Celestyal Olympia İle Yunan Adaları - 1 (Patmos-Lindos-Rodos)


Bu yıl yaz döneminin sonunda Yunan adaları turu yapmayı planlamıştık ama hiç hesapta yokken 31 Mart günü kendimizi Louis Olympia (yada Celestyal Olympia) gemisinde buluverdik. Ankara’nın önemli turizm acentalarından Yamaç Turdan düşük sezon nedeniyle indirimli satın aldığımız biletlerimizle birlikte dört arkadaş pazartesi günü arabayla yola çıktık ve akşamüzeri Kuşadası’na vardık. Sahibi aynı zamanda arkadaşım olan Tusan Beach Resort’ta odalarımızı daha önceden ayırtmıştık. Eşyalarımızı odalara koyduktan sonra arabamıza atladık ve Kuşadası sahilinde biraz dolaştık. Güneşli havanın keyfini çıkarmak için sahildeki kafelerden birinde bira patates yaptıktan sonra serinleyen hava ile birlikte otelimize döndük. Akşam yemeğinden sonra canlı müzik eşliğinde biraz vakit geçirdikten sonra artık yatma vakti gelmişti.

Yağmurlu bir Kuşadası sabahına uyanınca biraz keyfim kaçtı doğrusu. İnsan bu mevsimde her türlü hava koşulunun olabileceğini düşünse de yine de her şeye olumlu bakmaya çalışıyorsun. Limana geldiğimizde Celestyal Cruise firmasına ait Louis Olympia tüm ihtişamıyla bizi bekliyordu. Siz benim böyle dediğime bakmayın, Kuşadası çok sık geldiğim ve arkadaşlarımın bulunduğu yer olduğu için farklı boyutlarda gemilere şahitlik etmiştim. Belki kendi içinde büyük olabilir ama bu tür gemilerin yanlarında ufacık kaldığı devasa gemiler de çok gördüm. Büyük ya da devasa farketmiyor, çoğu zaman arkalarından limanı terk edişlerini seyrettiğim gemilerden birisiyle seyahat edecek olmak müthiş bir heyecan veriyordu. Dört kişilik ekipten hiç kimsenin daha önceden cruise deneyimi yoktu, bu da ayrı bir ilgi ve merak uyandırıyordu. Gelmeden önce internetten gezilerini paylaşan insanların yazılarını okuyarak, bu tarz geziler yapan arkadaşlarla konuşarak epeyce bilgi edinmiştim ama yine de yaşamak başka bir şey tabi.

 

 
Daha Kuşadası’nda iken Celestyal Olympia ile fotoğraf çektirmeyi unutmadık elbette. Bizim kaldıklarımız standart iç kabindi. Dış kabin olursa değişen şey ise karşı tarafta bir cam olması. Bu cam ya “lumboz” dedikleri küçük bir yuvarlak, ya da biraz daha büyük dikdörtgen bir cam oluyor…

Limanda pasaport kontrolünden önceki kapıda Olympia görevlisi bir bayan isimlerimizi kontrol etti ve bavullarımızın üzerine oda numaralarımızı yazdı. Pasaporttan sonra Setur’un işlettiği duty freeyi kısa bir ziyaret ettik. Gemiye varınca görevliler yakın plan fotoğrafımızı çektikten sonra üzerlerinde oda numarası ve ad soyadımızın bulunduğu mavi kartlarımızı verdiler ve pasaportlarımızı aldılar. Gemiden ayrılacağımız gün giriş işlemleri yapılmış olarak geri vereceklermiş. Bu mavi kart, bir nevi, adalardaki pasaportumuz olacak. Herhangi bir şekilde sorulduğunda bunları gösterecekmişiz. Kartla birlikte Türkçe olarak hazırlanmış bugüne ait programı da verdiler. Dört sayfalık programda o gün gemide olacak faaliyetler, yemek saatlerinin detayları ve gemiden iniş-biniş saatleri yer alıyor. Biniş esnasında özellikle 11.15 de yapılacak güvenlik tatbikatına, kabinlerde bulunan turuncu can yelekleri ile birlikte katılmamızın zorunlu olduğu hatırlatıldı. Yukarıya çıktığımızda bavullarımız kapının önünde hazırdı. Görevli arkadaş mavi kartın aynı zamanda kapı anahtarları olduğunu hatırlattıktan sonra ayrıldı. Sizin anlayacağınız bu gezide mavi kart demek her şey demek.

 
Geminin en büyük kapalı alanı olan Muses Salonunda yapılan güvenlik bilgilendirmesi, tahmin edeceğiniz gibi, Serdar’la benim için de oldukça verimli geçti…

 
Resepsiyon adeta bir otelin ki gibi. Sağda yer alan fotoğraf ise alakart yemeklerimizi aldığımız Aegean Restoran…

Farklı alternatiflerimiz bulunmakla birlikte odalarımızı standart iç kabin olarak seçtik. Bunlar daha çok geminin orta bölümünde bulunuyor. Daha önceden tecrübesi olan arkadaşlar sadece yatmak amacıyla kullanılacağı için, özel bir rahatsızlık yoksa, iç kabinin uygun ve hesaplı olacağını söylemişlerdi. Gerçekten de en ucuz oda rakamları iç kabinler. Oda yaklaşık 12 m2, her iki tarafta birer standart tek kişilik yatak, ortada ise istendiğinde kapanabilen minik bir masa var. Tuvalet ve banyo oldukça ufak ama havludan şampuana, boneden duş jeline her şey mevcut. Özellikle iri misafirlerin duş alırken bayağı bir sıkıntı yaşayabileceğini düşünüyorum. Gemi çok yeni olmadığı için bazı ufak tefek eskimeler olsa da temiz ve güzel. Ayrıca televizyon, kettle, saç kurutma makinesi, oldukça geniş bir dolap hatta kasa da bulunuyor. İstendiğinde çocuklu aileler ya da kalabalık kalabilecekler için üst tarafta açılabilir yataklar da var ama itiraf etmeliyim ki bu kadar küçük biro da da dört kişi kalmak sıkıntı olabilir. Bunun dışında genel olarak baktığımda kabinlerin oldukça tatmin edici olduğunu söyleyebilirim.

 
12. kattaki Horizons Bar manzarası ile saatlerce geçirebileceğiniz bir yer...

 
Geminin büyüklüğü ile kıyasladığınızda casinonun oldukça yeterli olduğunu söyleyebilirim. Gezi boyunca öyle büyük bir izdiham olduğunu hatırlamıyorum. İlk baktığınızda küçücük diyorsunuz ama yeterli...

