AMSTERDAM

Amsterdam dendiğinde çoğu insan farklı şeyler düşünür. Kimileri için Amsterdam gece hayatının başkentidir. Bir çok insan içinse; elmasın cenneti sayılır. Bencileyin gibiler ise Rembrant ve Van Gogh ile özdeşleştirir Amsterdamı. Gerçeği söylemek gerekirse; bir zamanlar benim de aklıma, sadece ünlü ressamlar gelmezdi Amsterdam dendiğinde... Her neyse şimdilik geçelim bunları da gelelim Amsterdam'ın öyküsüne.


Amsterdam'a ilk gidişim 1973 yılındaydı. O tarihten itibaren defalarca gittim ama ora hakkında  şu ana kadar bir tek satır bile karalamadım. Hani bir öykü vardır; adamın biri Japonya'ya gitmiş, bir hafta kalmış, dönüşünde Japonya hakkında 500 sayfalık bir roman yazmış. Bir başkası bir ay kalmış; dönüşünde ancak bir makale yazabilmiş Japonya'ya dair. Bir diğeri ise yıllarını Japonya'da geçirmiş olmasına karşın Japonya ile ilgili yazacak bir şey bulamamış bilgi dağarcığında. Benim ki de o hesap... Belki 10 kez gittiğim bu kente ilişkin hiç bir yerde kayıtlı tek bir satırım bile yok. Bu yıl  mayıs ve haziran aylarında iki kez Amsterdam'a yolum düşünce,''artık bu kent hakkında bir şeyler karalamak farz oldu ''deyip koyuldum işe.


Tarihte kısa bir yolculuk

Amsterdam'ın geçmişinin 12. yy kadar uzandığı söyleniyor. O yıllarda bir balıkçı köyü olarak Amstel ırmağının kıyısında kurulduğu için Amstelredamme (Amstel Su Bendi) anlamına gelen adı, zamanla Amsterdam'a evrilmiş. 27 Ekim 1275 yılında zamanın egemeni, Amsterdam'ı Hollandaya bağlayan köprüden geçişi parasız yapınca; bu gün, o zamandan beri Amsterdam'ın kuruluş günü olarak kutlana gelmiş. 1815 yılından bu güne de Hollanda'nın başkenti olmasına karşın ilginçtir; yönetim merkezi  Amsterdam değil Lahey'de konuşlanmış. Nüfusu (2014)yaklaşık 850 bin kişi olan Amsterdam'ı yılda, nüfusunun 5 katı turist ziyaret ediyormuş


Nerelere gidilir

Amsterdam küçük bir kent. Buna karşın gezilecek görülecek yerleri o kadar çok ki... Tarihten ve tarihi eserlerden hoşlanıyorsanız çokça müze ve tarihi yapı var gezip göreceğiniz. ''Bu işler beni açmaz, sen eğlenceden haber ver'' diyorsanız; eğlencenin ''daniskası'' burada; ama biraz sabır...

Central Station


Amsterdam'da ilk görmeniz gereken yer Merkez İstasyonu (Central Station) olmalı. Gerçi Amsterdam'da bulunduğunuz süre içinde ister istemez önünden defalarca geçeceksiniz ama dışı kadar içi de görülmeye değer. Pierre Cuypers ve A.L. Van Gendt'in tasarladığı, 1889'da hizmete giren bu kırmızımsı binaya yıllar içinde artan yolcu talebi nedeniyle, ana yapıyı bozmadan eklemeler yapmışlar. İstasyonun Shchiphol Hava Alanı ile bağlantısı var. Bunun yanı sıra birkaç metro hattının ilk ve son durakları da Merkez İstasyonunda bulunuyor. Buradan, Köln, Brüksel ve Paris'e doğrudan trenle ulaşabilirsiniz. Kesinlikle ziyaret programınıza alın.


Dam Meydanı

Merkez İstasyonunu arkanıza alır, Damrak caddesinden yaklaşık 10 dakika kadar yürürseniz Dam Meydanına ulaşırsınız.

Dam Square

Bu meydan Amsterdam'ın kalbi gibidir. Günün hemen hemen her saatinde meraklı turistlerle dolup taşar. Meydan ve meydanın çevresi 41 yıldır hiç değişmemiş. Meydanın ve meydanı çevreleyen binaların yıllar boyu değişmeden yerinde duruyor olması ''Necip Türk Milletinin naçiz  bir ferdi'' olarak bize garip gelebilir ama gerçek bu. Meydanın o yıllardan tek farkı; 1956 yılında II. Dünya Savaşında ölenlerin anısına yapılan ve meydanın ortasında bulunan sütunun (ulusal anıt) çevresindeki merdivenlere oturup gitar çalıp şarkı söyleyen ''hippilerin'' yerini bu gün çoğunlukla turistlerin alması. Dam Meydanının çevresinde Kraliyet Sarayı, Madam Tussaud Balmumu Müzesi ve  Yeni Kilise( Nieuwe Kerk) var.


Koninklijik Palaies(Kraliyet Sarayı)

Burası 1655 yılında belediye binası olarak tasarlanmış. Jacob van Campen tarafından Roma mimarisinden esinlenerek yapılan bu bina, daha sonra  kralların ikametgahına tahsis edilmiş. Bu gün sadece yılbaşı resepsiyonlarında ve resmi törenlerde kullanılan saray, bazılarınca dünyanın 8. harikası olarak kabul ediliyormuş. Ben bu sarayda, gördüğüm onca sarayla kıyasladığımda ''harikalık'' bir durum'' göremedim. Ama harika diyenlerin bir bildiği olmalı. Son ziyaretim sırasında, sarayın önünde plaj voleybolu yarışmaları vardı.

