliği yapıyor. Park, ura Jaksic, ve Branko Radievia gibi ünlü şairlerin heykellerine de ev sahipliği yapıyor. Yeşil su ile birleşince insana daha farklı bir huzur veriyor sanki. İnsanlar çimlere yayılmış güzel sonbahar havasının keyfini çıkarıyor. Bir de üstüne yeni evlenmiş bir çift denk gelince bize foto çekip kutlamaktan başka bir şey kalmıyor.
Nihayet Tuna kenarına gelince tüm görkemiyle Petrovaradin Kalesi çıktı karşımıza. Daha önce de bahsettiğim gibi Belgrad gezimizin içimde kalan tek ukdesidir kale ve civarını gezememek. Törenlerin bitmiş olduğunu oradan gelen insan kalabalığından anlayabiliyorsunuz. Zaten nehir kenarında yerel kıyafetlerle kendilerini götürecek otobüsleri bekleyen çocuklar da törenlerin sonlandığının bir başka göstergesi. Ama araçlar henüz çalışmadığı için yürüyerek gitmek oldukça fazla zaman alacaktı. Ayrıca öyle kısacık bir zamanda gezilecek kadar küçük bir yer de değil. Göremedik ama bu benim sizlere hikayesini özetlemeyeceğim anlamına gelmiyor tabi. NATO bombardımanında köprülerden birisinin hali ve karşıya geçmek için kullanılan yegane yöntemi yansıtan fotoğraf (Kaynak: Darka Dozet / Wikimedia Commons / CC-BY-SA-3.0)…
Kale, yüksek bir noktada olduğu için tüm ovaya ve Tuna Nehrine hakim. Zaten halk arasındaki adı da “Tuna’nın Cebelitarık”ı. Tarihi Bronz Çağına kadar götürülse de en önemli kalıntılar Roma dönemine kadar uzanıyor. 13. yüzyılda bir manastır inşa edilmiş. Osmanlılar, 1526 yılında kaleyi fethetmişler ve yaklaşık 150 yıl bu hakimiyet devam etmiş. Sonrasında Avusturya’lılar kaleyi ele geçirmiş ve modern mimari anlayışa uygun yenilemeler yapmışlar. Girintili çıkıntılı bu tarz bir mimari kalenin ele geçirilmesini zorlaştırmış. 1694’teki Osmanlı kuşatması başarılı olmadığı gibi 1726 yılında Petrovaradin’de Avusturya ve Osmanlı orduları karşı karşıya gelmiş. Sadrazam Damat Ali Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu, Savoy Prensi Eugene’nin ordusu tarafından bozguna uğratılmış. O günlerden sonra kale bir daha ciddi bir kuşatmaya sahne olmamış ve neredeyse o günkü yapısını korumuş. Dönüş yolunda parktan geçerken rastladığımız gelinle damat etrafa sempatik gülücükler dağıtıyorlardı…
Bugün kale içinde bölgenin en önemli tarihi parçalarının sergilendiği Novi Sad Müzesi (giriş ücreti 150 RSD), birkaç küçük kilise, gökyüzünü seyredebileceğiniz Yıldız Evi (Planetarium), sanat stüdyoları, kafe ve restoranlar, bir otel ve saat kulesi bulunuyormuş. Tüm bunların ötesinde muhteşem bir manzara da ziyaretçileri bekliyor tabi. Tarihi detaylar bir yana, Temmuz ayının ilk günlerinde yapılan Exit Müzik Festivali’de Petrovaradin’in tüm Avrupa’da popüler bir yer olmasını sağlayan ayrı bir etkinlik.
