Rio de Janerio: Sambanın Kenti | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Brezilya’da yapılan son dünya kupasına kadar, Brezilya dendiğinde, birçokları gibi benim de aklıma gelen ilk şey futboldu. Bu algının bende yer etmesinin en önemli nedeni ise; çocukluğumdan beri hayranı olduğum Pele idi . Bu duygularla olacak Brezilya, uzun yıllar benim için coğrafyasıyla, tarihiyle ve insanı ile gidip görülecek bir ülke sınıfına giremedi. Ta ki; kendi evlerinde Almanlardan 7 gol yeyinceye kadar... O maçta Brezilya fileleri ile buluşan 7 gol, ’’ futbol Brezilya’da doğmadı ama orada yaşıyor’’ söylemi üzerine kurduğum hayallerimi tuzla buz etti. O tarihten sonra Brezilya, benim için artık bir futbol ülkesi olmaktan çıkıp, gidip görülesi bir ülke haline geldi. Rio de Janerio’ya İguassu’dan geçtik. İguassu’dan Rio’ya doğrudan uçak seferi yok; önce Coritiba’ya uçuluyor, orada uçak değiştirdikten sonra da Rio de Jenerio’ya... Yol boyu gerçek bir doğa harikası olan İguassu şelalelerini düşündüm, ta ki, pilotumuzun kemerlerimizi bağlamamızı rica eden son uyarısına kadar… Hani nerede görsem tanırım diye bir söz vardır ya, bu söz Rio için cuk oturuyor. Çünkü uçağın penceresinden gördüğüm Şeker Tepesi ve İsa’nın dev heykeli,’’ kör parmağım gözüne ‘’ misali ‘’ artık Rio’dasınız’’ der gibiydiler.
Hava limanında rehberimizle buluşmamız zor olmadı. Adı Fernando Vargas. Bize sıcak bir karşılama yaptı. Kendisi gerçek bir Atatürk ve Türkiye hayranı. - ‘’Türkiye ve Atatürk hayranı olduğunu söylemesi işinin gereğidir. Adam ne de olsa tur rehberi. Bilir onlar işlerini…’’ diye düşünenleriniz olacaktır. Belki bu genellemede haklı olabilirsiniz. Ama birlikte olduğumuz 3 gün de Fernando’nun, Atatürk ve Türkiye hakkındaki bilgisinn ortalama bir yurttaşımızdan çok daha fazla olduğunu fark ettim. Rio’da Nerelere Gidebilirsiniz Havalimanı otelimize yaklaşık 25 km. Fernando, havalimanından beni ve eşimi aldıktan sonra(*)yolda, birlikte olacağımız üç gün içinde neler yapacağımızı anlattı. Anlattıklarına bakılarsa; dolu dolu bir 3 gün geçireceğiz. Bizi otele bıraktıktan sonra, akşam yemeğinde buluşmak üzere yanımızdan ayrıldı.
Otelimiz ünlü Copacabana plajının kıyısında. Plajla aramızda sadece Av. Atlantica var. Her zaman yaptığımız gibi eşyalarımızı odamıza bıraktıktan sonra, Copacabana’da aldık soluğu. Copacabana plajı, Rio denince akla gelen birkaç yerden biri. Bulmaca meraklıları bilir. Bulmacalarda , -‘’ Rio de Janerio’da ünlü bir plaj’’ sorusunun yanıtı; kimi zaman İpanema olsa bile çoğunlukla kastedilen Copacabana’dır.
Beyaz tenlileri anladım da, ışıklar içinde yatası Fecri Ebcioğlu’nun deyişiyle ‘’çukolata renklilerin’’ güneş altında yatış nedenlerini anlayamadım.
Kumsalda plaj voleybolu, plaj tenisi ve plaj futbolu oynayanlar bir hayli fazla; bir de onları izleyenler... Kızlı erkekli gençler, futbol bir yana plaj voleybolunu bile ayakları ile oynuyorlar. Futbol boşuna Brezilya’nın önemli ihraç malı olmamış. ’’Futbol sadece futbol değildir’’ diye bir klişe vardır. Doğrusu bu manzarayı gördükten sonra, en azından Brezilyalılar için futbolun, futboldan da öte bir yaşam biçimi olduğunun ayırdına vardım. Atlantica Bulvarı boyunca uzanan ve yaklaşık 4 km uzunluğundaki Copacabana’da kumsalında güneşlenen çok ama denize girenlerin sayısı yok denecek kadar az. Yaklaşık 100 metre enindeki kumsalı geçip denize ulaşınca, bunun nedenini anladım. Deniz alabildiğine dalgalı, biraz bulanıkça ve yosunlu. Anlayacağınız bizim Akdeniz ve Ege Kıyılarını sarıp sarmalayan o turkuaz renkli, yukarıdan bakınca dibi görünen pırıl pırıl deniz yok burada. Akşam buluştuğumuzda rehbere, denizin bu durumunu sordum. -‘’Bu iyi hali. Okyanus kıyısı olduğu için yosunu, dalgası bol, bulanık bir denizdir burası’’ dedi.
