Yaz geliyor. Uzun yaz tatili için önceliği cennet ülkemiz olanlar için tavsiye edebileceğim tekrar tekrar gitsem de bıkmayacağım eşsiz bir rotadan bahsedeceğim bu yazımda. Bugün Teke yarımadası olarak adlandırılan Antalya ile Fethiye körfezleri arasındaki Akdeniz’e uzanan yarımada; antik coğrafyada Likya olarak adlandırılmaktaydı. Özgürlüklerine çok düşkün olan Likyalılar dışarıdan gelen tüm saldırılara karşı koyabilmiş, birlik halinde tek eyalet olmayı başarmışlar. Heredot Likyalıların Girit adasından göçtüğünü ve özgün adlarının Termilaj halkı olduğunu anlatır. Geleneklerinin Karya ve Girit karışımı olduğundan ve ailenin anaerkil aile yapısından bahseder. Toplam uzunluğu 500 kilometre olan, Fethiye’de Ölüdeniz’den başlayan Antalya-Phaselis’de son bulan bir Likya Yolu var. Bu büyülü yolu yürüyerek tamamlayamadım. O kadar şanslı olamadım ne yazık ki. Aralıklarla yaz tatillerinde keşfetmeye çalıştım. Antalya’nın, Kaş ve çevresindeki tarih, doğa, kültür kokan ve sürprizler barındıran her köşesine gitmeye çalışsam da, yinede bitmeyen bir güzellik rotasıdır buralar benim için. Likya yolunu kapsayan görebildiğim yerler; Faralya Köyü, Dodurga Köyü, Sdyma, Pınara, Letoon, Xanthos (Fethiye), Patara, Myra, Fenike, Kapaklı, Kekova, Simena(Kaleköy), Olimpos civarındaki Likya yolu parkuru, Faselis. Ülkemizdeki tarihi ve kültürel yerlere müdahaleleri, yok saymaları yaşasak da, yinede bitmeyen güzellikler ülkesi Anadolu… Bağrındaki yavrularını saklayabilmeyi başarıyor bu topraklar. Karamsarlığımıza karşın ülkemizin toprakları şimdilik bitmez tükenmez Anadolu. Likya yolundaki şehirlerin en parlak unvanına sahip Myra antik kenti, koyları, batık şehir Kekova ve Eski Simena antik kenti üzerinde kurulmuş olan Kaleköy bu yazımın gözdeleri.
Beymelek nefis bir yer. Saz Mahallesindeki tatlar mutlaka denemeli; merkezde Demreli kadın ve arka planda Noel Baba Heykeli… Myra rölyefleri mutlaka görülmeli; Elbette antik kenti gezerken sizi geçmişe götürmek isteyecek canlandırmalar da oluyor… Myra Antik Tiyatro…
Antalya'ya bağlı, Kaş ile Finike arasındaki Demre’ye ilk kez neredeyse 30 sene öncesinden gitmiştim. Geçen yaz, Demre’ye dostlarımız Necla ve Necati Çimen’in daveti üzerine onların dost ve güzel yazlıklarına eşimle birlikte gittik. Yıllardır burayı çok iyi bildikleri için Demre’yi onlarla birlikte adım adım gezmek, eşsiz koylarının keşfetmek, çimenlerin minik teknelerinde kısa koy gezileri yapmak ve balıklar tutmak ilginç olacaktı. Düşündüğümüz gibi unutamayacağımız tatillerimizden biri oldu. Demre de 30 senede epeyce değişiklik olmuş. Adı Kale idi o zaman. Yazlık apartmanlar, binalar, dükkânlar çoğalmış. Ulaşım daha kolaylaşmış. Ekonomisinin %90’nı tarıma dayalı olan kent sera kent olmuş neredeyse. Naylon kent gibi. Toplam nüfusu ise 25 bine yükselmiş. Aralardan başını uzatmış gün ışığına çıkmayı bekleyen antik dönemde adı Myra olan kent ve kalıntıları epeyce yüzünü göstermiş Demre’ye kucak açmış. Turistlere merak uyandırmış. Demre; bakir kalabilmiş, temiz plajları, portakal bahçeleri, heykeltıraşların kıskanacağı türden forma sahip doğanın armağanı kumsaldaki taşlarıyla, eşsiz koylarıyla, şifalı sularıyla, yakın çevresindeki bitimsiz koylarıyla keşfedilmeyi bekleyen saklı bir cennet. Demre’de tanıştığımız, 12 senedir burada yaşayan Yunan asıllı Hollanda vatandaşı Yorgo, her sabah elinde çöp poşetiyle kıyıları temizleyerek çevresindekilere ilham veriyordu. Senelerdir yaptığı bu gönüllü etkinliğe zaman zaman çocuklarında katıldığını anlatırken Yorgo’nun gözleri parlıyordu. Selam olsun Yorgo’ya ve onun gibi duyarlı insanlara.
