İsveç ve Filmin İkinci Yarısı 8 - İsveç’te asker, polis bile sendikalı


Dünyada, hem çalışanların hem de işverenlerin, gönüllü olarak bu denli yüksek oranda sendikalaştığı başka hiçbir ülke yokmuş! Örgütlenme lehine yapılan vurgu, basında da toplu sözleşmelere ayrılan haberlerin çokluğundan rahatlıkla anlaşılabiliyor.

İsveç’te, işçilerin yüzde 90’ı sosyal demokrat partiyle sıkı bağları olan İşçi Sendikaları Konfederasyonu LO’ya üyedir. Memurların yüzde 75’i ise, ya Memur Sendikaları Konfederasyonu TCO’ya, ya da Üniversite Mezunları/Devlet Memurları Birliği SACO/SR’ye üyedir.

İşveren cephesine bir göz atınca da yine son derece güçlü bir örgütlenme göze çarpıyor. İsveç’te özel sektör işverenleri, sendikal hakları olmadığından dernek biçiminde örgütlenmişler. İsveç İşverenler Derneği SAF’ın adına bakıp da aldanmamak gerek. On binlerce şirketi bünyesinde topladığına bakılırsa hiç mi hiç saf değil İsveç İşverenler Derneği!

Birkaç muhalefet dönemi dışında 1932’den beri iktidarda bulunan Sosyal Demokrat İşçi Partisi ile İşçi Sendikaları Konfederasyonu arasında önemli bir örgütsel bağ var. Zaman zaman, sendikalarla hükümet arasında çekişme olsa da, sonuçta hem sendika liderleri, hem de hükümet üyeleri sosyal demokrat partiden olduğu için taraflar kısa sürede bir uzlaşmaya varabiliyorlar!

İsveç’te iktidara âdeta abone olan sosyal demokrat partiyle işçi sendikaları öylesine iç içe geçmiş ki, örneğin, partinin yönetim kurulu üyelerinin yarısını işçi sendikalarının yöneticileri, partinin gelirlerini de işçi aidatları ve sendikaların katkıları oluşturuyor. Sendikaların siyasetle uğraşmasının yasak edilmesi söz konusu olmadığı gibi, tam tersine, sendikalar hapşırsa parti hemen nezle oluveriyor!

Gün geliyor, aynı zamanda sosyal demokrat partinin yürütme kurulu üyesi olan sendika genel başkanı, sosyal demokrat hükümeti, aldığı önlemlerle işçiyi sırtından bıçaklamakla suçlamaktan bile çekinmiyor. Parti içinde, “planlı ekonomi” yanlılarıyla “piyasa ekonomisi” taraftarları arasındaki bitmeyen mücadeleyi basın, partinin sembolü kırmızı gül olduğundan “güller savaşı” olarak adlandırıyor.

SAP ile LO arasındaki parti-sendika bağı da şöyle: Bir sendikal örgüt, isterse sosyal demokrat partinin yerel örgütüne bağlanabiliyor. Dolayısıyla, sendika üyesi olan bir işçi, otomatik olarak Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin de üyesi olmuş oluyor. Ancak işçi başvuruda bulunup partiye üye olmak istemediğini belirtirse partiden üyeliği silinebiliyor.

“Kolektif bağ” denilen bu uygulama, hem kendilerini “Burjuva Blok” olarak adlandıran sağ partiler topluluğu, hem de genellikle sosyal demokrat partiyi destekleyen Sol Parti tarafından her fırsatta eleştiriliyor! Burjuva Blok’un en sert eleştirmiş olduğu bir diğer nokta da, işçi örgütlerinin, şirket hisselerini satın alarak uzun vadede şirket yönetiminde etkin olmalarını hedefleyen Ücretli Fonları idi.

İsveç’te, sendikanın elde ettiği haklardan sendikasız olanlar da yararlandığı için, sendika ödentisi “brüt gelirin yaklaşık yüzde 2’si” kadar olmasına karşın, sendikaya üye olmanın ve boşu boşuna üye aidatı ödemenin anlamsızlığından bahseden işçiler de çıkıyor zaman zaman. İşin ilginci, İsveç İşverenler Derneği SAF’ın yetkilileri, “işçilerin sendikaya üye olmalarının işverene büyük yararlar sağladığını” söylüyor! Çünkü, böylece, görüşmelerde taraf sayısı azalıyor, toplu sözleşmeler de karmaşıklaşmamış oluyormuş...


Polis Sendikası, uyuşturucu için bile olsa, telefon dinlenmesine karşı!

İsveç’te, asker ve polis bile, “bizim başımız kel mi ki?” deyip sendikanın yolunu tutmuş! 1903’ten bu yana, bir asırdan beri faaliyet gösteren İsveç Polis Sendikası’nın on binlerce üyesi var. Siyasi partilerin temsilcileri, personel temsilcileri yanı sıra, Polis Sendikası’nın Başkanı da Emniyet Genel Müdürlüğü Yönetim Kurulu’nda yer alıyor. İsveç’te polisin grev hakkı da var doğal olarak ve bu hak zaman zaman kullanılıyor.

İlginçtir, polisin yetkilerinin artırılmasını öngören yasalara sürekli karşı çıkan da bizatihi Polis Sendikası’nın kendisi! Örneğin, “yetkinin ilerde kötüye kullanılabileceği” gerekçesiyle uyuşturucu kullananların bile telefonlarının dinlenmesine,  Polis Sendikası rıza göstermiyor! İşkence görenlerin tedavisi için Kopenhag’da kurulan merkezin çalışmalarına katılan ve maddi destek yapan örgütlerden biri de İsveç Polis Sendikası! Bu sendika, “polisin işkence yapmasının, bizzat polisin sendikalaşması ile önlenebileceği” görüşünde. 

