29 Nisan 2014 tarihinde Paris aktarmalı İstanbul – Havana yolculuğumuza başladık. Castro ölmeden ve değişim olmadan Küba’yı görmek istiyoruz. Grubumuz 35 kişi ve hepimiz çok heyecanlıyız. Yolculuğumuz uzun, fakat rahat geçti. “José Martı International Airport” a geldiğimizde tam iki buçuk saat valizlerimizin uçaktan indirilmesini bekledik. Daha sonra öğrendik ki bu işle görevli iki kişi varmış ve bagajları elleri ile taşıyarak uçaktan indiriyorlarmış. Onca uzun yoldan sonra dönen bir bantın başında iki buçuk saat beklemek doğrusu çok sıkıcı idi. Önemli bir konu; Küba’ya giriş damgalarını pasaportunuza bastırmamak, aksi takdirde ABD’ye girişler problem olabiliyormuş. Küba para birimi CUC.(Konvertibl olan ve bizlerin kullandığı para birimi) 1 CUC = 1.33 Euro.
Solda Hotel Nacional Küba; sağda ise “Mural de la prehistoria” isimli duvar resmi…
Otelimiz “Hotel Nacional Küba”. Gezi kitaplarında görülmesi ve hatta “terasında bir şeyler içilmesi gerekir” diye belirtilen tarihi başyapıt. Winston Churcil, Frank Sinatra ve Amerikan başkanlarının kaldığı ve filmlerin çekildiği mekan ancak ünlülerin hangi odada kaldığı söylenmiyor. Otelin eskiliğinden dolayı konforunda eksiklikler yok değil ama, burada kalmak beni çok mutlu etti. Odamızın harika bir deniz manzarası var. Akşamın yorgunluğu olsa da biraz dolaşmaya çıkıyoruz. Gece sokaklar güvenli.
30 Nisan 2014 sabah erkenden Vinales Vadisine gidiyoruz. Yol üstü duraklardan birinde Ananas, Hindistan cevizi suyu, tarçın, bal, şeker kamışı ve romdan oluşan yerel içkiyi içtik. Doğrusu çok lezzetli idi.
Vinales Vadisini gördüğünde Kristof Kolomb “insan gözünün görebildiği en güzel yer” demiş. Ben o kadar emin olamadım. Bizim ülkemizde de benzer güzellikler var doğrusu. Ressam Leovigildo Gonzales ait olan kayalara yapılmış dünyanın en büyük (120X180 m) duvar resmini gördük. “Mural de la prehistoria” isimli resim, evrim teorisini anlatıyor. Gerçekten etkileyici bir çalışma.
Tütün askıları ve 1 Mayıs Devrim Meydanında Türk bayrakları…
Sonraki durağımız buralara hayat veren tütünün işlendiği fabrikaları görmek. Pinar Del Rio’ya gidiyoruz. Puro fabrikasına gruplar sıra ile alınıyor. Puro yapımı cam duvarların arkasından seyrediliyor, resim çekmek kesinlikle yasak. Koşulların çok ilkel olduğunu belirtmeliyim. Ortama sıcak ve ağır bir tütün kokusu hakim. İşçiler genellikle kadın. Ama eşim dahil bütün erkeklerin fantezilerini süsleyen şeylerin şehir efsanesi olduğunu görüyoruz. Purolar tezgâhların üzerinde elle sarılıyor. Fabrikada satış mağazası var. İlgi alanıma girmediğinden fiyatlarına bakmadım ama çok uygun olduğunu söylediler. Sonrasında bir tütün çiftçisinin tarlasına ve evine konuk olduk. Üretimi daha yakından görmek için. Tütünlerin kurutulduğu yerler ve elle puro yapılmasını seyretmek ilginçti. Çiftçinin anlattığına göre üretilen tütünün %90’ı devlete ait. Bize de %10’u kalıyor dedi. Bu da Küba usulü hesap olsa gerek.