Solda kaya mezarları ve kalıntılar, sağda ise St. Nicholas… Şifalı Burguç’ta çamurla güzelleşme bir başka oluyor doğrusu…
Demrede neler yapabilirsiniz: Demre’nin yanı başındaki Andriake liman kentinde bulunan Çayağzı Limanından yat gezilerine katılabilir, Kekova’ya ve Kaleköy’e gidebilirsiniz. Ya da bizim yaptığımız gibi küçük bir tekne kiralayıp, Kaleköy, Kekova’da uzun molalar verip, istediğiniz koyda Akdeniz’in tertemiz sularında yüzebilirsiniz. Deniz, güneş, berrak bir gökyüzü, ılık esen rüzgâr, tarih, kültür, huzur kokan ortamda ruhunuzu yıkayabilirsiniz. Demre ve yakın çevresinde turkuazdan maviye çalan sularında Akdeniz'in zengin denizaltını ve eski batıklarını dalış yaparak gözlemleyebilirsiniz. Taşdibi (kömürlük sahili), Çayağzı plajı, Su Ürünleri Araştırma Üretim ve Eğitim Tesisleri sahili, şehir merkezine sadece birkaç kilometre uzaklıktaki çam ormanına yaslanmış kumsalıyla Sülüklü sahilinde denizin kucağına atlayabilir, tatiliniz boyunca yüzebilirsiniz. Beymelek dalyanında mavi yengeç ve farklı balıklar bulabilirsiniz. Yerli halkın kokarca dediği Çayağzı mevkiindeki kükürtlü Burguç şifalı suyu bölgesinde her derde deva olan şifalı soğuk sularının kollarına kendinizi atabilir, şifalı çamuruna bulanıp güzelleşebilir, kuş gibi hafifleyip kanatlanabilirsiniz. İsterseniz Burguç çevresindeki deniz börülcesi toplayabilirsiniz. Aksiyon sevenler için 3 metrelik kuyunun içine atlamakta var Burguç’da. Yine 1.derecede sit alanı olan Çayağzı’nda sadece bir kaç kafe, restorandan biri olan Uzun Ali’nin yerinde bizim gibi lagos, yılan balığı, yengeç ve farklı mezeler eşliğinde, suyun dibinde masanızı hazırlatarak keyifli bir akşam geçirebilirsiniz. Buzağılık koyunda aynı anda sıcak ve soğuk suyun buluştuğu suda farklı bir yüzme deneyimi yaşayabilirsiniz. Yerli halkın; mindi inciri, dikenli incir, kaynanadili, kürek yemişi gibi birçok isim taktığı lezzetli meyvenin tadına bakabilirsiniz. Organik ürünleri, meşhur Demre sivrisi diye bilinen, sivri biberlerinden alabilirsiniz. Lezzetli balık ürünlerini; lagos, barbun, levrek, palamut, torik, dülger, çütre balığı, tekir, akya, mercan, orfoz, yiyebilirsiniz. Beymelek Taş Ev’de antik kalıntılar ve yemyeşil bir manzara eşliğinde organik kahvaltınızı yapabilirsiniz. Beymelek Tutku Restaurant'ta, mavi yengeci afiyetle yiyebilirsiniz.Yine Beymelek Dalyan Balık Evi'nde farklı balıkların tadına bakabilirsiniz. Şahin tepesinden bizim gibi keçiboynuzu toplayabilirsiniz. Büyüleyici antik kalıntıların peşine düşebilirsiniz. Çayağzı Uzun Ali’nin yerinde dostlarla muhabbet bir başka güzel doğrusu; Kaptanımız Yalçın ve beş kişilik teknemizle koylar ve kıyılar artık bizim… Gökliman… Acemi balıkçılık ancak bu kadar oluyor…
