PRAG (PRAHA) | |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Prag’a ilk kez gidiyordum. Hava yavaşça kararmaya başlamış, ben hala kalacak bir yer ayarlayamamıştım. Yanımda eşim ve kızım vardı. Bir gün önce Budapeşte’deydik. Akşama kadar gezip dolaştığımız için aşırı derecede yorgunduk. Arabada bir az kestirmiştim ama uyku gözümden akıyordu. Bu geceyi kesinlikle bir otel ya da motelde geçirmeliydik. O günlerde her hangi bir yerden otel ayarlamak için bırakın internet kullanmayı, telefonla bile görüşemiyordunuz. Bu nedenle kalacak bir yer bulmak amacıyla ona buna adres soruyordum. Arabayı, Prag’a yaklaşık 20 km kala bir akaryakıt istasyonuna çekip, istasyon görevlilerine, geceyi geçirebileceğim uygun fiyatlı bir yer konusunda bana yardımcı olup olamayacaklarını sordum. Yakınlarda bir hostel (öğrenci yurdu) olduğunu, orada uygun fiyatla kalabileceğimizi söylediler. Aylardan ağustos olduğu için öğrenciler memleketlerine gittiklerinden, yurt yönetimi bencileyin turistlere boş odaları kiralıyorlarmış.
İstasyon görevlilerine bilgi için teşekkür edip eşimi ve kızımı bıraktığım park yerine dönerken, yanında çok güzel bir kız olan bir delikanlı yanıma yaklaşıp, bozuk bir İngilizceyle -‘’ l think tonight you don’t want to sleep alone?’’ dedi… Eee! Hoş bulduk Prag. …
Prag’a, ‘’hoş bulduk’’ dediğim günden bu güne birkaç kez daha gittim. Aradan yıllar geçmesine karşın Prag’ın kent dokusunun fazla değişmediğini söyleyebilirim. Her şey yerli yerindeydi. Bir de 25 yıl öncesinin İstanbul’unu şöyle bir gözünüzün önüne getirin. Uzağa gitmenize gerek yok aslında… Benim oturduğum Ataşehir o tarihlerde yoktu. Bu gün yüz binler yaşıyor. Neyse biz en iyisi Prag’a dönelim. ‘’Duvar’’ yıkılmadan önce Doğu Bloku Ülkeleri’ni ziyaret edenler, -‘’Buralarda işsizlik sorunu yok, eğitim ve sağlık sistemleri mükemmel’’ derler ama sözlerini genelde şöyle bağlarlardı:’’ Her şey iyi hoş da oralarda kimsenin yüzü gülmüyor kardeşim! Üstelik kadınlar naylon çorap bulamıyor’’. Gerçekten öyle miydiler? Bilemiyorum. Belki de komünizmden yeni çıktıkları, ‘’ gerçek dünyaya (!)’’ tümüyle uyum sağlayamadıkları için nerede gülümseyip neye somurtacaklarını kestirememiş olabilirler. Bu arada Çeklere asık suratlı derken bizim de gereğinden fazla ‘’güleç’’ olduğumuzu anımsatmakta yarar var. Naylon çorap konusunda ise; hiçbir fikrimin olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim.
Prag’a ilk gittiğimde turist sayısı, meraklı Japonları saymazsak yok denecek kadar azdı. Onca yer dolaşmama karşın kulağıma tek bir Türkçe sözcük de takılmamıştı. Son gidişimde ise (2014 ağustos); turistlerden sokakta adım atacak yer yoktu. Hele Charles Köprüsü bayram arifelerinin Mahmutpaşa’sı gibiydi. Yaklaşık 1 Milyon 250 Bin kişinin yaşadığı,’’100 Kuleli Kent’’ diye de anılan Prag, 2000 yılında Avrupa’nın Kültür Başkent’i unvanını almış. Bugün Çek Cumhuriyeti’nin Başkenti olan Prag’ı sadece siyasi bir başkent olarak tanımlamak haksızlık olur. Yüzlerce tarihsel yapısı, kiliseleri, sanat evleri, galerileri, müzeleriyle Orta Avrupa’nın Kültür Başkentidir aynı zamanda… Nerelere Gidilir Özellikle son yıllarda turizm açısından önemli bir çekim merkezi olan Prag’da gezip görülecek yer bir hayli fazla. Ortasından nehir geçen bir kente doğduğum için, böyle kentler bana her zaman ilginç gelmiştir; Prag’da öyle… Ortasından geçen Vltava Nehrinin üzerinde, kentin iki yakasını bir birine bağlayan birçok köprü var. Bunların en ünlüsü Karl (Charles) Köprüsü.
