Abimlerle
annemde toplandığımız klasik Cumartesi akşamı yemeğimiz oldukça keyifli
geçiyordu. Yemeğimize eşlik eden şaraplarımız sayesinde bol kahkaha ve
eğlenceli bir yemek yine sonunda bir tatil programına bağlandı… Yazın
ortasındaydık, sıcak bir Temmuz akşamıydı ancak planlarımızı Ekim ayının
başındaki Kurban bayramı için yapıyorduk. Sonuçta 2 gece 3 gün veya 3 gece 4
günlük bir Midilli programında karar kılındı.
Haftanın
ilk günü hemen araştırmalara başladım. Tabi ki tüm konaklama, ulaşım ve araba
kiralama gibi organizasyon işlerini ben üstlenmiştim, hem de keyifle. Önce
Gezialemi’ ndeki tüm Midilli yazılarını okudum. Ada’ya ulaşımın yapıldığı
Ayvalık’tan feribot seferlerini inceledim. Planımız önce arabayla İstanbul’ dan
Ayvalık’ a gelmek ve aracımızı Ayvalık’ta
bırakarak Midilli’ye geçmekti. Ancak feribot seferleri hakkında internetten
kısa bir araştırma yapınca Ayvalık’tan Midilli’ye sadece sabah 09:00’de ve
akşam 18:00’de feribot kalktığını gördüm. Bu saatler karşısında ya arabayla gece
yolculuğu yaparak sabah 09:00 feribotuna yetişecektik –ki bu hiç istediğimiz
bir seçenek değildi ya da bir günümüzü feda edip 18:00 feribotu ile adaya
geçecektik. Bu seçeneği de zamanımız zaten kısıtlı olduğu için hemen eledik. Gün
kaybetmemek için ekibe İstanbul’dan Ayvalık’a otobüsle gece yolculuğu yapmayı
öneriyorum, kabul görünce de hemen Ayvalık’a giden otobüs şirketlerinin
internet sitelerinde küçük bir araştırma yapıyorum. Eğer elimizi çabuk
tutmazsak bu seçeneğimizi de rafa kaldırmamız gerekeceğini çünkü çoğu şirketin
bizim istediğimiz tarihlerdeki tüm biletlerinin satılmış olduğunu görüyorum.
Neyse ki güzel bir şirketin bussines konforunda gidiş – geliş yerlerimizi alıp
bu işlemi kafamdan siliyorum.
Sıra
geliyor Ayvalık – Midilli feribot ulaşımına…
Adaya
ulaşımı sağlayan iki firma var. Biri Turyol, diğeri Jale tur. Turyol’un
araçları boğazda Üsküdar-Kabataş veya Üsküdar-Beşiktaş arası çalışan motorların
aynısı, Jale turunkiler ise biraz daha ufak. Her iki şirketin de motorları aynı
saatte kalkıyor (09:00 ve 18:00), aynı sürede (1s-45dk) gidiyor ve aynı fiyata
(gidiş-dönüş 30€) götürüyor. Ancak yine Jale tura ait olduğunu düşündüğüm Jalem
Katamaran ise çok daha hızlı bir şekilde (35-40dk) ancak biraz daha fiyatı
yüksek olarak sizi Midilli’ ye ulaştırıyor. Ben tercihimi Turyol’ dan yana
kullanıyorum ve internet üzerinden biletlerimizi alıyorum. Her ne kadar
biletlerimizi bastırsanız da yine de gemiye binmeden önce feribot iskelesinin
yani gümrüğün tam karşısındaki Turyol ofisine uğrayıp adınıza düzenlenmiş
biletlerinizi pasaport kontrolü öncesinde almanız gerekiyor.
Ayvalık gümrüğünden motora biniş...
Sefer
saatlerinin aynı olması ise kaptandan öğrendiğimiz kadarıyla hem Ayvalık’ta hem
de Midilli’de yapılmış ufak çaplı bir halk oylaması ile belirlenmiş.
