Bavyera gezimiz devam ediyor. Biz booking’den rezervasyon yaptırdığımız otelin ücretini peşin ödediğimiz için iptal edilince iadesi olmayan) romantik yol rotasının Münih’e yakın olanlarını seçmek durumundayız. Romantik Yol; Frankfurt’ta 1 saat mesafe de olan Würzburg’tan başlayan Güneyde Füssen (Schwangau)’de sona eren 380 kilometrelik alanı kapsıyor. Otele yerleştiğimiz ilk akşam Alman televizyonunda, trafik kurallarına uyulmayınca neler olacağının yaptırımlarını izleyince, şehir içinde park sıkıntılarını görünce, bir de grubumuzda Almanca bilen olmadığından, Türkiye’ den Münih için araba kiralama şirketinden yaptığımız rezervasyonu iptal ettik. Münih Turizm bürosundan zamanımız elverdiğince yapabileceğimizi umduğumuz broşür, bilgi, v.s. dokümanları alarak, bu yola otobüs ve trenle de gitmenin kolaylığını fark ettik.
Pek çok noktada bulabileceğiniz Romantik Yol rotası ve Füssende meydandaki kinetik heykel… Solda Hohenschwangau Şatosu ve turistik piktogram yönergesi, sağda ise şatonun girişi…
Otelimize çok yakın olan Münih Hauptbahnhof (Merkez Istasyonu) tren terminaline erkenden giderek, romantik yolun sonu diye bilinen Füssen’den başladık keşfimize. İsteyenler DB Bahn Almanya’nın ulusal demiryolu şirketinin internet sitesinden rahatça ulaşımla ilgili bilgileri edinebilirler ve biletlerini alabilirler. Partner, indirimli biletimizi aldık (4 kişi, 58 euro). II. Dünya Savaşı sonrası oluşan Almanyanın olumsuz imajını değiştirmek için, 1948 yılında ortaya çıkarıldığı söylenen bu yol adını 18. yüzyıl sanat akımı “Romantizm” den almış. Yollarda bu yolu gösteren “Romantısche Strasse” tabelaları var. Toplam 26 kasabayı kapsıyor. Romantik Yol’u daha kapsamlı gezmek isteyenler için www.gezialemi.com sitesinde, benimde yararlandığım Neşe hanımın yazı dizisini tavsiye ederim Pencereden gördüğümüz yemyeşil vadiler, küçük köy kiliseleri, göl manzaraları, inekler, kuzular, yaşanası evler gözümüze çarptıkça fotoğraf makinelerimizde yerini aldılar. Endüstrilerinin gelişmişliğini yansıtan fabrika, v.b. şeyler çevreyi bizdeki gibi esir etmemiş. Duman, kargaşa, kirlilik, v.b. şeylere pek rastlamıyoruz. Biraz hayvancılığın ve tarımın yapıldığı yerlerde trene dolan gübre kokuları hariç! Neuschwanstein Sarayı ve yatak odası… Solda Ludwig yatak odası yıldızlı gökyüzü-tavan; sağda ise iç detay…
Münihten, 1-1,5 saatte vardığımız, son durak olan Füssen’de iner inmez, 10 dakikalık bir otobüs yolculuğuyla Hohenschwangau kasabasına ulaşmak gerekiyor. Yolcuların neredeyse hepsi, istasyonun hemen yanında Swangau’ya gitmek üzere sanırım trenin gelmesini bekleyen iki adet belediye (73 ya da 78 nolu) otobüsüne doluşuyor. Deusche Bahn (DB) (Alman Tren Yolları) biletimiz belediye otobüsünde de geçiyor. Bu noktadan sonra tepeye çıkmak için at arabaları ve 1€’ ya belediye otobüsleri var. İsterseniz 30-40 dakika süren manzara eşliğinde yürümeyi de tercih edebilirsiniz. Otobüsler Marienbrücke (Maria Bridge)nin bulunduğu noktaya çıkartıyorlar. Yukarı çıkmadan önce, aşağıdaki ‘’ticket center’’dan, şatolar için bilet almak gerekiyor. İki