Köprü Kral IV. Karl zamanında, 1402 yılında hizmete açılmış. Bu gün sadece yayaların kullandığı 516 metre uzunluğunda, 16 kemerli köprünün mimarı ise Peter Paler’miş. Köprüde, 1700 yılından sonra yerleştirilen sağlı sollu 30 kadar heykel var.
Rehberimiz, bu köprüdeki en ünlü heykelin St.J. Nepomuk heykeli olduğunu, onun kaidesine dokunup bir dilekte bulunanın dileğinin yerine geldiğine inanıldığını söyledi. Heykelin başının üstünde altından bir hare, sol kolu üzerinde ise çarmıha gerilmiş bir İsa figürü var.
Onca heykelin arasında bana St.J. Nobukuk heykelinden daha ilginç gelen heykel ise, köprünün batı girişinde, tutsağını demir parmaklılar arasında tutan esir tüccarı bir Türk’ün betimlendiği heykeldi. Macar’ı, Sırp’ı, Arab’ı anladım da bu Çeklere ne oluyor? Onlarla savaşta bile karşılaşmamışken Osmanlıyı neden böyle betimlemişler anlayamadım. Bunun nedeni geçmişi derinlerde olan ve bugün de var olan Avrupa’daki ‘’ Barbar Türk Algısı’’ olabilir mi? Köprü üstünde, sokak çalgıcıları, hediyelik eşya satanlar, resim yapanlar, birkaç dakikada karikatürünüzü çizen sanatçılar var. O kalabalıkta bu işi nasıl yapıyorlar aklım almadı doğrusu.
Karl Köprüsü’nden karşıya geçtiğinizde kendinizi Old Town’da (Stare Mesto) buluyorsunuz. Bana göre; Prag’da gezilmesi ve görülmesi gerekli en önemli yer burası. Özellikle gotik ve romanesk yapılarla çevrelenmiş kent meydanı ve bu meydana açılan taş döşeli daracık sokaklar, sizi sarıp sarmalayıp Ortaçağ’a götürüyor sanki. Kendinizi bir masal kahramanı gibi duyumsuyorsunuz. Kimi kentleri tanımak, onlar hakkında fikir sahibi olmak için bir hayli yerini gezip dolaşmanız gerekebilir. Kimi kentler içinse bunun tam tersi geçerli; sadece bir bölgesini görmek oraya ilişkin yeterli bilgiyi edinmenizi sağlar. İşte Prag o kentlerden… Sadece eski kenti dolaşmamanız bile Prag’ı tanımanız ve yaşamanız için yeterli.
Geçmişi 11. Yüzyıla kadar uzanan eski kentin hemen ortasında genişçe bir meydan var. Burası, geçmişi Ortaçağ ve ötesine dayanan tüm Avrupa kentleri gibi ticaretin yapıldığı, çevresi kiliseler ve kamu binaları ile çevrili bir Pazar yeriymiş. Buradaki en ünlü yapı hiş kuşkusuz Astronomik Saat Kulesidir.