Bir anket yapmışlar, hangi ülkenin polisleri en çok seviliyor diye! Anket sonuçlarına göre, en çok sevilenler İsveç ve İsviçre polisleriymiş. Ancak, dönem dönem, kimi polislerin, göçmenleri dövdüğü, küfrettiği hatta ırkçıların saldırısına karşı korumadığı yönünde şikâyetler yapılıyor! Tüm bunlara karşın, haklarında şikâyetçi olunan polislerin ciddi cezalara çarptırılması pek söz konusu olmuyor!

1932’de kurulan İsveç Subay Sendikası’nın üye sayısı on binleri aşıyor. Orduda çalışan sivil memurların da ayrı bir sendikası bulunuyor.  Değişik rütbelerdeki subaylar arasında sendikaya üye olmayanların sayısı ise yüzü geçmiyor. Subay sendikasının toplu sözleşme ve grev hakkı da var; nitekim geçmişte, subaylar da tıpkı polisler gibi grev yapmışlar ve bu yüzden de kimse onları vatan hainliği ile suçlamamış!..


İstatistik denizinde boğuluyor insan!

Kimi ülkelerde, istatistik fukaralığı vardır gerçi ama, İsveç’te de istatistik denizinde boğuluyor insan! Bu boğulmanın bir sonucu olarak da, İsveç, istatistikte dünya rekorunu elinde bulunduruyor!
Aklınıza gelebilecek hemen her konuda yapılan istatistikler öylesine detaylı hazırlanıyor ki, örneğin, şu yıl 15 yaş altında 135 kız çocuğunun kürtaj yaptırmış olduğu, ya da İsveçli her dört kadından birinin küçük boy sutyen kullanırken dev boyda göğse sahip olan hanımların oranının sadece yüzde 2’de kaldığı, İsveç’te üretilen toplam enerjinin üçte birinin, sayıları 12’yi bulan atom santrallerinden geldiği, boşanma ve kürtaj sayısında İsveç’i sadece altı ülkenin geçebildiği, ölenlerin yarıdan fazlasının İsveç’te bulunan 75 krematoryumda yakıldığı gibi kayıtlara bile rastlanabiliyor.

İstatistik denizinin verilerine göre, İsveçlilerin:

% 0’ı Noel yemeğini 21.00’den sonra yermiş!
% 5’i aksanından ötürü utanırmış!
% 10’u (otomobillerin) maviymiş!  
% 15’i karşılarındaki kişiyle asla tartışmazmış, çünkü sessiz kalmanın daha doğru olacağını düşünürmüş! 
% 20’si kendi cinsel yaşamının diğerlerinden daha iyi olduğunu düşünürmüş!
% 25’i TV’ye çıkanların ayağında tahta terliklerin olmasını uygun bulmuyormuş!
% 30’u geçtiğimiz yıl bankadan borç almış!
% 35’i içki satışlarının karneye bağlanmasını uygun görüyormuş!
% 40’ı evli biriyle flört etmenin çirkin olduğu kanısındaymış!
% 45’i başkasının yerinde olsa kendisiyle evlenmezmiş!
% 50’si kabine üyelerine güven duyuyormuş!
% 55’i bugün kimseyi öpmeyecekmiş!
% 60’ı göçmenlere karşı tepki duymuyormuş!
% 65’i cinsel ilişki için sevginin zorunlu olduğunu düşünüyormuş!
% 70’i (gençlerin) vaftiz olmuş!
% 75’i Kral’ın yetkilerinin yeterli olduğu kanısındaymış!
% 80’i geçtiğimiz yıl içinde içkili araba kullanmış!
% 85’i (erkeklerin) geçen ay hiç ağlamamış!
% 90’ı (İsveç yüksekokullarındaki temizlikçilerin) kadınmış!
% 95’i (evlilerin) en son cinsel ilişkilerini tat¬minkâr buluyormuş!
% 100’ü (LO üye sendikaları yönetim kurulu başkanlarının) erkekmiş!..


Kurtların bile hesabı tutulmuş!

Kuzeyin bu sarışın insanları, portakal suyu ve kahve içiminde, dondurulmuş yemek yemede ve gazete satın almada dünya şampiyonluğunu genellikle ellerinde tutarlarken, kâğıt tüketiminde ikincilikle yetinmekteler.

Kâğıt tüketiminde İsveç’in, birinciliği başka bir ülkeye kaptırdığını öğrenmek biraz şaşırtıcı, çünkü öyle bir ülke ki İsveç; posta kutularına atılan reklamların fazlalığından usanıp her gün bu kadar kağıdı okuyamadan çöpe atmaktan bıkanlar, posta kutusunun üzerine “lütfen reklam atmayın!” diye bir not asmak zorunda kalıyorlar!

Tüm bu reklamların hangi kutulara atılırsa tam hedefine ulaşacağı da son derece teknik bir şekilde çözümlenmiş! Diyelim ki, İsveç’teki tüm Türklere, Polonyalılara ya da Finlilere bir broşür yollamak istiyorsunuz. Bu tür adreslere ulaşmak istiyorsanız önce valiliğe belirli bir ücret ödemeniz gerekiyor. İsveç’te en çok satılan Finlilerin, ya da Danimarkalıların adreslerinden istiyorsanız sorun yok, sadece parayı verin yeter!

Ancak, değişik halk grupları arasında anlaşmazlıklar bulunan bir ülkenin vatandaşlarının adreslerini satın almak istiyorsanız işiniz zor, çünkü bunlar gizli tutuluyor! Gerçi, bu tür adresleri satın alamıyorsunuz ama broşürlerinizi de istediğiniz halk grubuna yollayabiliyorsunuz! Nasıl mı? Siz broşürlerinizi, vilayet de size teslim etmek istemediği adresleri postaneye bırakıyor. Postanede, sizin broşürlerinizin üzerine, vilayetin bıraktığı adresler yapıştırılıyor. Böylece, adreslerini öğrenemeseniz de, broşürlerinizi, istediğiniz halk grubuna iletmiş oluyorsunuz.

