PORTO: Atlantik’e Selam Veren İber’in İncisi..


Türk Havayollarından gidiş ve dönüş 129€’ya bilet bulunca fırsatı kaçırmıyoruz. Uzun bir araştırmadan sonra, Booking’den arkadaşım Emine, kızı Ceylin ve ben, 3 kişilik oda 3 gün 250€ Porto Bnapartments, Lizbon’daki 2 günlük 2 gece 215€ HF Fénix Music Hotelden yerlerimizi ayırtıyorum (her ikisi de mükemmel konaklama yerleriydi). İber Yarımadasında, İspanya ile sırt sırta bulunan Avrupa’nın en batısı olan Portekiz’in ikinci büyük şehri Porto’ya, İstanbul’dan 4,5 saatte varıyoruz. Saatlerimizi 2 saat geri alıyoruz. Antik çağda Portus Cale olarak bilinen Porto, Romalılar tarafından kurulmuş. Şimdiki şehir Douro nehrinin iki kıyısında ve tepelerin üzerinde kurulu. Nehrin sonuna kadar giderseniz Atlas Okyanusu ile buluşuyorsunuz.

Porto’nun nüfusu 2005 sayımına göre 327.539 (vikipedi). Porto bir liman kenti. Limana pitoresk diyorlar. Sözlük anlamı “resmi yapılmaya değer görüntü” demekmiş. Sanırım buradan dönünce, Porto’nun eşsiz bir görüntüsü tuvalimde can bulacak. Akdeniz’den geçen çeşitli medeniyetlerin ve Keşif Çağı’nda dünyanın değişik bölgelerinde etkileştiği medeniyetlerin etkisiyle kendine özgü bir kültür geliştirdiğini okumuştum ve bunu gezim boyunca hissettim. Bu yüzden gezdiğim neredeyse tüm Avrupa ülkelerinden başka bir Avrupa burası. Belki biraz Endülüs şehirlerine benziyor diyebilirim.





 



Solda Pedro Heykeli ve Aliados Bulvarı yer alırken sağ tarafta ise Capela Das Almas…
 


Teresa’nın bize gönderdiği ayrıntılı şema sayesinde metroyla Bnapartments’i kolayca buluyoruz. Teresa bizi karşıladığında, yine Porto şehir haritası üzerinde tek tek işaretleyip, bilgilendirerek anlaşılır bir rota çiziyor. Porto dersimizi çalışarak geldiğimiz için Teresa’nın planına adapte olabiliyoruz. Gezialemi’nde okurların bildiği adıyla “hakangeziyor” rumuzlu Hakan beyin Porto yazısı ve “Porto Gezi Rehberi” sayesinde gezimiz kolaylaştı diyebilirim ve bu vesile ile teşekkürlerimi iletiyorum. Bavullarımızı odamıza koyup, kendimizi Porto sokaklarına atıyoruz. Bulduğumuz ilk kafede birazcık dinlendikten sonra, sağanak bir yağmur altında konaklama yerimize yakın yerleri keşfediyoruz. Porto’nun önemli kiliseleri, tarihi tren istasyonu, Belediye Meclis Binası, Aliados bulvarı, renkli dükkânlar, Portonun meşhur kafeleri konaklama yerimizin yanı başında. Burası şehrin kalbi. Şehrin bir bölümünü gezdikten sonra, yürüyerek Rua Santa Catarina, 112 deki gezi sitelerinde en iyi notu alan 1921’den beri hizmet veren Dünyanın en güzel 10 kafesi arasına giren, “Majestic Cafe”de mola veriyoruz. Portekiz’in ünlü Francesinha sandwich, sangria ve Majestic özel tatlısı (bizim ekmek tatlımız) siparişlerini veriyoruz. Sangria’sı İspanyanın sangrialarını aratıyor diyebilirim. Gerçekten bu eski kafenin Art Nouveau tarzındaki iç ve dış dekorasyonu, duvardaki eski aynaları, avizeleri ve servisi etkileyici.