1410 yılında Hunus adlı bir saat ustası tarafından yapılan, kadranında 12 burcu temsil eden figürler ile ayın, dünyanın ve güneşin yıl içinde birbirlerine olan konumlarını gösteren saatin bulunduğu kulede 12 havarinin figürlerinin yanında başka heykelcikler de var. Saatte benim en fazla ilgimi çeken 4 figür oldu. Bunlardan elinde ayna tutan figür kendini beğenmişliği, elinde altın kesesi tutan figür Yahudi’yi ve dolayısı ile paragöz olmayı, iskelet figürü ölümü, elinde bir müzik aleti tutan figür de Osmanlıyı, yani zevki ve eğlenceyi sembolize ediyormuş. Bu arada saati yapan usta, -‘’Ben bunun daha gelişmişini yapacağım, hem de başka ülkeye…’’ deyince devrin egemeni gözüne mil çektirmiş. Çeneni tut be adam! Eğer boş masa bulursanız, saat kulesini tam karşıdan gören bir kafeye oturup, bir şeyler içerken kuledeki küçük gösteriyi izlemenizi öneririm. Kent Meydanındaki önemli yapılardan biri de yapımına 1385 yılında başlanan ancak 1470 yılında tamamlanabilen Tyn Kilisesi’dir. Her biri 80’er metre yüksekliğinde iki kulesi bulunan kilise, gotik biçemde yapılmıştır. Tarih boyunca Protestanların önemli tapınaklarından biri olan Tyn Kilisesi, Çeklerin %60’ının tanrı tanımaz olması nedeniyle, zamanla dinsel önemini yitirmiş, son yıllarda para ödenerek görülen turistik bir mekana dönüşmüş.
Tyn Kilisesinin önündeki heykelin ise ilginç bir öyküsü var. Charles Üniversitesi Rektörü, din adamı, reformist ve filozof olan Jan Hus, Katolik Kilisesini kastederek, tanrı ile kullar arasında 3. bir kişinin olmaması gerektiğini söyleyince, bu işlerden nemalanan kilisenin ağa babaları, adamı önce aforoz etmiş, daha sonra yargılayıp, yakmışlar. Martin Luter’in öncülü ve Protestanlığın babası olarak kabul edilen Jan Hus’un bu heykeli ölümünün 500. Yılı anısına 1915 yılında yapılmış. Bu arada bir not düşeyim. Heykelin yapıldığı yıl I. Dünya Savaşı tüm cephelerde kanlı bir biçimde devam ediyordu…
Kent meydanını mutlaka ziyaret edin. Eğer zamanınız varsa; gece yarısı el ayak çekildikten sonra bir kez daha gelin buraya… Loş ışıkta, meydanı çevreleyen binaların bir birinin üzerine düşen gölgelerinin yarattığı etki, Tyn Kilisesi kulelerinin ufuktaki ilginç silueti, sizi bu günden alıp, bir masal ülkesine götürecektir. Ve gökte ay dolunaysa; masalların koni külahlı, sivri çeneli, seyrek sakallı ve kara libaslı cadısının, süpürgesine kurulmuş, kulelerin arasından çığlık çığlığa geçtiğini bir an için göreceğinizden kuşkum yok. Yalnız birazcık düş gücü…
Kent Meydanı’na açılan sokaklarda dolaşıp, yüz yıllardır bozulmadan kalan eski Prag’ı daha da yakından tanıyabilirsiniz. Hani bizi şaşırtan bir şey gördüğümüzde’’; -‘’ Adamlar yapmış kardeşim !’’ deriz ya. Burayı dolaşırken de aynı sözü yinelersiniz. ‘’Adamlar tarihlerini korumuş kardeşim’’ dersiniz ister istemez. Daracık sokaklarda alış veriş yapacağınız, hediyelik eşya satın alabileceğiniz, yemek yiyebileceğiniz bir çok mekan var. Bu sokaklardan biri sizi 1968 olaylarının yaşandığı önemli yerlerden biri olan Vaclav Bulvarı üzerindeki Wenceslas Meydanı'na çıkarır. 1968 yılında, tarihe Çek Baharı (Arap baharı ile hiç mi hiç ilgisi yok) adıyla geçen Çek Ulusunun bağımsızlık kalkışmasının en önemli mekanlarından biri olan bu meydan, 1969 yılında özgürlükleri kısıtlayan Komünist Çek Yönetimini protesto eden üniversite öğrencisi Jan Palach’ın kendini yakmasıyla daha da ünlenmiş ve handiyse Prag’a gelen her kesin ziyaret etiği bir hac yerine dönüşmüştür.