Koninklijik Palaies ve Önünde Plaj Voleybolu Turnuvası

Aslen Fransız olan Madam Tussaud'un, en ünlüsü Londra'da olan bal mumu müzesinin bir örneği de burada. Ben hem Londra'dakini hem de buradakini daha önceden ziyaret ettiğim için bu kez müzeyi dolaşmadım. Ancak şunu söylemeliyim; Londra'daki müzeyi gördüyseniz ve günceli izlemek gibi bir takıntınız yoksa buradakini ziyaret etmenize gerek yok.


Yeni Kilise(Nieuwe Kerk)

Dam Meydanını çevreleyen tarihsel eserlerden biri de Yeni Kilisedir. 1408 yılında ibadete açılan bu kilise, şimdilerde  sadece Hollanda Kraliyet ailesinin önemli günlerinde kullanılıyormuş. 

Nieuwe Kerk

Söz gelimi 1980'de Kraliçe Beatrix'in, 2013'de ise oğlu Willem Alexander'n taç giyme törenleri bu kilisede yapılmış. Yılbaşı resepsiyonları dışında kilise sergi ve konser salonu olarak kullanılmakta olup halkın ibadetine kapalı. Müzeye girişin hediyesi 8 euro.


Eski Postane Binası (Magna Plaza)

Bu gün alış veriş merkezi olarak kullanılan Magna Plaza, 19. yüz yılın sonlarında mimar P.C.Peters tarafından neo-gotik biçemde postane binası olarak tasarlanmış.Magna Plaza, Kraliyet Sarayı'nın tam arkasında, Nieuwezijds ile Raadhuisstraat'n kesiştiği köşede.


Magna Plaza

Rembrantplein

Adını ünlü Hollandalı ressam Rembrant van Rijn'den alan bu meydan, kentin en önemli eğlence yerlerinin ortasında yer alıyor. Ancak meydanı benim için önemli kılan, buranın eğlence merkezi olmasından öte ünlü ressamın Gece Nöbeti(Night Watch) tablosunun uygulandığı bronz heykellerin (yontu) burada yer almasıdır. Rus yontucuları Mikail Doranov ve Alexander Taratynov'un bu yapıtları gerçekten görmeye değer.

Rembrantplein-Night Watch ve Rembrant

Hele Rijk Museum'da bulunan ve bu yontulara kaynaklık eden Gece Nöbeti adlı tablosunu gördükten sonra, bu tabloyu üç sanki üç boyutluymuşcasına  yorumlayan sanatçıların her türlü övgüye layık olduğunu düşündüm. Bu yontuların hemen ardında, nöbetçilere'' kol kanat gerermiş'' gibi duran Rembrant'ın bir yontusu yer alıyor. Buraya mutlaka gitmelisiniz.


Leidseplein (Leidse Meydanı)

Özellikle yaz aylarında hemen her akşam bir etkinliğin yapıldığı bu meydan da bulunan kafe ,bar ve restoranlarda yiyip içebilir, etkinliklerin bir parçası olmasanız da oturduğunuz yerden çalınan müziğe kulak misafiri olup hoşça vakit geçirebilirsiniz.  Meydana açılan, Leidse Street(straat) trafiğe kapalı, rahatlıkla alış veriş yapabilirsiniz. Leidseplein, çok eski tarihlerden beri Amsterdam'daki eğlencenin önemli merkezlerinden biri sayılıyor. Özellikle hafta sonları gece yarısından sonra bile açık mekanlar bulabilirsiniz. Bu arada Amsterdam'ın ünlü Coffeshoplarından  biri olan The Bulldog da bu meydanda bulunuyor.


Vondelpark

Amsterdam'da bir çok park var. Ama Vondelpark bunların en ünlüsü ve bana göre de en güzeli. Adını Hollandalı şair ve yazar Johannes van Den Vondel'den alan bu park 1865 yılında yapılmış. Yaz- kış, özellikle hafta sonları, hem Amsterdamlılar'ın hem de buraya turist olarak gelmiş benim gibilerin gözde mekanlarından biri...

Vondelpark-Piknikçiler

Park çok büyük, zamanınız varsa yürüyerek dolaşın ama bu parkı kısıtlı bir zaman diliminde tanımak istiyorsanız bisiklet kiralayın. Ulu ağaçların gölgelediği geniş çimenlikler, irili ufaklı göller, yürüyüş ve bisiklet yolları, etrafa serpiştirilmiş irili ufaklı yontular, açık hava tiyatrosu, küçük kafe ve restoranlar... Anlayacağınız, iyi planlanmış bir parktan ne bekliyorsanız; bu park fazlasını veriyor. Eğer hava güneşliyse; buralarda her zaman görünmeyen güneşin yaşam kaynağı ışığını, bedenlerinin en mahrem yerine kadar ulaşması için çimlere sereserpe uzanan genç kızlar, piknik yapanlar, gitar çalıp eğlenenler, kuytu köşelerde, aralarından su bile sızmıyacak denli birbirleri ile bütünleşmiş genç çiftler, koşuşturan, oyun oynayan çocuklar...

Vondelpark- Şair J.van Den Vondel

Vondelpark'ta güneşli bir hafta sonunun özeti bu. Kentin merkezi sayılacak bir bölgede bulunan Vondelpark'ı yılda 10 milyon kişi ziyaret ediyormuş. Turistlerin vakti kısıtlıdır; az zamanda çok şey görmek isterler; onun için burayı gezdikten sonra başka parkları görmenize gerek yok; benden söylemesi..