Otelimizi
de booking.com’dan ayarlıyorum. Midilli’ye indiğimizde hemen iskelenin
karşısında küçük ama temiz bir otel. Sahibi hanımefendi çok misafirperver, 4
kişi 2 gece için 90’ar Euro’dan 2 oda ayarlıyorum. Kahvaltı dahil. Ancak odalar
ve yatak ufak geliyor gözümüze… Bir daha kalmak veya tavsiye etmek için pek
uygun değil, ancak temiz bir otel ve kahvaltısı ön bahçede teras gibi bir
alanda gayet keyifli. İki gece kalacağımızdan fazla şikayet etmiyoruz, zaten
etsek de yapacak bir şey yok çünkü adadaki tüm oteller Kurban Bayramı dolayısıyla
turizm sever halkım tarafından işgal edilmiş durumda…
Midilli
halkı için ise neredeyse turizm ile geçiniyor diyebiliriz. Genelde de Türk
turistleri ağırlıyorlar, Kurban Bayramı dolayısıyla ada da boş yatak kalmamış
olmasına rağmen ne otellerde, ne de restoranlarda fiyatları üçe katlayalım da
şu Türkleri bir güzel yolalım gibi bir düşünceleri yok. Çünkü biliyorlar ki
fiyatlar artarsa ada belki de cazibiyetini kaybedecek ve bu kriz ortamında çok
zor durumda kalacaklar. Çünkü Yunan ekonomisi gerçekten çok zor bir dönem
geçiriyor… Neyse, kazıklama bilincinin Yunan adalarına hiç uğramaması dileğiyle
yazımıza kaldığımız yerden devam edelim.
Araba
kiralama işini de yine İnternet üzerinden Discovercarrental firmasından
hallediyorum. Sahibi George Sitaras ve eşine de gösterdikleri ilgiden dolayı
buradan tekrar teşekkür ediyorum. Online rezervasyonumun hemen ardından Bay
Sitaras’ dan gelen onay e-maili iniş
saatimizde adımızın yazılı olduğu kartı tutan görevlinin bizi limanda
karşılayacağını belirtiyor. Ada yollarının çok dar ve yokuş olduğu tüm
yazılarda özellikle belirtiliyor. Ben dört kişi olacağımız için nispeten küçük
ama güçlü bir motora sahip 1,6 TSI Golf’ de karar kılıyorum. Bu iş de
tamamlanıyor. Artık her şeyimiz tamam ve yola çıkmak için arife gününü bekliyoruz…
***
Arife
akşamı abimlerin Alibeyköy’ den 22:00’de bineceği otobüse biz de 23:00’de
Dudullu’dan bineceğiz. Çok uzun zamandır otobüs yolculuğu yapmıyorduk. Bakalım
nasıl bir gece olacak diye endişe duymuyor da değilim. Genelde hiç uyuyamam
çünkü otobüslerde. Otobüsü görünce endişem biraz daha azalıyor, sol taraf tek
koltuklu sağ taraflar iki koltuklu ve koltuk araları da bayağı geniş,
koltuklarda epey rahat. Her koltuğun önünde çok kanallı bir TV var. Kah uyuyup
kah TV seyrederek yol alıyoruz ki zaten göz açıp kapayıncaya kadar Ayvalık’e
geliyoruz. Ya da neredeyse hiç uyumadığım için bana öyle geliyor. Saat daha
altı olmamış ve her yer kapalı. Gümrüğün karşısında bahçeli bir kır kahvesi
var, adam henüz açmış. Ama sıcak poğaçası var. Sıcak poğaçalar, krem peynir ve
taze çayla sabah kahvaltımızı yapıyoruz ama zaman nasıl geçecek? Daha üç saat
var feribotun kalkmasına. Uzun yıllardır yapmadığımız bir şeyi daha yapıyoruz,
51 oynuyoruz!... Sabah saat 06:00 J Neyse keyifli bir oyun sonrasında
saat sekize doğru yerimizden kalkıp dışarı çıkıyoruz ki o anda kendimize çok
kızıyoruz. İnanılır gibi değil ama gümrüğün kapısında neredeyse 1 km kuyruk
olmuş… Bizimkileri sıraya sokup ben Turyol ofisine biletlerimizi almaya
gidiyorum. Bir de ada haritası alıyorum, mutlaka edinin ada da çok faydasını
görüyorsunuz.
Öyle
böyle derken saat dokuz oluyor ama önümüzde hala çok fazla insan var ve biz
daha pasaport kontrolünü geçebilmiş değiliz. Bu arada arkamızda da kuyruk gitgide
uzuyor. Sanki Ayvalık ve Midilli arasında ikinci bir mübadele yaşanıyor. Neyse
ki görevliler “merak etmeyin herkesi almadan motorlar hareket etmezler”
diyorlar. Yüreğimize biraz su serpiliyor. Pasaport kontrolünden geçiyoruz.