Turuncu can yeleklerimizle beşinci kattaki Muses Salonda toplandık. Hitap edilen dillere baktığımızda gemide Yunan ve Türklerden başka İspanyol, Amerikan, Alman ve Portekizliler vardı. Gerçi gemideki Yunanlıların büyük bir bölümü o sırada Efes ve Meryem Ana ziyaretinde idi. Karavan Cruise firmasının rehberi Aytunç bey güvenlikle ilgili bilgileri verdikten sonra genel olarak gemideki kurallar ve extra turlar hakkında aydınlattı bizleri. Herhangi bir extra tur alma niyetimiz yok, adalardaki gezileri kendimiz yapmayı planlamıştık. Genel olarak bakıldığında her adadaki tur 40-60 € civarında. Tüm turları alırsanız yaklaşık yüzde 20-25 paket indirimi yapıyorlar. Rodos, Santorini, Girit ve Atina’daki turları kapsayan paket 180 € olurken, Rodos’un bulunmadığı paket ise 131 €’ya geliyor. Gemi limana yanaşıyorsa sorun yok ama eğer limana teknelerle ulaşımın sağlandığı Patmos ve Santorini gibi adalarda gemiyi öncelikle extra tur satın alanlar terkediyor. Onlar ayrıldıktan sonra diğer yolcular, belirli bir saatten itibaren resepsiyondan alınan numaralara göre gemiden ayrılıyorlar. Örneğin, ilk gün bize üçüncü tekne denk geldi. Teknelerin sıralaması Türkçe dahil 4, 5 dilde anons ediliyor. Bir defada en çok 10 adet numara alabiliyorsunuz. Mavi kartlar da inişte ve binişte mutlaka okutulduğu için yanınızda olmak zorunda.

Aytunç bey gemideki yiyecek içecek sistemi ile barlar ve restoranlar hakkında da bilgi verdi. Gemide iki farklı yolcu tipi var. Bir grup bizim gibi her şey dahil olanlar. Yani sınırsız yemek içmek imkanı olan, sadece bazı markalı özel içeceklere fark ücret ödeyenler. Diğer grup ise sınırsız yemek yiyen ama içeceklere ücret ödeyenler. Bunlar için de sınırsız içki paketleri yapmışlar. Günlük istediğiniz kadar alkollü ya da alkolsüz içecek için 21,75 €, alkolsüz içecekler içinse 12,95 €. Hangi restoran ya da barın kaçta açılıp kapanacağı, yemeklerin nerede olacağı, animasyon programı ve diğer duyurular günlük bültenle herkesin odasına bırakılıyormuş.

Geminin dokuzuncu katındaki güverte bölümünde karşılıklı iki bar, ortalarda havuzlar ve şezlonglar bulunuyor. Kenarlarda bulunan özel şeffaf panellerle sert rüzgarın etkisi hafifliyor…

 
Gemi açıkta demirlediğinde Patmos tüm sadeliğiyle bizi bekliyordu. Otobüsle tepedeki mağaranın oraya vardığımızda  yukarıdan fotoğraf çekmeyi de ihmal etmedik tabi…

Her şey halledildikten sonra gemi saat tam 13.00’de hareket etti ve biz de bu esnada 9. kattaki Helios Bardan geminin Kuşadası’ndan ayrılışına tanıklık ettik. Kısa bir süre sonra da gemiyi tanımak için keşfe çıktık. Dört yıldızlı, 12 katlı Celestyal Olympia 1982 yılında inşa edilmiş. Uzun yıllar farklı adlar altında okyanusları arşınladıktan sonra 2012 yılından itibaren sadece Ege Denizinde faaliyet gösteriyor. 306’sı iç kabin olmak üzere toplam 724 kabinle yaklaşık 1575 yolcuya hizmet verebiliyor. Ağırlık olarak Honduras ve Fas olmak üzere toplam personel sayısı 550. Sekiz bar, iki restoran, casino, iki yüzme havuzu, güzellik salonu ve Spa, duty free, fitness center, video salonu, çocuk kulübü, internet kafe, minik bir kütüphane var. Yaklaşık 215 metre uzunluğunda ve yanında durduğunuz zaman bayağı büyük gözüküyor.

Geminin her tarafında bir hareket olduğunu söylemeliyim.  En hareketli bölümü havuzların, barların ve açık büfe yemek yenilen Auro Grill’in bulunduğu dokuzuncu kat. Burası aynı zamanda on ikinci kattaki Horizons Bara gidebilmek için de uğramanız gereken bir yer. Bunun yanında casino ve Argo Barın bulunduğu beşinci katta hareketli. Akşamki animasyon şovları ve bazı eğlenceler buradaki Muses Salon’da yapılıyor. Casino, gemi herhangi bir limandan kalktıktan sonra açılıyor ve neredeyse limanda olmadığı sürece açık. Küçük bir yer ama gemiyle kıyaslanınca yeterli. Bolca makine, bir rulet, bir black jack ve bir de poker masası var. Bunun dışında her gece 23.30 da çekilen rulet loto da mevcut. Beş rakamı 1 € karşılığında makinede işaretliyorsunuz ve gece rulette toplar atıldığında üç rakama 100 €, dört rakama 1500 € ve 5 rakama da 5000 € veriyor. Biz de zamanı geldiğinde şansımızı denemeye karar veriyoruz.

 
Sol taraftaki kapı kutsal mağaraya gidiyor; Dar sokaklar sizi kendisine çekiyor…

 
Sezon henüz açılmamış olmasına rağmen Manastıra giderken hediyelik eşya dükkanlarından bazıları açılmıştı bile…

Geminin resepsiyonu ve dükkanlar dördünce katta. Resepsiyona bakarsan bir gemi de değil de beş yıldızlı bir otelin resepsiyonunda olduğunuzu düşünebilirsiniz. Ana yemek restoranı olan Aegean’da burda. Ana restoran alakart sistemiyle çalışıyor. Bir kaç çeşitten oluşan menüden seçim yapıyorsunuz ve masanıza servis ediliyor. Özel bir kıyafet zorunluluğu bulunmuyor ama doğal olarak kimse şıpıdık terlik veya şortla gelmiyor.

Gemide masa tenisi ve basketbol alanı da bulunuyor. Her yere beş dakika uğramaya niyetlenseniz bir kaç saatiniz geçer. Zaten biz de orası burası derken saat 15.30 oldu ve geminin Patmos’a yaklaştığı anonsu yapılmaya başlandı. Bugünkü programa göre gemi saat 16.00’da Patmos a yanaşacak ve kalkış saati 21.00. Biz extra tur satın alanlardan sonra üçüncü tekne ile gideceğimiz için kulağımız yeni anonslarda. Motorların durmasından itibaren yaklaşık 35 dakika sonra 16.45 gibi limandan gelen 80-90 kişilik teknemize binerek Patmos’a yollandık.