şatonun ve müzenin içini görmek isterseniz biraz tuzluca bir ücreti gözden çıkarmanız gerekiyor. Sadece görmek istediğiniz tek şatonun ya da hepsinin kombine biletini alabilirsiniz. Bilet gişesindeki Türk görevli bize grup bileti indirimi yapıyor. Kombine bilet alıyoruz. Biletinizin üstünde saat kaçta içeri alınacağınız ve tur numaranızın kaç olduğu yazılı. Zamanı değerlendirerek önce çevrenin keşfini yapıyoruz. Gölün dingin güzelliğini seyretmek ne hoş! İlk olarak Ludwig’in müzesine giriyoruz. Müzeye giriş, inceleme, v.b. ayrıntılar düşünülmüş. Günümüz teknolojisinden de yararlanılmış. İnteraktif uygulamalar var müzede! Geçişler, eşya dolapları, kulaklıklar, yönergeler, v.b. düzenlemeler… Bu Almanlar gerçekten düzen konusunda çok iyiler! Müze pek büyük sayılmasa da Bavyera krallarını, özellikle II.Ludwigin yaşamına dair kesitleri ve her türlü objeyi görebileceğiniz bir yer. Yine de zamanınız azsa bu müzeyi görmeseniz de olur! Neuschwanstein Şatosundan Hohenschwangau Şatosuna bakış… Neuschwanstein Şatosu ve karşısındaki çelik seyir köprüsü…
Yürüme mesafesinde bulunan, etkileyici bir sarı rengi olan, uzaktan da fotoğraf makinemize eşsiz kadraj görüntüleri veren, Hohenschwangau’ya (şato ya da kale) çıkıyoruz. Burası Bavyera Kralı II.Ludwig’in babası II.Maximilien’in yazlık ikametgahı. Romantik yolda her an bize çılgınlıklarını gösteren izleriyle tanıdığımız yalnız kral II. Ludwig’in de çocukluğunun geçtiği ev! Hohenschwangau Şatosu’nun bir başka özelliği ise Kral Ludwig’in amcasının Yunanistan’a yaptığı bir ziyaret neticesinde İstanbul’dan etkilenerek, şatonun bazı tavan resimlerinde Beylerbeyi, Küçüksu manzaralarını kullanmış olması. Marienbrücke den Neuschwanstein, bir masal evi; Neuschwanstein Şatosunun seyir köprüsü-Marienbrücke… Solda Marienbrücke den Neuschwanstein; sağda ise Garmisch kayak merkezi haritası…
Şimdide devletin kasasını hayallerini gerçekleştirmek uğruna tamtakır bıraktığı söylenen, çılgın Ludwig’in çılgın projesi Neuschwanstein (noyşvanştayn) Şatosundayız! Bavyera Alplerinin eteklerindeki masaldan fırlamış gibi görünen şatoyu; prens cennete ve dağlara yakın olmak amacıyla, saray ve sahne ressamı Christian Jank’a çizdirmiş önce. Yapımı içinde Bavyeralı mühendisleri görevlendirmiş. Bu şato, Disneyland’in logosunda bulunan şato. Bu yüzden tanıdık geliyor bana! Şato, Forggensee, Alpsee ve Schwansee (Kuğu Gölü) göllerine hâkim muhteşem bir dağ manzarasına sahip. Bu çıkmakla bitmeyen yolları arşınlayarak ulaşılabilen şatoya bakarken, hep şatonun yapılış aşamasında çalışan işçileri, hizmetkârları, emek verenleri düşünmeden edemiyorum. Nasıl bir meşakkatli süreç yaşamışlardır. Zaten en görkemli mimari eserler; firavun, kral, prens, kraliçe, prenses, padişah gibi iktidar sahiplerini mutlu etmek için yüzlerce, binlerce işçinin çalışmalarıyla ortaya çıkmıştır. Emek verenlerin ne adı vardır ne sanı! Ancak, Granada da Elhamra sarayının yapımında çalışan her milletten işçilerin isimlerini yazdıkları küçük tabletlerin sergilendiği bir duvar bölümü vardı. Çok etkileyiciydi benim için!
