Bir Zümrüdü Anka: Küllerinden Yeniden Doğan Kent Dresden | |
Orta Avrupa’ya tur düzenleyen seyahat acentalarının son birkaç yıldır Dresden’i, "hazır buraya kadar gelmişken Dresden’e de bir uğrayalım, belki rakiplerimizden bir adım önde oluruz" anlayışı ile Prag, Viyana ve Budapeşte paket turunun içine katıklarını sanıyorum. İyi ki de katmışlar. Katmışlar katmasına da; bir günlük tur burayı tanımak, Dresden’i yaşamak için yeterli değil deyip, Dresden ile sizi tanıştırmaya koyulayım. Elbe ve Dresdan Dresden’le ilk kez 1987 yılında tanıştım ‘’ Yani develerin tellal, sıçanların berber olduğu zaman’’. Elimde bir orta atlas, 9 ülkeyi kapsayan ve dört hafta sürecek bir Avrupa turundayım. O günlerde Almanya’dan iki tane var; biri federal, diğeri demokratik. Berlin de öyle; biri batı diğeri doğu… Dört haftalık gezi izlencemde Batı Berlin’de vardı. Berlin’e iki yolla ulaşabilirdiniz o günlerde; ya hava yoluyla ya da kara yoluyla… Hava yolunu yeğlediğinizde Tiegel hava limanından Batı Berlin’e doğrudan sorunsuz giriş yapabiliyordunuz. Ben Avrupa turuna araba ile çıktığım için Berlin’e kara yolu ile gitmek zorundaydım. Batı Berlin’e karayoluyla nereden giriş yapmak isterseniz isteyin, kesinlikle Demokratik Alman topraklarını kat etmeniz gerekiyordu. Saat Kulesi Federal Almanya’dan Demokratiğine, Demokratik Almanya’dan Batı Berlin’e hem girişte, hem de çıkışta, yüzleri gülmeyen (gerçekten de yüzleri gülmüyordu, abartmıyorum) askerler tarafından, eğitilmiş Alman Kurt Köpekleri eşliğinde aranıp- tarandıktan ve sorulan "ahret sorularına’’, ‘’sizi de, ülkenizi de, buraya geleni de…"deyip saydırdığınızı belli etmeden yanıt verdikten sonra girip/ çıkıyordunuz. Batı Berlin’i gezip dolaştıktan sonra dönüş yoluna koyulduk. Bir süre sonra ‘’ dönüş yolu’’ıssızlaşmaya, Mercedes, Ford ve BMW’lerin yerini Trabantlar, Moskoviçler, Ladalar almaya başladı. Hava ufaktan ufağa kararıyor... Üstelik Hitler döneminden kalan ve o zamandan beri de onarılmadığını sandığım ‘’autobahnda’’ trafik işaretleri de yetersiz… Durup soracak bir ‘’Abdullah’’ da yok. İnşallah karşımıza bir polis çıkmaz! Çıktı mı’’yandı gülüm keten helva’’. Çünkü Doğu Almanya’ya girişimiz sadece Berlin ile sınırlı. Bildiğim sureleri okuyorum… Sureler bitiyor yol bitmiyor. Sebep; benim az sure bilmem değil, yolun çok uzun olması… Bir süre sonra; karşıma birden "Dresden’e hoş geldiniz’’ mealinde Almanca bir trafik levhası çıkıyor… Geçmişe Bir Göz Atalım Dresden’in tarih sahnesine çıkışı 13. Yüz yılın başlarına rastlıyor. Kent, asıl gelişimini ise zamanın Saksonya Kralı Frederic Augusta'nun hüküm sürdüğü 16. Yüzyılın ikinci yarısında gösteriyor. Geçmiş de bir çok kez el değiştiren Dresden’in tarihi ile ilgili yazılacak en önemli şey bence; İkinci Dünya Şavaşının sonuna doğru uğradığı ağır bombardıman ve bunun sonucu yaşadığı büyük can ve mal kaybıdır. Frauenkirche'den Augusta Brüke ve Elbe'nin Karşı Kıyısı Savaşı kimin yitireceği ya da kimlerin kazanacağı kesinlikle belli olduğu halde, stratejik bir önemi olmayan bu kente, başta