Manastırın olduğu bölgeden yüzlerce keyifli Patmos fotoğrafı çekebilirsiniz. Sağ tarafta Olympia’da bizleri bekliyor…

Patmos bizde çok bilinmeyen bir ada olsa da hıristiyanlar tarafından "Kutsal Ada" olarak adlandırılıyor. Yaklaşık 3000 yerleşik nüfusu olan adanın tek geçim kaynağı turizm. Suyu bile Pire’den getiriliyor. Bir dönem siyasi anlamda bir ceza kolonisi olarak kullanılan ada bugünkü şöhretini Roma İmparatoru Domitianus, Aziz Yuhanna’yı MS 95 de inançlarından dolayı Patmos’a sürgün edince kazanıyor. Bir mağarada iki yıl kapalı kalan Yuhanna burada bir çatlaktan sesler duyar ve bunların tanrının sesi olduğuna inanır. İnanmakla da kalmaz bunları yazar ve incildeki "Apokalips" bölümü oluşturulmuş olur. Bundan yaklaşık 1000 yıl sonra Bizans İmparatoru 1. Komnenos, Aziz anısına bir manastır yapılması için gereken fonu ayırır ve temelleri atılır. Manastırın tamamlanması ile birlikte adada yaşam hareketlenir. Zamanla hıristiyanlığın yedi hac yerinde birisi haline gelen Patmos, Selçuk’daki Meryem Ana evinden sonra en önemli ziyaret yeri. 2006 yılından beri de tepedeki tarihi merkez ile manastır bölgesi UNESCO tarafından Dünya Mirası listesine alınmış.

Gemiyle yanaştıktan sonra hemen liman çıkışında bekleyen taksiciler bizi manastıra götürmek için laf atıyorlar. Yunan adaları bu konuda sabıkalı oldukları için onlarla hiç muhatap olmadan Setra marka yeşil belediye otobüslerine bakıyoruz. Biraz ilerleyince bizim gibi diğer insanların da bindiği otobüsü görüyoruz ve atlıyoruz içeri. Tek gidiş ücreti 1,5 €. Otobüs dolu ve hemen kalkıyor. Yukarıya doğru tırmanmaya başlayınca bir kaç dakika sonra Apokalips’te yani Kutsal Mağarada duruyoruz. Şoför inmek isteyenleri uyarıyor ve 17.30’da aynı noktadan bizi alarak yukarıya manastıra çıkaracağını söyleyerek kalanlarla yukarıya devam ediyor. Anladığım kadarı ile düşük sezon olduğu için şoför tarife saatlerini kendisi ayarlıyor. Muhtemelen bir sonraki yolcuları aşağıdan aldığında yol üzerinde kalan mağaradan bizi de alacak.

 
Küçük patika yoldan aşağıya inerken Patmos bir başka güzel görünüyor…

Patmos “özçekim”i…

Mağaranın olduğu bölge tur satın alanların bulunduğu otobüslerle dolu. Bir kapıdan geçerek 50-60 metre yürüdük ve mağaranın bulunduğu noktaya geldik. Giriş ücreti 2 €. İçeride 2 yıl boyunca kendini tanrıya adayan Yuhanna’nın bulunduğu mağara var. Mağara, Bakire Meryem’in annesine adanmış kilisenin içinde yer alıyor. İçeride vahiy kitabının yazılmış olduğu kaya ve sesin duyulduğuna inanılan kaya yarığı görülebiliyormuş.

Saat beş buçuğu bir kaç dakika geçmişti ki bizim otobüs göründü. Bir kaç dakika sonra indik, şoför manastırın 18.15’te kapanacağını ve otobüsün 18.30’da son seferini yapacağını anons etti. Manastıra varmak için taşlı dar bir yoldan hafifçe tırmanmanız gerekiyor. Yol boyunca bazı yerlerde çeşitli hediyelik eşyalar, ikonaların satıldığı tezgahlar var ve yaz döneminde çok daha fazla olduğunu okumuştum. Beyaz evlerin arasından ilerlemek oldukça keyifli. İnsan kendini başka bir zamanda yaşıyormuş gibi hissediyor. Haritaya bakarsanız adı meydan olan ama sadece bir kaç metrekarelik alanlardan oluşan mekanlar müthiş güzel. Adanın en yeşil bölgesi de manastır ve çevresi.

Patmos merkeze indiğimizde manastır oldukça ufalmıştı…

 
Patmos merkezi oldukça ufak. Bu şirin sokaklarda dolaşmak insana keyif veriyor. Sezon dışı olduğu için sadece bazı hediyelik eşya dükkanları ile kafe-restoranlar açıktı. Eminim biz gemiye hareket ederken dükkanların çoğu kapanmıştı bile…

Manastır giriş ücreti 6 €. Her milletten insan var. Manastırı gezmek için kıyafetinize dikkat etmeniz gerekiyor ve bağırıp çağırarak konuşmak yasak. Sonuçta dini bir mekan burası. Rahibeler yaşıyormuş ama biz görmedik. Taş bir avludan sonra minik bir şapel görüyorsunuz. Burada manastırın kurucusu Kristodulos’un lahti bulunuyor. Manastırın yemekhanesi de burada. Avlunun bir tarafındaki merdivenlerden çıkınca bir tür sergi bulunuyor ve çeşitli gümüş parçalar, kıyafetler ve değişik ikonalar ile dini objeler var. Anladığım kadarı ile burada bayağı bir zenginlik söz konusuymuş. Önemli bağışlar yapıldığını okumuştum. Manastırda farklı noktalarda şapeller var. Müzesinde ise Bizans İmparatoru Komnenos tarafından keşiş Kristodulos’a verilen izin fermanı bulunuyor. Ayrıca Osmanlı padişahlarının manastıra tanıdığı özgürlüklerle ilgili fermanları da var. Bunun yanında nefis bir manzara olduğunu da söylemeliyim.

Saat 18.10 olmuştu ve otobüsü beklemek istemedik. Nasıl olsa yokuş aşağı diyerek vurduk kendimizi yola. Neşe hocamın yazısında kestirme bir patikadan bahsediliyordu, neresi acaba derken emekli Orman mühendisi Durmuş beyle karşılaştık. Maşallah 68 yaşında ama benden daha çevik ve formda. Yürüyerek 25 dakikada çıktığını, eski patika yolu kullandığını söyledi. Biz de onunla devam ettik. Taşlarla kaplanmış yol yemyeşil ağaçlar ve minik su yollarından geçiyor. Bu arada Durmuş beyden çam balı yapımı hakkında görsel bilgiler de alıyoruz. Ama bir noktadan sonra bizim foto molası ve yavaşlığımıza dayanamayarak yoluna devam ediyor.