Öğlen yemeğinden sonra Haystack Hillock dağlarında bulunan mağaraya kayıklarla girdik. Dev sarkıt ve dikitlerin olduğu, içinde kocaman bir gölün bulunduğu mağara burası. Kayıkla dolaşma 7-8 dakika sürüyor. İlginç denilebilir. Burada belirtmeden geçemeyeceğim şey, yemeklerde kullanılan sebze, meyve ve tavukların lezzeti. Hepsi unuttuğumuz lezzetler. Adada tarım organik yapıldığından (Kara sabanı bile gördük) çocukluğumuzun tatlarını yeniden keşfettik. Bu günü bitirerek Havana’ya döndük. Tadına baktığımız Hindistan cevizi hayal kırıklığı yarattı. Havana Atatürk büstü ve Küba’nın gülen insanları…
Bugün 1 Mayıs. Korteje katılacağız. 1 Mayıs İşçi Bayramını burada kutlamak hepimizi heyecanlandırıyor. Sabah 7.15 de yürüyüş kortejine katılmak için hızla otelimizden çıkıyoruz. Hepimizin elinde Türk bayrakları var. Yollarda trafik yok. Sokaklara bayram coşkusu hakim. Türkçe marşlar ve şarkılar söylüyoruz, insanlar bizi alkışlıyor. Biz de korteje dahil oluyoruz. Dünyanın sayılı meydanlarından olan burası hıncahınç dolu. Kaç kişi olduğu konusunda hiçbir tahmin yapamıyoruz ama çok çok kalabalık… Bu arada fark ediyoruz ki müthiş bir Türk ve özellikle Atatürk sevgisi var. Hepimiz gururlanıyoruz. Castro’nun başucu kitaplarından birisinin “Nutuk” olduğunu burada belirtmem gerek. Dünyanın dört bir tarafından gelen insanların kutlaması görülesi bir olaydı. Devrim meydanı çok çok kalabalıktı. Burası dünyanın sayılı büyük meydanlarından. Bu arada başka Türk gruplarını da görüyoruz. Herkes marşlar söylüyor mutlu ve dans ediyor. Aklımızda da Türkiye. Yürüyüşten sonra elimizdeki Türk bayraklarını Kübalı bir genç istiyor. Evinde Türk bayrağı olduğunu, ama bizdeki Atatürk’lü bayrağı çok beğendiğini, Atatürk’ü çok sevdiğini söyleyince bayraklarımızı ona veriyoruz. Sonrasında eski Havana’yı geziyoruz. Atatürk heykelinin olduğu limana gidiyoruz. Burada belirtmeliğim ki Castro istemediği için hiç heykeli yapılmamış ama Atatürk’ün oldukça güzel bir büstü var. Solda Cienfuegos; sağda ise Trinidad sokakları…
Sonrasında eski şehri geziyoruz ama bayram nedeni ile her yer kapalı. Eski şehir Dünya Unesco kültür mirası listesine alınmış. Binalar ve yapılar çok etkileyici. Ancak para sıkıntısı nedeni ile restorasyon çalışması genellikle yapılmamış. Eminim dünya turizm devleri buraları ele geçirecekleri günleri bekliyorlar.
Ernest Hemingway’ın gittiği barı ve çalışma odasını gördük. Havana Clup tarafından kurulan Rom müzesi ilginçti. İçkinin nasıl yapıldığı anlatılıyor ve tadım yaptırılıyor. Ayrıca satış da yapıyorlar. Ancak fiyatların her yerde aynı olduğunu duyunca şimdiden yük etmemek için almadık. Bu günün tek kötü olayı eşimin numaralı gözlüklerinin havuz başından çalınması oldu. Hırsızlık yok deniliyor ama kaşla göz arasında bir miktar para ve en önemlisi gözlükler yok oldu. Akşam planımızda Jazz Bara gitmek vardı ama tadımız kaçtığı için otelden çıkamadık. Pizza ve biradan oluşan yemeğe 25 cuc ödedik. Solda Santa Clara’daki tren katarları; sağda ise tipik bir Küba evi…
2 Mayıs; bugün Cienfuegos’a gidiyoruz. Havana’dan çıkışta Atlas Okyanusunun altından tünelle geçiyoruz. Karayip denizine gidiyoruz. Yol boyunca insanlar ellerinde paraları göstererek oto-stop yapmaya çalışıyor. Ulaşım çok büyük problem. Bu yol üzerinde devrimin sembollerinden olan çok fazla süt veren ineğin (adı beyaz meme) yetiştirildiği çiftliği görüyoruz. Öldükten sonra içi doldurularak saklanmaya devam edilmiş. Seyahatimiz boyunca ve daha sonra başınızı gökyüzüne her kaldırdığınızda yırtıcı bir kuş görmeniz mümkün. Akbaba görmek bizi artık heyecanlandırmıyor. Yerel rehberimiz Küba, yaşam ve hayata dair bilgilenmemizi sağladı. Öğle