Tam tuvalime yansıması gereken bir görüntü: Garmisch; Partenkirchen kayak merkezinden bir detay… Garmisch Partenkirchen-Ditib Mimar Sinan Camii ve meydandan bir detay…
Giriş için, numaramızın olduğu grubun girmesini bekliyoruz. Şatoya rehbersiz girişi kabul etmiyorlar. Kalenin içinde fotoğraf çekimi de yasak! Sadece ikamet edilen bölümlerin gezdirildiği rehberli turda, 1.katta hizmetlilerin bölümünden geçerek, asla bitirilememiş 2.kata, sonra kralın özel bölümü olan 3.kata çıkıyoruz. 3. ve 4.kat, Ludwig’in ruhsal durumunu, yalnızlığını, yaratıcılığını, sanatsal tutkularını, kafası karışıklığını hissettiren bölümler! Bana kasvet bastı bu şatonun içinde biraz! Dini inancına kuvvetle bağlı olan II.Ludwig’in karyolasının üstü, Notre-Dame kilisesini andıran gotik bir kilise maketi olarak tasarlanmış. Şatonun sadece 5 odası tamamlanabilmiş. Tepedeki, dairesel avize İstanbul’daki Bizanslı ustalar tarafından hazırlanmış bir Bizans tacı! Wagner’in Tannhauser operasından esinlenilerek yapılan geçit görevi gören yapay mağaralar ve kısa bir dehliz, görkemli taht salonu, çalışma odası, avizeler, heykeller ve yatak odasındaki yıldızlarla süslü tavanı…
Şatonun bir bölümü gotik, bir bölümü romanesk, bir bölümü rönesans stilinde yapılmış. Sanat tarihçiler ve mimarların bu şato ile ilgili söyleyecek epeyce sözleri vardır sanırım! Bu çok popüler şato için acaba ne düşünürler? Saray, devrin en gelişmiş teknolojisiyle donatılmış. Merkezi ısıtma sistemi, su ve kanalizasyon için sıhhi tesisatın bulunduğu sarayda, tuvaletler, kullandıktan sonra otomatik olarak çalışan sifonlarla temizleniyormuş. Kralın, Wagner’e olan hayranlığından dolayı ünlü besteciye ithaf edilen “Şarkıcılar Salonu” fresklerine fazlaca yer verilmesi ve devasa duvar resimlerinde de bestecinin pasajlarının yazılı olması dikkat çekiyor. Zaten 15 yaşında, Wagner’in Lohengrin operasını seyredip, tüm hayatına etki edecek Wagner tutkunu olan Ludwig, 18 yaşında zoraki kral olunca, Wagner‘e Münih de bir ev verir, maaşa bağlar ve ondan operalar yazmasını ister. Eski Alman destanlarından etkilenen masallar dünyasının yalnız prensi sıra dışı Ludwig’in dostları sadece sanatçılarmış. Bu şatoda ne yazık ki 172 gün kalabilen kral, ısmarlanan gösterişli tahtta da hiç oturamamış. Garmisch'ten sanat eseri evler…
Disneyland’daki uyuyan güzel şatosuna ilham kaynağı olan şatonun yaratıcısı Ludwig’in hayatını 40 yıl sonra 2012 de yeniden beyaz perdeye (II. Ludwig) aktarmışlar. Kimilerine göre peri masallarındaki kral olan II. Ludwig kimileri için ise bir “deli kral ya da yarı deli kral”! Bavyera hükümeti kralın bu çılgınlıklarına artık dayanamayacak noktaya gelince, bir psikolog, psikiyatr eşliğinde Neuschwanstein’den alınır, akli dengesinin bozuk olduğu gerekçesi ile Starnberg gölü kıyısındaki Burg şatosuna kapatır. Ve sonra göl kenarında yürüyüş yaptıkları doktorla birlikte, cesetleri sığ göl sularında bulunur. Ölümü hala gizemini korumaktadır. Şato gezimiz bitince, Marienbrücke şelalesinin üzerinde bulunan iki dağı birleştirerek