Çekler, meydana hem olayların hem de J.Palch için önünde her zaman çiçeklerin konduğu, mumların yakıldığı küçük bir anıt yapmışlar. Vaclav Bulvarı’nın sonunda ise Çek Ulusal Müzesi bulunuyor. 1818 yılında Kaspar Maria Stenberg tarafından kurulan müzede doğa tarihi, müzik, tarih, kütüphanecilik, sanat ve etnografya içerikli 14 milyon kadar eser sergileniyor.
Bu tür şeylere merakınız varsa kesinlikle ziyaret edin. Müzeye giriş 100 kron. Salı günleri kapalı, saat 10.00-19.00 arası açık. Wenceslas Meydanında birde fotoğrafını çekeceğiniz bir heykeller grubu var. Prag Kalesi,(Prazsky Hrad) Vltava Nehrinin sol yakasında, kente hakim, genişçe bir tepenin üzerine kurulmuş olan kale, dünyanın en büyük kalesiymiş(?). 9. Yüz yılda yapımına başlanan kalenin kapladığı alan yaklaşık 70 bin m2. Üç meydanı ve meydanları birbirine bağlayan taş döşeli daracık sokakları olan kale, zaman içinde çeşitli nedenlerle onarılmış. Her onarımda yeni binalar eklenince kale, sonunda küçük bir kent görünümünü almış. Kaleye, aslan ve kartal yontuları ile bezenmiş büyükçe bir kapıdan giriliyor. Kale, taş döşeli, kemerli, daracık sokaklarla bir birine bağlı 3 avludan oluşuyor. İlk avlu da (onur avlusu) her saat başı yapılan nöbet değişimi (Changing of the Guards) törenini izleyebilirsiniz.
Tören her gün saat 05.00 ile 23.00 arası yapılıyor. Burada yapılan törenden Buckingam Sarayı’ndaki törenin benzerini beklerseniz düş kırıklığına uğrarsınız. Ama oradaki törenle kıyaslamanız için iyi bir fırsat.
Birinci avluyu ikinci avluya Mattihas Gate bağlıyor. Bu avluda Chapel of Holly Cross(kutsal haç şapeli’’ yer alıyor. Şapelin karşısında bir de çeşme var. Cumhurbaşkanı Konutu da burada. Golden Lane’den geçerek 3. Avluya ulaşabilirsiniz. Kalenin içindeki en önemli yapı olan St. Vitus Katedrali bu avludadır. Gotik biçemli katedralin yapımına 1344 yılında başlanmış, bu günkü haline gelmesi içinse -sıkı durun- tam 600 yılın geçmesi gerekmiş. Her halde, yapımı dünyada en uzun süren katedral bu olsa gerek. Çek Cumhuriyetindeki en büyük katedral olan St.Vitus’un iki çan kulesi, kale duvarlarının üzerine inşa edilmiş. Katedralin içinde birçok şapel var. Bu şapellerin en ünlüsünün St. Wenceslas Şapeli olduğunu söyledi rehberimiz. Şapelin duvarlarında St.Wencelas’ın yaşamından kesitler sunan tablolar gerçekten çok güzel. Bu şapele adını veren St.Wencelas’ın mezarı da şapelin altındaymış. Katedralin öteki bölümlerindeki vitraylar, freskler ve ağaç oymaların hepsi birer sanat eseri. Katedral’in alt tarafında ise kimi kral ve azizlerin mezarları bulunuyor.
Prag’ı bir de yükseklerden görmek istiyorsanız, 96 m yükseklikteki çan kulesine çıkmanızı öneririm. Manzara müthiş. Katedrale giriş ücretsiz. Ancak koro bölümüne ve çan kulesine çıkmak isterseniz para ödemek zorundasınız. Flaşsız olmak kaydıyla 50 CK ödeyerek içerde fotoğraf çekebilirsiniz.
Katedralin hemen yanı başındaki meydanda 14.yy’dan kalma St.George heykeli ve yaklaşık 17 metre yüksekliğinde bir dikili taş var. Ayrıca bu alanda St.George Bazilikası bulunmakta. Çek Cumhuriyeti’ndeki en eski kilise olan Romanesk Mimari biçemli St.George Bazilikası, Prens Vratislav tarafından 920 yılında yaptırılmış, günümüze kadar bir çok kez onarım görmüş. İçinde birçok azizin gömütü bulunan bazilikaya yolunuz bir akşam vakti düşerse, konser izleme şansını yakalarsınız.