yemeğimizi sömürge zamanından kalma ve sonra restore edilen ve şimdi marina olarak kullanılan bir yerde yedik. Menü her zamanki gibi deniz ürünleri ağırlıklı idi. Şehir turu ve Modern Sanatlar Müzesini gezdik. Otelimiz “Jagua Hotel” deniz kenarında. Akşamüstü sıcaktan bunalmış olan bizler mayolarımızı giyerek adeta koşarak denize indik. Fakat hayal kırıklığı. Denize kirlilik nedeni ile girilemiyormuş. Mecburen havuzla idare ettik. Akşam yemeğimizi aile işletmesi olan küçük bir lokantada yedik. Menüde ıstakoz vardı. Kişi başına içki hariç 15 cuc ödedik. 1914’e kadar tarihlenen eski model arabalar sokaklarda…
3 Mayıs; Bugünkü programda zamanın durduğu şehir, Trinidad var. Burası da Unesco tarafından korumaya alınmış bir kent. Çok güzel, çok romantik. Gördüğüm belki de en güzel şehir. Film stüdyosu gibi ama capcanlı her pencereden müzik sesi geliyor, her kapının önünde insanlar oturuyor. Ama dışarıda öyle bir sıcak var ki anlatamam. Şehirde gezmek resmen işkenceye dönüşüyor. Kendimizi La can chan chara ikram edilen bara atıyoruz. Güzel bir müzik eşliğinde bal, limon suyu ve romdan yapılan içkilerimizi içiyoruz. Sonra Romantik Müzeyi geziyoruz. Burası köle ve şeker kamışından zenginleşen bir tüccarın evi. Karayip korsanları 1800 yıllarına kadar hüküm sürmüşler, ganimetleri de zenginlere satmışlar, bu evde ganimetlerden örnekler var. Ev dönemin özelliğini yansıtması açısından ilginç. Dünyanın en pahalı olduğu kabul edilen yazı masası da bu evde bulunuyor. Şehirde kurulan pazardan yerel hediyelik eşyalar, örtü ve galerilerden resim alıyoruz. Yemek masası örtüleri 20-40 Cuc arası. Pazarlık en geçerli yollardan birisi. Resimlere gelince çok sanatsal değeri olmamakla birlikte burayı anımsatacak orijinal resimler almak mümkün. Fiyatlar değişmekle birlikte genel olarak ucuz. Ancak mutlaka arkasının damgalatılması gerekiyor. (50x70 ebadından küçükler için gerekmiyor diye biz bunu yapmadık, gümrükten geçerken 3 Cuc rüşvet vermek zorunda kaldık. Ucuz kurtulduğumuza da sevindik.) Otelimiz Brisas Trinidad Del Mar Hotel deniz kenarında tatil köyü. Devrim Meydanı ve Che Anıtı…
4 Mayıs; boş günümüz. Bugün sadece deniz ve güneş var. Yorulduğumuzu anlıyoruz. Bu mola iyi geliyor. Beni hayal kırıklığına uğratan şey denizin bulanıklığı oldu. Karayipler denilince daha başka bir mavi ve deniz bekliyordum. Gruptaki bütün arkadaşların düşüncesi aynı oldu. Ama yine de Karayip denizine girmek hoştu. Otelin plajı kamuya açık, sahil bizdeki gibi kamulaştırılmış olduğundan sabah balıkçılar plajda ağ ile balık avlamaya çalışıyorlardı. İşaret ve vücut dili ile anlaştık. Barakuda avladıklarını söylediler. Doğrusu korktuk çünkü bildiğim kadarı ile yırtıcı bir balık. Denize girdiğimizde fazla açılmamamıza rağmen küçük balıkların akınına uğradık. Suyun üzerinden bile atlıyorlardı. Hiç başımıza gelmemiş bir olaydı. Büyük bir balıktan kaçıyor olabilirler diye hemen kendimizi sahile attık. Biraz korktuk. Bu arada bir otel görevlisi denizden çıkarttığı kabuklardan denizin sesini dinletti. Çocukken okuduğum macera romanları kahramanlarını anımsadım. Orada da hep böyle yaparlardı. Bunları bize tanesi 2 Cuc’dan sattı. Bahsetmeden geçemeyeceğim bir şeyde balıkçıl kuşlarının denizde avlanması. Suyun üzerinde adeta suya yapışık olarak uçuyor ve sonra yükselerek müthiş bir dalış yapıyorlar. Tüm gün onların avlanmalarını seyrettik. Devrim Meydanında Castro ve Che…
5 Mayıs; Che’nin anıt mezarının bulunduğu Santa Claraya gidiyoruz. Yol üzerinde “La Torre Iznaga” kulesini görüyoruz. Köleleri ve çıkabilecek yangını kontrol etmek amacı ile yapılmış bir kule. Satıcılar etrafımızı sarıyor ve Türkçe satış yapıyorlar.