İsveç’in sıkıcı rakamlarına bakılırsa, bu ülkenin en kuzeyinde yılın 225 günü kış hüküm sürerken, en güneyinde de sadece 30 gün kış oluyor imiş. İsveç’te en sıcak ay da, “endüstri tatili”nin yapıldığı, dolayısıyla da bütün fabrikaların kapatıldığı temmuz ayı imiş istatistiklere göre.

İnsanlarla ilgili tüm istatistikler tamamlandıktan sonra, İsveçliler tutmuşlar, bir de ülkelerindeki kurtları saymışlar ve bu ülkede dört, beş kurt olduğu sonucuna varıp huzura ermişler! Ne adaletsiz bir dünya bu; bazı ülkeler insanlarını sayamıyor, kimileri de ülkesindeki kurtların bile hesabını tutuyor! Bu birkaç kurt öldürülmeli mi, öldürülmemeli mi biçimindeki uzun tartışma nihayet sonuca bağlanmış ve nesli tükenebilir endişesiyle kurtların hayatının bağışlanmasına karar verilmiş!..


Cinayet az, hırsızlık çok! 

İsveç’in kriminoloji sicili de hayli ilginç doğrusu! Cezaevlerindeki hükümlülerin üçte biri “sarhoş araba kullanmaktan” ceza almış. Mahkumların beşte biri “hırsızlıktan” hüküm giyerken, cinayet suçları ise oldukça düşük kalmış. Kaba bir hesapla, İsveç’te ortalama, üç günde bir cinayet işlendiği söylenebilir. Bu ülkede, hapis cezaları da 2 hafta ile 10 yıl arasında değişiyor. Çok özel durumlarda da 12-16 yıl, ya da müebbet hapis cezaları verilebiliyor. 

İsveç’te, cinayetlerin azlığına karşın bisiklet hırsızlığı son derece yaygın! Gece, bir kamyonla yanaşıp bisiklet parklarında yan yana duran yüzlerce kilitli bisikleti hatta motosikleti yükleyip götürüyorlar, sonra da ya İsveç’te, ya da başka ülkelerde satıyorlar. Sigortalı bisikletlerin üzerinde sahibinin kimlik numarası kazılı olduğu için polisler, zaman zaman bisiklet parklarındaki tüm  bisikletleri, ellerindeki çalınmış bisiklet listesiyle karşılaştırıyorlar.

Ev soygunlarının ve bisiklet hırsızlıklarının artması üzerine sigorta şirketleri yeni bir yöntem buldu. Polisten ya da sigorta şirketinden alınan özel bir kalemle çalınmasından korktuğunuz malınızın üzerine ya adınızı, ya da kimlik numaranızı kazıyorsunuz. Böylece çalınan malların elden çıkarılması zorlaştırılmış oluyor.

Bu kazınan kimlik numaraları insanın adından bile önemlidir İsveç’te. 1947’den beri herkesin on rakamlı bir kimlik numarası var. Rakamların ilk altısı doğum tarihini, sonraki üç rakam şahsın doğduğu il ve mahalleyi, dokuzuncu rakam cinsiyeti gösteriyor. Tek sayı erkek, çift sayı da kadın anlamına geliyor. Kimlik numaranız olmadan İsveç’te adım atmanız mümkün değildir! Vergi dairesinde, hastanede, işe girerken ya da okulda, adınızdan önce ilk sorulan soru kimlik numaranızdır.

Bu numarayı, çalınmasından korktuğunuz eşyanın üzerine kazımış olduğunuzu önceden hırsıza göstermek için de evin kapısına, ya da bisikletin üzerine sigorta şirketinin verdiği ve üzerinde göz resmi bulunan bir etiket yapıştırıyorsunuz. Böylece, “bunları çalsan da satman zor!..” denilmiş oluyor niyetlenenlere!..


Bana yâr olmayan parayı, hırsıza da yâr etmem!

İsveç’te her yaz binlerce ev soyulur. Bu nedenle, yaz başında hırsızlığa karşı alınacak önlemlerle ilgili kocaman listeler yayımlanır. Mektuplar posta kutusunda birikmeyecek, postaneye tembih edilecek orada saklanacak, yedi yerinden tutan kapı kilidi taktırılacak, komşuya ara sıra sizin çöp bidonunuzu da kullanmasını söyleyeceksiniz, kapının önüne bir, iki ayakkabı, bahçeye bir tırmık, çamaşır ipine de birkaç çamaşır atacaksınız. “Timer” denilen aletler satın alıp lambaların değişik aralıklarla yanıp sönmesini sağlayacaksınız diye sürer gider bu önlemler paketi. 

Bilindiği kadarıyla, İsveç hapishanelerinde, insanlar zincire vurulmuyor gerçi ama, saksılar konusunda İsveçlilerin o derece insancıl oldukları hayli şüphe götürür doğrusu! Örneğin, Stokholm Üniversitesi dev boyutlardaki saksılarının çalınmasından bıkmış olsa gerek ki,  sonunda çareyi, bunları pranga mahkûmları gibi duvarlara zincirlemekte bulmuş! 

Dükkân sahiplerinin, kapanış saatinden sonra da bankaya para yatırabilmeleri için ilginç bir yöntem kullanılır İsveç’te. Para ve kime ait olduğunu gösteren bir kâğıt, küçük bir çantanın içine yerleştirilir. Yolda çalınmasını engellemek için de çantanın içine boya dolu özel, ince bir karton konur. Biri gelip çantayı kaptığı anda sert temastan dolayı boya kartonu patlar ve paralar temizlenmesi olanaksız biçimde boyanır, dolayısıyla da kullanılamaz hale gelir! Benzeri bir durum, patlayıcıyla bankanın dışındaki kasaya ulaşılmaya çalışıldığında da ortaya çıkıyormuş.