Anne Frank House

Anne Frank'ın öyküsünü hemen herkes bilir sanıyorum. Öykü kısaca şöyle: Musevi olan Frank Ailesi Almanya'daki Nazi baskısından kaçıp Amsterdam'a yerleşirler. Ancak Almanlar Hollanda'yı işgal edince; Baba Otto Frank'ın iş yerinin arkasındaki bir odada iki yıl yaşarlar. Anne bu süre içinde günlük tutmaya başlar. Ancak bir ihbar sonucu 2 yıl saklandıkları bu evden alınarak her biri ayrı bir toplama kampına götürürler. Anne, annesi ve ablası bu kamplarda ölürler. Savaş sonrası baba Frank kaldıkları evi ziyaret eder ve saklanmalarına yardımcı olan aileden Anne Frank'ın günlüklerini alır. Bu günlükler yayınlamaya başlayınca; yıkım kararı alınan ev bir müzeye dönüştürülür.

Anne Frank'ın Evinin Önündeki Kuyruk

Müzede II. Dünya Savaşını vahşetini anlatan sergiyi, Frank Ailesi'nin saklandığı odayı ve günlüğün özgün halini görebilirsiniz. Öykü bu. Kıssadan hisse: Eğer iyi bir halkla ilişkiler uzmanıysanız ve ticari kafanız varsa; İkinci Dünya savaşı sırasında, şu ya da bu şekilde ölen 7 milyonu Musevi, yaklaşık 50 milyon kişi arasından sadece, günlük tutan 12 yaşında bir kız çocuğunu tüm bu kurbanların önüne çıkarabilirsiniz. II. Dünya savaşındaki vahşeti, insanlara, bir kız çocuğunu ve onun anılarını öne çıkararak anımsatmak belki daha etkili bir yöntemdir; bilemiyorum...

Müzeyi yıllar önce ziyaret etmiştim. Son gidişimde(haziran 2014) bir kez daha ziyaret etmek istedim ama müzeye giriş kuyruğu yaklaşık 200 metre olunca vaz geçtim. Anne Frank'ın evi Prinsengract  267'de. Özel müze olduğu için müze kartı geçmiyor; hediyesi 9 euro.


Heineken Experience(Heineken Bira Müzesi)

Burası, dünyanın önemli bira üreticilerinden olan Hollanda kökenli ünlü Heineken birasının üretildiği eski bir fabrika müzeye dönüştürülerek oluşturulmuş. Müzede eskiden kullanılmış olan bira tankları, araç ve gereçleri sergileniyor. Ayrıca bira nasıl üretiliyor sorusuna yanıt niteliğinde film gösterisi de var. Giriş, rakamla da 18 euro, yazıyla da on sekiz euro. Bu bilete yaklaşık 350 cc'lik bira da dahil. Eğer tutkulu bir bira sever ya da birasız yaşam benim için haram diyenlerden değilseniz boşuna bu parayı ödemeyin. Herhangi bir kafede bu paraya,her biri  üstelik yarım litre 10-12 bardak bira içersiniz.

Heineken Experience Girişi- Ama siz girmeyin

Biz biranın vatanı Anadolu der dururuz. Ama bu günlerde bira fabrikalarımız yıkılıp yerine AVM, otel ve rezistanslar yapılıyor. Buna örnek mi istersiniz. Şişli'deki Tekel fabrikası ile Bomonti'deki bira fabrikası. Bu değerleri müze yapmak kimsenin aklına gelmiyor. Akıl edenlerse;  iki elleri böğürlerinde bu kıyımı umarsız izlemek zorunda kalıyorlar. Belki bizim nesil göremez ama bu kafayla gidersek; bir nesil sonrakiler Sultan Ahmet Meydanının AVM ve rezistanslarla  donatıldığını görürler sanırım.


Rijkmuseum (Devlet Müzesi)

Riikmuseum, Amsterdam'daki ünlü müzeler, Van Gogh ve Stedelijik müzeleri gibi Museumplein Bölgesinde. Hollanda devlet Müzesi olarak da bilinen dünyaca ünlü bu müzede hem klasik hem de modern sanat eserleri; resimler, baskılar, heykeller sergilenmektedir. Müzeye sadece Rembrant'ın tablolarını görmek için bile gidebilirsiniz. Giriş için 15 euro ödeyeceksiniz. Müze kartınız varsa; bu bedeli ödemiyorsunuz doğal olarak...

Rijkmuseum

Müzeyi, yaklaşık 35 yıldır Amsterdam'da yaşayan bir arkadaşımla geziyordum. Arkadaşım bir ara Rembrant'ın bir eserini, tablonun önündeki tabureye oturup incelemeye başladı. Aradan yaklaşık 20-25 dakika geçince onun yanımda olmadığının ayırdına vardım. Bulunduğu  salona geri döndüm. Arkadaşım hala oradaydı ve tabloyu inceliyor gibiydi. Bu davranışına şaşırmadım desem yalan olur. Yıllardır tanışıyor olmamıza karşın sanat üzerine hiç konuşmamıştık. Dahası, müzeye biraz da benim ısrarımla gelmişti. Bir tablonun önünde yarım saate yakın bir zaman geçirdiğine göre; bu özelliğinin başkaları tarafından bilinmesini istemeyen gizli bir sanat sever olmalıydı. O ana kadar arkadaşımı sanata ilgi duymayan biri olarak düşündüğüm için kendimden utandım. Bu utanç duygusu ile mahçup bir edayla sordum.