yapılan ince çelik seyir köprüsüne geçiyoruz. Köprüden doğayı ve şatoyu izlerken şiirsel bir atmosferin parçası oluyorsunuz. Eşsiz fotoğraflar çekebilir, dizeler mırıldanabilir, besteler yapabilirsiniz bu sihirli atmosferde! Kuş sesleri, alttaki şelalenin sesi, doğanın sesi, Ludwig’in hazin sonuna ağıt tutuyorlar sanki! En sevdiği hayvan olan kuğu sembolleri her yerde karşımıza çıkıyor, Müze satış yerinde ve diğer dükkanlarda yine kuğulu objeler, Ludwigli objeler şimdilerde turizmin en çok gelir getiren yüzü! Oberammergau’dan kareler…
Savaştan, silahtan hiç hoşlanmayan, herkes av peşinde koşarken, şato planları çizen, Wagner dinleyen, barışcıl bir mecburi prensti Ludwig! Ludwig’e hoşça kal deme zamanı geldi. Tren vaktine az kaldı ve dönüş için hiç vasıta yok! Birden bire herkes gitmiş sanki. Yarım saatten fazla yürüyerek, manzaranın güzelliğinin farkındalığıyla meydana iniyoruz ve buradan bir taksi çağırarak Füssene gidiyoruz. Tren zamanımıza kadar merkezde şirin bir kafede buğday birasıyla, aperatif bir şeyler yiyoruz. Bavyerada, her ortamda Türklerle karşılaşıyor ve tanışıyoruz. Bir traktör fabrikasında çalışan, burada yaşayan bir Türk kızıyla evlenerek Füssene yerleşen Ulaş’la sohbet ediyoruz, Füssende 300 Türk ailesinin yaşadığını, Almanların gelişmiş endüstrilerini, çalışkanlıklarını, buranın yerli halkının Türklere karşı önyargılı olduklarını anlatıyor bize. Meydandaki kinetik taş heykel grubu hoşuma gidiyor ve fotoğraflarını çekiyorum. Güzel görüntüleri, hazin öyküleri belleğimize yerleştirerek 21.30 Buchloe istasyonu aktarmalı eski model trenimizle Münih’e geri dönüyoruz.
Ertesi gün, otel civarında araştırıp bulduğumuz, turizm ve ulaşım şirketlerinden birinde bize yardımcı olacak Iraklı Celal (Rebin)le erkenden buluşuyoruz. 2 gün bize Bavyeranın ortaçağ kasabalarını keşif yolculuğumuzda hem kaptanlık hem de rehberlik yapacak. Rebin babasının adı olan Celal adını kullanıyor. Irak’tan savaştan ve kargaşadan kaçarak, bazen kaçak, bazen de mülteci olarak senelerini geçirmiş. Grubumuz 5 kişi ve Volkswagen’in 6 kişilik aile arabasıyla yine Bavyeranın doyumsuz yemyeşil vadileri, dingin gölleri, dereleri, tertemiz yerleşim birimleri, manzaraları eşliğinde yol alıyor. Bazen romantik yol rotasından çıkabiliyorsunuz, bizim gibi tekrar doğru rotaya geçebilirsiniz! Fakat gördüğünüz yerlerde sizi hayal kırıklığına uğratmaz! Celal bize yol üzerinde bulunan tatil kasabası Starnberger’i göstererek, ünlü zenginlerin oturduğu yer olduğunu söylüyor. Buraya yakın Schloss Berg de bir süre tutulan Ludwig yine burada boğulmuştu! Forggensee Gölü…