Yurtdışı çıkış harçlarımızı ben önceden bankaya yatırmıştım ama sorun değil
burada da halledebiliyorsunuz. Sonunda motorumuza biniyoruz ve arkamızdaki
kalabalığın da işlemleri hallolunca 1 saatlik bir gecikme ile her iki şirketin
de gemisi aynı saatte hareket ediyor. Yolda Sitaras’ı arıyorum gecikme olduğunu
haber vermek için, o zaten alışık olmalı ki bu tür yoğun günlerdeki gecikmelere
“sorun yok, adamım sizi limanda bekleyecek” diyor.
Ayvalık’a son bakış...
Bir
buçuk saatlik keyifli bir yolculuk sonrası Midilli’ye ulaşıyoruz...
Adanın
uzaktan görünüşü zaten okuduğum yazılardan ve gördüğüm fotoğraflardan hafızama
kazınmış. Adanın limanı adanın güneydoğusunda tam Dikili’nin karşısında
kalıyor. Motordan inip hızlıca pasaport kontrolüne doğru gidiyoruz. Sorunsuz ve
hızlı bir şekilde pasaport kontrolümüz tamamlanıyor hemen limanın çıkışında
adımızın yazılı olduğu bir kartonu tutan kişi bizi karşılıyor. Bu arada tabi ki
kartonun üzerinde benimkiyle beraber belki 50 isim daha var. Neyse ki hepsinin
gelmesini beklemiyoruz aracımız hemen yakında, kiralama ofisi de hemen limanın
karşısında. Bay Sitaras ofiste hemen işlemlerimizi hallediyor, bizde aracımızı
alıp 200m ötedeki otelimize yerleşiyoruz. Bavullarımızı odalarımıza bırakıp
yanımıza fotoğraf makinelerimizi ve gerekli bir iki parça eşyayı alıp hemen
adayı keşfe çıkıyoruz.
Adada
2 gece ve 3 tam gün kalacağımız için gezi planımızda da adayı üçe bölüyoruz,
birinci gün yani bugün planımız adanın batısını yani Kalloni körfezinin kuzey
kıyısındaki Skala Kallonis’i ve adanın batısındaki Eressos’u görmek ve akşam
yine Mytilene’ye dönüp akşam yemeği yemek. İkinci gün adanın kuzeyindeki
Mantamados, Molivos (Mithimna) ve Petra’ yı görmek, akşam yine Mytilene’ de
akşam yemeği yemek ve son günümüzde de adanın güneyinde bulunan Ayasos ve
Plomari’ yi gezmek.
SKALA KALLONİS – SKALA
ERESSOU:
Skala
Kallonis adanın ortasındaki körfezin kuzeyinde yer alıyor. Midilli’ de bir çok
skala bulunuyor. Bu skala bizim dilimizdeki iskele anlamına geliyor. Neredeyse
her kasabanın bir skalası bir de iç şehir merkezi var. Takvimler artık Ekim
başını gösterdiği için mevsim sona ermiş, plajlar boşalmış ama adada çok Türk
turist olduğu için cafelerde ve restoranlarda epey Türk’ e
rastlayabiliyorsunuz. Mytiline’ den Kallonis’ e arabayla ulaşmamız neredeyse
bir buçuk saatimizi alıyor. Ada yolları dar ama asfalt fena değil. Arabayı deniz kenarında meydana park ediyoruz.
Midilli’ nin en güzel özelliklerinden biri de bu; arabanızı istediğiniz yere
bırakabiliyorsunuz. Sahilde balıkçı teknelerini seyrederek kısa bir yürüyüş
sonrası karnımızın da acıktığını hissederek deniz kenarında bir restorana (Diyonisos)
oturuyoruz. Yunan biraları eşliğinde mideye indirdiğimiz barbun ve kalamarlar
açlığımızı bastırıyor. Bir porsiyon’ da meşhur ada sardalyası söylüyoruz ama
methedildiği kadar hoşumuza gitmiyor. Yemek sonrası biraz da Kallonis’ in ara
sokaklarını keşfetmek için yürüyoruz, ancak kasaba neredeyse terk edilmiş gibi
sessiz. Biraz dolaştıktan sonra arabamıza geri dönüyoruz, hedefimiz adanın en
batısında bulunan Eressos ve iskelesi Skala Eressou. Aşağı yukarı yine bir
saatin üzerinde bir sürede Parakila üzerinden Eressos’a ulaşıyoruz.