Rembrant-Night Watch-Rijkmuseum

-''Resim seni çok etkiledi galiba? Yaklaşık yarım saattir önünden ayrılamadın.''

-Alakası (ikinci a'yı inceltmeden okuyun lütfen !) yok Yaşar Abi yaa!. Çok yoruldum, adım atacak halim yok, dinleniyorum''.

Onun sanata karşı tutumu karşısında yanıldığımı sanıp, bir kez daha yanılgıya düştüğüm için kendimden özür diledim.

Müzede, resimlerin sergilendiği odalarda bulunan ''izleme oturaklarını'' sadece dinlenmek için kullanan bu arkadaşımın adını sanatsever eşine olan saygımdan dolayı veremiyorum.


Van Gogh Museum

Amsterdam'da ziyaret etmekten en hoşlandığım yer burası. Bu  hoşlanma duygusu gençlik yıllarımdan bu güne değişmedi. Gençsiniz, Amsterdam, yaşınıza uygun '' tüm güzellikleri'' ayaklarınızın altına seriyor ama siz ''illa da Van Gogh'' diyorsunuz. Elbette bu Van Gogh tutkusunun bir nedeni var. Resme onun eserlerini taklit ederek başladım. İlk çalışmam Starry Night-Yıldızlı Gece adlı tablosundan bir ayrıntıydı. Lise yıllarında karma bir sergiye yine onun Kıyıda Balıkçı Kayıkları adlı tablosunun bir kopyası ile katılmıştım. Düşünün: Yıllardır hayran olduğunuz sanatçının, sadece albümlerde gördüğünüz en sevdiğiniz tablosuna; Kıyıda Balıkçı Kayıkları'na bir -iki adım mesafedesiniz...Anlatılması güç bir duygu seline kapıldım...

Van Gogh Museum

Sözün özü: Resme merakınız olsun olmasın, yaşadığı sürece tek bir tablosu bile satılmayan ( bazıları bir tablosunu kardeşi Theo'nun sattığını söylüyor) yoksulluk içinde yaşayıp, yine yoksulluk içinde terk-i diyar eden bu çılgın ressamın, sanatsal evrimini  ve sonunda ulaştığı doruğu görmenizi isterim. Giriş 15 euro. Müze kartı olanlardan para almıyorlar.


Stedelijik Museum

Burası Van Gogh müzesine yürüyüş mesafesinde. 1895 yılında kurulan bu müze, 2012 yılından itibaren, ev sahipliği yaptığı eserlerin temasına uygun mimari anlayışa göre tasarlanmış bir binada hizmet veriyor. Müzede günümüzün sanatını yansıtan yontular(heykel), fotograflar, grafik ve endüstriyel tasarımlar, resimler, hareketli görüntüler ve çizimler yer alıyor. Giriş 20 euro. Müze kartı bura da da geçerli. Kendinize bir kaç saat ayırıp, mutlaka bu müzeyi ziyaret edin.

Stedelijik Museum


Bloemen Market -Çiçek Pazarı

Çiçek pazarı Amsterdam'da görülmesi gerekli yerlerden biri. Her ne kadar biz Türkler,'' Lalenin vatanı Türkiye, Hollandalılar onu bizden aldı'' deyip , Türk'ün Türk'e propogandasını yapsak da, yemeyenin malını yerler örneğinde olduğu gibi Hollandalılar laleyi neredeyse ülkelerinin sembolü yapacak kadar benimsemişler. Hadi Lalenin vatanı Türkiye diyelim. Peki nerede canım ülkemde lale satılan büyük pazarlar?

Neyse geçelim bu safsataları.

Bloemen Market

Burada her türlü çiçeğin, özellikle lale soğanlarının envai türlüsünü bulabilirsiniz. Yanaşık düzende sıralanmış dükkanlarda çiçek tohumlarının yanı sıra Hollanda'ya özgü tahta ayakkabılar ve çeşitli hediyelik eşyalar da satılıyor.


Jordaan

Jordaan'ın geçmişi 17. yüzyıla kadar dayanıyor. O zaman, kentin dışında kalan Jordaan ve bir tür gece kondu mahallesi gibiymiş. Sakinleri de kolayca tahmin edeceğiniz gibi yoksul işçiler ve kölelerden oluşuyormuş. Amsterdam Belediyesi 20. yüzyılın başlarında burayı yıkıp yerine  daha modern binalar yapmaya kalkışınca; başta semt sakinleri ve sanatçılar bu plana karşı çıkmışlar. Sonunda taraflar, semtin özgün ve tarihsel yapısını bozmadan yapılacak bir yenileştirme planı üzerine anlaşmışlar.

Kentten bir görüntü

Bir çok sanat atölyesi, galerisi ve müzenin yer aldığı Jordaan'da  Rembrant'ın yaşadığı ev de bulunuyor.

Ziyaret listenize Jordaan'ı da alın.


Begijnhof

Geçmişi 14. yüzyıla kadar uzanan Begijnhof genişçe bir avlunun etrafında sıralanan evlerden oluşan bir tür site. Bu evlerde Roma dönemindeki rahibeler kalırmış. Şimdilerde ise; o günlerin geleneksel bir devamı sayabilir miyiz bilmiyorum ,burada evli olmayan kadınlar kalıyormuş. Avludaki 34. nolu evin (wooden house)  Amsterdam'ın ayakta kalan en eski yapısı olduğunu söylediler. Ayrıca burada, yapım tarihi 16. yüzyılın ilk yarısına kadar giden bir kilise de var. 