Ancak, alınan tüm dahiyane teknik önlemlere karşın İsveç’te de soygunlar oluyor. Soygun sırasında, banka personelinin soyguncuya herhangi bir şekilde müdahalesi, zorluk çıkarması ya da yakalamaya çalışması kesinlikle yasak! Nedeni de, müdahale yüzünden insan canının tehlikeye girebileceği endişesi! Banka içindeki kameralar, zaten bankaya giren çıkan herkesin filmini çekiyor! Polis, alarmı aldıktan birkaç dakika sonra olay yerine geliyor, soyguncuları o sırada ele geçirememişse filmi seyredip ipucu yakalamaya çalışıyor. Soyguncular da karşı önlem olarak maske takıyor. Hatta bir ara, basının “maskeli çete” diye adlandırdığı bir grup, dönem dönem çıkıp tüm teknik önlemlere karşın büyük soygunlar yapıyordu İsveç’te!..


İskandinav insanına pasaport ağır geliyor!

Kuzey Ülkeleri topluluğuna “sekiz kanatlı kuğu” adı verilir. Bu kuğunun sekiz kanadını, üç monarşi (İsveç, Norveç, Danimarka), iki cumhuriyet (Finlandiya, İzlanda) ve üç özerk bölge (Åland Adaları, Far Öer Adaları, Grönland) oluşturur.
İsveç ve Finlandiya bağlantısız, Danimarka, Norveç ve İzlanda ise Nato üyesidir. Bu tür farklılıklara karşın Kuzey Ülkeleri, Birleşmiş Milletler gibi uluslararası platformlarda tek ülke gibi hareket edebiliyor. Kuzey Ülkeleri’nin yasaları da birbirine hayli benziyor, çünkü herhangi birinde bir yasa hazırlanırken öteki Kuzey Ülkeleri’nin hukuki durumu da dikkate alınıyor. İskandinavlar dışarıya karşı birbirlerini müthiş destekliyor. Öyle ki, bu “İskandinav dayanışması”ndan habersiz olanlar, dünya kupalarında, uluslararası yarışmalarda İskandinavların birbirlerinin takımlarını çılgınca alkışladığını görünce şaşırıp kalıyorlar!
1954’ten bu yana Kuzey Ülkeleri arasında AB benzeri bir uygulama söz konusu. Bu uygulama ile, İsveç, Norveç, Danimarka, Finlandiya ve İzlanda vatandaşları pasaportları olmaksızın ellerini kollarını sallayarak sınırlardan geçebilirler. Üstelik, herhangi bir oturma ya da çalışma izni gerekmeksizin bu beş ülkeden istediğine yerleşebilir ve o ülkenin vatandaşlarının yararlandığı her haktan da yararlanırlar! Bu “serbest dolaşım hakkı”ndan en çok yararlananlar da İsveç’e göç eden Finlilerdir.

İsveç, gelişmişlik açısından İskandinavya’da “büyük ağabey” konumunda. İsveççe de Kuzey Ülkeleri’nin hepsinde geçerli; örneğin, birçok Finli politikacı İsveç televizyonuna demeç verirken İsveççe konuşurlar, çünkü Finlandiya’da İsveççe ikinci resmi dildir! İsveç, Norveç ve Danimarka’nın dilleri birbirine hayli benzer. İsveçliler ve Norveçliler kendi dillerini konuştuklarında birbirleriyle son derece rahat anlaşabilirler. İlginçtir, Danimarkalılar İsveççe’yi anlar ama İsveçlilerin Danimarkaca ile araları pek yoktur!..


İsveçli hemşireler Norveç yollarında!

Beş kuzey ülkesinin dili, kültürü, sosyal yapısı, gül amblemli sosyal demokrat iktidarları ve hatta bayrakları bile o denli birbirine benzer ki, Norveç’teki hemşire maaşlarının daha yüksek olduğunu duyan İsveçli hemşireler bir an bile tereddüt etmeksizin alelacele bavullarını toplayıp Norveç yollarına düşmüşlerdi bir zamanlar! Fiyortlar ülkesi Norveç’in üçte birlik kısmı kutup dairesinin bile kuzeyinde kalıyor. Norveç, 1905’e dek Danimarka ile İsveç’in egemenliği altında kalmış olduğundan 17 Mayıs’taki Bağımsızlık Günü’nde Norveçliler, çoluk çocuk ellerinde bayraklar sokaklara dökülüverirler.

Sekiz Kanatlı Kuğu’nun üç monarşisinden biri olan Danimarka, İsveç’in güneyde kıtayla bağlantısını sağlayan ülkedir. Diğer Kuzey Ülkeleri’nden daha küçük ve düz olan Danimarka’nın havası da daha sıcaktır. Danimarka hem NATO, hem de AB üyesi olarak Avrupa’yla en güçlü politik bağlara sahip kuzey ülkesidir. Danimarka’da “Kuzey kültürü” yerini yavaş yavaş kıta Avrupası’nın kültürüne bırakmaya başlar. Bu minik ülkede seçimlerdeki baraj hayli düşük tutulduğundan parlamentodaki hassas dengeler nedeniyle sık sık seçime gidilir.

Kuğu’nun özerk bölgelerinden Grönland, İsveççe “yeşil ülke” anlamına geliyor. Vikingler bundan bin yıl kadar önce oralara gittiklerinde, adı gibi yemyeşilmiş ülke. Ancak, iki asır kadar sonra, havalar soğumaya başlamış ve Grönland’daki Vikingler donarak ölmüş!

Bir diğer özerk bölge de “”. Ålandlılar Fin pasaportu taşıyorlar ama askerlikten muaflar. Ada halkı, Kanarya Adaları halkı gibi kendi pasaportlarını taşımak istiyor. Ålandlıların bir kısmı adanın özgür olmasını, bir kısmı da İsveç’e bağlanmasını talep ediyor...