Copacabana’ya koşut, Atlantica Bulvarı’nın her iki yanında uzanan geniş kaldırımlarda hoş restoranlar var. Kıyıya yakın olan restoranlar nispeten daha ucuz. Akşam yemeğinizi burada yedikten sonra bu geniş kaldırımlarda yürüyüş yapabilirsiniz. Gündüz vakti alabildiğine kalabalık olan kumsalda, özel olarak ışıklandırılmış alanlarda ayak voleybolu ve futbol oynayanlar ile onları izleyenler dışında pek kimsecikler yok gibi… Gece yürüyüşüne devam ederken Atlantica Bulvarı’nın kaldırımlarındaki desenler dikkatimi çekti. Yıllar öncesinin İzmir’ini bilenler, Kordon Boyunun denize yakın kaldırımlarını ve bu kaldırımlarda deniz dalgasını betimleyen siyah-beyaz desenleri anımsayacaklardır. Artık İzmirliler mi buradan esinlendi yoksa Rio’da yaşayanlar mı İzmir’den… Bu soruyu yanıtlamadan şunu söyleyeyim: O güzelim desenler Kordon’daki kaldırımları süslemiyor artık. Rio’da ise bu desenler, sadece Atlantica kaldırımlarının süsü değil; çanta, fular, şemsiye gibi hediyelik eşyalara da işlenmiş. Adamlar para kazanıyor bu işlerden. Şimdi bu açıklamadan sonra kimin kimden esinlendiğinin yanıtı kolayca verilebilir sanıyorum. Bu arada Atlantica Bulvarı, Rioluların spor yapmasına olanak sağlamak üzere hafta sonlarında taşıt trafiğine kapanıyor.
Ertesi sabah ilk işimiz Fernando ile Sugarloft Mountain’e gitmek oldu. Sugarloft, hemen hemen her Rio kartpostalında yer alan ilginç bir tepe. Tepenin adının şeker olmasının tuhaf bir öyküsü var. Öykü kısaca şu: 16.yy’da, Brezilya’nın egemen gücü olan Portekizliler, şeker ticareti yaparlarken, şekerleri koni biçiminde kilden kaplarda taşırlarmış. Tepenin şekli de bu kaplara benzediği için adına Sugarloft- Şeker Tepesi demişler. Ben o şeker kaplarını ya da fotograflarını görmedim; neye benzediğini de bilmiyorum. Bana sorarsanız tepe, hemen yanı başındaki tepeyle birlikte, başını yukarı kaldırmış, deniz kıyısında dinlenen deniz filini andırıyor.
Sugarloft’a iki aşamada çıkıyorsunuz. İlk durağınız 225 metre yüksekliğindeki Ucra Tepesi. Oradan da birkaç dakika süren teleferik yolculuğu ile 395 metre yükseklikteki Sugarloft’a ulaşıyorsunuz. 65 kişi kapasiteli vagon, sık bir ormanın içinden, handiyse ağaçlara sürtünerek tepeye tırmanıyor.
