İran anlatımlarına belgesellerde rastladıkça çok ilgimi çekiyor ancak, kadınların başörtüsü kullanma zorunluluğu yüzünden gitmek istemiyordum. 2008 yılında Sakıp Sabancı Müzesinde sergilenen Louvre Müzesi İslam eserleri koleksiyonundan derlenmiş Osmanlı, Safavi ve Babur hanedanına ait eserleri seyretmeye gittiğimde, video salonunda İsfahan şehri ve camileri gösteriliyordu, öylesi güzeldi ki şöyle bir bakıp geçecekken sonuna kadar hayranlıkla izledim, özellikle eski Şah şimdiki İmam meydanındaki camilerin görkemi müthişti. İran’ı görme hevesim ondan sonra, görülecek ülkeler listemim ilk sırasına geçti, sanırım zamanla ülkemiz gerçeği ister istemez başörtüsü meselesini dert etmemeyi öğretti. Birer şalla sorunu hallederiz deyip Venedik’e birlikte gittiğim doktor arkadaşım Güzin’le gül mevsimini tercihle bir haftalık İran gezisi için 2013 Kasım’da ( 9 taksitli 900 EU luk ücretle) kaydımızı yaptırdık. Mayıs’ta gittiğimizde bize göre daha sıcak iklim olduğundan güllerin zamanı neredeyse geçiyordu o nedenle gidilecek en güzel zamanın Nisan Sonu olduğu aklınızda bulunsun.
Tebriz Şairler Anıtı ve iç mekanı
Öncelikle ülkeyi şöyle bir tanıyalım: İran, kelime anlamıyla Aryan(İranian) diyarı demektir. Aryan, Sanskritçe ‘asil’ ya da ‘onurlu’ anlamındaki Ariya kelimesinden türetilmiş. Kuzeyde Hazar Denizi, Güneyde Pers ve Umman körfezleri ile kara sınırı olarak Türkiye, Azerbaycan, Ermenistan, Irak, Afganistan ve Türkmenistan ile çevrilidir. MÖ.4000 lere dayanan tarih ve var olan yerleşimleriyle dünyadaki en eski sürekli uygarlıklardan birine ev sahipliği yapmaktadır, tarih boyunca Avrasyadaki merkezi konumu nedeniyle jeopolitik öneme sahip olmuştur. Ülkenin adı MÖ 6.yy dan 1935 yılına kadar Pers İmparatorluğu, Acemistan gibi isimlerle bilinirken, aynı yıl Rıza Şah uluslararası topluluktan ‘İran’ adını kullanmalarını istemiştir.1979 daki İslam D evrimi’nden sonra ülkenin resmi adı ‘İran İslam Cumhuriyeti’ olmuştur. İdari olarak 30 ostana ( eyalet ) ayrılmıştır. Oldukça geniş ve çekici bir coğrafyaya sahip ülkenin Kafkas, Zagros ve Elbruz sıradağları ile nüfusun yoğun olarak yaşadığı Batı bölgesi en dağlık kesimidir. Yüksek dağların, yağmur bulutlarını engellemesiyle oluşan kuzeydeki Kebir Çölü, güneydeki Lut Çölü ve tuz gölleri ülke coğrafyasını çekici kılan diğer noktalardır. Büyük ovalar, Basra körfezi Kuzey ucunda Şatt-ül Arap deltası sınırlarında ve Hazar Denizi kıyılarında yer alır. Tüm bu coğrafi özellikleriyle, geçiş bölgesi olmasıyla, yer altı zenginlikleriyle, resmi dini İslam’a rağmen birçok farklı din ve etnik kökene mensup insan çeşitliliği ile binlerce yıldır sürdürdükleri Farisi gelenek görenekleriyle, çok köklü bir tarihe ev sahipliği yapan İran’ın şu anki halkı Büyük Pers İmparatorluğunun varisleridir. Tarih boyunca Medler, Akamenid İmparatorluğu, Selevkos İmparatorluğu, Partlar, Sasaniler, Emeviler, Abbasiler, Tahiriler-Samaniler, Gazneliler, Selçuklular, Safeviler, Kaçarlar, Pehleviler gibi birçok hanedanın yerleşimine sahip olmuştur. Unesco Dünya kültür mirası sıralamasında İran ülke olarak, sahip olduğu arkeolojik mimari hazineleri ile 7. Sıradadır.