Ampul değiştirmek için neden yüz bir kişi lazım?

Her ne kadar, uluslararası platformlarda birbirlerini destekleseler ve sanki tek ülkeymişçesine ortak davranabilseler de baş başa kaldıklarında, İskandinavların aralarındaki çekişme hemen ortaya dökülüverir! İsveçliler, Danimarka Kralı Gaddar Christian’ın nasıl 1520 yılında Stokholm’ü ele geçirip doksan İsveçli soylunun tek tek kafalarını kestirdiğini, kesik kafalardan da meydanda bir piramit yaptırdığını, üç gün boyunca süren bu katliam sırasında, meydanın kızıl kana boyandığını, kısacası, meşhur “Stokholm Kan Banyosu”nu yabancılara uzun uzun anlatıp Danimarkalılardan dem vururlar! Danimarkalılara göre ise, İsveçliler sanki bir buzdağı kadar soğukturlar, kendini beğenmiştirler ve Kopenhag’a geldiklerinde de yaptıkları tek şey fitil gibi sarhoş olmaktır!

İskandinavlar birbirlerini küçümseyen, aptal yerine koyan muazzam bir fıkra ve bilmece dağarcığına sahiptirler. İşin ilginci, İsveçlilerin Norveçlilerle ilgili anlattığı bir fıkranın tıpatıp aynısı, Norveç’te de İsveçliler için anlatılır! İsveçlilerin pek sevdiği bir bilmece vardır. “Bir ampulü değiştirmek için Norveç’te neden yüz bir kişiye ihtiyaç vardır?” diye sorar İsveçliler. Ve hemen ardından patlatırlar yanıtı! “Efendim, Norveç’te bir kişi ampulü tutar, yüz kişi de evi çevirmeye uğraşır da ondan!” deyiverirler...


Savaşsız iki asır!

1814’teki Napolyon Savaşı’ndan bu yana savaşmamış olmasına karşın, İsveç’in hayli güçlü bir savunması var. Ancak işin daha da ilginci, pek çok ülkeye kıyasla, İsveç’in savunma harcamaları, bütçesinin oldukça küçük bir bölümünü oluşturur!

Yaşı 18-28 arasındaki İsveç yurttaşları, 7-10 ay arasında askerlik yapmak yükümlülüğündedir. Üst sınır 28 olduğu için bu yaştan sonra İsveç vatandaşlığına geçenlerin askerlik yapması gerekmiyor! İsveç’te üniversite mezunu olanla olmayan arasında askerlik süresi ya da rütbe açısından bir fark yok! Askere gidince yapılan bir sınav, kişinin er ya da erbaş olacağını belirliyor. İlginçtir, sınavı başarıyla verenlerin askerlik süresi uzuyor! Bu nedenle, uzun askerlik yapmak istemeyen kimileri, bazı sorulara bile bile yanlış yanıt verdiklerini söylüyorlar.

Kişisel ya da dini nedenlerle insanlara karşı silah kullanmak istemeyenler “silahsız askerlik” yapma hakkına sahiptir İsveç’te! Ancak, bu durumda askerlik uzuyor! Bir de silahlı ya da silahsız olmasına bakmaksızın askerlik yapmayı toptan reddedenler var. ‘68 döneminde komünistler, sonraları anarşistler ve sayıları yirmi bine ulaşan “Yehova Şahitleri”, “askerliğe hayır!” diyenlerden. Kimi yıllar, binlerce kişi silahsız askerlik yapıyor, ya da yüzlerce kişi Yehova Şahidi olduğu gerekçesiyle askerlikten muaf tutulabiliyor bu ülkede.

İsveç’te, askerlikle ilgili bir ilginç uygulama daha var! Tatbikat sırasında, “insan yaşamını tehlikeye atabilecek” bir durum söz konusuysa, asker, kendisine komutanlarının verdiği görevi “reddetme hakkı”na sahip!

Çok uzun yıllardır savaşmamış olan İsveç’te, gerektiğinde nüfusun yüzde 10’u hemen silah altına alınabilecekmiş. Askerliğini bitirenlerse, en çok beş kez olmak üzere son gelişmelere adapte olabilmek için yeniden eğitim yapıyorlar!

Olası bir savaşta İsveç’in en büyük kozu, güçlü hava filosu. Bir ara, bazı Polonyalı göçmenlerin tablo satmak üzere İsveç Hava Kuvvetleri’nde görevli pilotların evlerine gitmesi ve şüpheli hareketlerde bulunması üzerine bu şahıslar hemen sınır dışı edilmişlerdi. İsveç hükümeti, bu kişilerin, çıkabilecek bir savaşın hemen başında İsveç Hava Kuvvetleri’nde görevli pilotların saf dışı edilmesine yönelik istihbarat toplamaya çalıştığından şüphelenildiğini açıklamıştı...


İsveç’in en büyük kozu, güçlü hava filosu


Denizaltı avı komedyası!

İsveçliler, olası bir savaşta, hava filosu yanı sıra, önemli kozlarından olan savaş gemilerini de Stokholm takımadalarında, aynı James Bond filmlerindeki gibi, dağları oyarak inşa ettikleri donanma üslerine gizlemişler. Kapıları hem karadan, hem de denizden fırlatılacak atom silahlarına karşı korumalı olan bu üslerden İsveçliler yabancı denizaltıları izliyorlar.

1981’de bir Sovyet denizaltısının bu üslerden birinin yakınında karaya vurması ile, İsveç’te heyecanlı denizaltı avı dönemi açılmış oldu. Bu denizaltı avları yüzünden İsveç’te, iktidarla muhalefet, politikacılarla askerler birbirlerine girdiler! İsveç, resmen açıklamasa da, bu denizaltı macerasının sorumlusu olarak, gözlerini Ruslara çevirdi.