Santa Clara’a geldik. Burası Che Guevera’nın mücadeleyi başlattığı şehir. Ünlü tren katarlarının bulunduğu “Tren Blindado”yu gördük. Che hakkında bilgi vermeye gerek yok; sanırım herkesin bir fikri var. Beni en çok etkileyen olay zaferi kazandıktan sonra Havana’ya hemen gitmeyip Castro’nun gelmesini bekleyerek şehre birlikte girmeleridir. Bolivya’da öldürüldükten sonra burada bir anıt mezar yapılmış. Etkileyici bir anıt mezar. Bol bol resim çektirdik. Öğle yemeğimizi Los Caneyes otelinde yedik. Hedefimiz şimdi Varadero.
Havana evleri…
6 Mayıs; Varadero’dayız. Burası bizim Belek benzeri bir yer. Antalya’da alışkın olduğumuz otellerden hiçbir farkı yok. Otelimiz Melia Varadero Hotel. Sanki Küba’da değiliz. Sanal bir zenginlik var. Denizin ve bembeyaz kumsalın keyfini çıkarıyoruz. Atlas okyanusuna girmek benim için ilk ve güzel bir deneyim oldu. Ama konuştuğumuz olay şu ki sadece buraya gelsek ve Küba’ya gittik desek ne kadar yanlış olurdu. Burası dediğim gibi tüketimin ve lüksün olduğu ayrı bir dünya. Açık büfedeki deniz ürünleri çok lezzetliydi.
7 Mayıs; Havana’ya geri dönüyoruz. Tüm gün Havana’da gezme planımız var. Resim ve hediyelik eşya almak için sahildeki hangar benzeri yere gidiyoruz. Resimler ve hediyelik eşyalar cıvıl cıvıl. Eski şehirde dolaşıyoruz. Calle Obispo boyunca yürüyoruz. Oturup bir cafede müzik dinleyip yorgunluk atıyoruz. Monumento a Jose Marti meydanı, Devrim müzesi ve Granma Yatını geziyoruz. (Bir şey itiraf etmeliyim müzenin giriş kapısını ararken nasıl olduğunu anlayamadığımız bir şekilde kendimizi müzenin içinde bulduk. Biz de çaktırmadan müzeyi bedava gezdik.) Sokaklar eski binalarla bezenmiş ve evlerden asılmış çamaşırlar unuttuğumuz manzaralar. Sağda Hemingway’in evi…
Akşam uçağı ile Paris aktarmalı İstanbul’a dönüyoruz. Valizlerimizin uçaktan çıkmaması da en son sürpriz oldu.
Aklımda kalanlar: • Devrim öncesine ait nostaljik arabalar, • Duyulan bir müzik ile salsa yapmaya başlayan insanlar, • Şehirlerarası yolculukları insanların kamyonlarla yapmaları, • Bütün evlerin önünde sallanan iki tane sandalye olması, • Pencerelerden sarkan çamaşırlar, • Tuvalete girerken tuvalet kağıdının elinize verilmesi, • Fasulyeli pilav, deniz ürünleri, çok lezzetli kokteyller, özellikle Mohito, • Tıp alanında yapılan buluşlar kanser ve bağımlılık tedavileri ve yapma ilaçlar, • Okur yazarlık oranının % 99.8 olması, • Özellikle kadınların sabun ve şampuan istemeleri, • Puro içen yaşlı kadınlar, • “Mc Dunald” markası ile tıpa tıp benzer hamburgerci olması, • Ülkeden çıkarken 25 Cuc çıkış vergisi ödemek, • Küba’dan aklımda kalan en önemli şey ise mutluluğun parada olmaması.
Yine gitmek ister miyim? EVET…..
|