Amerika ve İngiltere olmak üzere müttefiklerin taş taş üstünde bırakmamacasına yaptığı hava saldırısı (Şubat 1945), 2. Dünya Savaşı’nın kapkara sayfalarından biridir. Öyle ki; bu saldırıda kullanılan "fosfor bombalarının’’ yaydığı 900 dereceye varan ısı, kenti yangın yerine çevirmiş, deyim yerindeyse taş taş üstünde bırakmayarak yaklaşık 145 bin insanın ölümüne yol açmıştır. Dresden’deki can kaybı, Hiroşima’ya atılan atom bombasının yaptığı hasardan, en azından can kaybı açısından kat be kat fazladır. Üç gün süren bombardımanın sonunda, 30’lu yılların sanat ve kültür kenti olarak öne çıkmış olan Dresden bir harabeye dönüşmüştü. Bu gün bir çok ülkeye demokrasi ihraç etmeye kalkışan sözüm ona "medeni ülkelerin’’sonucu belli olan bir savaşta sivil halka, sanata ve tarihe yaptıkları saldırı, aklı başında bir kimsenin kabul edemeyeceği bir durumdur. İkinci Dünya Savaşını izleyen yıllar içinde, Sovyet işgal dönemi de dahil, yıkılan binalar onarıldı, hatta kimi eldeki resim ve çizimlerden yararlanılarak yeniden yapıldı ve bu gün gezerken hayranlık duyduğumuz Dresden, deyim yerindeyse yeniden yaratıldı. - "Madem eskiye dair, özgün bir şey yok neden gidelim Dresden’e ?’’ diye düşünenleriniz olabilir. Bu soruyu sormadan önce, savaşın hemen sonrasında çekilmiş Dresden fotograflarına bir göz atmanızı öneririm. Sonra bu güne dönün; savaştan yorgun, yoksul ama kendine güven duygusu ile çıkmış bir halkın, tarihine, sanatına ve kültürüne nasıl sahip çıktığını gözlerinizle görün. Nerelere Gidilir Dresden, Elbe Nehrinin kıyısında kurulmuş, içinden nehir geçen kentlerden biri. İçinden nehir geçen bir çok kent gibi Dresden’in de görülecek önemli yerleri de nehrin kıyısında sıralanmış. Dresden’i gezmeye Altstadt’dan başlayın. Frauenkirche (Meryem Ana Kilisesi), Dresden’in eski kent bölümünde, Elbe’nin hemen yakınında yer alıyor. Protestan inancının önemli ibadet yerlerinden sayılan Frauenkirche 1722 yılında, eski bir kilisenin yerine yapılmış. Frauenkirche Mimarı George Bahr olan kilisenin kubbe yüksekliği 95 metreymiş. 2. Dünya Savaşındaki fosfor bombasının 900 dereceye varan yüksek ısısı nedeniyle kilisenin yapımında kullanılan kum taşlarının büyük bir bölümü erimiş. Yıllarca taş ve kum yığını olarak kaderine terk edilen kilise, ’’duvar’’ yıkıldıktan sonra Dresden Halkının parasal desteği ile kilisenin eldeki fotograf ve çizimlerinden yararlanılarak yeniden yapılmış. Öncelikle yangında zarar görmeyen taşlar ayıklanmış, bunlara kum taşından yenileri eklenerek kilise özgün hali ile yeniden ayağa kaldırılmış. Kiliseye dikkatle baktığınızda, duvarlardaki taşların renklerinin farklı olduğunun ayırdına varırsınız. Kolayca tahmin edeceğiniz gibi, duvardaki koyu renkli taşlar, kilisenin özgün taşlarıdır. Sayıca çok fazla olan açık renkliler ise; kumtaşından üretilen yeni taşlardır. Aslına bakarsanız kilise, neredeyse tümüyle yeni taşlardan yapılmıştır. Ancak bu bile kilisenin kutsallığından, tarihsel değerinden bir şey kaybettirmiyor. Kilisenin kubbesindeki 4.7 metre yüksekliğindeki