 
Sol taraftaki kapı kutsal mağaraya gidiyor; Dar sokaklar sizi kendisine çekiyor…

 
Sezon henüz açılmamış olmasına rağmen Manastıra giderken hediyelik eşya dükkanlarından bazıları açılmıştı bile…

Yaklaşık 20 dakikalık keyifli bir yolculuktan sonra beyaz evlerin dar sokaklarından minik çarşıya yani adanın merkezine varıyoruz. Minik kafeler, tavernalar misafirlerini bekliyor ama bir bölümü halen kapalı. İstediği kadar küçük bir yer olsun hediyelik eşya satıcıları, zeytin ve zeytin ürünleri satış noktaları oldukça fazla. Uzun zamandır 1 €’ya magnet almadığım için şaşırdım doğrusu.

Bizim Serdar ve İlker’in alışveriş merakı biraz uzayınca Levent abiyle sahil boyunca yürüdük. Kasaba tertemiz, çöp falan yok. Pek çok dükkan henüz sezonu açmamış. Meltem Kafenin plajdaki tahta masalarına oturduk ve nefis bir deniz ve liman manzarası eşliğinde çaylarımızı yudumladık (2 €). Hava beklentilerimizden çok daha güzel. Gerçi akşam güneş devrilmeye yüz tutunca serinledi ama yine de pırıl pırıl bir gökyüzü ve tertemiz bir hava var. Yeniden liman bölgesindeki alışveriş sokaklarında bizimkileri bulduk. Ellerinde torbalar mutlu ve mesut biçimde dolaşıyorlardı. Gemiye dönmek amacıyla limana geldik. Uzun bir kuyruk oluşmuştu ve ancak üçüncü tekneye binebildik. Gemiye vardığımızda saat 20.15’di.

Akşam yemeğimizi dördüncü kattaki Aegean Restoranda almaya karar verdik. Kapıda bir garson size kaç kişi olduğunuzu soruyor ve alıp uygun bir masaya götürüyor. Yani kafanıza göre oturamıyorsunuz. Masalar büyük ve bir başkası da gelebiliyor. Menüler alternatifli ve siz başlangıç, ana yemek ve tatlı tercihlerinizi söylüyorsunuz. İçecek siparişi başka bir görevli tarafından alınıyor. Yemekler gayet güzeldi. Sonrasında saat 22.00’de başlayan Yunan Gecesini izledik. Devamında da beşinci kattaki barda nefis bir müzik programı yapıldı. Her telden her türden Türkçe, İspanyolca ne ararsanız vardı. Bu arada casino elbette geminin en popüler yerlerinden birisi. Yedinci katta da jazz vardı. İlk günün yorgunluğu ile birlikte gece yarısı yatağa kendimi zor attım. Makine dairesinden gelen gürültü nedeniyle uyumakta biraz sıkıntı çektim. Sızmışım…

 
Lindos’da da eşekler önemli bir toplu ulaşım aracı olarak kabul ediliyor. Kale yukarıda ve sokaklar dar olduğu için yürümek dışında başka bir alternatif de yok gibi…

 
Kaleye çıkarken yürüdüğünüz dar sokaklar sağlı sollu hediyelik eşya dükkanları ile dolu. Başta mavi renk olmak üzere rengarenk kıyafetler, muhtelif hediyelik eşyalar alıcılarını bekliyor. “Choklakia” denilen yere döşenmiş taşlar müthiş güzellik katıyor…

RODOS
Gezinin ikinci günkü durağı Rodos adası. Geminin limana yanaşma saati programda 07.00 olarak belirtiliyordu. Kahvaltımızı yapıp geminin dışında toplandığımızda saat 08.30’du. Rodos’da gemi limana sıfır yanaştığı için açılan kapıdan doğrudan inebiliyorsunuz. Hem gemiyi terkederken hem de binerken mavi kartlarını kapıda yetkililere elektronik olarak okutmanız gerekiyor. Hem güvenlik hem de gelmeyen var mı anlamında yapılan bir kontrol ve oldukça mantıklı. Sezon düşük gibi görünse de gemide 1200 kişi olduğunu düşünürseniz aslında çok da gerekli olduğunu söylemek lazım.

Daha Kuşadası’nda iken internetten Port Cars firması ile yazışmış ve vergiler dahil 35 euroya B sınıfı bir Nissan Micra kiralamıştım. Ödemeyi paypal üzerinden de kabul ettikleri için aynı zamanda güvenilir olduğunu da söylemeliyim. Saat 15.30’da geri vereceğimi yazmıştım ama tam gün de olsa aynı fiyat. Port Cars, adından anlaşılacağı gibi hemen limanın karşısında, çıkışın sol tarafında kalıyor. Firmanın ortaklarından Savvas (bizim Savaş gibi) bizi karşılıyor ve ehliyetimle birlikte zorunlu olan formu dolduruyor. Türkçe Rodos tarihi merkez ve ada haritasında gezilebilecek yerleri işaretliyor. Lindos’a gideceğimizi söylüyoruz, o da bize güzergahtaki yerleri anlatıyor. Bir kaç yüz metre ilerideki Shell’den benzin alabileceğimizi, 15-20 euroluk bir benzinin rahat rahat yeteceğini söylüyor. Hatta anlaşmamız düz vites olmasına rağmen otomatik bir micra veriyor.

 
Lindos’da da eşekler önemli bir toplu ulaşım aracı olarak kabul ediliyor. Kale yukarıda ve sokaklar dar olduğu için yürümek dışında başka bir alternatif de yok gibi…

Lindos-Akropol hatırası…

Gemi saat 18.00’de hareket edecek. Programımızda önce uzaktaki Lindos kasabasını gezmek, Göksel’in ısrarla tavsiye ettiği turistik bölgenin dışında kalan Steki de öğle yemeği yemek, arabayı teslim ettikten sonra da Rodos tarihi şehrini gezmek var. Shell den 20 €’luk benzin alıyoruz. Bu arada yeri gelmişken sadece Lindos’a gidip yol boyunca gezecekseniz 15 €’luk benzin fazla fazla yetiyor.