Yukarıda sizi bekleyen bambaşka bir dünyayı görmeye hazır olun. Rio de Janerio tüm güzelliği ile ayaklarınızın altında. Uzaklarda ki bir tepede, İsa’nın sizi kucaklayacakmış gibi kollarını iki yana açmış dev heykeli, aşağıda sağımızda boylu boyunca uzanan, güneş altında gümüş parıltısındaki Copacabana, hemen solumuzda, Botofago, ona yakın bir yerde Flamengo kumsalları ve okyanusa serpilmiş adalar… Yakınındayken pek bir şeye benzetemediğim okyanus bile buradan bir başka güzel görünüyor. Şansımızdan hava açık. Bu yükseklikten aşağıya, havada asılı duran bir balonun sepetinden bakıyor duygusuna kapılıyor insan. Burada saatler geçirebilirsiniz. Burayı ziyaret edin demiyorum. Bu gereksiz bir öneri olur. Çünkü Rio’ya kadar gelip de Sugarloft’a çıkmayan kişilere pek iyi gözle bakılmaz gibi geliyor bana. Kısaca Sugarloft’a çıkmadan Rio’yu görmüş sayılmazsınız. Tepeye teleferik ilk kez 1912 yılında yapılmış. Proje sahibi Agusto F.Ramosmuş. Teleferik günümüze gelinceye kadar birkaç kez yenilenmiş. 1969’da ulusal park ilan edilen Sugarloft’a çıkmak için 62 USD ödemeniz gerekli ama görecekleriniz bu paraya değer. Tepeye giriş saatleri 11.00-19.50 arası.14.30-15.30 arası yemek tatili, yani teleferik çalışmıyor. Tepeyi ziyaretin taliplisi çok. Onun için erkenden gitmenizi öneririm. Rio de Janerio’nun bir başka sembolü ise; Kurtarıcı İsa Heykelidir. Corcovado dağı üzerinde bulunan bu heykeli Hektor S. Costa tasarlamış, Fransız heykeltraş Paul Landowski yapmış.
8 metrelik bir kaide üzerine oturtulan heykelin yüksekliği 30 metre. Kolları iki yana açık olan heykelin ana malzemesi beton, kaplaması ise ‘’soap stone’’ mış. 1931 yılında tamamlanan heykelin masrafını Kiliseler Birliği adlı bir birlik karşılamış. Bu arada bu heykelin dünyanın ‘’yeni 7 harikasından’’ biri olduğunu söyleyeyim.
Tepeye finükülere benzer(dağ treni) bir vagonla çıkılıyor. Tepe ormanla kaplı. Bir gün önce hava pırıl pırıldı. Bu gün ise sisli. Umarım tepeye çıktığımızda rüzgarın etkisi ile sis dağılır da, evreni kucaklayacakmış gibi duran Kurtarıcı İsa’nın güzel bir fotoğrafını yakalarım. Dura kalka, tıngır mıngır gidiyoruz. Sonunda tepeye ulaştık. Sis burada da peşimizi bırakmadı. Neredeyse göz gözü görmüyor. Bu yetmiyormuş gibi inceden inceye yağan bir yağmur ‘’nanik’’ yaparcasına bizi karşıladı.
Aşağıdaki manzarayı seyretmekten vaz geçtim, bari heykeli görüntüleyebilsem. Ama sis tepeyi tülden bir örtü gibi kaplamış, bir türlü açılmıyor. Elimde kamera uygun anı yakalamaya çalışıyorum ama nafile… -‘’ Aman İsa, canım İsa. Senin ölüyü bile dirilttiğin söyleniyor. Bu sisle mi baş edemeyeceksin? Bir nefes ver, hiç olmazsa birkaç dakikalığına dağıt şu sisi de birkaç suretini alayım. Bak! Binlerce kilometre yol teptim, emeğimi boşa çıkarma…’’ Aşağıdan aldım, yukarıdan aldım; Iııhh ! Ne dediysem olmadı. Yaklaşık 2 saat kaldık tepede. 50’ye yakın fotoğrafını çektim Kurtarıcı İsa’nın ama bir türlü çıkaramadım sisler arasından mah cemalini. Neyse vatan sağ olsun. Tepeye çıkışın hediyesi 50 Usd. Burayı ziyaret etmek istiyorsanız yerinizi önceden ayırmanız gerekli. Size hangi gün ve saatte tepeye çıkacağınızı bildiriyorlar. Randevusuz giderseniz vagonlara almıyorlar. Her vagon 60 kişilik ve 20 dakikada bir hareket ediyor. Tepeye çıkarken ara duraklar var. Bu duraklar, tepenin eteğindeki gecekondularda yaşayanların inip binmesi için yapılmış. Kent merkezinde dolaşırken, uzaktan Maya Piramitlerini andıran bir bina gördüm. Daha ne olduğunu sormadan Fernado, ‘’Şimdiki durağımız Catedrale Metropolitana de Sao Sebastiao’’ dedi. Katedral, şimdiye dek gördüğüm katedrallerden çok farklı.