haç, İngiltere’nin, daha doğrusu Dresden’i bombalayan İngiliz pilotların hediyesiymiş. İngiliz pilotlar, bu haçı kiliseye bağışlarken, savaşın bittiğini bile bile bombaladıkları Dresden’de yakıp yıktıkları binalar ve ölümlerine yol açtıkları binlerce sivilden özür dileyip’’günah çıkardıklarını’’ sanmış olabilirler mi? Ne dersiniz? Altstadt'ı gezerken gözüm Amerikalı ve İngiliz turistlere takıldı. Alman Halkının, yıkıntıdan yeniden ayağa kaldırdığı bu eserleri fotograflarken neler düşünüyorlardı? Acaba kaçının yakını ‘’o bombardımana’’ katılmıştı? Merak ettim doğrusu. Zwinger, ortasında süslü havuzlar bulunan geniş bir bahçeyi çevreleyen barok yapılardan oluşuyor. Zwingwr'in yapımına Kral Augusta zamanında başlanmış ama tamamlanması kralın ölümünden itibaren yüz yıl sürmüş. Bahçeyi çevreleyen binaların her biri gerçek sanat eseri. Bu binalarda bir kaç tane de müze var. Yeterli zamanınız varsa ; bu müzeleri ziyaret edebilirsiniz. Malesef ben ziyaret edemedim. Zwinger - Panoramik Nedendir bilmem, hemen her yerde, turistler bir havuz gördüklerinde dilek tutmak için ceplerindeki bozuklukları bu havuzlara atarlar. Ziwinger'de ki havuzlar da bu alışkanlıktan nasiplerini almışlar. Avuçlarının içinde bozuklukları, gözleri yarı kapalı, dudakları kıpır kıpır bir çok turisti, dilek dilerken bu havuzların kenarında görebilirsiniz. Zwinger'i mutlaka ziyaret edin. Zwinger 1563 yılında askeri amaçlar için yapılıp, bir süre de cephanelik olarak da kullanılan Albertium da Altstadt’da. Zaman içinde cephanelik başka bir yere taşınınca, mimar Carl A. Canzler’ tarafından mevcut yapıya yeni eklemeler yapılmış. 1887ve bu yeni haliyle Albertium, müze olarak kullanılmaya başlanmış. Malum savaş sırasında hasar gören binalar gibi Albertium da eski fotograf çizimlerine bakılarak onarılmış ve 1950’li yıllarda yeniden hizmete açılmış. Albertium Müzede birkaç tane ayrı temalı sergi salonları bulunuyor. Heykeller bir salonda, çağdaş ustaların (new masters) eserleri başka bir galeride, devlet sanat koleksiyonları ise başka bir alanda sergileniyor. Günümüz sanatçılarının ve geçmişin klasik sanatçıların çok değişik eserlerinin sergilendiği bu zengin müzeye giriş için ödeyeceğiniz para, ziyaret edeceğiniz galeriye göre değişiyor ( 5 ile 21 euro). Çocuklar için bir giriş bedeli ödemiyorsunuz. Müze; saat 10.00-16.00 arası ziyaret ediliyor, pazartesi günleri kapalı. Bu arada rehberimiz, bazı organizasyonlar için Albertium’un kiralanabildiğini söyledi. Sempeorper Semperoper, Dresden’in opera binası. Yapımı 3 yıl kadar süren ve 1841 yılında hizmete giren, barok ve kadim yunan mimarisinden esintiler taşıyan binanın mimarı Gottfied Semper’miş. Binanın, mimarının adı ile anılması bana ilginç geldi doğrusu. Bizde genelde mimarın değil, parayı bastırıp binayı yaptıranın adı verilir yapılara. Süleymaniye Camisini Mimar Sinan yapmış ama adını, parayı veren l. Süleyman'dan almış. Neyse geçelim… Savaş sırasında Frauenkirche’nin başına ne geldiyse Semberoper’in başına da o gelmiş; burayı da yerle bir etmiş müttefikler. Savaş