Aliados Bulvarının bir tarafından hafif yokuşu çıkarsanız Clerigos Kilisesi ve Kulesi karşılıyor sizleri; Bulvarın en yukarısındaki tarihi bina ise Belediye Meclis Binası…
 




Clerigos Kulesi şehrin panoramik manzarasını sunuyor…
 


Majestic kafenin bulunduğu trafiğe kapalı cadde Rua Santa Catarina’da ulusal ve dünya markalarının mağazalarına, hoş kafelere, restoranlara, Via Catarina alışveriş merkezine, hediyelik eşya dükkanlarına, güzel vitrinlere rastlayabileceğiniz hareketli şık ve popüler bir cadde. Bizim Beyoğlu gibi diyebilirim. Kısa zamanımızı yağmur altında bu şekilde değerlendirip, otelimize dönüyoruz. Planladığımız iki günümüzü iyi değerlendirmek ve kahvaltı yapmak için sabah 8’de otelden çıkıyoruz. Önceden belirlediğimiz; “Coliseudo Porto” yazan sarı renkli bir gökdelenin çapraz karşına denk düşen Kafe Santiago’yu buluyoruz (Rua Passos Manuel No/226).1959 yılında açılan Cafe Santiago 2007 yılında aldığı “Estabelecimento Cafe Santiago Eleito Na Especialidade Francesinha” ve “European Best Destination 2014 Porto” ödüllerinin belgelerini cama ve duvarlarına gururla asmış. 11.00’den önce servis yapamayacakları için, yine kendilerine ait 8-10 metre ilerideki diğer kafe Santiago’da; sandviçli kahvaltımızı yapıyoruz. Hemen karşısındaki “Pingo Doce” süpermarketten gezmekten öğün atlayabileceğimiz zamanlar için pratik şeyler alıyoruz. Portoda marketler hem uygun hem de zengin çeşitleri barındırıyor. Özellikle çeşidi bol ekonomik Porto şarapları bolca var.




Sao Bento tren istasyonu bir sanat galerisi adeta; Sanat demişken sıkça sokak gösterilerine rastlamak mümkün…
 




 
Santa Catarina Caddesinde Majestik Kafe’den…
 


Tuna Nehrinin, Buda ve Peşte diye şehri ikiye ayırdığı Budapeşte kenti gibi, Douro nehri de burada şehri Porto ve Gaia diye ikiye ayırmış. Eski Porto şehri UNESCO tarafından “Dünya Miras Listesi”ne alınmış. Porto; genellikle şarapları ve ünlü futbol kulübüyle anılır. Ancak daha da fazlası olduğunu söyleyebilirim. Neşeli ve sakin insanlarıyla, şehrin doğal, tarihi ve özgün dokusuyla, renklerin uyumu, el sanatlarının zenginliği, leziz şaraplarıyla Avrupa’nın romantik ve görülesi kenti Porto.

Her gittiğimiz yerde yaptığımız gibi önce bize en yakın (Rua Clube dos Fenianos 25) turizm danışma bürosunu buluyoruz. Bilgiler alıyor, haritada işaretliyoruz. Kaldığımız bölgeden yürüyerek görebileceğimiz yerlerin önce keşfine başlıyoruz. Otelimizin hemen yanı başındaki yukarısı Yerel Meclis Binası, aşağı bölüm ise Palacio das Cardosas ve Praça de Liberdade, General Humberto Delgado heykeline ve meşhur postacı Vimara Peres’in heykeline ev sahipliği yapan park şehrin en hareketli yerlerinden birisi olan çok büyük bir alan; Aliados (Avenida dos Aliados) Meydanı. 80 küsur yaşlarında üç Portolu kadın bankta oturmuş sohbet ediyor. Çok kalabalık bir meydan burası. Kimisi işe yetişmeye çalışıyor. Bizim gibi turistler ise etrafı fotoğraflamaya, incelemeye, bazıları da selfie çekmekle meşguller. Halktan birine bir yer sorduğumuzda canla başla tarif ediyorlar, hatta o yere kadar size eşlik bile ediyorlar. Sıcakkanlı insanlar.