05-İmamzade Hamza Türbesi - Ayna dizaynı
İmamzade Hamza Türbesi
İran’ı gezdiren tur organizasyonundan son derece memnun kaldık, tam pansiyon hizmeti Avrupa ülkelerine yapılan gezilerdeki oda kahvaltıya göre büyük avantajdı, sabah kahvaltılarını da içeren konakladığımız otellerin hepsi, gittiğimiz şehirlerin en gözde otelleriydi. Öğle ve akşam yemekleri, konaklanılan otele bağlı kalmadan her şehrin en ünlü lüx restoranlarında alındı. Yerel rehberimiz Türkçeyi çok iyi konuşan Azeri Behnam 25 kişilik grubumuzun her bir ferdinin sevgisini kazandı. Gezimizin ilk durağı Tebriz’di. THY gece 00.20 da kalkan uçağı ile 04.25 te havaalanına ulaştıktan sonra Tabriz El-Goli Pars otele (Farsçada a harfi telaffuzda e diye okunuyor) varır varmaz 3 saat te olsa uyumamız, iyi kötü yorgunluğumuzu aldı ve o günkü Tebriz gezimiz için bize yetti. Doğu Azerbaycan Eyaletinin yönetim merkezi ve Mevlana’nın hocası Şems-i Tebrizi’nin doğduğu şehir olan Tebriz’in büyük çoğunluğunu Azeri Türkleri oluşturuyor, bu sebeple özellikle kapalı çarşıyı gezerken çok kolay iletişim kurabildik.
Tebriz Mavi Camii
Tebriz Mavi Camii
Tebriz Mavi Camii revakları
Kahvaltıdan sonra heyecanla başladığımız panoramik şehir turumuza şairler anıtından başladık. Behnam’ın gururla söylediğine göre İran’da şairlerin yeri çok özeldir, yaşarken de öldükten sonra da büyük saygı görürler. Ünlü Fransız düşünür J.P.Sartre’ın, düşünsel birikiminden çok etkilendiği ve iki kez kendisiyle görüşmek üzere İran’a geldiği bilinen, son dönem İran edebiyatının en önemli şairi Şehriyar olarak tanınan Seyyid Muhammed Hüseyin Behçet Tebrizi (1906-1988) ile birlikte 400 şairin gömülü olduğu, bakımlı, geniş yeşil alan içindeki Magbara-ol-Shoara (Megberatil Şüera) olarak anılan şairler anıtı, kütüphanesi birlikte kültür merkezi olarak ta hizmet vermekteymiş, anıtın içinde Şehriyar’ın kendi sesinden, Azeri Türkçesi ile devamlı olarak manzumeleri seslendiriliyordu, gezip gördükten sonra edebiyata meraklı, şairlerine böylesi sahip çıkan İran halkını gönülden tebrik ettik.
Tebriz Ulu Camii, havuzlu avlusu ve din adamları
Anıtın hemen bitişiğinde İmamzade Hamza türbesinin içine girdiğimizde İran da ayna sanatının ihtişamı karşısında nutkumuz tutuldu, bizim Eyüp Sultan Türbesi, yanında sönük kalır, diğer şehirlerdeki saray ve türbelerde bu sanatın inanılmaz güzel örneklerini hep gördük. Daha sonra Karakoyunlu Şah Cihan zamanında sultanın eşi Hatun Begüm Can tarafından 1465 te yaptırılmış olan Mavi Camii yi ziyaret ettik, depremlerle büyük zarar görmüş bu cami halen restore edilmekteydi firuze renkli çinileri ve koyu mavi fayans işçiliği ile yıkıntısı bile gözleri kamaştırıyordu, ayrıca avlusundaki tuğla işçilikli revaklarında fotoğraf çekimi çok keyifliydi. Mavi cami ziyaretinden sonra hemen karşısında öğle yemek molası verildi. Nefis bir çorbanın ardından Urfa kebabına benzer kebapla keyfimiz ikiye katlandı, demek ki damak zevkimiz aynıydı ve Türklerin İran’ da aç kalması olanaksızdı. Yemek sonrası durağımız, İran meşrutiyet devrimi ve İran İslam devriminin ateşlendiği ve geliştiği en önemli mekânlardan olan Tebriz Ulu Camisi oldu. Girişindeki çifte minaresi, avlusu, kümbetleri, zarif çini işçiliği ile göz dolduran Ulu Cami halen Tebriz’in en önemli ibadet merkezidir, avlusundaki dershane benzeri odaların pencerelerinden baktığımda, sıralarda oturmuş, başları beyaz sarıklı kahve renkli cübbeli mollaları izlerken beni gördüler, fotoğraf çekmeye çekindim ama bahçede oturanlardan izin istediğimde gülerek poz verdiler.