Planımızda Romantik Yol güzergahında olmayan Garmisch var. Garmisch-Partenkirchen’deki düzenlenecek olan BMW Motorrad Günlerine denk geldiği için, (http://www.hispania-tours.com/motorcycle-tours/bmw-motorrad-days/) yollarda yüzlerce motosikletliyle birlikte seyahat ediyoruz. Mola yerleri, oteller ve pansiyonlarda arabadan çok motosikletli var! Grubumuzda motosiklet meraklıları var, bu yüzden zaman zaman en ilginç motosikletler dekorumuz oluyor fotoğraflarımızda! Yukarı Bavyera Bölgesi’nde bulunan kış sporları merkezi ve hastanesiyle de meşhur olan yer; Garmisch ve Partenkirchen adlı iki yerleşimin birleşmesiyle kurulmuş. Bu kasabalar önceleri birbirlerinden ayrıymış ancak 1936 Kış Olimpiyatları’nda birleşmişler. Almanya’nın en yüksek dağı olan 2 bin 964 metrelik Zugspitze’nin yamaçlarında bulunan merkez, 1936 yılında Kış Olimpiyatları’na ev sahipliği yapmış. Nüfusu 26.000. Süslü Alp stili evleri, tahta balkonlarından sarkan rengârenk göz alıcı çiçekleri, uçsuz yeşil kırları, ormanları ve çevresindeki dağların karlı tepeleri bizi mest etti. Hele Almanya’nın en yüksek dağı, 2962 metrelik Zugspitze bizi adeta büyülüyor. Bu dondurmalar kaçmaz; Bavyera’da her yer bize mola (Füssen)… Gezi yazımdaki Celal ve grubumuz Ludwigin izini sürüyor-Linderhof Sarayı Bahçesi; Linderhof Sarayı - ön bahçenin tepesinden panorama…
Kartpostal yollama alışkanlığımızın olduğu yıllarda Almanya’daki tanıdıklarımızdan gelen kartpostallara bayılırdım. İşte o kartpostallardaki manzaralarla başbaşayım. Sanki daha önceden buralara gelmişim gibi! Evlerin duvarları boyalı, tablo gibi evler. Her köşeden fırlayan çiçekler, heykeller evlere eşlik ediyor. Sanki burası açık hava tablo evler müzesi! Hangi birisine bakacağımızı şaşırıyoruz. Meydanda ağaç el işçiliğinden yapılmış harika objelerin satıldığı dükkânları inceliyoruz. Bu bölgede yaşayan doldurulmuş vahşi hayvan postlarıyla dolu olan dükkândayız. Beyaz ayı ne kadar da heybetli ve mağrur hala! Neden beni yok ettiniz dercesine bakıyor! 21 yıldır aşçılık yapan bir Türk’le tanışıyoruz meydanda otururken. Buraların sakinliğinden, güzelliğinden, eşsiz coğrafyasından, biraz sıkıcılığından dem vuruyor. İnsanın memleketi başka diyor!
Kayak merkezine çıkıyoruz. İki ayrı yerden teleferikle çok dik bir şekilde dağın zirvesine çıkılıyor. Her türlü kış sporları yapılıyor burada. Bölgeyi çok ayrıntılı anlatan harita ve görseller var çevrede inceleyebileceğiniz. Grubumuzdaki kayak sevdalısı Emine, kışın gelmek üzere bilgileri alıyor. Bir tarafta çok geniş yemyeşil alan ve üzerinde minik ağaç kulübeler var. Pistlerin toplam uzunluğu ise 60 kilometreyi buluyormuş. Almanya’nın en iyi kayak merkezi olarak anılan bölgenin doğal güzellikleri de boşuna ressamlara ilham kaynağı olmamış! Alplerin botanik bahçesi olarak ta anılan bölgede nadir bulunan pek çok bitki türü bulunuyormuş. Gerçekten bir tatlı huzur bularak, bereketli coğrafyayı içimize sindirerek buradan ayrılıyoruz. Bavyera simiti Pretzel; Masaldan fırlamış bir oyuncak şehir Rothenburg… Linderhof Saray Bahçesinden bir ayrıntı ve Rothenburg sokaklarından bir detay…