St. İldefenso Kilisesi…
 



Kilisenin içi Porto’daki diğer kiliseler gibi gösterişli; Şehir merkezi ve en uzakta Clerigos…
 


Dönemin en iyi çini ustası Jorge Calaço’nun azulejoslarını yaptığı, biraz yüksekte olan, her yerden görülebilen, gülümseten ve dikkat çekici mimarisiyle St. Ildefonso Kilisesine giriyoruz. İçeride epeyce cemaat var. İç görünümü de etkileyici. Aslanlı Çeşme ve ön yüzeyinin gösterişli rölyefleri olan, yan duvarının ise yine dini sembollerle bezenmiş mavi çini süslü Igreja dos Carmelitas kilisesinin epeyce eski bir yapı olduğunu öğreniyoruz. Aynı bölgede çok şirin görünümlü her duvarı dini sembollerle bezenmiş mavi çini Capela das Almas (18.yy.) şapelin her duvarı azulejos dedikleri seramikle kaplanmış. Porto da evlerin ve önemli yapıların birçoğunda bu teknik kullanılmış. El yapımı desenli fayanslar diyebilirim. Bu yüzden şehre özgün ve renkli bir görünüm kazandırıyor. Aynı zamanda Portolular bizim son yıllarda rağbet ettiğimiz mantolama tekniği yerine eskiden beri yalıtımı azulejo tekniğiyle sağlıyorlar.




Aslanlı Çeşme ve hemen arkasında Carmelitas Kilisesi; Şehir turu yaparken güzel fotoğraflar yakalama çabası hiç bitmiyor elbette…
 



Solda Casa de Musica, sağda ise mimar Alvaro Siza’dan Vodafone yönetim binası…
 


Sao Bento Tren İstasyonu görkemli dış görüntüsüne karşı, içinin çok büyük olmadığına şaşırıyorum. Sanki bir resim galerisi gibi olan istasyonun duvarlarında; çeşitli hikâyeler, tarihi ve dini olaylar, porto sembolleri resmedilmiş. 20.000 adet azulejo tekniğiyle yapılmış fayansları, çini ustası meşhur Jorge Colaçoya ait işlemeler, desenli yer döşemesi insanı farklı bir zaman tüneline girmiş gibi hissettiriyor. Teresa’nın bize çizdiği rotaya yeniden bakıyoruz. Bu bölgede göremediğimiz nereler kalmış diye. Aliados Belediye binasını karşınıza alıp sağ yukarı çıktığınızda Bolhao Pazarı var. Pazarın girişinde müzikli kukla gösterisi yapan baba oğlu izledik. Kuklacı tahta bir kutuyu bir kol yardımıyla çevirerek kuklanın dansına göre ritim tutturmuştu. Pazarda; meyveler, sebzeler, çeşitli deniz ürünleri, çiçekler, canlı tavuk ve horozlar, hediyelik eşyalar (özellikle tekstil),v.d. var. Otelimize yakın dükkânlara göre bu pazarda hediyelik objeler daha uygun ve pazarlıkta yapılabiliyor. Bizde Portonun olmazsa olmaz horoz figürlü magnet, figürlü şişe mantarı, renkli metal 3 boyutlu horoz figürleri, önlükler, Porto manzaralı çanta, yerel işlemeli örtülerimizi alıyoruz. Elimizdeki torbalarımızı otelimize bırakarak yeniden Porto sokaklarındayız. Merkezi yerde kalmanın rahatlığı!



Porto şarapları ve Porto evleri…
 




Porto lezzetleri…
 


Zamanımızı verimli kullanmak için kırmızı renkli HOP ON HOP OFF Porto Sightseeing, 3 ayrı hattını tercih ederek biletimizi alıyoruz. Tekne turu ve Porto Cruz şarap evi gezisini de kapsayan biletimize kişi başı 20€ ödüyoruz. Hop on Hop Off’larla 2 gün boyunca planladığımız yerlerin çoğunu görebildik. Yurt dışında bu turist otobüslerine binenler bilir. Görmek istediğin yöne giden hatta biniyorsun. Orada inip keşfini yaptıktan sonra, durakta bekliyor, görmek istediğin hattın Hop On Hop Off otobüsüne biniyorsun. 2 gün ücretsiz yararlanabiliyorsunuz. Ayrıca bizim gibi üstü açık bölüm olan üst katta oturursanız, 2 gün boyunca tüm Portonun güzelliklerini yakalayıp, kadrajınızla belgeleyebilirsiniz. Kulaklığınızla, 16 dilde (Türkçe hariç) Porto tanıtımı ve fado müziği eşliğinde Portoyu tanımak da var. Daracık sokakları, yaşanası/ferah, geniş meydanları, Barok, Gotik, Bizans, biraz da Arap tarzı dini yapıları, minyatür tablolara benzettiğim azulejo kaplı, süslü dış yüzeyleri, ferforjeli balkonları, kapılarıyla renkli, taş ağırlıklı eski Porto evleri. Portonun kimliğini yansıtan bu evler içinde yerli halkın yıllardır yaşadığı ve hala barındığı evler. Balkona asılan çamaşırlar, rengârenk çiçekli saksılarıyla dolu pencereleri, ferforje sokak lambaları, en güzel köşelerde beliriveren ferah görünümlü kalabalık kafeleri, bol güzel ağaçları ve okyanus havası sizi kucaklıyor hemen. Unutulmaz görseller belleğinizde yuvalanıyor.