Bu antik belgeler, Demre’nin olmazsa olmazı olduğu için buraya biraz ayrıntılı bakalım. Myra Demre’nin antik dönem adı. Hıristiyanlığın başlangıcından itibaren Likya’nın en ünlü ve önemli merkezi konumunda. Demre şehir merkezine yakın Myra ören yeri epeyce geniş alana yayılmış. Ören yerine girerken yerlere sarkmış nar ağaçları karşılıyor bizi. Bu bölgeye ait objeler, yiyecekler, v.b. şeylerin satıldığı çok sayıda tezgâhlar, mini dükkânlar, oturabileceğiniz yerler var. Müze kartımızla içeri giriyoruz. Geniş tarihi alan çok etkileyici görünüyor panoramik olarak. Önce bugünkü Nekropol (eski yerleşimlerde, kent dışında yer alan toplu mezarların bulunduğu yerler) tepeden kurulan şehir daha sonraları aşağıya inerek genişlemiş ve Lykia'nın çok önemli altı büyük kentinden birisi olmuş. Bizans döneminde önemli bir idari ve dini bir merkez olmuş. Akropolün güney eteğinde yer alan çok iyi korunabilmiş Likya’nın en büyük tiyatrosu ile her iki yanında yer alan kayaların oyularak yapıldığı, kabartma ve yazılarla süslendiği kaya mezarları var. Tiyatro, gerek oturma sıraları gerekse sahne binası ile iyi korunmuş bir Roma dönemi tiyatrosunun özelliklerini yansıtıyor. Sahne binası ikinci katın yarısına kadar ayakta ve seyircilere bakan yüzü sütun ve nişlerle süslenmiş. Yine kabartmalı veya kitabeli birçok kaya mezarı, kayalığın güneye bakan yüzünde üst üste veya yan yana sıralanmışlar. O dönemin giysileri ve ellerinde kılıçları ile canlandırmalar yapan ve turistlere fotoğraf çektirmeye çalışan animatörler, kalabalık ziyaretçi gurupları, turistler bu tarihi yeri merakla inceliyorlar. Bugün oldukça sağlam durumda olan Roma dönemi surlarının dışında Helenistik hatta İ.Ö. 5. yy`a tarihlenen sur kalıntılarına akropol tepesi ve çevresinde rastlayabiliyorsunuz. Kekova Batık Kent…
Bizans dönemi Aziz Nikolaus Kilisesi ve müzesi var şehir merkezinde. Kilisenin yer mozaikleri, kemerli salonu, odaları, lahitleri, bahçesinde Noel Babanın heykeli, şaşırtıcı ses düzeniyle ilgiyi fazlasıyla hak ediyor. Anadolu’daki üçüncü en önemli Bizans yapısı olarak kabul edilmiş. Aziz Nicholas Hıristiyan dünyasında Rum ve Rus Ortodokslarınca büyük önem taşıyan bir başpiskopos. Patara’da doğmuş ve Myra piskoposu olmuş. Şehrin içinde Müzesi de var. Hayatını insanlara adamış, özellikle de çocukların, fakirlerin, yolcuların, denizcilerin koruyuculuğunu üstlenmiş, mucizeler yaratmış. Demrede ölmüş. 6 Aralık Aziz Nicholas’ın Bayram günü olarak Hıristiyanlarca kutlanmakta. Hristiyan denizcilerin yaşadığı limanlarda ona adanmış pek çok kilise yapılmış. Bu yardımlarının sağladığı ünü bugüne dek Noel Baba efsanesi olarak gelmiş ve hala güncelliğini sürdürmekte. Kentin birçok yerinde hala keşfedilmeye çalışılan, bazılarının da ayağa kaldırıldığı kazılara rastlanabiliyor. Daha fazlası da var. Örneğin; Çay ağzındaki Myra'nın limanı olan Andriake'nin üzerinde kehanet merkezi olmasıyla ünlü Sura antik kenti Sura'dan birkaç km uzaklıktaki Gürses'te ise Trebenda antik kenti. Uygarlıklar beşiği Anadolu. Ne kadar şanslıyız! Kaleköy; her yerden, her saatte, her daim güzel…