İsveç televizyonunda gösterilen bazı skeçlerde ise, “İsveç karasularının gerçekte yalnızca bir metre derinliğinin İsveç’e ait olduğu, gerisinin de denizaltı filosunun rahatça dolaşabilmesi için Ruslara bırakıldığı”  biçiminde şakalar yapıldı! Yetkili ve etkili şahıslar, her defasında, “yakalarsak bu kez pişman edeceğiz!” diyorlar, yabancı denizaltının bulunduğu tahmin edilen bölgeye bombalar yağdırılıyor, denizin altında filmler, fotoğraflar çekiliyor,  askeri operasyonlar düzenleniyor, derken, “Hay Allah! Yine elimizden kaçtı!” gibi resmi bir beyanla denizaltı avı noktalanıveriyordu!

Bu denizaltı öyküleri, sakin İsveç’i karıştırdı! Denizde yüzen teneke kutuları denizaltının teleskopu zannedip orduyu alarma geçirenlerin, gazete bürolarını arayıp “karanlıkta denizde balıkadamlar gördüğünü” anlatanların ardı arkası kesilmedi. Uzun sözün kısası, bir komedidir, bir curcunadır gitti düşman denizaltılarıyla ilgili!..


Dış yardım ve şekerleme tüketimi!

1968’den beri İsveç, GSMH’sının yüzde 1’ini sosyal ve ekonomik eşitlik için çalışan, ulusal bağımsızlığını kazanma mücadelesi veren ülkeler için ayırıyor. Yardım alan ülkeler, parayı nasıl kullanacakları konusunda özgürler. Yardım 1968’de başlıyor ama yüzde 1’lik orana ancak 1976’da ulaşılabiliyor. Sonraları, İsveç’te, ekonomik durum biraz inişe geçtiğinde 1984’te Muhafazakâr Parti'nin desteğiyle sosyal demokratlar, ekonomik durum düzelene kadar yüzde 1 hedefinden vazgeçilmesini önerdiler. Ancak çok sert eleştiriler karşısında bu önerilerini geri çektiler! İsveç, bu tür yardımlarla, az gelişmiş ülkelerin ekonomik ve siyasal bağımsızlıklarının artmasına, eşitsizliğin azalıp demokrasinin gelişmesine katkıda bulunmayı hedeflediğini ileri sürüyor.

İsveç GSMH’sından yüzde 1’lik pay alan bir diğer alan da şekerleme tüketimidir! Bu durum karşısında yüzde 1’lik dışyardımın azaltılmasını isteyen sağcı partilere karşı, İsveç solunun sağlam bir dayanağı vardır: “İsveç’in azgelişmiş ülkelere yaptığı yardım, sadece ve sadece şekerleme tüketimi için harcadığı para kadardır!”.

Milyarlarca kronluk dış yardımın bir bölümü, SIDA (Swedish International Development Authority) kanalıyla İsveç Parlamentosu’nun belirlediği ülke ve ulusal kurtuluş hareketlerine verilirken, bir bölümü de diğer yardım projelerinde kullanılıyor. Muhafazakârlar, bir dönem, Vietnam’da, İsveçlilerin yaptığı orman sanayi projesine yardımın kesilmesini talep etmiş, öte yandan da İsveçli bir yardım gönüllüsünün öldürülmesini gerekçe göstererek Mozambik’teki balıkçılık projesine yapılan yardımın iptalini istemişlerdi. Vietnam’a yapılan yardımı engellemeye çalışan Muhafazakâr Parti, bir seçim sırasında da ülkeyi, üzerinde sosyal demokrat Dışişleri Bakanı’nın resmi olan afişlerle donatmıştı. Afişlerin altına da “işte sizin paralarınızı Hanoi’ye veren adam bu!” diye yazmışlardı! 


"Adaletin bu mu dünya"

Az gelişmiş ülkelere yaptıkları maddi yardım, nüfuslarına bölündüğünde, kişi başına düşen dış yardımda, dünyanın en önde gelen ülkeleri, istatistiklere göre İsveç, Norveç ve Hollanda. Örneğin Hollanda, bu dış yardım şampiyonluğuyla geçmiş günahlarının bir nebze de olsa kefaretini mi ödemeye çalışıyor acaba?

Bugün, dünyanın en hoşgörülü insanlarından olan Hollandalılar, geçmişin en eski, en acımasız sömürgecileri! Endonezya’yı üç asır boyunca acımasızca yönetmiş Hollandalılar!.. Ve işte sonuç! 1964’te Endonezya'daki üniversite mezunlarının sayısı sadece ve sadece on yedi imiş! Ülkede kangren haline gelmiş olan rüşvet kurumu da sömürgecilerden miras kalmış!...

Öte yandan, İsveç’in azgelişmiş ülkelere yaptığı dış yardımın İsveç çocuk yardımı bütçesine ayrılan para kadar oluşu da hayli düşündürücü! Bu son kıyaslama, hem GSMH’sının yüzde 1’ini “çocuk yardımı” olarak ayırabilen İsveç'te, çocuklara verilen değeri gösteriyor, aynı zamanda da dünya kaynaklarının ne denli adaletsiz dağıldığını!..

Bütün dünyada, büyük kentlerde sokakta yatıp kalkan çocuk sayısı yüz milyonu aşmış.  Resmi rakamlara göre, bu çocuklar yok, ne doğduklarında eğlenceler düzenleniyor, ne öldüklerinde mezarları belli! Tüm dünyada, beş yaşından önce, hastalıktan, bakımsızlıktan ölen çocukların sayısı günde kırk bini aşarken, İsveçli çocuklar tek kelimeyle toplumun baş tacı!..