Sao Francisco Kalesi ve devamında Foz’la birlikte okyanus manzaralı kafeler…
 



Serralves Müze Parkından kareler…
 


Her yerde sistemli bir yenileme çalışması var. 10 senede ancak biter. Yeni yapılan evlerin eskiyle uyum içinde yapılması etkileyici. Şehrin siluetini bozan görgüsüz devasa beton binalara pek rastlamadım. Evlerin bazıları bakımsız görünümde. Bu görüntü yüzyılların yaşanmışlığını yansıttığı gibi, biraz hüzün, biraz otantik bir atmosfer yaratmış. Porto; turizm geliriyle bakımsız evlerini güzelleştirecektir diye umuyorum. Eski dünyanın kaşifleri, eskiyi koruyarak modern zamanlara yelken açmış. Sanırım bu yüzden modern zamanların turistleri, özellikle Avrupa’nın yaşlı turistleri burayı tercih etmiş. Her köşede 75-80 yaş ve üstü kalabalık turist guruplarına rastlıyorum. Biraz hüzünle; anneciğimi ve yaşlı akrabalarımı, ya da ülkemin yaşlı nüfusunun çoğunluğunu düşünüyorum. Hayatı keşfetme, dünyayı dolaşma, zevk alacakları hobilerinin peşine düşme kaygısı taşıyamadıklarını…



Ribeira nefis bir görsellik sunuyor…
 


2 gün boyunca otobüsün açık olan üst bölümünde eski ve yeni Porto’nun güzelliklerini keşfetmek, varmak istediğimiz noktada inip yürümek, incelemek, tekrar istediğimiz hatta binmek zamanımızı verimli kullanmak adına iyi bir tercihti. Yollarda siyah pelerinli, içinde siyah takım elbiseli sayısız gençler görüyoruz. Merak edip soruyoruz: Portoda 3 ve 4.sınıf üniversite öğrencilerinin mecburi giydikleri üniformalarıymış. Ünlü fantastik seri Harry Potter’ın yazarı J.K. Rowling’in Porto’da İngilizce öğretmenliği yaptığı sırada siyah pelerin geleneğinden etkilenerek yazdığıyla ilgili haber aklıma düşüyor. Demek ki ilhamı üniversite öğrencilerinin kıyafetiymiş. Portoda epeyce dilencilere rastladık. Hatta “Allah ne muradınız varsa versin diyen” iki Türk dilenciden bizim Türk olduğumuzu anlayınca 1€ vererek yakamızı ancak kurtarabildik.




Bir tarafta nostaljik tramvay, bir tarafta da “kaikas” adı verilen ve şarap taşımacılığında kullanılan kayıklar…
 


Bence Portonun ruhu olan Ribeira hayatın şiirselliğinin farkına vardığınız eşsiz bir ortam. Sanki bir açık müze. Ortam size huzur ve estetik sunuyor. Önce Praça da Ribeira meydanında oturup buranın ruhunu ve sesini dinliyoruz. Enerjisi yüksek atmosferi eşliğinde; daracık sokaklarında dolaşıyor, estetik mimari yapılarını, kiliselerini inceliyor, sizi saran kafeleri, yerel el sanatlarıyla donatılmış minik tezgâhlarından yerel objeler alıyor, çekinmeden elimize konan martılar ve güvercinlere yediklerimizin minik parçalarından veriyoruz, ortamın güzelliğini kadrajlarımızla belgeliyoruz. Her köşesi bir kartpostal ayrıcalığında. Birkaç kez gittik Ribeira’ya. Çok kalabalık olsa da rahatsızlık vermeyen bir kalabalıktı. Ribeira’nın karşısı Gaia bölgesi. Günümüzde burada 60 kadar üretici ve mahzen olduğunu öğreniyoruz. Yapılan şaraplar geleneksel teknelerle burada ki şarap fabrikalarına taşınıyor, şaraplar burada yıllandırılıyor ve şişeleniyor. Tüm şarap evleri neredeyse burada konuşlanmış. Nedeni ise Gaida’nın Porto’ya göre daha az güneş alması ve şarapların saklanması için uygun olan nem ortamı.