Skala Kallonis
Skala
Eressou’da aynı Skala Kallonis gibi artık mevsimi kapatmış, hareketliliğini
yitirmiş, bitip giden bir yaz mevsiminin ardından Kurban Bayramı dolayısıyla
piyangodan çıkmış gibi gelen son Türk turistlerini de ağırlayıp kepenkleri
kapatma moduna girmiş. Bu arada gerek Midilli’ de olsun, gerek bu sene gezdiğim
diğer Yunan adaları Rodos, Santorini ve Mykonos’ta olsun tüm adalarda ada
halkının Türklere çok saygı gösterdiğini gördüm. Mutlaka ve mutlaka güler yüzle
ve çoğunlukla da bildikleri kadarıyla kullandıkları Türkçe kelimelerle hep
dostça davranışlarla karşılandık. Politikacılar olmasa halk bir arada çok rahat
anlaşabiliyor bence. Zaten yıllarca onlar bizim topraklarımızda, bizimkiler de
Yunan topraklarında kardeş gibi yaşamışız. Ne zaman ki siyasi çıkarlar vs işin
içine girmiş, düşmanlık başlamış ya da başlatılmış. Neyse biz yazımıza dönelim…
Hasretin iki yakası...
Skala
Eressou’ da yine muhteşem bir kıyı şeridi var ve cafeler, restoranlar kot farkı
dolayısıyla biraz daha yüksekte oldukları için genelde oturma yerleri tahta
desteklerle desteklenmiş teraslar biçiminde. Deniz mevsiminde denize girdikten
sonra isterseniz bu terasların altında yine kumda ama gölgede oturabileceğiniz
gibi isterseniz yukarı çıkıp bir şey yiyip içip dinlenip istediğiniz anda
tekrar denize inebilirsiniz.
Ayrıca
Antik Yunan lirik şairi, Afrodit kültü rahibesi meşhur Sappho’ nun MÖ 630-612
yılları arasında bu Eressos şehrinde doğduğu bilindiği için kıyıda bir
heykelini görebilirsiniz.
Sappho
Eressos’un
ara sokaklarını da şöyle bir dolaştıktan sonra artık güneşin batma vakti
geliyor.
Uzunca
bir yolculuktan sonra adayı batıdan doğuya katediyoruz ve otelimizin de
bulunduğu Mytilene merkeze geliyoruz. Artık güneş batmış ve herkes akşam yemeği
için hazırlıklarını yapmaya başlamış. Önce otelimize gidip üstümüzü değiştiriyoruz
ve biz de Yunan geleneklerine uygun bir şekilde geç akşam yemeğimiz için tekrar
dışarı çıkıyoruz. Akşam yemeği planımız Skala Kallonis’ te tesadüfen
rastlaştığımız abimin yelken arkadaşlarından Cengiz Abinin tavsiyesi üzerine
eski liman tarafındaki yerel halkın tercih ettiği turistik olmayan lokantalar. Ermou
caddesinde bir yürüyüş yaparak eski limana ulaşmayı hedefliyoruz ama Ermou
caddesi neredeyse ölüm sessizliğinde… Tüm dükkanlar tabi ki kapalı ama yürüyen
bir kişi bile yok neredeyse. Oysa ki tüm yazılarda bu caddenin yaz mevsiminde
çok kalabalık olduğunu okumuştum, tabi ki mevsim sonu o kalabalık beklenmez ama
bu kadar da ıssız olacağını hiç tahmin etmemiştim.
Midilli' de gece ve mevsim sonu ıssız Ermou Caddesi...
Eski
limanda keyifli bir akşam yemeği yiyoruz. Menüde yine tabi ki balık, ahtapot,
kalamar ve karides var. Meşhur Barbayanni (Varvayani diye okunuyor, Yunan
alfabesinde B’ ler Y diye okunuyor zaten adanın Yunanca ismi de Lesbos diye
yazılıyor ama Lesvos diye söyleniyor.) uzosu da su gibi gidiyor tüm günün
yorgunluğu üstüne. Ayrıca fava, cacıki, kabak çiçeği dolması ve lezzetine doyamadığımız
peynir kızartması ile peynir fırında… Bu peynir Midilli’ye has Ladotiri
peyniri. Benim damak tadıma göre çok lezzetli, parmesan ile bizim eski kaşar
arasında bir lezzet. Tabi en önemli özelliği kızartılıp veya fırınlanıp yenmesi
ki her ikisi de inanılmaz lezzetli oluyor. Midilli’ye gidenlere şiddetle
tavsiye ederim. Hatta dönerken satın alabilirsiniz de. Silindirik bir yapısı
var.