Kesik koni biçimli Maya Piramidi şeklinde tasarlanmış, betonarme bir yapı. Mimarı Edgar Conseca. Yapımı yaklaşık 15 yıl süren, dışı neo klasik, içi barok biçemli bu katedral 1979 yılında ibadete açılmış. İşin ilginç yanı katedralin tüm masraflarını Rio’lu bir zengin karşılamış olmasına karşın, katedrale Rio’nun koruyucu azizi olan St. Sebastiao’nun adını vermişler. Bunu duyunca, bizde cami yaptırıp da, camiye kendi adını verenler geldi aklıma...
Katedral’in dışı, ilk görüşte üst üste konmuş narenciye sandıklarını anımsattı bana. Ama ana kapıdan içeri girdiğimde bambaşka bir dünya ile karşılaştım. Daha ilk adımımda Katedral’in dış görünüşüne ilişkin ‘’üst üste konmuş narenciye sandığı’’ benzetmemden pişmanlık duydum. Öyle ki; tabandan başlayıp tavana kadar daralarak uzanan, her biri 64 metre yükseklikteki dev vitraylar, dışarıdaki gün ışığını, gök kuşağını 7 rengine dönüştürüp dans ettiriyor adeta. Renklerin dansının yarattığı bu büyülü ve loş ortam, sizi sarıp sarmalayıp bir bilinmeze götürüyor, kendinizi huzurlu ve rahatlamış hissediyorsunuz. Genelde kiliselerin içi kasvetli olur, özellikle gotik kiliselerin … Kilise, loş ortamına karşın kasvetli değildi. St. Sebastiao’yu (Sebastian) gördükten sonra buranın, sadece belli bir inanca sahip insanlara değil, fakat tüm dinlere mensup müminlere de kucak açabileceğine inandım. Aynı anda- ayakta olmak koşulu ile- 20 bin kişinin ibadet edebildiği, Katedralin dış çapı 106, iç çapı 96, yüksekliği ise 75 metre. Katedralin çan kulesi ise, tepesinde kocaman bir haç bulunan YSE’nin su kulesini andırıyor. Buna karşın kulenin, Katedralin mimarisi ile uyumlu olduğunu söylemeden geçmeyeyim. Mutlaka ziyaret edin. Arches da Lapa( Lapa Su Kemerleri), Katedral’e yürüyüş mesafesinde. Rio’nun su gereksinmesini karşılamak için 1740 yılında yapılan bu kemerler Roma biçeminde. 270 metre uzunluğundaki kemerin yüksekliği 40 metre ve 42 kemerden oluşuyor. Kemer, 19. yüzyılın sonlarında su getirme işlevini tamamlamış olacak ki; daha sonra üzerine demir yolu yapılmış. Su kemeri, kent merkezindeki bir vadide. Etrafını çeviren meydanda zaman zaman açık hava gösterileri ve eğlenceleri yapılıyormuş.
Aslına bakarsanız Rio’da kent merkezi diyebileceğiniz bir yer yok. Bu da Rio’nun coğrafi konumundan kaynaklanıyor sanırım. Çünkü kentin kurulduğu alan, dağlarla ve vadilerle o kadar parçalanmış ki; bir kent bütünlüğünden söz etmek olanaksız. Fernando’nun deyişine göre kentin mahalleleri bir birine tünellerle bağlanıyormuş. Sayısı 16 olan bu tünellerin toplam uzunluğu ise 140 kilometreymiş. Gerçekten de kenti dolaşırken bir çok yerde tünellerden geçiyorsunuz. Candelaria Cathedral’i Katedralin adı, 17.yüzyılın başlarında batan Candelaria adlı bir gemiden geliyormuş. 1609 yılında batan gemi ve gemiyle birlikte ölen mürettebatın anısına şimdiki kilisenin yerine bir şapel yapılmış.
Daha sonra 1775 yılında ise bu şapelin yerine büyük bir kaderal yapmaya yeltenmiş Riolular... Ama aradan uzun yıllar geçmesine karşın katedral bir türlü hizmete açılamamış. Sonunda, temeli atıldıktan 100 yılı aşkın bir süre sonra, 1877 yılında hizmete açılmış. Katedralin dışı barok içi ise neo klasik ve neo rönesans biçemde. Kilisenin girişinin üst tarafında üçgen bir alınlık ve sağlı sollu iki kule var. Kilise içindeki neflerin ve kubbenin süslemesini Joao Z. De Costa yapmış. Gezilebilir.