Gaia’dan Ribeira’ya bakış…
 


Epeyce bir kuyrukta bekledikten sonra, ücretsiz tekne turumuzu yapıyoruz. İlk bakışta gondolu anımsatan halkın “kaikas” dediği büyükçe bir balıkçı teknesine biniyoruz ve büyülü bir peyzaj sunan eski Porto evlerini, meydanı, dini yapılarını bu kez Douro nehrinden seyrediyoruz. Karşımda tüm haşmetiyle sanki Eiffel kulesinin yatay haline benzettiğim çelik konstrüksiyon, iki katlı 1. Luis köprüsü. Zaten bu köprüyü yapan mimar; Eyfelin mimarı G.Eiffel’in partneriymiş. Üst katında tren ve tramvaylar altında ise yayalar ve motorlu taşıtlar geçiyor. 6 ayrı köprüden geçiyoruz. Bu köprüler iki ayrı yakayı birleştiriyor. 45-50 dakika süren tekne turumuzu keyifle bitiriyoruz.



Minik bir martıcık Douro Nehrine ev sahipliği yaparken iki kıyıyı ve aşıkları buluşturan 1. Louis Köprüsü her daim ilgi çekici …
 


Hop On Hop Off biletimizi göstererek Gaia/Porto Cruz da şarap tadımı yapıyoruz. Önce baskı resim tekniğiyle yapılmış şarap temalı sergiyi geziyoruz. İç düzenlemesi şarap konseptli. Şarabın hikâyesi sürekli dev ekranda dönüyor. Porto kayalıklarını, tepelerini büyük bir emekle üzüm bağlarına nasıl çevirdikleri ve şarabın yapım sürecini gösteren etkileyici bir video. Akşamları fado müziği eşliğinde de yapılıyormuş tadım ziyaretleri. Sonra Sandeman ve Calem ikilisinden tercih yapıp Sandeman’a giriyoruz. Sembolü siyah pelerinli, siyah şapkalı bir erkek figürü. Bu siyah pelerin Portoda revaçta anlaşılan! Burada şarap tadımı 4-5 €. 8 yıllık IMPERIAL şarabından (15€) alıyorum. Servet fiyatına yıllanmış şaraplar var burada. Yeşil ve pembe (rose) ve tatlı şaraplarından denemiş ve almıştık. Rua do Carmo/17 numaradaki küçük ama bol çeşitli Garrafeira do Carmo şarap alımı için tavsiye edebileceğim yıllanmış bir dükkân. İnternetten de gönderdiklerini belirttiler. Gaida ve tarihi Ribeira’yı kuşbakışı görmek isteyenler için bolca kısa teleferik turları var. Nehir boyunca yöresel el sanatları tezgâhlarını görebilirsiniz. Turistler için her türlü çekici alternatifler mevcut Portoda. 1.Luis köprüsünü ağır ağır doyumsuz görselliği içimize sindirerek yürüyerek geçiyoruz. Meydanda bir kafede dinlendikten sonra ara sokaklara dalıyoruz. Porto ve Lizbon’da gezi yazım için not almak ve fotoğraflamaktan sıkıldım diyebilirim. Yani bu şehirde mekanların büyüsüne göre, spontane gezmek istedim. Sokaklarındaki sürpriz görüntülerin peşine düşmek, nehrin, okyanusun sesini dinlemek, kafelerinde oturup insanları gözlemlemek, müzelerine gitmek ve eserlerin izini sürmek gibi şehrin ruhunu anlamaya çalışmak notlar almadan ya da fotoğrafla belgelemeden…




Douro Nehri’nde tekne turu yaparken kıyılarda başlayan yeni yapılaşmalar da dikkat çekiyor …
 