Tekne Gezisi/Kekova: Demre’ye ve ülkemize eşsiz katkıları olan Prof.Dr. Yıldız Ötüken hocayı gezdirdiğini anlatan Demreli kaptanımız Yalçınla, Üçağız köyünden açılıyoruz eşim, Necla ve Necati Çimenlerle beraber. Hazırladığımız kahvaltıyı Tersane koyunda mola vererek teknede yapıyoruz. Kaptanımız bu koyda eskiden teknelerin yapıldığını anlatıyor. Kekova bölgesi olarak adlandırdığımız bölge adını Kekova adasından alıp, Batıkşehir, Simena Kaleköy ve Üçağız köyünü kapsayan alan olarak adlandırılıyor. Kekova bölgesinin muhteşem koylarında yol alırken Demreli kaptanımızın anlattıklarını dinliyoruz. Teknemizle korsan mağarasına girebildiğimiz kadar yaklaşıyoruz. Teknenin zeminindeki küçük cam bölmeden denizin altını da izleyebiliyoruz. Ara sıra kalıntılar ve balıklara da rastlıyoruz. Aşırlı adasını gösteriyor kaptanımız. Geyikler ve keçiler yaşarmış burada. Avcılar geyikleri katletmişler maalesef! Bir ara gazetelere kapak olmuştu bu nadide ada. Tansu Çiller’in adına onun emlakçısının satın aldığı haberi, medyada yer alınca kamuoyu vicdanı yaralanmış, bu baskı sonucu ada hazineye kalmıştı. Ülkemiz siyasetinde değişen bir şey yok, en azından benim 60 yıla merdiven dayayan yaşım sürecimde ki gözlemim kadarıyla. “Bal tutan parmağını yalıyor.” Koylar doğal güzellikler yanında tarihi derinlikleri de içinde barındırıyor…
Kaleköy (Simena): İstemeyerek batık şehri arkamızda bırakıyoruz ve rotamız Simena. Günümüzde Kaleköy olarak adlandırılan antik Likya kenti. Gurubumuz benim dışımda denize bitişik bir kafeye yerleşiyorlar. Sadece şapkamı, makinemi ve cebime birazcık para koyarak kendimi atıyorum köy yollarına. Girişte solda denizin içindeki Likya lahitlerine bir selam verip, soluklanıyorum. Bu muhteşem güzellikleri içime doldurarak. Uzaktan gördüğüm en tepedeki kaleye çıkmak hedefim. Kaleye çıkarken de köyü keşfetmek. Daracık yollardan, bazen evlerin yol olmuş verandasından, dükkânların içinden geçerek yoluma devam ediyorum. Böylesi güzellikler beni hiç yormaz onca sıcağın altında bile. Harika el sanatları var. Yerli halk denizden çıkan her bir şeyi süsleme objelerine dönüştürmüşler ve satıyorlar. Ne hoş. Yaratıcılık bu. Fotoğraf çekmek için eşsiz köşeler var. Kocaman taşlı basamaklarda zıplayarak keşfetmeye çalışıyorum köyü. Ansızın karşıma çıkan etkileyici antik Likya mezarlarının olduğu bölgedeki zeytin ağaçlarına yaslanıyorum ve uçsuz bucaksız görünen manzaranın transına geçiyorum. Ve zirveye ulaşıyorum. Tahmini 300 metre yükseklikten; Batık Şehri, doğal liman Üçağız Köyünü, irili ufaklı adaların eşsiz manzarasını, Kaleköyün tepeden masalımsı görüntüsüyle büyüleniyorum. Kuşlar gibi kanatlanıp manzarayı kuşbakışı görmek hayali