Bazilikanın bulunduğu alanda bulunan bir ilginç yapı da Old Royal Palace’dır (eski kraliyet sarayı) . Ancak ilk yapının bir saray haline dönüşmesi 14.yy’da olmuştur. Günümüze kadar birçok mimarın elinin değdiği, dolayısı ile birçok kez onarım geçiren saray, bugünkü durumuna 20yy’ın başlarında gelmiştir. Kalede ziyaret edilecek müzeler de var. Bunlardan biri Çek Sanat Müzesi ve diğeri ise; Çek yaşantısının ve tarihinin sergilendiği Labkoviç Sarayı’dır.
Sarayı ve adını Çek asilerinden biri olan Daliborka‘dan kule de ziyaret edilebilir. İlginizi çekerse bir de oyuncak müzesi var. Kaleye girişin hediyesi 350 kron. Alacağınız bilet ile kalede her yeri ziyaret edebilirsiniz. -‘’ Yok ben her tarafı gezmek istemiyorum’’ derseniz: 250 kron ödersiniz. Sadece seçtiğiniz bir yeri ziyaret edecekseniz; ( sözgelimi St.Vitus Katedral’i gibi) 200 krona bu ziyareti yapabilirsiniz. Anlayacağınız fiyat ziyaret edeceğiniz yer sayısına göre değişiyor. Yani ‘’ne ka ekmek o kaa köfte’’.
Kalenin hemen yanı başında bir koruluk var. Krallar, avlanmak için uzaklara gitmemek için buraya av hayvaanlarını salar, ardından da onları avlarlarmış. Korunun içinde bir kule var. Prag’a bir tur şirketi aracılığıyla gelmediyseniz, size kale de dahil kentte tur attıran ve bunun karşılığında sizden 25 Euro talep eden yerel tur şirketlerinin hizmetlerinden de yararlanabilirsiniz.
Prag’daki ilginç yerlerden biri de Yahudi Mahallesi ve bu hallede bulunan Old Jewish Cemetary(Eski Yahudi Mezarlığı). Yahudilerin buralara gelişi 10. Yüzyılın 2. Yarısına rastlıyor. Buraya gelen Yahudiler birçok ülkede olduğu gibi Prag’da da özel alanlarda, gettolarda yaşamaya zorlanmışlar. Kentin başka yerlerine yerleşmeleri yasaklanmış. Çekler 2. Dünya Savaşı’nda Almanlara savaşmadan teslim oldukları için Almanlar Prag’a dokunmamış. Bu nedenle Yahudi Mahallesi de yıkımdan kurtulmuş. Ancak, mahallenin yıkılmamasına ilişkin ilginç bir söylence varmış. Güya Hitler, savaştan galip çıkacağından o kadar eminmiş ki; sadece bu mahalleyi ‘’soyu tükenmiş bir ırka ait’’ açık hava müzesi olarak korumayı düşünüyormuş. İlahi Hitler! Her ne kadar mahalle savaşta yıkılmasa da burada yaşayan Yahudiler de soykırımdan nasiplerini almışlar. Buradaki en önemli sinagog olan Pinkas Sinagogu’nda buradan toplama kamplarına gönderilen 80 bine yakın Yahudi’nin isim listesi var. Mahallede görülmesi gereken ilginç yerlerden biri de Old Jewish Cemetary. Bu mezarlığın geçmişi 15. Yüzyılın 2. Yarısına dayanıyor. Yahudilerin kentin başka bölgelerinde yaşamaları yasak olduğu gibi ölülerini de mahallelerinin dışına gömmeleri yasakmış. Mezarlığa 100 bin Yahudi gömülmüş ancak, hepi topu 12 bin civarında mezar varmış. Anlayacağınız yer yokluğundan cenazeleri üst üste görmüşler. En son cenazenin gömülme tarihi ise 1787’imiş. Çoğu kaba taştan yontulmuş, üzerlerinde İbranice yazılan mezar taşları gelişi güzel dikilmiş gibi. Burayı dolaşırken acıma duygusu ile karışık bir ürperti hissediyor insan.