Escadaria Selaron Rio’da görülmesi gerekli yerlerden biri de, öyküsü de kendisi kadar ilginç olan Selaron Merdiveni. Merdivene adını veren Jorge Selaron, 1947 yılında Şili’de doğmuş bir ressam ve heykeltraş. Selaron, bir çok ülkeyi gezip dolaştıktan sonra Rio’ya yerleşmiş.
Burayı o kadar sevmiş ki; bu sevginin bir ifadesi olarak Rio’lulara bir armağan vermek istemiş ve 1990 yılında bu merdivenin yapımına başlamış. Önceleri bir heves olarak başladığı bu iş zamanla bir tutkuya dönüşmüş. Yapım giderlerini karşılamak için tablolarını satıp, elde ettiği parayı merdivenin tamamlaması için harcamış. Merdivende kullandığı ayna, seramik ve fayansları başlangıçta Rio’daki inşaat yıkıntılarından sağlamış. İnşaat yıkıntıları ihtiyaca yetmeyince dünyanın 60 ülkesinden gönderilen kırıntılarla merdiveni tamamlamış. Yapımı 1990-2013 yılları arasında süren merdivenin yüksekliği 125 metre ve 250 basamaktan oluşuyor. Genelde sarı seramik parçalarından yapılmış ama değişik renkli başka seramiklerle süslenmiş olan basamaklar, sizi bir masal dünyasına götürüyor. Anımsarsanız, bundan yaklaşık bir yıl kadar önce gençler, İstanbul’un kimi mahallelerinde merdivenleri çeşitli renklere boyamışlardı da dünyayı sadece ‘’gri’’ olarak algılayanlar, insanın düş gücünü harekete geçiren renklerden rahatsız olmuşlar ve merdivenleri yeniden griye boyamışlardı. Demem o ki; bu merdivenleri mutlaka görün. Fernando -’’ Sizi şimdi Taksim Meydanı’na götüreceğim’’ deyince şaşırmadım desem, yalan olur. Yüzümdeki şakın ifadeyi görünce, -’’ Taksim Gezi Parkı direnişi burada çok ses getirdi. Ben de Türk Turistlere rehberlik ettiğim için o meydanın adını Taksim diye değiştirdim’’ dedi. Fernando’nun kastettiği meydanın adı Praça Floriano’ idi. Meydan, çiçekleri ile küçük kafeleri ve serpiştirilmiş heykelleri ile tam bir dinlenme ve soluklanma yeri.
Bundan bir yıl kadar önce bu meydan, ücretlerinin yetersizliğinden yakınan yaklaşık 50 bin öğretmenin protesto gösterilerine ev sahipliği yaptığı için olmalı; Fernado burayı Taksim gezi Parkı ile özdeşleştirmiş… Meydan’n çevresinde ise güzel yapılar var. Bunun en ünlüsü ise Opera
House. Opera Binası’nın mimarı Olivera Pasas, burayı Paris’deki Le Ganier Opera Binasından esinleyerek tasarlamış. 1909 yılında hizmete giren ve eklektik (karma) mimari özellikler taşıyan Opera Binası’nın üzerinde bir de altından kartal yontusu var. Praça Florina’yı çevreleyen binalardan biri de Belediye Binası. Güzel Sanatlar Müzesi de Meydanın kıyıcığında yer alıyor. Futbol meraklıları için Maracana Stadı futbol mabedi olarak kabul edilir. Her ne kadar Almanya hezimetinden sonra Brezilya Futboluna sitem ettiysem de buraya kadar gelip de orayı görmemek olmaz deyip Fernando’dan bizi oraya götürmesini istedim. Stadın önüne gelince, gözüm Maracana yazısını aradı. Ama onun yerine Estadio Jornalista Mario Filho yazısını görünce; - ''Yanlış yere mi geldik ''dedim? Fernando, - ‘’ Yok! doğru yerdeyiz. 1950 dünya kupası finalinin yapıldığı Maracana Stadı, son dünya kupası için yıkılıp yerine bu yapıldı.