Romantik Yol üzerinde olmayan ve görmek istediğimiz Oberammergau’dayız. Burası Ammer nehri kıyısında Nato okulunu da barındıran turistik bir şehir. Sokaklarda yürürken meşhur duvar boyama ressamlarının boyadığı birbirinden güzel 3 boyutlu tablo gibi evler, hoteller, moteller, pansiyonlar sizi sanatla selamlıyor. Bir tutam da sevgiyle! Bu cephe süslemeleri yüzyıllardır yapılıyormuş buralarda. Bu duvar resimlerine “Lüftlmalerei” (fresk) deniyor. Hava ressamı diye bilinen Franz Zwinck in boyadığı 18.yüzyıldan kalma ön cepheleri boyalı evlerin önünde bu güzelliği fotoğrafla belgeliyoruz. Çoğunlukla dini figürleri içeren el yapımı tahta oymaları, renkli cam işleri ve diğer el sanatlarının da sergilendiği dükkanları geziyoruz. Büyük ağaç kütüklerine müdahele ederek, oyarak, boyayarak sanatsal bir forma dönüştürdükleri, figürlü, yüz formlu kütüklere bayıldım. Almanyanın şampiyon olduğu 2014 Dünya Kupası maçları devam ederken, milli takımın bayrakları, takımla ilgili objeleri, takım renklerinden oluşan çiçekli süsleri birçok yerde karşımıza çıkıyor. Rothenburg Evleri ve Marktplatz… Kartopu (sneeball) tatlısı; Rothenburg ta Sergi gezmek…
Bu bölgede yediğimiz dondurmaları da gerçekten tatmaya değer buldum! Turizm ofisleri de gerekli yerlerde karşımıza çıkıyor. Her şeyleri planlı ve programlı bu Almanların! Takdire şayan. Ayrıca Oberammergau, ‘’Passion Spiele (pasyon oyunları)‘’ denilen, yaklaşık 2000 kasabalıyla oynanan ve her on yılda bir yapılan dini konulu tiyatral oyunlarıyla meşhur! Yol üzerinde bir yerleşim yeri olan Ettal’e uğruyoruz. Yüzyıldır buranın geleneksel el sanatları olan ağaçtan yapılmış sanatsal objelerin yapıldığı dükkânlar var. Ancak el emeği olduğu için biraz pahalı. Fabrikasyon ağaç şekillendirmeli olanlar daha ucuz. Konuları çoğunlukla dinsel. İsa, Meryem, melekler, kiliseler, yeni yıl süslemeleri, v.b. Elle yontulmuş, bazıları renklendirilmiş çiçek, hayvan, ağaç figürleri meraklısı için eşsiz! Ettal’in yakın 2 yerleşim birimi daha var. Bu üçlüde sadece 80 aile yaşadığını anlatıyor dükkân sahibi. Emekliler yeri. Bisiklete biniyorlar, ağaç yontuyorlar. Her taraf cennetten bir köşe sanki. Tertemiz. İyi ki bu şirin, huzurlu, estetik zengini kasabaları gördüm, belleğimde uzun süre yerlerinde sevgiyle oturacaklar! -Rothenburg ve orada gezilen sergideki ironik bir figür…
Ertesi gün Celal’le erkenden otelin önünde buluşuyoruz ve bu sefer Romantik Yolun olmazsa olmazı Rothenburg ob der Tauber (kırmızı kale)! Burayı hepimiz merak ediyoruz. Almanya'nın Franconia bölgesinde, iyi korunmuş eski ortaçağ şehri. 1930’larda Nazi örgütü, ülkenin birçok yerinden gelen ziyaretçiler için Rothenburg'a düzenli günlük geziler organize etmiş. Bu yüzden Rothenburg, "Alman şehirlerinden daha çok Alman" olarak görülmüş. Savaştan sonra yıkılan yerlerin inşası için çok çalışılmış, dünyadan da destek alınmış ve şehri yeniden eski günlerine kavuşturmuşlar. Oyuncak şehir gibi algıladığım bu şehir; çeşitli filmlerde, özellikle fantastik yapımlarda yer almış. 1940 yılı yapımı Walt Disney filmi Pinokyo, Rothenburg için ilham kaynağı olmuş. Çok güzel bir maket şehire benzettiğim bu küçük şehrin; tarihi bölgeleri, müzeleri, kiliseleri, manastırları, anıtları, eski şehir kapıları, şehrin dar sokaklarındaki nefis kafeleri, dükkanlardaki orijinal- özgün el sanatlarını keşfetmek bir rüya gezisi gibiydi benim için. Kuleden Rothenburg…