Ertesi gün rotamızda; 12,13,14, 17. duraklar ve şehre 5km uzaklıktaki Foz var. 12.duraktaki elmas formunda, en büyük konser salonuna sahip ve müzik etkinlikleri için yapılmış ilginç bir post modern mimari yapı; Casa da Musica (müziğin evi). Hollandalı mimar Rem Koolhaas tarafından tasarlanmış. 2001 Avrupa Kültür Başkenti Porto projesi kapsamında inşasına başlanılmış, şehrin sembolü haline gelmiş. İçini göremedim, dışı kadar ilginç olduğunu internetten inceledim. Aynı bölgede, Boavista Caddesindeki Porto’lu ünlü mimar Alvaro Siza’nın tasarladığı post modern bir Vodafone Yönetim binası. Birçok sanat dalını barındıran devasa bir heykele benziyor. Asimetrik görüntüsü ile sıra dışı. Tasarım bloğu Art Daily kurumsal bina kategorisinde “2010 Yılın Binası Ödülü”ne layık görülmüş. Bence hakkıyla dünyadaki en yaratıcı ofis unvanını alan yirmi binadan birisi olmuş. 13 ve 14.duraklar Portonun yeni yerleşimi. Zengin halkın yaşadığı bölge Boavista Avenueden devam ederek Atlas Okyanusu kıyılarına kadar uzanıyor. Dünyaca ünlü butiklerle dolu Boavista bölgesi, Portekiz’e has geniş bulvarlar, palmiye ağaçları, geniş ve bakımlı bahçeli zarif ve lüks evler, residence, bol yıldızlı oteller var.





Vila Nova de Gaia, Douro Nehri ve Porto…
 


17.durakta yeniden iniyoruz. Yine Alvaro Siza’nın tasarımını yaptığı Serralves/Çağdaş Sanat Müzesi ve Parkı. Giriş ücreti Parkla birlikte 7€. Dış ve iç mekânı minimalist bir mimariye sahip diyebilirim. Müzede sabit koleksiyon bulunmuyor. New York’ta gezdiğim Guggenheim müzesinde olduğu gibi sürekli güncellenen sergiler var. Polonyalı heykeltıraş Monika Sosnowska’nın sergisini izliyorum önce. Metal ağırlıklı merdiven, kapı gibi hazır malzemeyi deforme ederek yeniden düzenleyerek heykellerini oluşturmuş. Birbiriyle yan yana onlarca kapının izleyiciyi de dahil ederek labirent gibi açıp kapatarak incelediği kapılar bizi de eğlendirdi. “Müze Bir Bahçe Olabilir” sergisi; video art, enstalasyon, asamblaj, dijital art eserlerinden oluşan ilginç bir sergiydi. Özellikle dehliz gibi bembeyaz merdivenlerden inerken göremediğimiz ancak sesin nereden geldiğini merak ettiğimiz biraz dijital müdahale edilmiş olağanüstü kuş sesleri performansına bayıldım. Belki bu çalışmaya ses enstalasyonu diyebiliriz. Müzenin geniş bahçesi ve bahçesindeki aynalı sürprizler, düzenlemeler de görülmeye değerdi. Eğer Mart ayında gelseydik 80 yıllık olan bu bahçede yüzlerce çeşit kamelyalarda gözleyebilecektik. Serralves Parkı Mayısta da güzel. Yeşillikler gövermiş, çeşit çeşit güller, ismini bilemediğim değişik çiçekler ve farklı cinste ağaçlar size eşlik ediyor. Müze kadar bahçesi de görülmeyi hak ediyor. Bahçedeki devasa kırmızı kürek heykeli müzenin sembolü gibi. Müze mağazasındaki tasarım objeler tüm müzelerde olduğu gibi pahalı. Sadece seyredip müzeden iyi ki tercihimi Serralves’ten yana yaptım diyerek sanatsal bir tatla ayrılıyorum.