Prag’da görmeniz gereken yerlerden biri de St. Nicholas Kilisesi’dir. Mimar Kilian Dientzenhofer’in planladığı barok biçemli kilisenin yapımına 1704 yılında başlanmış ve temel atımından 51 yıl sonra hizmete açılmıştır. Kilise mavi renkli kubbesi ile Rus kiliselerini andırıyor. Kilisenin tavanı, St.Nicholas’ın yaşamındaki kimi evrelerin betimlendiği resimler ile bezenmiş. Kilisede kubbeden sarkan güzel bir avizenin yanı sıra Mozart’ın Prag’da bulunduğu sırada çaldığı piyano da bulunmaktadır.
Prag Eski Belediye Binası, Franz Kafka’nın evi, National Tiyatro ve Dans Eden Ev görülmesi gerekli yerlerden bazıları. Nelere Dikkat Etmeli .Prag’a ayak basar basmaz rehberimizin bize ilk uyarısı döviz büfeleri ile ilgiliydi. -‘’Sakın döviz bozduracağınız yerde ışıklı yazılarla yazılan değişim oranlarına aldanmayın. No Comission yazar, komisyon alırlar, ilan ettikleri kurdan paranızı bozmazlar. Bu nedenle bozduracağınız dövize net olarak ne kadar Çek Kronu alacağınızı sorup, netleştirin’’ demişti. Demek 24 yılda değişen hiçbir şey yok. O zamanlar tırnakçı denilen seyyar dövizciler vardı. Ya eksik para verirler ve siz daha sayamadan yanınızdan ‘’polis geliyor’’ diye bağırıp kaçarlardı. .Prag Vaclav Hava Alan ile kent merkezi arası 18 km. Alandan kente sefer yapan minibüsler var. Tek kişi 11 €. Kişi sayısı arttıkça adam başı düşen fiyatta değişiyor. Söz gelimi 4 kişiyseniz ödeyeceğiniz rakam 19 €. Kente gitmek için tercihiniz taksi olursa; 20 € ödersiniz.
.Kent içi ulaşımda 3 hatlı metroyu, tramvayı, otobüsü ve Petri Tepesi ile kent merkezi arasında çalışan finüküleri kullanabilirsiniz. Kent içi ulaşımda otobüs ve tramvaylarda kullanacağınız biletlerin fiyatı geçerlilik süresine göre değişiyor. Sözgelimi 30 dakika geçerli bilet 30 kron, 24 saatlik olanı 110 kron, 3 günlük olanı ise 310 kron. Biletleri otobüs şoförlerinden, büfelerden ya da bilet makinalarından alabilirsiniz. Otobüs ve tramvayların Eski Kent’e servis yapmadığını da anımsatmak isterim. Metro 05-24 saatleri arası çalışıyor. .Taksiye binmek isterseniz telefonla çağırın. Hem ilk kalkış fiyatı, yoldan çevirdiklerinizden daha ucuz, hem de kazıklanma korkusu yaşamıyorsunuz. Yaklaşık 200 Krona bir yerden bir yere ulaşabilirsiniz. Bu arada bisiklet kiralayarak Vltava nehri kıyısında bisikletle tur atmanızı öneririm. .3 gün geçerli olan kent kartı satın alırsanız, birçok kilise, saray ve müzeyi 1540 krona gezebilirsiniz. Ayrıca bu kart sahipleri 3 gün süreyle kamu taşıtlarından para ödemeden yararlanabiliyorlar. Ne Yenir Ne İçilir Çek mutfağı tipik bir Orta Avrupa Mutfağı; patates ağırlıklı. Orada bulunduğum sürece tattığım kimi yemeklerden örnek vereyim. En hoşuma giden yemekleri ızgarada yaptıkları ördek. Bir de bizim mantıya benzeyen, içi kıyma dolu, haşlanmış hamur topundan oluşan Knedliky.
Burada Gulaş da yapıyorlar ama içinde hamur, haşlanmış yumurta, marul, soğan ve dereotu var. Yenilecek gibi değil. Denememesi gereken yemeklerden biri de danadili, haşlanmış patates ve ekşitilmiş sütten yaptıkları Kaprova Plovka. Medvani adını verdikleri bal ya da reçelle tatlandırılmış kekleri ise fena değil.