Begijnhof

Kanallar

Çoğu insanın aklına kanal deyince; Venedik gelir. Amsterdam'n da bir kanallar kenti olduğunu sırası gelmişken yazayım. Hatta bazıları Amsterdam'ı 90 adası ve 1500 civarındaki köprüsü ile Kuzeyin Venediği diye tanımlar...

Kanalların yapımı 17. yüzyılın ikinci yarısında başlanmış. Başlangıçta savunma amaçlı olan kanallar, daha sonra kentin genişlemesi, dolayısı ile  artan nüfusa yeni  yerleşim alanı kazandırmak için açılmaya başlanmış.

Havadan bakıldığında ya da kent haritası incelendiğinde bu kanalların, ard arda sıralanmış, köşeleri olan yarım daire şeklinde olduğu görülür.

Bir Başka Kanal

Bu kanalların en önemlileri içten dışa doğru sırasıyla Singel, Henggracht, Keizergracht ve Prinsengracht'tır .Kanallarda tur yapan tekneler var. İster tekne turuna katılın, isterseniz kanallar boyu yürüyün. Her ikisi de size Amsterdam'ı tanımanız için yeterli ipuçları verecektir. Kanalların bir başka ilginç yanı ise; buralara demirlemiş tekne-evlerde de insanların yaşıyor olması...

Kanallar. Arkada Kırmızı Fenerler Sokağı


Museum of Medieval Torture Instruments( Ortaçağ İşkence Müzesi)

İşkence müzesi nasıl bir yerdir? demeden size giriş fiyatını söyleyeyim: 15 euro. Özel müze olduğu için burada müze kartının hükmü geçmiyor. Giriş ücreti size pahalı gelmediyse yazmaya devam edeyim.

Yanlış anımsamıyorsam müze 5 kattan oluşuyor(her taraf loş ötesi karanlık olduğu için kat sayısını tam anımsamıyorum). Asansörle çıktığınız en üst kattan, ses ve ışık efekti eşliğinde, orta çağda kullanılan işkence aletlerinin sergilendiği odaları ve uygulamalı işkence sahnelerini görerek aşağı kata kadar iniyorsunuz. 

İşkence Müzesi-Giyotin

Aklınıza gelen, gelmeyen her tür işkence aleti var burada. İşkenceyi kültürün bir parçası sayarsak; Hollandalıların bu konuda bizden fersah fersah ilerde olduklarını rahatlıkla söyleyebilirim. Söz gelimi; Cüneyt Arkın'a Kara Murat ya da Malkoçoğlu filimlerinde ''Kahpe Bizanslıların'' yaptığı işkence sahnelerini gözünüzün önüne getirin. Filmlerdeki en önemli uygulama kızgın bir demirle dağlamadır.Kızgın demir Cüney'in vücuduna değdiğinde önce ''cooss'' sesini duyarız, ardından''tüysüz göğsünden'' çıkan dumanı görürüz. Hepsi bu. Bu müzeyi gezdikten sonra, Cüneyt'e uygulanan kızgın demir işkencesinin burada gördüklerimin yanında Thai Masajı gibi kaldığını anladım. O kadarki; bizim en baba işkence dediğimiz kızgın demirle dağlama yöntemini bu müzeye alamaya tenezzül bile etmemişler. Dil koparma, çivilerle kaplı iki kapı arasında sandeviç yapma, kazığa oturtma, parmak koparma vs. Hamileler için bile özel işkence aletleri geliştirmiş elin adamı.

Aletlerin hepsi çok paslı. Bunca zaman geçmiş paslanmaları doğaldır diyeniniz olabilir. Ama havasız ve rutubetli bir yerde yepyeni aletler bile paslanır. Lafı şuraya getirmeye çalışıyorum.Adam işkenceden sağ kurtulamaz ama hadi kurtuldu diyelim, o zamanlar aşısı olmadığı için tetenozdan ölür alim allah. Duhuliye; 12.50 euro.


Amsterdam Dungeon

Hollanda'nın karanlık orta çağındaki hapishanelerinin ışık,ses ve koku efekti ve küçük gösterilerle canladırıldığı bu müze, eski bir kiliseymiş. Gösteriler, korkuyu ve heyacanı üst düzeyde tutmak için loş hatta az ışıklı ortamlarda yapılıyor. Buradaki''dungeon'' London Dungeon'ın küçük bir örneği. Orayı ziyaret ettiyseniz burayı görmeniz gereksiz.

Zindanı turlarken bir çok küçük gösteriye de tanık oluyorsunuz. Söz gelimi bir gemi seyahatine çıkıp, aniden gümbürdeyen top sesleri ile irkiliyor ya da aynalarla kaplı bir koridorda çıkışı bulmaya çalışıyorsunuz. Bazen gösteri yapan sanatçılar, aranızdan birini seçip  oyuna katıyor. Bu seçimden ben de nasibimi aldım.

Amsterdam Dungeon

Bir orta çağ mahkemesinde sanık olarak bulundum. Sadece sanık sandalyesi ve yargıc kürsüsünün loş bir ışıkla aydınlatıldığı orta çağ mahkemesini sembolize eden bir odada bulunuyorduk.Yüksekçe bir kürsüde olan hakim beni sanık sandelyesine davet etti; gittim.

-''What's your name?''

-''Atilla''.

-''What ?''

Orta çağ yargıcı bu sağı solu belli olmaz. Tüm sevimliliğimle ,

-'' My name's Atilla sör'' diye yineledim.

-''Where are you fom Atilla''.

-''I am from Turkey sör''. Bu yanıtı duyunca yargıç birden hiddetlendi. Elini boğazına götürüp, bir yandan kafa kesme işareti yapıp; öte yandan

-'' I comnden  you  to death. ''  dedi.  Durduk yerde idama mahkum ediliyorum. Telaşla sordum:

-What for? What is my guilt?