Rodos, oniki adalardan en büyüğü. 1398 km2 yüzölçümü ve yaklaşık 150.000 nüfusu var. Rodos merkezinden sonra en kalabalık yer Lindos. Adada yerleşim antic çağlara kadar gitse de pek çoğumuz için Rodos denilince aklımıza “Rodos Şovalyeleri” geliyor. Bir kaç yüzyıl adaya hakim olunca pek çok da eser bırakmışlar. Bu eserleri gezmeyi sonraya bırakıyor ve vuruyoruz kendimizi Lindos’a.

Lindos yolu boyunca yaklaşık 50 km ilerledik. Bazı noktalarda küçük turistik köyler mevcut. Evler, tavernalar, dükkanlarla oldukça keyifli bir yol. Oteller bölgesi denilen yerde bizim Alanya gibi sıra sıra oteller mevcut. Tabelalar önce Yunanca sonra da latin harfleriyle yazılmış. Yollar güzel ve düzenli. Dönüş yolunda uğrayacağımız bir iki yeri de tespit ettikten sonra yaklaşık 45 dakika sonra Lindos a vardık.

 

 
Akropol hem kendisi güzel hem de en yukarıdan etrafın manzarası bir harika. Özellikle akvaryum gibi koylarda denize girmek eminim çok güzel olur…

Lindos, adanın doğusunda yer alan, yaklaşık 5000 nüfuslu bir kasaba. Doğal güzellikleri, nefis plajları ve kasabanın üst bölümünde yer alan kalesiyle (Akropolis) oldukça albenili bir yer. Özellikle yaz döneminde nüfusu yer yer 20-30.000’e dayanıyormuş. Bunun da en önemli sebebi elbette harika plajlar. Dar sokaklar, sevimli eşekler, bolca hediyelik eşya satan dükkanla oldukça keyifli bir yer olduğu söylenebilir.

Lindos tabelasından sola denize doğru döndük ve yaklaşık 1 km sonra minicik bir meydana vardık. Burada yol bitti. Park yeri süper az ve olanlar da dolu. Parkmatikler var ve ortalama iki saatlik bir park 4 €’ya geliyor. Sarı çizgiyle ayrılmış yerler zaten abonelerinmiş. Bizimkileri arabadan indirdikten sonra ana yolun hemen sağ tarafında, otobüslerin park yerinin karşısındaki ücretsiz park yerine arabayı bıraktım ve yürüyerek yaklaşık 5 dakika sonra meydana vardım. Yaz dönemi olsa ya da denizle ilgili bir düşüncemiz olsa adanın en güzel sahillerinde elbette vakit geçirirdik ama böyle bir niyetimiz yok.  İlk hedef Akropol Tepesi. Buraya herhangi bir motorlu vasıta ile çıkamıyorsunuz. Ya tabanvayla ya da 5 €’ya kiralayacağınız eşeklerle çıkacaksınız. Eşekler hemen meydanın kenarında kendilerine ait bir bölgede müşterilerini bekliyorlar. Biz ise onları fotoğraflamakla yetinip tabana kuvvet dalıyoruz içeri.

 
Yukarıdan sadece doğa manzarası yok elbette. Bembeyaz evleri ile Lindos manzarası da bir harika görünüyor…

Lindos sokakları müthiş keyifli. Bembeyaz evlerin arasındaki dar yerlerden geçerken Akropole kadar pek çok turistik eşya satan yer mevcut. Özellikle renkli renkli kıyafet ve yöreye has hediyelikler insanı cezbediyor. Yürürken yerlere de özellikle dikkat edin. Tek tek elle döşenmiş beyaz ve siyah taşlar sanki bir örgü kalıbının parçaları gibi. İnce ince işlenmiş ve harika bir görsellik katmış. İnternette araştırmam sırasında bunlarının “choklakia” denilen çakıl taşlarının yan yana mozaik şeklinde dizilmesi ve estetik motifler ortaya çıkarılması olduğunu öğrendim. Harika görüntüler sunduğu kesin. Çıkışın sonlarına doğru evler ve dükkanlar arkada kaldığında kasabanın kadınları pek çoğu elle yapılmış dantel, örgü, masa örtüsü gibi parçaları yeşilliklerin üzerinde sergiliyorlar. 

Akropol’ün giriş ücreti tam 6, öğrenci 3 €. İçeride Athena Tapınağı ve kale var. Girişi dik Şovalyeler Caddesindeki merdivenlerden yapıyorsunuz. Zaten şovalyeler buraya çok önem vermiş ve surları her zaman yeni ve güçlü tutmuşlar. Dışarıdan burayı ele geçirmek son derece zor görünüyor. Athena Tapınağı M.Ö 4. yüzyılda yapılmış, bugün için tıpkı bizdekiler gibi sadece sütunları ayakta kalabilmiş. Geri kalan bölge daha çok bir şantiye gibi, restorasyon çalışmaları devam ediyor. Tepeden harika bir Ege denizi ve Lindos manzarası var. Hemen akrapolün girişinde kayalara oyulmuş bir savaş gemisi tasviri bulunuyor.

 
Kale yolunun üst taraflarında masa örtüleri ile muhtelif dokuma işlerini kayaların üzerine atarak görsel bir güzellik yaratmışlar…


Yaklaşık yarım saatlik Akropol ziyaretimiz sonrasında geldiğimiz yoldan aşağıya iniyoruz. Serdar ve İlker hediyelik dükkanların içinde kaybolurken biz de Levent abiyle Lindos’un dar, keyifli ve sürprizlere açık sokaklarında kayboluyoruz. Aşağıdaki minik kiliseyi de ziyaret ettikten sonra gezinin başlangıç noktası olan meydana geliyoruz. Yaklaşık yarım saatlik bir beklemeden sonra bizim alışveriş tayfası halen gelmeyince yeniden dalıyorum Lindos sokaklarına. Henüz bir kaç adım atmışken bir dükkanda yakalıyorum ve Lindos gezimizi tamamlıyoruz.        

Dönüş yolunda kısa kısa molalar verdik. Neden kısa derseniz, zaman önemli bir etken ancak mevsim itibariyle plaj ve denizle pek bir işimiz olmadığı için molalar kısa oldu. Zira bunların pek çoğu Rodos’un ünlü plajları ve mayıs ayının ortalarından itibaren kalabalıklaşmaya başlıyor. Hava güneşli ve çok güzel olsa da henüz deniz mevsimi değil, en azından bizim ekip için böyle. Stegna Beach, Anthony Queen Beach, Tsampika Beach içeriye doğru dönerek bir kaç km denize doğru gidip gördüğümüz yerler. Özellikle Stegna Beach’de yer alan Cosas Restoran tavsiye edilen yerlerden birisi idi ve tadilatta olduğu için deneme şansımız olmadı.