Karlovy Vary’i yazarken tarçınlı, anasonlu ve bitki özlü bir likörden söz etmiştim: Bechervoka. Prag’da da bu içkiyi zevkle içebilirsiniz. Burada yetişen Bohemian şerbetçi otunun özelliği nedeniyle Çek Cumhuriyeti dünyanın sayılı bira üreticilerinden biri olmuştur. Gerçekten de Karlovy Vary’e giderken yol boyu şerbetçi otu tarlalarını görmüştüm. Dolayısı ile Çekler de önde gelen bira içicilerindendir. Kişi başına yılda 150 litre bira tükettikleri söyleniyor. Prag’da içeceğini biralardan bazıları şunlar: Gambrinu, Straopramen, Pilsener Urquell ve Flek. Bu arada Budweiser birasını da tatmanızı öneririm. Amerikalı olanı ile ilgisi yok. Alış Veriş .Prag’da satına alınacak hediyeliklerin başında Bohemya kristalleri geliyor. Ancak, buradan Karlovy Vary’e gidecekseniz bu tür şeyleri oradan almanızı öneririm. Orası nispeten daha ucuz. Kristal dışında tahta oyuncaklar, kuklalar, seramikler ve tekstil ürünleri de satın alabilirsiniz.
.Alış veriş yapabileceğiniz en önemli yerler kent meydanı ve ona çıkan sokaklardaki küçük dükkanlar… Ayrıca Weceslas Meydanını çevresinde de alış veriş yapacağınız birçok mağaza var. .Bata ayakkabıları Çek Cumhuriyeti’nde yapılıyormuş. Wenceslas Meydanı yakınında 6 katlı bir mağazası var. Mağazayı dolaştım, ayakkabılar iyi hoş da fiyatları pek de uygun gelmedi bana. .Mağazalar genelde saat 10-18 arası çalışıyor. Kimi mağaza, kronun yanında Euro ile de satış yapıyor.
.Şayet alış verişiniz 2000 kronun üzerindeyse ödediğiniz vergiyi hava alanında alabiliyorsunuz. .Prag’da birçok yerde sokak pazarı var. En ünlüsü River Enbankment’deki bitpazarıdır. Pazar, cumartesi günleri açık. Bir başkası ise, incik boncuk ve küçük hediyelik eşyaları satın alabileceğiniz Karl Köprüsü üzerinde kurulan pazardır.
.Ama bir kez daha yineliyorum: Programınızda Karlovy Vary varsa, alış verişinizi oradan yapın. Nasıl Gidilir İstanbul’dan Prag’a THY’nin her gün karşılıklı seferleri var. Prag Büyükelçiliği Telefon: + 420 224 311 402 +420 224 311 403 Faks: + 420 224 311 279 Konsolosluk: consulate.prague@mfa.gov.tr E-Posta: embassy.prague@mfa.gov.tr
|
Yazılan Yorumlar... | |
Erdin İVGİN (27 Mayıs 2015) |
Kaleminize sağlık Yaşar Bey, Yine çok ayrıntılı bir biçimde bilginizi bize aktardığınız bu yazınız için teşekkürler. 25 yıl önce gittiğiniz Pragın aradan yıllar geçmesine karşın kent dokusunun fazla değişmediğini, her şey yerli yerinde olduğunu söylüyorsunuz. Bizim gibi bir kaç yıl içinde kentin neredeyse siluetinin değiştiği kentlerde yaşayanlar bu durumu garip buluyordur. Ama aslında olması gereken kentin özünü koruması. Büyük şehirlerde yaşayan belli yaşa gelmiş hiç kimse çocukluğunun mahallesini bulamaz, bulsa da o zamanlar yaşadığı ev yerine bir başka apartmanla karşılaşır. Göçebe toplum olmaya devam ettiğimizden midir nedir. 25 yıllık binaya eski bina diyoruz. İlk fırsatta yıkıp yine fazla ömrü olmayacak başka kötü bir bina yapıyoruz. |