Cevizli, çikolatalı, tarçınlı, fındıklı çeşitleri olan kartopu (sneeball) dedikleri geleneksel tatlıları gerçekten leziz ve tatmaya değer. Almanların meşhur sıcak şarabı da yanına yakışıyor. Böylesi sıcak, sevimli bir şehrin atmosferinde bile soğuk ve sert davranışları dikkatimizi çekiyor bu Bavyeralıların. Meydan (MarktPlatz) Belediye binasının ve St. Gerorges çeşmesinin olduğu şehrin merkezinde renkli, zevkli ve bol çeşitli dükkânlarını gezmek çok eğlenceliydi. Belediye Binasının içinden geçerek çıktığımız kule ye (Rathausturm) 2 € ödeyerek, 220 merdiven tırmanarak (cami minaresi merdivenleri gibi) varabildik. Şehrin en yüksek yerinden Rothenburg’u kuşbakışı seyrettim, oyuncak şehir ve şeker tadında fotoğraflar çektim. Muhteşem manzarasıyla, Tauber Nehri vadisini ve üzerindeki eski köprüyü kuşbakışı ve yakından inceledim. İçimizdeki çocuğu kışkırtan bu şehir için 1 gün yetmedi bize. Keşke 2 gün burada kalabilseydik! Solda Markt Meydanının kuleden görüntüsü, sağda ise Giriş kulesinden kent panoraması…
“Rothenburg, Dinkelsbühl ve Nördlingen birbirine çok yakınlar. Üçünü de etraflarını çeviren surların üzerinde yapılan yürüyüşle gezebiliyorsunuz. Sonra Harburg, bu yolun büyük şehirlerinden Augsburg, Friedberg, Landsberg, Hohenfurch, Schongau, Peiting, Rottenbuch, Halblech… Friedberg’de Kaleyi ve sade Kilisesini inceliyoruz. Yol boyunca gözümüze kestirdiğimiz Romantik Yolun küçük kiliseli köylerinin sokaklarına da dalıyoruz. İlgimizi çeken bir şey olursa biraz daha keşfetmeye çalışıyoruz. Uzun yol boyunca, Celali yeniden soru yağmuruna tutuyoruz. Galiba mutlu sonu duymak istiyoruz! Münihte BMW de çalıştığı günleri, mültecilikten vatandaşlığa geçmesini, sonra Iraklı bir hemşerisinin ulaşım ve kargo şirketinde başarılı ve mutlu bir şekilde çalıştığını, Samsunlu bir Türk kızıyla evlendiğini ve sağlıklı, başarılı iki evlat sahibi olduğunu anlatarak, hayatının romanını özetliyor bize. Ve biz de bu mutlu sonu duymanın sevinciyle Rebin’i alkışlıyoruz. Ve derin bir oh çekiyoruz! Ama hala savaşlar devam ediyor. Yaşlılar, çocuklar, gençler telef oluyor. Ayakta kalanlar ise Rebin gibi savrula savrula bilmedikleri bir kaosun içinde var olmaya çalışıyorlar. Rebin böylesi bir yaşamla alnı açık, dimdik, cesaretle mücadele etmiş, tanıdığımız kadarıyla çok iyi bir insan olarak topluma karışmış. Herkes Rebin kadar azimli ve şanslı da olmayabilir!
Pazar günü Bavyera kasabaları çok sakin. Kimse yok sokaklarda. Bisiklete binen yaşlılar, yürüyen, çoğunlukla el ele gördüğümüz yaşlı çiftler dışında. Sanırım doğanın cömertliği, doğallığı, sakinliği uyumlarına da yansımış! Bu gezim; istediğim gibi planlamadan gelişen bir gezi olmasına karşın, doğanın cömertliği ve insan elinin estetiğiyle buluşturduğu bu coğrafya iyi geldi bana. Size de tavsiye ederim. Son bir söz: Gezi yazılarımı kısa kısa bölümler olarak yazmak içimden gelmiyor. Başlayınca bitsin istiyorum galiba! Uzun yazılarımı sıkıntı duymadan okuyan gezginlere teşekkürlerimi iletir, gezi tadında, barış dolu günler dilerim.
|