 
Kalithea’dan kareler…

Yol boyunca bir kaç cümle ile Kallithea’dan bahsetmek lazım. Merkeze yaklaşık 9 km mesafedeki Kallithea hem güzel bir plaj hem de termal sularıyla ünlü bir bölge. 1900’lerin başlarında buradaki kaynak suyunun bazı hastalıklara iyi geldiği anlaşılınca ilk tesisleşmeler başlamış. Giriş normalde 3 € ama tadilat çalışmaları olduğu için kimse bizden ücret istemedi. Tam ortada kubbeli bir yapı mevcut. Sol yukarı bölümde etrafı heykel ve resimlerle süslenmiş, yeşillikler içinde biraz barok biraz arap stilinde karmaşık ve göze hoş gelen bir başka yapı var. Binanın içindeki duvarlarda eski ve yeni halini gösteren resimler asılmış. Minik bir otel olduğunu söyleyebilirim. Özellikle 2007 yılında ciddi restorasyondan geçirilmiş. Bugün için spa ve termal işi yok ama kafelerin de bulunduğu konaklama yapabileceğiniz nefis bir plaj var. Hatta biz oradayken kafeler yaz hazırlıklarına başlamışlardı bile.

  
  
  

Dimos’un lezzetlerinden bazıları…

Geziye başlamadan önce meslektaşım Göksel Rodos’ta fazla turistik olmayan bir bölgede yer alan Steki meyhaneden bahsetmişti. Yemeklerin çeşitliliği ve güzelliğini anlata anlata bitirememiş, “üstad oraya gitmezseniz Rodos’un bir tarafı eksik kalır” demişti. İnternetten bir türlü tam yerini tespit edememiştik. Elimizde meyhanenin kartı ve kartın arkasında da adresini gösteren basit bir kroki vardı ancak latin alfabesiyle olmadığı için bulup bulamayacağımız hakkında tereddütlerimiz vardı. Arabayı alırken Savvas’a sorduğumda muhtemelen öğleden sonra açılacağını ve yetişemeyeceğimizi söylemişti. Yine de şansımızı denemeye karar verdik. Lindos tarafından gelirken Rodos’a yaklaştığınızda sol tarafta büyük bir mezarlık var. Mezarlığı geçtikten sonra ışıklardan sola döndük. Serdar’ın mükemmel co pilotluğu sayesinde bir iki sağ sol dönüşten sonra meyhanenin tabelasını gördük ve arabayı önüne çektik. Serdar hemen arabadan atladı ve açık olup olmadığını sormak için içeriye daldı. BİNGO... Henüz açılmıştı ve ilk müşterileri biz olacaktık. Mekanın sahibi Dimos kırık ingilizcesiyle bizi karşıladı. Ankara dan özel olarak geldiğimizi ve arkadaşımızın kendinizi Dimos un menüsüne bırakın dediğini söyleyince güldü ve “yes” dedi. 

 

Dimos ve eşi midemizi bayram ettirmek için ellerinden geleni yaptı. Teşekkürler…

Önce soğuklar geldi. Ton balıklı salata, parça feta peynirli yunan salatası, pancar turşusu ve otu, karides salatası, kızarmış patates, piyaz, salamura sardalye, adını bilemediğim iki farklı lezzet daha. Biz onları uzo eşliğinde silip süpürürken bu sefer mücver, midyeli ve safranlı pilav, midye salatası geldi. Tabaklar henüz sıfırlanmamıştı ki kalamar tava, karides tava, sardalye tava masaya aktı. Midelerimiz dolmaya başlamıştı ki bu seferde kabuklarıyla birlikte midye tabağı ve ahtapot masamızı şenlendirdi. Hepimizin bayıldığı kızarmış zeytinyağlı ve kekikli ekmeklerden iki kocaman tabak geldi. Neredeyse patlayacaktık ki finalde fincanda çay ve tulumba tatlısı masamızı şenlendirdi. Tıka basa yediğimiz için bir süre yerimizden kalkamadık. Mutfakta harikalar yaratan Dimos un eşiyle de tanışıp sohbet ettikten sonra birer hatıra fotoğrafı çektirmeyi de ihmal etmedik. Dönüşte Göksel’e teşekkürlerimizi iletelim derken o anda şimşek çaktı ve aradık. Kızarmış ekmeklerin lezzeti hala damağımda diyerek benim için de yeyin dedi. Çok memnun olmuştu. Peki tüm bunlar için Dimos bizden ne kadar hesap aldı dersiniz. Tamamı için 60 euro. Hem lezzetli, hem taze, hem de ekonomik. İnsan daha ne isteyebilir ki. Yüklü bir bahşiş bırakarak vedalaştık. Yolu buraya düşen herkese Dimos un meyhanesini tavsiye ederim.
    
 
Rodos sahil boyu oldukça güzel. Mandraki Limanı ise tek başına Rodos’a gelmeye değer güzellikte…

Bizden yaklaşık 2200 yıl önce yıkıldığı için sadece geyiklerin fotoğrafını çekebildik. Yine de sizler için internetten bulduğum temsili bir resmi paylaşıyorum (Kaynak: www.rodosadasi.net)…

Saat 14.45 de Port Cars’a gelip arabayı sağ salim teslim ettik. Artık Rodos tarihi şehir merkezini keşfetme zamanımız gelmişti. Sahilden surlar boyunca yaklaşık beş dakikalık bir yürüyüş sonrasında Mandraki limanına geldik. Burası antik liman olarak biliniyor ve dünyanın yedi harikasından birisi olarak bilinen Rodos Heykeli burada bulunuyormuş. 33 metre yüksekliğindeki tunç heykel hem şehrin simgesi hem de bir tür koruyucu olarak görünmüş ve adına şölenler düzenlenirmiş. Kader bu ya sadece 50 yıl kadar ayakta kalabilmiş ve MÖ 223 de depremle tuzla buz olmuş. Heykelin bulunduğu yerde şimdi iki farklı sütün üzerinde bronz geyik heykelleri bulunuyor. Biri dişi birisi erkek olan geyikler Rodos ta yaşayan özel bir türmüş. Oldukça estetik durdukları kesin.