-''You are guilty. Because  You killed Kurtdish People. 

-''Objection, objection !'' dedim, demesine ama adam beni dinlemeden kürsüyü terk etti.

Bu öyküyü neden anlattım. Hollanda burnumuzun dibi, binlerce kendini Türk sayan yurttaşımız yaşıyor orada ama onlardaki'' Türkler Kürtleri öldürüyor'' algısını bir türlü ortadan kaldıramamışız. Sonuçta bu bir gösteri, önemsizdir demeyin. Hediyesi 17 euro.


Red Light District-Kırmızı Fenerler Sokağı

Kırmızı Fenerler Sokağı, Amsterdam'ın dünya da en tanınmış, adı en çok bilinen hatta her ne sebeple Amsterdam'a gidilirse gidilsin mutlaka ziyaret edilen yeridir. Çoğu insan Rijkmuseum'un, lalelenin, hatta yel değirmenlerinin Hollandayla bir ilgisi olduğundan habersizdir. Ama Kırmızı Fenerler dendiğinde iş değişir, çoğunun gözleri ışıldar...


Amsterdam bir liman kenti. Liman kentlerinde sex üzerine yapılan ticaretin öteki kentlerden daha gelişmiş olduğu konusunda herkes hemfikirdir sanıyorum. Aylarını açık denizlerde geçiren denizcilerin, karaya çıktıklarında ilk aradıkları yerin birleşme evleri olduğu su götürmez. Amsterdam da bu tür liman kentlerinin önde gelenlerinden biri.

Red Light Districht-Live Sex Theatre

Kırmızı Fenerler Sokağı devlet izniyle sex ticaretinin yapıldığı bir yer. Burada kadınlar, odalarının önündeki, sokağa bakan vitrinlerde kendilerini potansiyel müşterilerine yarı çıplak bir şekilde sergiler. Hizmet verdikleri yatak odaları vitrin arkasındadır ve her evin kapısında kırmızı ışık yanar. Elektriğin olmadığı zamanlarda bunların yerine fenerler kullanılırmış. Zaten ''kırmızı fenerler'' deyimi de oradan geliyor. Burada eskiden çok miktarda Surinamlı kadın hizmet verirdi. Şimdiyse, Türkü, Bulgarı, Almanı, Polonyalısı, Rusu kısaca 72 milletten kadını, bu hücre evlerde ziyaret etmek mümkün.

Ama Kırmızı Fenerler Sokağı, bu kadınlardan, hücrelerinden ya da verdikleri hizmetlerden ibaret değil. Sexe yardımcı olacak araç, gereç satan dükkanlar, canlı sex gösterisi yapan tiyatrolar, uyuşturucu satan coffeshop'lar, barlar, kafeler ve restoranlar...

Hani derler ya'' adı çıkmış dokuza inmez sekize'', Kırmızı Fenerler Sokağı da bu tanımda yerini buluyor. Yukarıda anlattıklarım bakıp da buranın tehlikeli, özellikle nisa taifesi için tehlikeli ve girilmez bir yer olduğunu düşünmeyin. Şöhreti kötü ama güvenli bir yer; kısaca turistik bir bölge. Çocuğunuzla değil ama eşinizle rahatlıkla sokaklarında dolaşabilirsiniz. Çocuklarınızı merak etmeyin onlar büyüyünce zaten ziyaret ederler.

Ancak buraya ilişkin notlarımı bitirmeden şunu da yazmadan geçmeyeyim.  Nedendir bilmiyorum, Kırmızı Fenerler Sokağı'nın bırakın 40 yıl öncesinin, 10 yıl öncesinin bile havası yok bu günlerde. Gösteriler daha bir yavan, daha bir ticarileşmiş(turistikleşmiş) gibi geldi bana.


Coffe Shop-Uyuşturucu Barı

Amsterdam, bazıları için için uyuşturucu cenneti olabilir. Ancak uyuşturucunun da devlet kontrolü altında olduğunu söylemeliyim. Yıllar önce sokaklar, özellikle Kırmızı Fenerlerin bulunduğu sokaklar, sizden uyuşturucu almak için para isteyen ''tutkunlarla'' doluydu. Bunlar ara sıra bu parayı sizden zorla almaya kalkıyorlar, bir nevi gasp yapıyorlardı. Ancak Amsterdam Belediyesi bu tutkunlara  günlük gereksinmelerini ücresiz olarak verme kararı alınca; hem uyuşturucu ticareti azalmış hem de bu tür polisiye olaylar...

Leidseplein-Coffe Shop'lardan biri.The Bulldog

Hollanda Adalet Bakanlığı'nın Gedogen -mecburen kabul etme anlamında- projesi kapsamında açılmasına izin verilen bu dükkanlarda esrar gibi, marijuhana gibi hafif uyuşturucular satılıyor. İçeri girip bir masaya oturduğunuzda önünüze bir uyuşturucu listesi geliyor, seçip sipariş veriyorsunuz. Dışarı çıkıp orada içmek yasak. Bu kafelerden 200'ün üzerinde olduğu söyleniyor; çoğu da Old Town'da...

Burada bunlardan sadece ikisinin adını veriyorum. The Bulldog ve Smoky. Size buralara gidin ya da gitmeyin diyemem; karar sizlerin.