Meşhur kızartmalık Ladotiri peyniri...
Bu
sıkı yemek üzerine yine Ermou caddesinden yürüyerek otelimize dönüyoruz. İyice
yorulmuşuz, özellikle ben bir önceki gece otobüste de uyumadığım için otele
vardığımızda neredeyse sızıyorum.
MANTAMADOS – MOLIVOS –
PETRA:
Sabah
kahvaltımızı otelimizin girişindeki terasta alıyoruz. Hava bugün de güneşli
ancak serin. Kahvaltı sonrasında sırt çantalarımıza yine ufak tefek
eşyalarımızı koyup fotoğraf makinelerimizi de aldıktan sonra arabamıza atlayıp
yola çıkıyoruz. Abim bugün kararlı, mutlaka denize girecek. Benimde şortum vs
yanımda ama ben o kadar niyetli değilim açıkçası. Mytilene – Mantamados arası
35-40 km. ada yollarıyla aşağı yukarı 45 dakika - 1 saate yakın yolumuz var.
Mantamados – Molivos arası da yine aynı ancak yol biraz daha dar ve virajlı
gözüküyor haritada. Petra ise Molivos’a çok yakın herhalde 10-15 sürer. Yola
çıkıyoruz, hemen Mytilene çıkışında Panagiouda diye çok hoş bir sahil kasabası
var. Geçen sene abimler yılbaşında buradaydılar. Hakikaten güzel bir yer,
arabayı parkedip 15 dk kadar dolaşıyoruz. Küçük de bir kilisesi var, bahçesine
girdiğimizde kilise papazını görüyoruz, “hoş geldiniz” diyor kırık
Türkçe’siyle, “papaaanne-papa benim Ayvalık” diyor sadece anlıyoruz ki talihsiz
göçten etkilenen ailelerden birinin torunu. Kilisenin kendisi küçük ancak içi
gayet etkileyici...
Panagiouda...
Panagiouda Kilisesi...
Yolumuza
devam ediyoruz. Mantamados’da Taxiarchis (Taksiyarhis) kilisesinin bulunduğu
Manastırını ziyaret edeceğiz. Kapısında gerçek dev bir jet uçağının bulunduğu
Bizans Manastırı Osmanlı 1462 yılında adayı ele geçirince neredeyse terk
edilmiş gibi ıssızlaşıyor. Kilise 1879 yılında yeni baştan inşa ediliyor.
Kilisedeki eski ikonlar ve değerli dini eşyalar arasında kabartmalı Taksiyarhis
Mihail ikonu da bulunuyor. Gerçekten etkileyici bir görünümü olan bu ikonun
kilisenin barbar işgali sırasında ölen din adamlarının kanıyla derisiyle ve
toprakla yapıldığı rivayet ediliyor. Manastır adanın en önemli kutsal
yerlerinden biri sayılıyor. Çok sayıda da ziyaretçisi var.
Taksiyarhis Mihail ikonu...
Mantamados Manastırı...
Biz
de arabamızı park edip içeri giriyoruz. Turistlerin haricinde çok şık giyimli
yerli halkında bir tören telaşı içerisinde içeri girdiğini görüyoruz. İçeri
girince süslemelerden bir düğün töreni gibi bir merasim olabileceğini
düşünüyoruz ki süslemeleri daha da yakından görünce bunu bir vaftiz töreni
olduğunu anlıyoruz. Şimdiye kadar hayatımda gördüğüm
en yeşil kilise burası. Her tarafta çiçekler, saksılar, ağaçlar var. Muhteşem…
Kilisedeki Vaftiz töreni...
Biz
gezimizi bitirirken vaftiz töreni de bitiyor, manastırın girişinde ağaçlar
altında bulunan kafeterya’ da mutlaka lokma tatlısı yemenizi öneririm. Birer
kahve eşliğinde büyükçe 2 porsiyon lokma tatlısını dört kişi mideye
indiriyoruz. Bu kısa dinlence sonrasında tekrar yola çıkıyoruz, istikamet
Molivos ancak yolumuzun üzerinde bir küçük skala daha var; Skala Skaminias…
Arabamızı denizin kenarına park edip balıkçı barınağına doğru yürüyoruz.