Adını da ünlü gazeteci ve spor adamı Mario Filho’dan aldı’’ deyince, benim için Maracana efsanesi de bitti. Bu arada Rio’da hala Maracana Stadı var diyen bizdeki spor yazarlarına duyurulur. Statda Roberto Carlos’un adını bir girişe vermişler. Fenerbahçeli olmama karşın, benim gibi Maracana efsanesini dinleye dinleye büyüyenler için bu bile teselli olmadı. Başka Nereler Gidilir Eğer müze gezmek isterseniz Rio’da sizin bu isteğinize olumlu yanıt verecek bir çok müze var. Bunlardan birkaçı; Museu Nacional de Belas Artes(Ulusal Güzel Sanatlar Müzesi), İmperial Museum Of Brazil(Brezilya İmparatorluk Müzesi), National Historical Museum’dur. Ayrıca Old Cathedraal Of Rio, Rio Botanik Parkı da görülmesi gerekli yerlerden bazıları. Copacabana’dan başka güneşlenebileceğiniz birkaç kumsal daha var. Bunlar; İpemena, Botofago ve Flamengo’dur. Av. Delfim Moreira ve Av. Vieria Sauto bulvarları boyunca uzanan İpemena Kumsalı, Copacobana’da dahil öteki kumsallara göre daha varlıklı kesimlerin kullandığı bir plaj. Kumsalın hemen bitiminde ise Twin Brother’s adını verdikleri ikiz bir tepe var. Flamengo Kumsalı’nın hemen yanı başında büyük bir park içinde 10 ‘un üzerinde futbol sahası var. Park ayrıca yürüyüş yapmak isteyenler için biçilmiş kaftan.
Rio Karnavalı deyince herkesin aklına Samba gelir. Rio’yu bir dünya markası yapan karnaval buranın en önemli etkinliği. Karnavalın geçmişi Kadim Yunan’da şarap tanrısı adına yapılan şenliklere dayanıyormuş. Burada düzenlenen ilk karnavalın tarihinin 1840 olduğunu söyledi Fernando. İşin ilginç yanı bugün, karnaval denince akla ilk gelen dans olan samba, ancak 1917 yılında karnavalda yer almış. Samba okullarının yarışmasına dönüşen karnaval ,her yıl şubat ayında yapılıyor. Fernando’ya, -‘’ Karnavala Türkler ilgi gösteriyor mu ?’’ diye sordum. Yanıtı beni şaşırttı doğrusu. -‘’Hayır. Nedendir bilmem karnavalda pek Türk’e rastlamazsınız ‘’dedi. Rio da bir de iç göl var adı; Rodrigo de Freitas. Etrafı güzel evler, park ve bahçeler ve spor alanları ile çevrili. Dalgalı denizden sonra, durgun bir gölün kıyısında oturmak ilginç geliyor insana. Ve Samba Daha önce yayımladığım İguassu notlarımda, oradaki bir gösteri yerinde samba izlediğimden söz etmiştim. Ancak bu gösteri, sadece sambayı değil tüm Latin Danslarını da kapsadığı için tümüyle bir samba gösterisi olmamıştı. Gerçek sambayı Rio’da izlemek nasibimizmiş.
Fernando, her zamanki dakikliği ile otelimize geldi ve bizi samba izleyeceğimiz bir kulübe götürdü. Onlarca dansçının, göz alıcı renklerle süslenmiş ilginç kostümleriyle kıvrak, sıcak ve insanın kanını kaynatan iç gıcıklayıcı Latin Müziği eşliğinde sundukları gösteri müthişti. Bildiğiniz gibi sambanın en önemli özelliği, müzik eşliğinde bolca kalça sallamaktır. Ehh! Brezilyalı kadınlar da bunu layıkıyla yapıyorlar doğrusu. Mutlaka böyle bir gösteriye gidin.
Alışveriş Rio’yu anlatan bir çok yazıda ,’’gece pazarını mutlaka ziyaret edin’’ önerisi yer alır. Gece Pazarı Atlantica Bulvarı üzerindeki kaldırımlarda kuruluyor. Bir başka deyişle Copacabana’nın hemen yanı başında. Burada her türlü deri, takı, magnet, geleneksel hediyelik eşyalar tekstil ürünlerini ve ünlü Brezilya kahvesini bulabilirsiniz. Ama kahveyi bu işi yapan dükkanlardan almanızı öneririm. Bu arada futbola meraklıysanız, Brezilya Ulusal takımının formalarının’’çakmaları da’’ gece pazarında bolca var.
Atlantica Bulvarına koşut ve iç tarafta yer alan Av. Nossa Senhora de Copacaban’da alış veriş tutkunuzu tatmin edebileceğiniz şık dükkanlar var.