Her ne kadar İsveç, kişi başına düşen dış yardımda dünyanın en önde gelen ülkelerinden biri olsa da, Noel alışverişlerine 26 milyar kron, çarter seyahatlerine de 12 milyar kron harcayan İsveç halkının, az gelişmiş ülkelere yaptığı en iyi tahminle 10 milyar kronluk yardımın, “okyanusu kaşıkla boşaltmaya çalışmak!” misali, neye yeteceği hararetli tartışmalara konu olmuştu bir dönem! 

Pek çok ülkenin dış borçları dağ gibi yığılmışken, Asya ülkelerinin dışsatım gelirlerinin önemli bölümü dış borca giderken, Latin Amerika’nın dış borçları ise dışsatım gelirlerini kat be kat aşmışken, 10 milyar kron hangi yaraya merhem olabilecek ki acaba?..


Noel alışverişine 26, çarter seyahatine 12, dış yardıma ise sadece ve sadece 10 milyar kron!.. Okyanus o kadar büyük, kaşık da o kadar minicik ki!..


Silah satışında yasalar deliniyor!

Gerçi, iyi içerler ama, İsveçliler sanıldığının aksine, alkolizmde dünya rekortmeni değiller. Alkolizm sıralamasında ABD, Kanada, İngiltere ve Danimarka gibi büyük ağabeylerinden hayli gerilerdedir İsveç. Her ne pahasına olursa olsun, alkol tüketimini denetim altında tutmakta kararlı olan İsveç, kendi ülkesinde içki reklamına hiçbir şekilde izin vermediği dönemlerde, önemli ihraç ürünü olan “Absolut Vodka” için ABD’de dev reklam kampanyaları düzenlemekten hiç mi hiç çekinmedi! Ne demeli, demek ki, “okka her yerde dört yüz dirhem” değilmiş!


Absolut’un reklamı, İsveç’te yasak, yurtdışında serbest!


Çifte standart örneklerine, silah satışlarında da açık biçimde ve sıkça rast gelmemek mümkün değil doğrusu! Bir yandan, uluslararası platformlarda, barış, dostluk, dayanışma çabalarında minik İsveç hep ön saflarda görülür. Vietnam’ın, Nikaragua’nın haklarını savunmak için ABD’yle takışmayı göze alan, Afganistan’a müdahalesinden ötürü Sovyetler’e kafa tutan İsveç, öte yandan da Vietnam savaşı sırasında Vietkong’a karşı savaşan Avustralyalılara mermi satar!

Oysa İsveç yasaları, çatışma bölgelerindeki ülke ve örgütlere silah, cephane satışını kesinlikle yasaklıyor! Ancak, özel sektöre ait “Bofors” adlı silah şirketinin öyle yasadan, yasaktan korktuğu, çekindiği yok! Savaştan önce satmış oldukları Karl Gustav adlı el bombası atan İsveç malı silahların mermileri de, savaş sırasında İngiltere üzerinden Avustralyalılara ulaştırılmış!

1975 yılındaki bu skandal on üç yıl sonra ortaya çıkarıldı ancak sorumlular, her ne hikmetse, bir türlü bulunamadı! O dönemin Savunma Bakanı da dahil olmak üzere hiçbir hükümet yetkilisi, olayı “görmemiş, duymamış, bilmiyor”! Öyle ya, kabahat, samur kürk olsa kimse sırtına almazmış değil mi?..

Tüm dünyada “barış havarisi” olan İsveçliler, aynı zamanda tekniğin son harikası olan ölüm makineleri üretip bunları, kendi yasalarını da çiğneyerek savaşmakta olan ülkelere satmakta çok mu çok ustalar! 



Yasadışı silah satışında, skandal üstüne skandal!


İsveç silahlarının yasalara aykırı olarak, İsrail, Suudi Arabistan, Kuveyt, İran gibi ülkelerde de görüldüğü iddiaları ile her gün yeni bir skandal patlıyor! 1975’ten beri, Endonezya-Doğu Timor, İngiltere-Arjantin, Nijerya-Çad, ABD-Libya, ABD-Grenada, Hindistan-Pakistan savaşlarında İsveç’in taraflara silah sattığı kesinlikle belirlendi! Çoğu yorumcuya göre, bunlar, buzdağının sadece görünen kısmı! Silah satışındaki bu tür ciddi skandallerin peş peşeliği, olayların “birkaç kötü niyetli insan”dan, ya da “hata”dan ibaret olmadığını açıkça gösteriyor. Öyle ya, eşek bile, bir düştüğü yere bir daha düşmezmiş!

İsveç’in, özellikle az gelişmiş ülkelere, hem ekonomik yardım yapıp aynı zamanda da silah satmasını “bir eliyle verip öteki eliyle almak!” olarak da yorumlayanlar var. Ne acıdır ki, silah ticareti dünyanın hemen her yerinde, bu ticareti sınırlamaya çalışan yasaları delip geçiyor!..


“Evlilik izni” hakkından yararlanan casus! 

İsveç, 80’li yıllarda peş peşe skandallarla sarsıldı. Cinayet dosyalarının sonuçlandırılmasındaki başarı oranı, yaklaşık yüzde 95 olan İsveç polisi, ne ilginçtir ki, İsveç tarihinin en önemli cinayetlerinden birini, aradan yıllar geçmiş olmasına karşın aydınlatamadı! 1986’nın bir soğuk şubat gecesinde, sinema dönüşü sokakta öldürülen Başbakan Olof Palme’nin katili bir türlü bulunamadı! Binlerce olası cinayet nedeni arasında, katilin İsveç polisi ya da ordusu içinde olduğu, ya da adı son yıllarda çok sayıda silah kaçakçılığına karışmış olan Bofors silah fabrikası yöneticilerinin Palme’yi öldürtmüş olabileceği bile ileri sürülmüştü!