Skala Skaminias...
Küçücük bir koy, çok küçük, balıkçı tekneleri, ufacık bir kilise ve koyun etrafına
dizilmiş hoş balık lokantaları… Mükemmel bir yer, çok hoşumuza gidiyor. Öğlen yemeğimizi burada yemeye karar veriyoruz. Bira
eşliğinde tekir – kalamar – grek salad. Çok keyif alıyoruz. Biz
yemeğimizi yerken bir de bakıyoruz ki az önce vaftiz töreni yapılan küçük bebiş
de ailesiyle buraya gelmiş… Tesadüfen girdiğimiz bu küçük kasaba çok
hoşumuza gidiyor ancak Molivos’a doğru yola çıkmak üzere harekete geçiyoruz.
Skala Skaminias...
Balıklarımızı beklerken...
Vaftiz bebeğe burada da rastlıyoruz...
Molivos
ihtişamlı kalesi ile biraz sonra karşımıza çıkıyor. Kalenin girişinde
Eski Türkçe yazı dikkatimizi çekiyor.
Arabayı park edip kaleyi geziyoruz ancak
kaleden limana inen dar sokaklar ve evler çok güzel. Hep beraber insek araba
yukarı da kalacak, arabayla limana inersek de bu güzellikleri kaçıracağız.
Neyse ki abim bir fedakarlık yapıp arabayla aşağı iniyor ve bizi orada
bekliyor. Çünkü onlar yılbaşında geldiklerinde bu rotayı yapmışlar. Biz de
elimizi fotoğraf makinelerimizin deklanşörlerinden ayıramadan dar sokaklardan
keyifle aşağıya iniyoruz. Molivos hem kalesiyle hem de bu tarihi dokusu, güzel
veleri ve dar sokaklarıyla gönlümüzü fethediyor. Bende Molivos' un bu güzelliğini kelimelerle ifade etmek yerine fotoğraflarla anlatmayı deniyorum...
Molivos'un dar sokakları...
Molivos'un tarihi dokusu...
Molivos liman...
Kaleden limana ilen yolun sonuna geliyoruz...
Bizim
için kendini feda eden abimle aşağıda liman girişinde buluşuyoruz. Güneş artık
yavaş yavaş batıyor. Kısa bir soluklanma
ve birer bira – kahve içimi sonrasında bugün kü son durağımız olan Petra’ya
doğru yola çıkıyoruz. Petra Molivos’ a çok yakın, 15 dakika sonra Petra’dayız.
Sadece bir sahil şeridi çok bir özelliği yok bence. Ama güneş güzel batıyor.
Arabayı park edip kumsala iniyoruz. Abim kararlı, sahildeki kabinlerde şortunu
giyiyor ve kafasına koyduğu gibi denize giriyor. Denizin çok soğuk olduğu 2
dakika içinde gerisin geriye çıkıp havlusuna sarılmasından belli oluyor. Ama
dediğini yapmış oluyor koca bir aferini de hak ediyor. Bizde bu arada güneşi
batırıyoruz.
Petra'da gün batarken...
Sonra biraz ara sokaklarda dolaşıyoruz ve 170
basamaklı kaleye tırmanıyoruz. Manzara güzel…
Petra Kalesinden manzara...
Petra'da ara sokaklar...
Bugünkü
turumuzu da tamamlayıp tekrar Mytilene’ ye dönüyoruz. Burada bir şeyi belirtmek
isterim. Bizim gibi 3 günlük veya 4 günlük Midilli gezisi yapacaklar için
önerim bir gece konaklamalarını Molivos’ ta yapmaları çok daha uygun olur.
Çünkü hem Molivos çok keyifli bir yer hem de geri dönme telaşı olmadan rahat
rahat bir akşam yemeğini de Molivos’ta yemek çok daha güzel olur. Yorgunluk
olmaz. Biz tekrar Mytilene’ ye dönüyoruz. Otel, duş ve akşam yemeği için tekrar
dışarı çıkıyoruz. Saat 21:00 olmuş bile. Bu akşam yemeği için planımız meşhur
Kalderimi (Kaldırım) restoran. Ancak öyle bir kalabalık var ki yer
bulmak mümkün değil. Dışarıda en güzel yerde rezerve boş bir masa var. Restoran
sahibi hanımefendi uzunca bir telefon görüşmesinden sonra o masayı bize
veriyor. Keyfimiz yerinde.