Yeldeğirmenleri

Hollanda'nın sembollerinden biri de yel değirmenleri. Hollanda kırsalında çokça rastlayacağınız yel değirmenlerinden Amsterdam'da 3-5 tane kadar var. Kenti dolaşırken bunlara rastlamanız olası. Ancak işi rastlantıya bırakmak istemiyorsanız Amsterdam'ın Jordaan bölgesinde bunlardan bir tane var. Adı De Otter.

Hollanda'nın Sembollerinden Yel değirmeni


Volendam

Hazır Amsterdam'a kadar gelmişken, buraya yaklaşık 15-20 km uzaklıktaki Volendam'a gitmenizi öneririm. Volendam, deniz kıyısında, daha açık bir ifadeyle denizle bağlantısı olan bir gölün kıyısında kurulmuş bir balıkçı kasabası. Pencereleri ve balkonları çiçeklerle süslü, katedral çatılı, çoğunluğu yanaşık düzende sıralanmış büyüklü küçüklü  villalardan oluşan küçük bir kasaba... Volendam deniz kıyısında olduğu için balıkçılığın geliştiği bir yer. Bunun doğal sonucu olarak da kıyı boyunda bir çok balık restoranı var. Hava güneşliyse; bu restoranlarda, özellikle hafta sonları yer bulmak zor. Kıyı şeridinde dolaşırken şansınıza bir boş masa bulursanız, restoranın adına bakmadan hemen çökün. Fiyatlar ehven.

Volendam

Amsterdam'dan Volendam'a turla da gidebilirsiniz, merkez istasyondan kalkan 92, 110 ve 116 nolu oltobüslerle de. Ben''sanat aşığı'' arkadaşımın otomobili ile gittim. Amsterdam Volendam arası yolculuğunuz, geniş çayırlıkların ortasında kurulu çiftlik evlerini, otlayan inekleri ve yel değirmenlerini görmek için bir fırsatta yaratıyor.


Amsterdam'da gezip görülecek bir çok yer daha var. Body Worlds, Amsterdam Ice Bar, Brothel(genel ev )Museum, Hayvanat Bahçesi, Jewish Historcal Museum-Yahudi Müzesi-, Tropical Museum, Albert Cuyp Market(sokakta kurulan pazaryeri)... bunlardan sadece birkaçı.. Ancak ben burada, soranlara ''Amsterdam'ı gördüm ve yaşadım'' diyebileceğiniz mekanları anlattım. Gerisi size kalmış...


Ne yenir ne içilir

. Öncelikle Hollandalıların su niyetine bira içtiklerini bilmenizde yarar var. Dünyada en fazla bira tüketen ilk üç ülke arasında. İki tane uluslararası markaya sahipler; Amstel ve Heineken. Her ikisi de denenebilir.


.Hollanda'nın Peynirleri ünlü. Mutlaka tatmalısınız. İki ünlü peynir markaları var, Biri Edam diğeri Gouda. İkisi de orta sertlikte, sarı ve dayansın diye parafinle kaplanmış. Bu peynirler inek sütünden yapılıyor. Bir de biz de hakikisi herzaman  bulunmayan keçi sütünden yapılmış peynirlerini önerebilirim.


.Hollanda soğuk bir ülke olduğu için, yemek kültürleri öteki soğuk ülke mutfakları ile benzeşiyor. Temel yiyecek patates ve lahana. Ben bir kaç tür yemek denedim.

Stampot.Kara lahana ile Hollandalıların olmazsa olmazı patates püresi karışımı bir yemek. Tabağın kenarına da kızartılmış sosis dilimleyerek servis yapıyorlar.

Erwtensoep. Ağırlıklı bezelye olan ve garnitür olarak da dilimlenmiş sosis doğranmış koyu  ve kıvamlı bir çorba.

Haring. Bir tür balık ekmek. Ama ekmek arasında ki balık çiy. İçine ince doğranmış hıyar turşusu ile çintilmiş küp şeklinde soğan koyuyorlar. Suşi severseniz bunu da seversiniz, ben sevmedim.

Pompoensoep. Balkabağından yapılıyor. Üzerine garnitür olarak maydonoz, ya da dere otu konuyor. Yukarıda saydıklarım içinde en hoşuma giden bu çorba oldu. Bu çorbayı ilk kez Almanya'da yaşayan bir arkadaşımın evinde tatmıştım. Bir kış günü yolunuz Amsterdam'a düşerse deneyin.


Onların yemek masalarının en itibarlı yerine konulan patates kızartması ve püresini bir kenara ayırırsak, aç bilaç kalmayınca; Hollanda Mutfağı ile selamlaşmayın bile...


Alış veriş

Lafı sündürmeden ve uzatmadan peşin peşin söyleyeyim; Amsterdam çok pahalı bir kent Buradan sadece, tahta ayakkabı, peynir, yel değirmeni bibloları gibi hediyelik eşyalar ile lale soğanları satın alınır. Yok illa bir şeyler alacağım diyorsanız, siz bilirsiniz. Ne demişler dükkan sizin.

Ancak elmas konusu biraz farklı.Elmasın ana vatanı Güney Afrika'dır diyorlarsa da elmasın cennetinin Amsterdam olduğu gerçeğinde herkes birleşiyor. Bu işten anlıyorsanız; Amsterdam'dan elmas alabilirsiniz. Arkadaşım burada hem aldatılma riskiniz az hem de fiyatlar ucuz dedi.


Aklınızda bulunsun

.Hollandalılar kibar insanlar. Aslına bakarsanız tüm kuzey ülke insanları kibar; İsveçliler, Danimarkalılar, Norveçliler, Finlandiyalılar vs. Ya da bana öyle geliyor.


. Metro ve tramvayla desteklenen kent içi ulaşımları çok gelişmiş. Günlük (24 saat) bilet 7.50 euro.