Mandraki limanı civarında Başpiskopos un sarayı, Merkez Posta Binası, Tiyatro ve Hükümet Konağı da bulunuyor. En uç tarafta ise sapsarı rengiyle Akvaryum misafirlerini bekliyor. Oldukça güzel olduğunu okumuştum ama gezmeye fırsatımız olmadı. Kısıtlı zamanımız olduğu için bir an önce eski şehir bölgesine doğru ilerledik. Özgürlük Kapısından içeriye girdiğimizde Simi Meydanı karşıladı bizi. Eski şehir surlar içinde kalıyor. O kadar keyifli bir yer ki vaktimiz olsa her sokağına girip çıkmak isterdim. Ortaçağda geziyorsunuz, öyle bir iki sokak değil, onlarca farklı yer var. Sokaklar ve binalar restore edilmiş, turizme kazandırılmış. Halen yaşam devam ediyor. Elbette bu bölgenin de incileri var ve kuşkusuz bunlardan en önemlisi kapalı olduğu için maalesef gezme şansımız olmayan Büyük Üstadlar Sarayı (Grand Masters Palace)...  
   
 
Solda kapalı pazarın giriş yeri varken sağda ise tarihi merkezin önemli meydanlarından birisi olan Simi Meydanı bulunuyor…

 
Sovalyeler Sokağı…

Rodos tarihi şehir merkezinin en yüksek noktasında yer alan Saray, 14. yüzyılda Rodos Şövalyeleri tarafından inşa edilmiş. Çevreye ve özellikle de limana tamamen hakim bir noktada. Aslında daha önceden yedinci yüzyılda yapılmış bir Bizans Sarayının üzerine inşa edildiği söyleniyor. Büyük üstad ve sövalyelerin karargah merkezi olarak inşa edilse de zamanın elit ve soyluları tarafından da kullanılmış. Savunmayı desteklemek için çevresi yüksek surlarla da desteklenmiş. Şövalyeler 1309-1522 yılları arasında Rodos’da ve yakın bazı diğer adalarda hüküm sürmüşler. Saray, Osmanlılar zamanında da ada kumandanının merkezi olarak kullanılmış. 1856 yılında Aziz John Kilisesinin altında bulunan cephanelikte meydana gelen patlama sonucunda sarayın bazı yerleri önemli hasar görmüş. Ada 1912 yılında İtalyanların eline geçtikten sonra 1930’ların sonlarında Saray onarılmış ve restore edilmiş. Amaç İtalyan krallarına yazlık saray tarzında bir yer hazırlamakmış ama maalesef bu mümkün olamamış. Saray, tarihi bölge ile birlikte 1988 yılından itibaren UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alıyor. Aynı zamanda “Bizans Müzesi” adıyla da bilinen Saray, ortaçağ ve sövalyelere ait pek çok değerli eşyanın sergilendiği bir müze. Normalde 158 odası varken bugün sadece 24 tanesi ziyaret edilebiliyormuş.

 
Büyük Üstatlar Sarayından iki kare…

Ana giriş kapısının olduğu güney cephede devasa iki kule bulunuyor. Her tarafından haşmet aktığını söyleyebilirim. Ana kapıdan geçtikten sonra turnikelere kadar gelebiliyorsunuz ama daha önce de söylediğim gibi saat 14.45 de kapandığı için maalesef bu eşsiz güzelliği görme şansımız olmadı. Giriş ücreti 6 €. Zamanınızı iyi ayarlayıp Sarayı gezmeyi unutmayın derim.

Saray’dan çıkar çıkmaz aşağıya doğru uzanan taşlı yol meşhur Şövalyeler Sokağı. Tüm tarihi bölgede olduğu gibi burası da oldukça iyi korunmuş durumda. Sokakta yürürken bir dönem buralardan yüzlerce atlı şövalyenin geçtiğini gözümün önüne getiriyorum. Nispeten dar sokak çok fazla güneş almıyor. Zamanında şövalyelerin bir araya gelerek toplantılar yaptıkları sokaktaki yapılar bugün için Yunan Kültür Bakanlığı kullanımında. Hangi binanın hangi şövalye grubuna ait olduğunu üzerlerindeki işaretlerden anlayabiliyorsunuz. Örneğin 6 numara Fransa, 7 numara İtalya, 19 numara ise İspanya şövalyelerine aitmiş.  Fatih’in ölümünden sonra taht kavgasında yenik düşüp Rodos şövalyelerine sığınan Cem Sultan’ın ikamet ettiği ev de bu sokağı kesen küçük bir sokakta yer alıyor. Rivayet odur ki Osmanlı kuşatmasında yeniçeriler şehre girdikten sonra en kanlı çarpışmalar bu sokakta olmuş. Sokaktan yukarıya doğru Saraya gidene kadar ve Saray ele geçirilene kadar iki taraftan da çok kan akmış ve sokak adeta kan gölüne dönmüş. Sokağın liman tarafındaki köşesinde turizm danışma ofisi var. Diğer tarafta ise 15. yüzyılda Hastane olarak kullanılan bina bugün Arkeoloji Müzesine ev sahipliği yapıyor.

 
Osmanlıdan kalan iki önemli miras: Solda Süleymaniye Camii, sağda ise ilginç mimarisi ile Ağa Camii…

Sarayın biraz ilerisinde gül pembesi duvarları ile Süleymaniye Camii var. 1523 yılında inşa edilen adanın en görkemli cami 1808 yılında önemli değişimler geçirmiş. İnternette yaptığım araştırmalarda burasının uzun yıllar restorasyon adı altında kapalı kaldığını okumuştum. Bugünlerde belirli zamanlarda müze gibi ziyaret edilebiliyormuş ama biz gittiğimizde maalesef açık değildi. Hemen arka tarafında tarihi bir Osmanlı kütüphanesi bulunuyor. 

Camiden aşağıya doğru inen Sokrates Sokağına tarihi şehrin alışveriş sokağı da diyebiliriz. Sağlı sollu dükkanlar, minik kafeler ve marketlerle sadece bugün değil geçmiş dönemlerde de alışverişin kalbi hep burada atıyormuş. Adanın tarihinde şövalyeler nasıl çok önemli bir rol oynadıysa hediyelik eşyalarda da aynı durum geçerli. Şövalye bibloları, kalkanlar, kılıçlar, bayrak ve flamalar, zırhlar ilk göze çarpanlar. Biraz ilerledikten sonra köşedeki çınar ağacının bulunduğu kafeteryada bir şeyler içerken (çay 1,90 €, küçük şişe su 0,90 €) hem gelen geçeni izledik hem de soluklandık. Sokrates boyunca ilerlemeye devam ettiğimizde ilginç mimarisiyle Ağa Camii çıktı karşımıza. 1819 yılında Hacı Mehmet Ağa tarafından yaptırılan iki katlı cami altın sarısı renginde ahşap bir minareye sahip. Bildiğim kadarı ile burası da ibadete kapalı bir cami.