Şarap tadımında çok fazla alternatifiniz var; Gaia’lı naif sanatçıya saygıyla …
 


Duraktan Foz bölgesi hattına biniyoruz. Şehrin içinden geçen nehrin Atlantik Okyanusuna döküldüğü noktada Foz. Bir zamanlar balıkçı köyüymüş. Şimdi ise Portonun en seçkin sayfiye yeri. 3 kmlik Okyanus kıyısı var. Burası plajları, yürüme, bisiklet, spor alanları ve güzel heykellerin, deniz fenerlerinin, parkların olduğu bir yer. Okyanusun tertemiz havası ve dalgalı uçsuz bucaksız hırçın denizi de eklenince nadide bir yer olmuş. Buradaki park âşıklar parkı. Banklar âşıklar için sadece iki kişilik yapılmış. Sao Joao de Foz/Queijo Kaleleride ilginç, görülmeye değer. Akvaryum ve Alegre Parkı da bu bölgede bulunuyor. Bu bölgeyi gezmeye biraz zaman ayırın derim. Şehir otobüslerinin çoğu buradan geçiyor. Bu noktadan sonra Atlantik Okyanusundan Doura nehrini takip ederek Eski Portoya ulaşılıyor. Ayrıca, Portoda her sokak Douro’ya çıkıyor sanki. TH.Y. gidiş ve dönüş indirimli Porto bileti aldığımız için, eşyalarımızı otelde bırakarak, küçük bir sırt çantasıyla 3 günü Lizbon’da geçiriyoruz. Lizbon gezi yazımı bu yazımdan sonra hazırlayıp, ilgili gezginlerle paylaşacağım.



Livrario Lello Kitabevi önünde uzun bir kuyruk var ama buna değiyor. Cam tavan harika…
 


Lizbon dönüşü Portodaki akşamı ve ertesi günün saat 13.00’e kadar kalan kısmını verimli değerlendirmek için erkenden kalkıyoruz. Zamanımızı göremediğimiz, yürüyüş mesafesindeki Clerigos Katedrali/Clerigos kulesi (Torre dos Clerigos) ve Lello kitapçısına ayırıyoruz. Bolsa Sarayı için zamanımız yok. Kuleye 3€ ödeyerek, 75 metre yüksekliğindeki, iki aşamalı 225 basamaklı daracık merdivenlerden kalabalık bir gurupla çıkıyoruz. Bu kule ve katedral Barok ve Rokoko mimarisinin güzel bir örneği. Her katta o katı anlatan görseller ve bilgiler var. Çan kulesini de geçerek tepeye ulaşıyoruz nihayet. Porto gözümüzün önünde tüm özgünlüğüyle bize selam veriyor, bizi kucaklıyor sanki. Her gittiğim şehirde bir kuleye çıkmak, ya da şehre tepeden bakmak hobimdir, hatta takıntımdır. Yuvarlak yapılmış bu gözlem yerinde Portonun tarihi ve önemli binaları çizgisel olarak, isimleriyle korkuluğa hazırlanmış. Bence Porto turizm alanında sınıfı geçmiş. 360 derece Porto panoramik manzaralarını belgeleyip, aşağıya iniyoruz.

İstikamet Rua das Carmelitas Caddesi 144 numaradaki Livrario Lello kitapçısı. Daha önceki günlerde sabah gittiğimizde kapalıydı. Kitapçı deyip geçmeyin, önünde uzun bir kuyrukta bekledikten sonra içeri girebiliyoruz. Dünyanın en iyi 10 kitapçısı arasında. 1881 yılında açılan Livrario Lello, dünyanın en çok ziyaret edilen kitapçılarından. Hemen yanında Praça dos Leoes (Aslanlar Meydanı) ve Igreja dos Carmelitas kilisesi var. Meydandan gelen sokak çalgıcısının saksafon sesi ortama çok yakışmış. Kulağım müzikte gözüm ve ruhum kitapevinde. Art Nouveau tarzı iç tasarımı, bir ahtapotun kolları gibi bizi 2. asma kata çıkaran kırmızı ahşap merdivenleri, tavandaki renkli, büyük vitray ve ağaç işlemeler, yer döşemesi, ağaç raflar, merdiven korkuluklarına bakmaktan kitaplara bakmayı unutuyorum önce. Büyülü bir ışık huzmesi süzülüyor kitapların üzerine. Bu sarhoşluğum geçince önce alanımla ilgili çocuklar, gençler için sanat kitaplarına bakıyorum. Her ülkedeki müze ve önemli kitapevinden bir çocuk sanat kitabı almak olmazsa olmazımdır. Sonra yıllanmış eski kitapları okşayarak inceliyorum.”Dünyada her şey sonuçta kitap olmak için var” diyorum Ceylin’e. Emine’nin biricik kızı Ceylin alanıyla ilgili İngilizce Portekiz yemekleri kitabını alıyor ve bir kitap kurdu olduğu için buradan çıkmak istemiyor.