.Paranız varsa; mücevhere karşı da ilgisiz kalamıyorsanız; dünyanın ünlü mücevher markalarından biri olan H-Stern’e uğrayın. Mücevher seçmeden önce size, taşın nasıl mücevhere dönüştüğünü sırayla gösteriyorlar. Bu gösteriden sonra da, istemeseniz de bir şeyler alıyorsunuz. Türk turistlerle İzmirli bir Türk ilgileniyor.
Ne mi aldık? Bir şeyler aldık işte… Ne Yenir Ne İçilir
Daha önce her hangi bir ülkede Brezilya Restoranlarına gitmiş olanlar bilir. Bu restoranlarda et, belli bir sırayla, döner şişine benzer bir şişe takılı olarak her masaya ayrı ayrı servis edilir.
Bir restoranda, bize bir tarafı yeşil, öte tarafı kırmızı, çapı 5 cm olan daire biçimde plastik verdiler. Servis yapılmasını istiyorsanız plastiğin yeşil tarafını, ‘’yok şimdilik önümdeki ile yetineceğim ‘’demek istiyorsanız, kırmızı tarafını çeviriyorsunuz. .Meyveli şarap sevenler için Krick Belle Vue ve Belle Vue Gueze’yi önerebilirim. Kırmızı şaraplar içinse; Salton ve Dalpizzce iyi bir tercih olabilir. Bira markalarına gelince; Bavaria Premium, Germania ve Nova Schin’i öneririm. Ben genelde Türk Kahvesi dışında kahve içmem. Ama Brezilya’ya gidip de kahve içmemiş olmaz. Bu nedenle çokça olmasa da kahvelerinden tattım. Çok güzel aromaları var. Nelere Dikkat Etmeli .Burada sigara yasağına uyuluyor. Fernado’nun deyişine göre; dört bir yanı açık da olsa, üstü kapalı yerlerde sigara içilmiyor. Buna kafelerde brandalarla üstü kapalı yerler de dahil. Ceremesi yaklaşık 40 Usd’imiş. .Rio’da taksiye binecekseniz, bir firmaya ait taksilere binmenizi öneririm. Ne olur ne olmaz. Ama fiyatları uygunca. .Kurtarıcı İsa’yı görmek istiyorsanız kesinlikle hava durumuna bakın. Hava sisliyse boşuna 50 Usd ödemeyin. Hiçbir şey göremezsiniz. Aynı durum Sugarloft için de geçerli. Yukarıda da değindiğim gibi ilginç olan tepe değil, tepeden göreceğiniz manzara. Her iki tepeye çıktıktan sonra da biletlerinizi atmayın; dönüşte de gerekli oluyor. Bu arada Kurtarıcı İsa Heykeli her 10 yılda bir onarıma alınıyormuş. Doğal olarak onarım sırasında ziyarete kapalı. Aklınızda bulunsun.
.Rio’yu ziyaret için en uygun mevsim Ekim-Mart arası. Rutubetli bir havası var, giyiminizi ona göre seçin. Bu arada ne olur ne olmaz yanınızda şemsiye bulundurun. .Rio’da kent içi ulaşım metro ve otobüslerle sağlanıyor. Metro 2 hatlı ve 35 duraktan oluşuyor. Metroyu kullanarak Rio’da bir çok yeri dolaşabilirsiniz. Rio’da metro ve otobüslerden indirimli fiyatla yararlanacağınız kartlar varmış. Bizim ihtiyacımız olmadığı için bu kartları kullanmadık. .Rio’da 2 adet hava limanı var biri uluslararası, diğeri de iç hat uçuşları için. İç hat uçuşlarının yapıldığı hava limanının adı Santos Dumont. Alan, bir adanın tıraşlanması ile oluşmuş. Alandan kente taksi ve otobüsle gelebilirsiniz. --------- Rio de Janerio’da Türkiye’nin konsolosluğu yok. Sadece aşağıda adresini ve iletişim bilgilerini verdiğim fahri konsolosluk var. TÜRKİYE RIO DE JANEIRO FAHRİ KONSOLOSLUĞU THY’nin Rio de Janerio’ya aktarmasız uçuşu yok. THY ile uçacaksanız Sao Paulo üzerinden aktarma yapmanız gerekiyor. ---------- (*)Güney Amerika turu, katılımcıların vaz geçmesi nedeniyle sadece eşim ve benim katıldığım özel bir tur oldu. Turu düzenleyen Güneş Turizm, programı eksiksiz uyguladı.
|