 
Sokrates Caddesi yıllardır adanın en önemli alışveriş yerlerinden birisi. Sağlı sollu dükkanlarda ne ararsanız bulabilirsiniz. İsterseniz yüksek ağaçlar altındaki kafede siz de bizim gibi soluklanabilirsiniz…

Sokrates’in sonu meşhur Hipokrat Meydanına çıkıyor. Kimilerinin Şadırvan Meydanı olarak da adlandırdığı bu alan adanın en hareketli ve eğlenceli alanlarından birisi. Ortasındaki minik havuz, hediyelik eşya satan dükkanlar, kafe ve restoranlar ile oldukça canlı. Özellikle geceleri müthiş olduğunu okumuştum. Ayrıca bir tarafında şövalyeler zamanında mahkeme olarak kullanılan bina da bulunuyor. Buradaki mekanları tüm detayları ile gezip bir kafede kahvemi yudumlamak isterdim ama maalesef geminin kalkış saati yavaş yavaş yaklaştığı için bizde Rodos tarihi şehir turumuzu tamamlamak zorundaydık.

Aristo Sokağından denize doğru devam ederek Evreon Meydanına geldik Burada sağ tarafta 14. yüzyıldan kalma Meryem Ana Kilisesi, 2. Dünya Savaşında çok zarar görmüş olmasına rağmen yine de kalıntıları ile dimdik ayakta duruyor. Bu bölge aynı zamanda Rodos’un yahudi merkezi olarak da anılıyormuş. Eskiden yahudi nüfusun toplandığı bölge burasıymış. Buraları da bolca fotoğrafladıktan sonra tarihi kapılardan birisinden geçerek deniz kenarına kendimizi attık. Saat 17.30’a geliyordu ve artık gemiye doğru yollanma vakti gelmişti.

 
Hipokrat Meydanı her açıdan oldukça keyifli bir yere benziyor. Biraz daha zamanımızın olmasını çok isterdim doğrusu…

Rodos Hatırası…

Rodos bence Yunan adaları gemi turlarının olmazsa olmazlarından birisi. Bu yüzden de hangi firma olursa olsun neredeyse tam gün Rodos’ta kalıyor. Daha göremediğimiz o kadar çok yeri varki: Filerimos, Kelebekler Vadisi, Seven Springs, Monolithos ilk akla gelenler. Hatta tarihi merkezin dahi tamamını gezemedik. Rodos kesinlikle bir günden fazlasını hakediyor. Ne arasanız var; masmavi bir deniz, harika kumsallar, şövalyeler ve Osmanlıdan kalma inanılmaz bir tarihi doku, tipik yunan restoranları, dar sokakları ve gizli köşelerde kalmış minik barlar ve restoranları ile herkesin ilgisini çekebilir. Bence Rodos dört beş gün geçirilebilecek harika bir yer. Marmaris’ten hızlı feribotla 50 dakika, normal feribotla 90 dakikada ulaşılabiliyor. Ücretler aynı gün gidiş-dönüş 43 €, açık uçlu olursa 63 €. Bence değer…

Gemimiz daha önceden belirlenen saatte yani saat 18.00’da Girit’e doğru hareket etti. Varış planı ertesi gün sabah saat 07.00. Akşam saat 20.15’de 5. Kattaki Muses Salonunda kaptanımız bize Kokteyl Parti verecek ama katılmaya niyetimiz yok.  7. Kattaki Eclipse Bar’da Latin müzikleri çalarken aynı anda 5. Kattaki Argo Bar’da her telden müzik çalan üçlü bir grup var. Bu grubun ana solisti olan Virginnia bizim ekiple oldukça sıkı fıkı, bizden Türkçe popular parçaların adlarını istedi ki Türk misafirlerin eşlik etmesi kolay olsun. Her akşam saat 22.00 de Muses Salonunda animasyon ekibinin şovları oluyor. Bugünkü program “Viva la Fiesta”. Sizin anlayacağınız bu akşam İspanyol ve latin rüzgarı esiyor.

 
Geminin en keyifli solistlerinden Virginnia ekiple çok iyi anlaştı…

Akşam yemeğimizi 4. kattaki alakart restoranda aldık. Burada daha önceden hazırlanmış menü dahilinde seçtiğimiz başlangıç, ana yemek ve tatlılar servis ediliyor ve finalde de arzu edenler kahve ya da çay içebiliyor. İstediğiniz yere oturma gibi bir durum söz konusu değil, kapıya geldiğinizde kaç kişi olduğunuzu soruyorlar ve bir garson eşliğinde onların belirlediği bir yere oturuyorsunuz. Masada ya önceden birileri oluyor ya da sonradan birileri geliyor. Yani bu açıdan bakarsanız yeni dostluklar ve muhabbet içinde olmamanız neredeyse imkansız. Restoranda bir kaç tane Türk garson hizmet ediyor. Sunum gayet iyi, yemekler doyurucu ve lezzetli. Biz çok memnun kaldık.

Yemekten sonra gemideki barları kısaca ziyaret ettikten sonra biraz casinoda kumar oynayanları izledim. Geminin minik kumarhanesini Türkler işletiyor. Makinelere çok rağbet olmuyor ancak Black Jack yani 21’de her daim oynayanları görebiliyorsunuz. Gecenin ilerleyen saatlerinde Argo Bar’da Virginnia ve ekibini dinledik, şarkılara eşlik ettik. Özellikle İlker ve Levent abinin katılımları muhteşemdi. Gece yarısına doğru yorgunluk iyice çökünce ekipten müsaade alarak kamaraya doğru yollandım. Ayakkabılar vücudumu terkedince ne kadar yorulduğumu bir kez daha anlamış oldum…

 














 Yazılan Yorumlar...
TAMER
(05 Mayıs 2015)
Sevgili Hakan,
Kalemine sağlık, yine bir çırpıda ne güzel anlatmışsın... Cruise ile Yunan adaları turu seyahati ve Ege kültürünü seven her gezgin için bence yapılması gereken bir rota diye düşünüyorum. Geçtiğimiz yaz bende yapmıştım ve çok keyif almıştım. Özellikle ekstra bir durumunuz yoksa çok pahalı olmayan bir kabin seçmek bu seyahati çok da uygun fiyatlı kılabiliyor. Çünkü gerçekten kabine sadece uyumak için giriyorsunuz. Patmosu görmedim ama Rodos gerçekten beni de çok etkilemişti, tarihi yapısı ve adayla eskilerden bir bağımız olması çok güzel. Ama dediğin gibi en az üç gün ayırmak lazım. Girit yazını heyecanla bekliyorum.