Havaalanı  Amsterdam arası 3.90, taksi ise; 57-58 euro.


.Amsterdam'ı hem yürüyerek hem de metro ve tramvayla dolaşabilirsiniz. Bunların 24 saat geçerli olan kartları 7.50 euro


.Özel müzeler dışında geçerli olan Müze Kartın fiyatı süresine göre değişiyor. Söz gelimi bir günlüğü  47.50 €, iki günlüğü 57.0 €, üç günlüğü ise; 67.0€. Kaç günlük kart alacağınıza  gezeceğiniz müzeleri dikkate alarak siz karar verirsiniz.


.I Am Amsterdam Kartı ise; müzelerin yanında ulaşımı, kanal turunu kapsaması ve kimi turistik yerlerde indirim olanağı sağlaması nedeniyle Müze Kartan daha pahalı.


.Amsterdam'a gelmeden önce gezip göreceğiniz yerleri planlayın. Özel müzeler için internet üzerinden bilet alın. Böylelikle değerli zamanınızı bilet kuyruğu bekleyerek harcamazsınız.Devlet  müzeleri için müze kartı alınca zaten kuyruğa girmeyeceksiniz. 


.Amsterdam'ı, Hop on-Hop off City Sightseeing turları ile dolaşabilirsiniz. Fiyatı mevsime göre 14-20 euro araası değişiyor. ayrıca bir saatlik ve 1 saat 30 dakikalık kanal turları da var. Hediyesi, yine sezona göre 20 ile 10 euro arasında.


.Amsterdam yemesi, içmesi, gezmesi , tozmasıyla pahalı bir kent. Kalacağınız güne göre iyi bir bütçe planlaması yapmalısınız.


.Hollandalıların kendilerine has bir dilleri var. İngilizce, Almanca  karışımı gibi. Kusura bakmasınlar çok kaba bir dil. Allahtan herkes İngilizce biliyor da bu dille anlaşmak zorunda kalmıyorsunuz.



Türkiye Büyükelçiliği

Lahey


Posta adresi:

Jan Evertstraat 15, 2514 BS The Hague The Netherlands

Konsolosluk Çağrı Merkezi Numarası:

0107660007

Telefon:

+31 70 302 31 01

Faks:

+31 70 361 79 69


Amsterdam'a THY'nın Sabiha Gökçen ve Atatürk Hava Limanlarından her gün karşılıklı seferleri var.


Van Gogh-Kıyıdaki Balıkçı Kayıkları

Keizergracht


Dam meydanı


Wester Kerk


Nieuwe Kerk

Albert Cuyp Market


Rijkmuseum-Hz. Lut ve Kızları:Hendrick Goltzius


Amsterdam Dungeon

Rijkmuseum

Mike Kelley-Stedelijikmuseum

Tahta ayakkabılar

Magna Plaza- İçten Ayrıntı

Anne Frank Oyunu Afişi











 Yazılan Yorumlar...
kemalcakman
(21 Temmuz 2014)
Yaşar Hocam yazı için teşekkürler....
Hollanda’da eğlence denince akla gelen ilk şehir Amsterdam’dır. Çılgın bir eğlence anlayışınız varsa, Amsterdam tam size göre bir şehir. Amsterdamda eğlence hayatı çok hızlı bir şekilde akıp gider...
fatma Dursun
(21 Temmuz 2014)
Esprili anlatımınız ile keyifle okuduğum bir yazı oldu. Aynı zamanda çok gerekli bilgiler il de dolu. Hollanda denince ilk aklıma gelen şeylerden biri de lale oluyor. Lale hem Hollandayı hemde Osmanlıyı hatırlatıyor. (Nede olsa bir Lale Devrimiz var)

Flaman kökenli Ogier Ghiselin de Busbecq, 1554-1562 tarihlerinde Avusturya elçisi olarak Osmanlı ülkesinde bulunmuş. Viyanaya dönerken yanında götürdüğü birçok bitkinin arasında lale soğanları da varmış. Busbecq, bu soğanları imparatorluk bahçeleri sorumlusu arkadaşı Carolus Clusiuse verip, Türklerin yetiştirdiği laleleri ona anlattı. Clusius, Busbecqin getirdiği soğanlarla Avusturyada lale üretmeye başladı. İmparatorluk bahçeleri sorumlusu Clusius, Protestanmış. Katolik baskısının artması üzerine 1593te lale soğanlarını da yanına alarak Leidene gitmiş. Doğu ticaretinden zenginleşen Hollandalılar lüks evlerini bahçelerle ve laleler ile süslemişler.

17. yüzyılın ilk çeyreğinde Hollandayı lale çılgınlığı sarmış. Nadir bulunan laleler inanılmaz fiyatlara satılıyormuş. Hatta 1629da bir lale Amsterdamda bir malikânenin fiyatına 12 bin guldene satılınca herkesin gözü bu çiçeğe çevrilmiş. Fakir insanlar bile lale yetiştirmeye başlamış. 1637de devlet bu duruma el ko yeni bir düzenleme yapıp, lale ticaretini daha küçük ölçekli ve kontrol edilebilir bir duruma getirmiş.

Teşekkürler
Erdin İVGİN
(17 Temmuz 2014)
Yaşar Bey, bu yazınızı da keyifle okudum. Detaylı güzel fotoğraflar ve anlatımınız için teşekkürler ederim.
Amsterdamı haklı olarak Rembrant ve Van Gogh ile özdeşleştirmişsiniz. Benim ise Hollanda denince ilk aklıma gelen Van Gogh oluyor.