Lello’da Orhan Pamuk kitapları…
 




Merdivenler…
 


Türk yazarların kitaplarını soruyorum. Görevli Orhan Pamuğun Portekizce 8 kitabının yan yana olduğu bölümü gösteriyor. Ve ben uzak diyarlarda gururlanıyorum. Uçakta tanıştığımız Türk arkadaşlarımızı gittiğimiz birçok yerde gördüğümüz gibi burada da rastlıyoruz. Hep birlikte fotoğraf çektiriyoruz. Neredeyse birkaç saat kitapları, ortamı inceledikten sonra hemen önündeki kafede ortamdan uzaklaşmadan midemizi ve ruhumuzu doyuruyoruz. Küçük ama anlamlı Lello’yu görmenizi kaçırmamanızı tavsiye ederim. Harry Potter hayranları için bir not: Yazarın Hogwarts’ın merdivenlerini Lello’nun merdivenlerinden etkilenerek tasarladığı söyleniyor.

Porto’da son ana kadar zamanı değerlendirme telaşı içinde olduğumuz için, havalimanına metro ile gitme planımızdan vazgeçiyoruz. Son ana kadar yanımızda taşıdığımız hıdrellez dileklerimizi planladığımız gibi Porto sularına atmayı gezme telaşı içinde başaramadık. Duoro nehrine atması için, Teresa’dan rica ederek, dilek kâğıdımızı ona veriyoruz. Teresa bize taksi çağırıyor ve 25 -30 dakikada havalimanında buluyoruz kendimizi. 17€ tutan taksi ücretine vergisi de eklenerek 21€ ödüyoruz. Rahat bir yolculuğun ardından ülkemize kavuşuyoruz. Atatürk havalimanına indiğimizde Teresa bizi arıyor ve hıdrellez dilek kâğıtlarımızı nehre attığını söylüyor. Uzun ve bol fotoğraflı yazımın sonuna kadar okuyabilen meraklı ve gezginlerinde hıdrellez dileklerinin gerçekleşmesi temennisiyle, Lizbon yazımda buluşmak üzere diyorum.

Gezgince kalın.








 Yazılan Yorumlar...
hakangeziyor
(27 Mayıs 2015)
Lüksemburgda bulunduğum dönemde hafta sonu tatilimi bir gün uzatarak üç günlük bir seyahat yapmıştım Portoya. Altını üstüne getirdim diyebilirim. Tek başına gezmenin avantajını da kullanarak sabahın erken saatinden gecenin ilerleyen vakitlerine kadar canımın çektiği gibi gezmiştim. İnanılmaz keyif aldığımı, müthiş mutlu olduğumu hatırlıyorum. Çevremdeki herkese Portoya gitmelerini tavsiye etmiştim. Sonrasında bazıları benimle aynı fikri paylaşırken bir kaçı da hayal kırıklığına uğramıştı. Ben yine de Portoyu sevmeye ve tavsiye etmeye devam ediyorum...
Gezi notlarımın size faydalı olmasına çok sevindim. Güzel sözleriniz için ayrıca teşekkür ederim.
Tekrar gidersem (Lizbonu görmediğim için bu ihtimal her zaman var) Ribeira bölgesinde çok daha fazla zaman geçirmek istiyorum. Gerçekten çok güzel ve etkileyici bir yerdi. Bir de sanırım Gaia tarafı biraz eksik kaldı.
Keyifli yazı ve görseller için sonsuz teşekkürler. Kaleminize sağlık...
Şükran Şahin
(27 Mayıs 2015)
Setenay hanim, tesekkurler ilginize. Porto naif diyebilecegim bir yer diyebiliriim.Lelloda fotograf cekmek serbestti. Gezilerde bulusmak dilegiyle
Setenay Süzer
(26 Mayıs 2015)
Merhaba Şükran Hanım,
Porto ancak bu kadar güzel gezilir ve anlatılır,büyük keyifle okudum,gördüğüm, göremediğim mekanları ne güzel gezdirdiniz.Biz ne yazık bir gece konaklamalı gittiğimizden sadece şehir turu yapabildik,Lello da fotoğraf yasağı vardı gizli saklı çekebilmiştim sanırım şimdi serbest bırakmışlar.Cafe Majestik te klasik güzelliği ile gerçekten çok hoş mekandı.Dom Louis köprüsünden ancak Lizbona dönüş gününde otelimize yakınlığından faydalanıp,sabahın kör şafağında gün doğumu öncesi fotoğraf çekmek için geçmiştim.Nice güzel gezileriniz,gezilerimiz olsun dileği ile sevgiler selamlar