sonrası bir harabeye dönen opera binasını gene ayağa Dresdenliler ayağa kaldırmış. Bu arada haklarını yemeyelim; onarım Demokratik Almanya Cumhuriyeti zamanında başlamış. Opera binası Theatler Platz’da, hemen Elbe’nin kıyıcığında yer alıyor. Katolischekirce Katolische Hofkirche (Holy Trinity Cathedral).1722 yılında açılan Protestan Kilisesi Frauenkirche’den sonra devrin egemeni, ülkesindeki Katolikleri de memnun etmek amacıyla olsa gerek 1741 yılında mimar Geatano Chiaveri’nin tasarımını yaptığı Katolische Hofkirche’yi ibadete açmış. Dresdendeki bir çok tarihi eserle aynı kaderi paylaşan kilise 1980’lerden sonra yine eski fotograflarına bakarak neredeyse yeniden inşa edilmiş. Kilise Elbe’nin kıyısında ve Altstadt’tadır Theater Platz-Jhoannes Schilling Germaldergalerie Rönesans ve Barok dönemi ünlü ressamların yapıtlarının sergilendiği bu müze,1854 yılında hizmete açılmış. Müzenin mimarı aynı zamanda opera binasının da mimarı olan Gottfred Semperdir. Müze, Theatlerplatz’da. Pazartesi günleri kapalı. Açık olduğu saatler 10.00-16.00 arası. Eğer klasik resimlere merakınız varsa yüzlerce tablonun sergilendiği bu müzeyi ziyaret etmenizi öneririm. Hediyesi 5 euro. Gruplara indirim var, çocuklar için giriş parası ödemeyeceksiniz. Altstadt’da dolaşırken Augusta Caddesi (Strasse) üzerinde boylu boyunca uzanan, üzerinde çeşitli figürlerin bulunduğu seramikten bir duvar göreceksiniz. Fursten Zug-Panoramik Görünüm Bu ilginç duvarın adı Fursten Zug. Almanlar burayı ‘’Prensler Alayı’’ diye adlandırıyor.102 metre uzunluğundaki bir duvarın üstüne, 23 000 seramik pano kullanılarak oluşturulan bu dev eserde, 1127 ile 1904 yılları arasında buralara egemen olan Sakson Hanedanı’na mensup 35 kral ve prensin çok sayıda figürü yer alıyor. Benzerini başka bir yerde göreceğinizi sanmadığım bu muhteşem eser, önce duvara resim olarak yapılmış (1876) ancak, yapımından birkaç yıl geçtikten sonra, resimlerin hava koşulları nedeniyle kalıcı olamayacağı anlaşılınca, 1904-1907 yılları arasında duvar resminin tıpkısı seramik panolara işlenerek bu anıtsal eserin günümüze kadar ulaşması sağlanmış. Bir Başka Açıdan Fursten Zug Fursten Zug’u yapan sanatçının adı Wilhelm Walter’miş. Dünyanın en büyük duvar resmi olduğu söylenen Fursten Zug’u mutlaka görün demeyeceğim; zaten Altstadt’ı dolaşırken önünden mutlaka geçeceksiniz. İyi bir fotograf almak için güneşin duvarla olan konumunu izlemenizi öneririm Duvar, genelde sabah saatleri ve akşama doğru iyi ışık alıyor. Zwinger Dresden Castle (Royal Palace), Elbe Nehri’nin dirsek yaptığı Altstadt’da; hemen Fauenkirche’nin yakınında yer alıyor. Krliyet Sarayı yaklaşık 400 yıllık geçmişi ile Dresden’in eski binalarından biridir. Burada Kraliyet Sarayı’ndan ‘’en eski’’ diye söz etmem tabi ki sözün gelişi. Çünkü kentin kalbi sayılan Altstadt’da şimdiye dek sözünü ettiğim ve daha sonra da yeri geldikçe söz edeceğim saray, kilise vb yapıların tamamına yakını ‘malum’ savaştan sonra yeniden yapılmış, tıpkı Kraliyet Sarayı gibi. Saray şimdilerde müze olarak