Siparişlerimizi veriyoruz, Grek salad, kabak çiçeği dolması, fava, cacıki,
kalamar, tekir ve tabiî ki Barbayanni Uzo… Sohbet güzel, yemekler güzel, hava
da güzel. Abim masamıza kadar gelen ve tatlı mırmırlarıyla tabaklarımızdaki
kılçıkları isteyen kediyi seviyor. Tam bu arada garson kız servis yapmak için
zaten çok dar olan masa aralarından geçmeye çalışırken kedinin kuyruğuna
basınca kedi ciyaklayarak neredeyse masa boyu kadar sıçrıyor ve hem abimin
kolunu tırmıklıyor hem de aynı anda garson kızın bacağını ısırıyor. Neyse ki
ikisinde de hasar fazla değil. Fakat kedi travmayı atlatamamış olacak ki sakin
sakin otururken o sırada yoldan geçen bir adamın daha bacağına atlıyor. Sanki
“ne geçiyorsun buradan?” der gibi… Çok gülüyoruz.
Meşhur Kalderimi Restoran...
Yorgunluk
Uzo ile birleşince gece yarısına doğru yine sızıyoruz.
PLOMARİ:
Bugün
adada son günümüz. Planımız adanın güney doğusunda Ayasos ve Plomari’ yi
gezmek. Akşam her zamankinden önce Mytilene’ ye dönmek istiyoruz çünkü dönüş
motorumuz saat 18:00’ de. Arabayı en geç 17:00’de teslim edeceğiz falan filan,
her hangi bir aksilik olabileceği düşüncesi ile 16:30’ da tekrar Mytilene’ de
olmak üzere güzel bir kahvaltı sonrasında vakit kaybetmeden otelimizden ayrılıp
hemen yola çıkıyoruz. Plomari’ ye gitmek için Ghera veya Giera körfesinin kuzeyinden
geçiyoruz. Yol ikiye ayrılıyor, sağ taraf Ayasos’a sol taraf da Plomari’ye
gösteriyor. Ancak haritadan baktığımız kadarıyla Plomari yolu daha kalın çizgi
yani bu daha iyi bir yol anlamına geliyor. Ayasos’a kadar da yol aynı gözüküyor
ancak Ayasos ile Plomari arasındaki yol çizgisi daha da ince. Bu da demektir ki bu yol daha dar ve belki de
stabilize bir yol. Seçeneğimizi önce direk Plomari’ ye gitmek sonra da dönüşte
vaktimiz kalırsa Ayasos’ a gitmek şeklinde değiştiriyoruz. Körfezin kuzeyinden
Plomari yoluna sapınca deniz kenarından ama yüksekten güzel manzaralı bir yolda
buluyoruz kendimizi. Bitki örtüsü ve zeytinlikler bizim Kazdağları yollarını
anımsatıyor.
Yol kenarında zeytinlikler...
Plomari’
nin bizim için iki önemli özelliği var. Birincisi Kaptan-ı Deryamız Barbaros
Hayrettin Paşamızın burada doğmuş olması ikincisi de Yunanların en önemli ve
bence de en güzel Uzo’ su Barbayanni’ nin üretildiği fabrikanın burada
bulunması. Plomari’de Barbaros Hayrettin Paşa izini taşıyan herhangi bir kanıt
göremiyoruz. Ayrıca Plomari için de çok kayda değer şeyler söyleyemeyeceğim.
Bana çok çekici gelmedi. Bir limanı ve limanın yakınında bir şehir meydanı var
ve şehir bu meydandan yukarı doğru kat kat yükseliyor.
Plomari meydanı, Çınar ağacı ve tabi ki sevgili eşim...
Meydanda kafeler ve hediyelik eşya dükkanları bulunuyor. Ayrıca meydanda
üzerinde nazar boncuğu bulunan çok güzel bir de Çınar ağacı bulunmakta. Bizim
kasabalarımızdan çok bir farkı yok ancak Midilli’ nin diğer ilgi çekici yerleri
yanında Plomari çok hoşumuza gitmiyor açıkçası. Belki de mevsimin sona ermiş
olması dolayısıyla bize böyle geliyor ama Plomari’ ye gelmek için, eğer
zamanınızda kısıtlıysa zahmete girmeye değmez derim. Zaten adanın en zorlu yolu
da Plomari yoluydu bence.