1999’daki NATO bombardımanı sırasında iki yakayı birbirine bağlayan üç köprü de işlemez hale gelmiş. Sonradan inşa edilmiş olsa da eski yerlerinin ayakları açık bir şekilde Tuna Nehri üzerinde bizleri karşılıyor. Yeni Varadin Köprüsünün geçtikten sonra bir başka insanlık dramının hazin hüznü kaplıyor hepimizi. 2. Dünya Savaşı devam ederken 1942 yılının Ocak ayında Macar kuvvetlerinin pek çok Sırp şehrinde yaptıkları baskınlar ve cinayetlerin anısına dikilmiş olan anne-baba ve çocuk heykeli. Metalden heykelin etrafındaki bölgede savaşta katledilenlerin isimleri yazılı çelik kütükler var. Sonradan suçlular cezalarını çekmişler, hatta 2013 yılında Macar devlet başkanı masum Sırp vatandaşlarının katliamı için Sırbistan parlamentosunda özür dilemiş ama ne kıymet. Sonuçta insanlığın yüz karalarından birisi. Demek ki bu topraklarda bu tarz katliamlar ve dramlar yüzyıllardır devam eden bir trajedi. Allah ıslah etsin demekten başka elden ne gelir ki? La Forza keyifli bir mekan. Konumu ile kıyasladığınızda fiyatlar Avrupa genelinden oldukça ekonomik. Pizza sevenlere midyeli ve yeşil zeytinli pizzayı tavsiye ederim…
Nehir kenarının ve nefis Petrovaradin manzarasının keyfini çıkardıktan sonra caddenin köşesindeki Roda süpermarketten su takviyesi yaptık. Paralel yoldan geri dönerek tekrar parkın içinden yürüdük. Güneş etkisini kaybetmeye başladığı için Kasım ayı kendisini hissettirmeye başlamıştı. Dunavska Caddesi halen kalabalıklığını sürdürüyordu. Karnımız acıktığı için yemek yiyecek yer ararken yolumuz katedralin arkasındaki meydanda bulunan (Katolicka Porta, 6) La Forza pizzacısında karar kıldık. Trafiğe kapalı nispeten sakin meydanda bir saatten fazla bir süre keyifli bir yemek yedik. Daha önce de dediğim gibi Sırbistan pek çok Avrupa ülkesine göre çok ucuz bir ülke. Bulunduğumuz yer ve mekan dikkate alındığında fiyatlar son derece ekonomik: Margarita pizza (La Rosa) 490 RSD, ton balıklı pizza (Adriana) 590 RSD, Midyeli pizza (Cozze) 590 RSD, Lav bira 150 RSD, çay 105 RSD. Sizin anlayacağınız adam başı 10 €’yu bile bulmadı. Özgürlük Meydanında kendi çapımda yapmaya çalıştığım panoramik fotoğraf denemesini sizlerle paylaşıyorum…
Saat 17.00 gibi pizzacıdan kalkarak artık iyice kararmaya başlayan havada Özgürlük Meydanı’nı dolaştık. Yeni yeni yanmaya başlayan ışıklarla birlikte meydandaki binalar gündüz ki sadeliklerini bırakarak daha cezbedici hale gelmişlerdi. Gezimiz bizi otobüs durağına getirdi. Hangi otobüsün gittiğini sorduğumuz genç bayan gülerek “buradan geçen her otobüs oraya gider” dedi. 1o dakikalık yolculuğumuz boyunca genç bayanla sohbetimize devam ettik. O da bizim gibi Novi Sad’a gezmeye gelen bir Belgrad’lı ve trenle geriye dönecek.
Belgrad treni 18.00’de idi ancak saat yaklaşmaya başladıkça perondaki kalabalık da inanılmaz arttı. Bu tarz bölgesel trenlerin ikinci sınıfında koltuk numarası olmadığı için herkes gelecek trende yer kapmak için iyici raylara yaklaştı. Nihayet tren geldiğinde müthiş bir itiş kakış oldu ve ben ayakta kaldım. Altta kalanın canı çıksın felsefesi Novi Sad tren istasyonunda çok güzel işlemişti. Bizimkilerde dağınık oturabilmişlerdi. İki kompartman arasındaki merdivene oturduktan sonra yaklaşık yarım saat geçmişti ki boşalmalar oldu. O arada hemen bir yer kaptım ve bir daha hiç kalkmayacakmışım gibi çöktüm.
---------------- Yeniden başka yerlerde görüşmek üzere…
|