kullanılıyor. Volkspark, kentin merkezinde ve hemen Altstadt’ın yakınında yer alıyor. Oldukça geniş bir alana yayılmış olan parkta büyükçe bir havuz, çok güzel düzenlenmiş çiçeklik, çimenlik ve ağaçlık alanlar ile bu parkların olmazsa olmazı heykeller var. Altstadt’ı gezdikten sonra hem yeni bir yer görmek hem de yorgunluk atmak için bu parka gelip, bir banka ya da bir kafeye oturmanızı öneririm. Volkspark Brühlsche Terrasse. Altstadt'da ve Elbe'nin hemen kıyısında yer alan bu seyir terasının yaapımı 18.yy kadar gidiyor. Önceleri Dresden kalesi içinde yer alan bu terasta, gezmekten ve fotograf çekmekten yorulduysanız biraz dinlenebilir,Elbe'yi ve karşı kıyıyı seyredebilirsiniz. Ben rastlamadım ama sabahları buraya aşıklar gelip, güneşin doğuşunu izliyorlarmış. Teras, fotoğraf çekmek için en uygun yer. Brühlsche Terrasse Kentin güneyinde ve Elbe kıyısında olan, birçok saray, kilise ve büyükçe bir parkı da içine alan Pillintz Castle’da ilk yapılaşma 14. Yüzyılda başlamış. Daha sonra hem kentin dışında hem de gözden ırak bir yerde olması nedeniyle Dresden’e hükmedenler metresleri ile daha kolay buluşmak ve bir arada olmak için buraya yazlık saraylar yaptırmışlar. Pillinz Castle Zamanla genişleyen yerleşim Barok ve neo klasik mimari anlayışına göre yapılan binalar, Elbe Nehri ile hemen nehrin yakınında başlayan yamaçların etekleri arasında yer alıyor. Bugün halka açık olan Pilliniz Castle’da yer alan binaların bir çoğu müze olarak hizmet veriyor. Ayrıca binaları çevreleyen park da görülmeye değer. Elbe üzerinde tur düzenleyen teknelerle ya da kara yoluyla buraya ulaşabilirsiniz. Dresden'de Ne Yenir Ne içilir Almanya denince içecek olarak akla gelen ilk içecek biradır. Bu biralar ulusal marka olmaktan öte genellikle yereldirler. Bu güne değin 20'nin üzerinde Alman kentini gezdim. Hemen hepsinin kendilerine özgü yerel biraları vardı. Bu nedenle, Dresden'de bir kafe ya da restorana oturduğunuzda yerel bira ısmarlayın. Biranın yanında da doğallıkla patates kızartması... Ama Almanlar genelde biranın yanında halka şeklinde, üzerinde iri tuz taneleri olan bizdeki simide benzeyen sert bir hamur işi yiyorlar. Daha öncleri denediğim için bu kez denemek istemedim; çok tuzlu. Dresden'de bir de acılı sosisi deneyin. Gerçekten çok acı. Acıya dayanabiliyorsanız, seveceğinizden eminim. Altstadt'da karnınızı ekonomik olarak doyurabileceğiniz bir çok kafe ve restoranlar var. Neustadt'ise bu konuda daha fazla seçenek sunuyor. Dresden'e Nasıl Gidilir Dresden'e İstanbul'dan uçakla doğrudan ulaşamazsınız. Ya Prag üzerinden ya da Berlin üzerinden kara yolu ve terenle ulaşabilirsiniz. Dresden'i anlatmaya başlarken söylemiştim zaten, orayı merkez alan bir tur yok Türkiye'den... Ama Prag'a ya da Berlin'e bir vesileyle giderseniz; kesinlikle Dresden'i gezi programınıza alın. Albertium Thealter Platz Semperoper Dresden Genel |
Yazılan Yorumlar... | |
Erdin İVGİN (18 Şubat 2015) |
Yazınız sayesinde Praga ya da Berline gittiğimizde uğramamız gereken bir şehri daha listemize ekledik. Teşekkürler |