Plomari’nin
ikinci önemli özelliği Barbayanni Uzo fabrikası demiştik. Bu fabrika şehre
girmeden yaklaşık 1 km önce sol tarafta yer alıyor. Fabrika halkın ziyaretine
açık. Gruplar halinde önce size fabrikayı gezdiriyorlar, Uzo’ nun nasıl imal
edildiğini, damıtma işlemini, anasonun nasıl katıldığını, bekletme işlemlerini
ve şişeleme işlemlerinin nasıl yapıldığını fabrika ortamı içerisinde canlı
üretim üzerinde anlatıyorlar. Daha sonra küçük bir satış yeri var
burada tadım yapabiliyor ve istediğiniz çeşit Uzo’ yu alabiliyorsunuz. Alkol
derecesi %40’ dan %48’e kadar değişen çeşitli Uzo’ları tadıyoruz ve hediyelik
olarak 20cc’ lik birkaç çeşit ve kendimize de iki tane 100cc’lik Barbayanni’ yi
zulalarımıza yerleştiriyoruz. Fabrikanın bir Uzo müzesi var. Bu fabrikanın bu
adaya ve özellikle Plomari’ye kurulmasının sebebi bize anlatıldığı kadarıyla
Kazdağlarından gelen suların lezzetinin bu Uzo’ ları bu kadar lezzetli
kılmasıymış. Fabrika 1860 yılında kuruluyor. Kuran kişi de Odessa’ dan buraya
göç eden Efstathios I. Barbagiannis.
Uzo Müzesi...
Uzo Çeşmesi mi acaba?...
Plomari
gezimizi tamamlayınca saatinde epey ilerlemiş olmasından dolayı dönüşte uğramayı
düşündüğümüz Ayasos’ dan vazgeçiyoruz, çünkü en kötü yol Plomari ile Ayasos
arasındaki bu köy yolu imiş. Tekrar Mytilene’ ye dönüyoruz. Öğlen yemeğimizi
Mytilene’ de değil de ikinci gün Molivos’a giderken uğradığımız ve çok beğendiğimiz
Panagiouda’da yemek istioruz. Ekim ayında olmamıza rağmen oldukça ısıtan
güneşten kaçarak ama deniz kıyısından da fazla uzaklaşmadan bir masa buluyoruz
kendimize. Bu kez tekir, kalamar, fava ve grek salatadan oluşan menümüze ev
yapımı şarap eşlik ediyor. Eşimle ben kırmızı, abimle eşi de beyaz tercih
ediyorlar.
Panagiouda'da son yemek...
Güzel
ve keyifli bir yemek sonrasında arabamızı teslim ediyoruz George Sitaras’ a. O
kadar yoğun turist sayısına ve ada da hiç kiralık araç kalmamış olmamasına
rağmen 10€ iskonto yapıyor bize. Motorun kalkış saatine kadar da bavullarımızı
bırakabileceğimizi söylüyor. Hoşumuza gidiyor. Ne de olsa komşu işte. Halden
anlıyor. Biraz daha Ermou caddesinde dolaşıyoruz ufak tefek hediyelik eşya
alışverişleri falan derken dönüş saati geliyor. Pasaport işlemimizi halledip
motorumuzda yerimizi alıyoruz ve memleketimize doğru yola çıkıyoruz. Midilli
hoş anılar bırakıyor zihnimizde ama iyice yorulmuşuz. Motorda satılan Mhytos
biralar biraz yorgunluğumuzu alıyor. Belki bir daha tekrar gelebilmek umuduyla balıkçı
teknelerinin arasından geçerek bu şirin ve güzel adayı geride bırakıyoruz. Bu
arada güneşi de çok güzel bir şekilde batırıyoruz.
Midillli'ye son bakış...
Burada güneş gerçekten güzel batıyor...
Sonuç;
Eğer
Yunan kültürü, ada hayatı hoşunuza gidiyorsa Midilli’ye gidin. Keyif
alacağınıza eminim. Ama arayışınız lüks ve pahalı mekanlar ise aradığınızı
bulamazsınız. O zaman burası nasıl bir yer böyle diyebilirsiniz.
Hoşçakal
Komşunun güzel adası, Midilli…