Tebriz Kapalıçarşısı ve ibrişimci
Tebriz Kapalıçarşısı, halı ipliği - ipek halı tabloları
Ulu caminin ilerisi Unesco dünya kültür mirası listesine alınmış 33 km uzunluğundaki Tebriz Kapalıçarşı’nın bir kapısına açılıyor. Bu tarihi ve günümüze kadar aynı güzellikte korunmuş çarşı, bütün uzmanların, gezginlerin ortak düşüncesine göre Orta Doğunun en güzel ve benzeri bulunmayan alışveriş merkezidir. Bünyesinde binlerce dükkan, yüzlerce sokak, onlarca kervansaray, restoran, geleneksel kahvehaneler ve arastaları barındırır. Rehberin verdiği 45 dakikalık serbest saatte, Güzin’le bir yandan hızlı biçimde ibrişim çarşısı, bakırcı demirci gibi el sanatları, İran’a has tatlıların, hurma, çay gibi yiyeceklerin, baharatların, gelinlik, çeyizlik eşyaların satıldığı bölümleri gezerken bir yandan da insan manzaralarının fotoğraflarını çekme gayretimiz çok heyecanlıydı.
Tebriz Kapalıçarşısı, balcı ve yöresel tatlılar
Tebriz Kapalıçarşısı, patates yumura haşlaması - sokak arası kahveci
1000 yıllık Müzefferiye çarşısı, kapalı çarşının en güzel bölümü, yan yana, her biri sanat eseri el yapımı ipek halıların ve halı imalinde kullanılan her malzemenin ayrıca satıldığı dükkanlar arasında insan saatler değil günler geçirebilir. Çin mallarının doldurduğu güzelim İstanbul Kapalı çarşımızla kıyaslayınca kıskanmamak elde değildi.
Tebriz Kapalıçarşısı, hurmacı - makasçı
28-Tebriz Kapalıçarşısı, ayakkabacılar- demirci
Tebriz de son olarak 165 km uzaklıktaki Jolfa daki St.Sephanos Ermeni kilisesini ziyaret ettik.Gidiş gelişte oldukça uzun süren yolculuk için, gruptan kimileri onun yerine Tebriz’de kalıp Arkeoloji müzesini görseydik diyenler oldu ama kendi adıma bizim Van Gölündeki Akdamar kilisesi benzeri, görkemli manastırı görmeseydik Tebriz eksik kalırdı diye düşündüm. Aras ve Akçay nehirlerinin kesiştiği yerde Nahcivan Özerk bölge ile Ermenistan’a sınırı olan sarp dağların arasındaki bu bölgede 14. yy da kurulan manastır Şah Abbas’ın Ermenileri buradan sürgün ettiği zamana kadar dini merkez olarak kalmış. 2008 yılında Unesco Dünya kültür mirası listesinde yerini almış.
St.Stephanos Ermeni Manastırı
Manastırı gezip fotoğrafladıktan sonra bol ağaçlıklı bahçede güzel bir çay molası hepimize çok iyi geldi. Dönüş yolunda günün yorgunluğu ile otobüste uyuyabilenler şekerleme yaptılar, akşama doğru ulaştığımız Tebriz de akşam yemeğimizi otelin restoranında aldık ve nasıl yattığımızı bilemedik. Ertesi sabah yine erken uyandırılıp kahvaltı sonu, uçakla Tahran’a gitmek üzere havaalanına geldik. Tahran da buluşmak üzere şimdilik hoşça kalın.
Tabriz Al Goli Pars Hotel
|