kuruyorum. Kaleköy’ün Likya dönemine ait taş evleri, yeşilliği, çiçekleri, daracık sokakları, antik tiyatrosu bir labirent gibi tepeden. Manzarayı betimlemeye sözcükler yetersiz kalıyor. İrili ufaklı adacıkların görüntüsü kaçırılmaz. Yaratıcılığı tetikleyen bir ortam. Ruhum yıkanıyor sanki. Engebeli yolları inerken sürprizler her köşede. Yerel el sanatları, kurutulmuş ürünler, estetik objeler, v.b. Birkaç şey satın alarak bizimkilerin yanında soluklanıyorum. Yazar Falih Rıfkı Atay “Yeryüzündeki Cennet” diye boşuna dememiş buraya. Ada olmamasına rağmen karayoluyla ulaşım mümkün olmadığı için sadece deniz yoluyla gidiliyor. Konaklanabilecek antik taş evler, pansiyonlar var. İyi ki 1. derece sit alanı burası. Yapılaşma yasak. Demre’de toprağın altında keşfedilmeyi bekleyen önemli bir tarih yatıyor; Düden Şelalesinde Arkadaş Balık’ta dostlarla buluşmadan gezinin keyfi eksik kalırdı…
Teknemiz Kaleköy’ü arkamızda bırakarak denizde yol alıyor. Yatlar, tekneler, sandallar denizde süzülüyor, ara sıra carettaları görüyoruz ve bir çığlık atıyoruz istemeden. Burç koyuna bağlıyor tekneyi kaptanımız. Kendimizi tertemiz Akdeniz sularına atıyoruz. Demre’de Çimenlerin minik teknesiyle açıklardan ortaklaşa tuttuğumuz ve hazırladığımız balıkları soğutucudan çıkarıyoruz ve hazırlanan ateşte, ızgarada pişiriyoruz. Afiyetle yiyoruz. Hatta ben yemeğe kıyamıyorum. Hayatımda balık tutma lüksüm iki ya da üçü geçmediği için tuttuğum balıklardan özür dileyerek yiyorum. Denizden ayrılmak zor. Gökliman koyunda bir mola daha veriyoruz. Hava karardı ve biz hala denizdeyiz. Dönüşümüz devam ediyor. Akşamın koyu karanlığında tekne yorgun, ama mutlu yol alıyor. Kim bilir kaç kez bu koylardan geçti. Lacivert hatta kara renge büründü deniz. Yine de çok alımlı. “Seneye de bekleriz, sizi deniz havuzu Karaöz koyunu da gezdirmek isterim diyen Yalçın kaptana hoşça kal diyoruz. İster mavi yengeç, ister lezzetli Demre yengeci, isterseniz Yılan balığı yada kiremitte balık…Doğal güzellikler ve dostlarla birleşince sanki bir başka lezzetli oluyor…
Demre’de 10 günlük tatilimiz göz açıp kapayıncaya kadar bitiverdi. Ev sahibi dostlarımız Çimenlerin misafirperverliklerine, Demre ve çevresinin doyumsuz güzelliklerine teşekkür duygularımızla elveda diyoruz. Önce yol rotamızda bulunan Antalya’da yaşayan can dostlarımız Canan ve Osman Özal çiftiyle buluşmak hedefimiz. Her gittiğimizde Antalya’da görmediğimiz bir yer kalır. Çok bereketli bir ilimiz Antalya. Dostlarla buluşuyoruz, Antalya’nın güzellikleri yeniden yeniden keşfediyoruz, limandaki Özalların tekneleriyle erkenden denize açılıp balık tutuyoruz, akşamın karanlığında limanda konuşlanan teknede sohbetler ediyoruz, gecenin ılık ve ışıklı havasını kaçırmadan Kaleiçi keşfi yapıyoruz, daha ne olsun…
Anadolu’ya, gezmenin büyüsüne ve dostluğa selam olsun.
|