Bir diğer önemli skandal da Sovyetler hesabına casusluk yapmak suçundan mahkûm olan bir İsveç vatandaşının, cezasını çekmekte iken sırra kadem basması idi! “Olur a, en kaçılamaz denilen hapishaneden bile kaçılabilir!” diyebilirsiniz.

Ancak işin ilginci, “İsveç tarihinin en korkulu casusu” olarak kabul edilen bu şahıs, hapishaneden kaçmadı! İsveçli casus, 1987’de Güvenlik Polisi Säpo’nun izniyle, “hafta sonunu karısıyla birlikte geçirmek için”, yani, yasaların mahkûmlara tanıdığı “evlilik izni” hakkını kullanmak üzere evine yollandı! Polis, evin ön kapısını gözetim altında tutarken, “İsveç’in tek ömür boyu hapis hükümlüsü” olan Sovyet casusu, karısıyla birlikte arka kapıdan kaçtı ve üstüne üstlük yurt dışına çıkmayı da başardı!

Polis, “İsveç tarihinin en korkulu casusu”nun “evlilik izni”nde iken kaçışını, ertesi gün öğle saatlerine dek fark etmedi ve daha da ilginci, ülke çapında alarm verilmesi için akşama kadar beklendi! Onlar kaçtı kaçmasına ama Adalet Bakanı da koltuğundan oldu tabii!

Palme’nin katilinin yıllarca bulunamaması, Sovyet casusunun “evlilik izni”ndeyken kaçması, yasalara aykırı olarak savaş halindeki ülkelere silah satılması gibi skandallar peş peşe patladı İsveç’te. Bütün bu skandallar, sistemin zaafları yanı sıra, gücünü de gösteriyor. Bu ve benzeri skandalları ortaya çıkarabilen, sorumluları saptama cesaretini gösterebilen özgür bir basının da varlığına işaret ediyor tüm bunlar.

TV’de yaptığı programlarla çeşitli grupların, kurumların şimşeklerini üzerine çeken ve hatta askeri sırları açıkladığı gerekçesiyle bir dönem hapse atılan İsveç’in en gözüpek gazetecilerinden Jan Guillou, ortaya çıkartılmasında kendisinin de payı olan skandallar konusunda şöyle diyor: “Skandalları ortaya çıkmayan bir ülke, muhtemelen, özgür de olmayan bir ülkedir!”...


“Gerdanında bir beni mutlaka olsun!”

“Kadınlarla erkeklerin eşitliği”, “göçmenlerle İsveçlilerin eşitliği” derken mücadele edilmesi gereken yeni bir alan daha çıktı İsveç’te: “Kuzey Ülkeleri’nde doğmuş İsveçlilerle bu ülkelerde doğmamış İsveçlilerin eşitliği!”

İsveç’in en çok satan günlük gazetesi liberal eğilimli Dagens Nyheter’de çıkan bir ilanda bir temizlik firması, akşam saatlerinde temizlik yapacak birini aradığını bildirmişti. Ancak temizlikçi için bir koşulları vardı: Temizlik yapılacak işyerindeki gizlilik koşulları nedeniyle, aranan temizlikçi İsveçli olacak!

Ancak iş, bununla da bitmiyordu! Öyle, herhangi bir İsveçli de olmuyor, İsveçlinin muhakkak surette Kuzey Ülkeleri’nde doğmuş olması koşulu da aranıyordu! Yani öyle, Türkiye’den, Şili’den, Eritre’den ya da Yunanistan’dan İsveç’e gelip yıllar sonra İsveç vatandaşlığına geçip bir de üstüne üstlük her önüne gelen yerde temizlik yapmaca yoktu!

Bu ilanı verenler, “İsveç’te istediği yerde temizlik işi bulmak arzusunda olanlar her şeyden önce, hele bir ‘doğru’ yerde doğmayı öğrensinler!” diye mi düşünüyorlar nedir? Oysa, doğdun mu İsveç’te doğacaksın değil mi ama? Haydi diyelim ki o olmadı, o halde bir Kuzey Ülkesi’nde doğacaksın ki, bu ülke eğer İsveç değilse, hemencecik İsveç vatandaşlığına geçip “iç huzuruyla, gönlünün çektiği işyerinde doya doya temizlik” yapabilesin!

Hem resmi kurumların her alandaki eşitlik nutuklarını dinleyip, hem de İsveç vatandaşlarının bile doğdukları yerlere göre türlere ayrıldığını görünce, ister istemez “Ben kalender meşrebim, güzel, çirkin aramam!” diye başlayıp  “Gerdanında bir beni mutlaka olsun!” diye devam eden, sonra da, ne yanağının alcalığını, ne dudağının balcalığını bırakan kanto geliveriyor insanın aklına! “Olur ise böylesi olsun!” değil mi ama!..


Öz-İsveçliler biraz daha eşittir!

Bazı temizlik işlerine girebilmek için bile “Kuzey Ülkeleri’nde doğmuş İsveçli” olma koşulunun aranması, ilginç bir çağrışım yaptı bende! George Orwell’in “Hayvanlar Çiftliği”ndeki “Bütün hayvanlar eşittir, ama bazı hayvanlar biraz daha eşittir!” sloganını çağrıştırmıyor mu “Bütün İsveçliler eşittir, ama Kuzey Ülkeleri’nde doğmuş İsveçliler biraz daha eşittir!” anlamına gelen bu temizlik ilanı? “Hayvanlar Çiftliği”ndeki domuzlara sorarsanız, “sadece ‘ama’ ile başlayan küçük bir ilave” yapmışlardı! Ancak, gücü elinde bulunduranlar  “ama” diye başlarlarsa, bilin ki, tehlike çanları çalmakta ve enselerde boza pişirilecek zamanlar hızla yaklaşmaktadır!

Sonuçta, en kısa zamanda en fazla parayı kazanıp ülkelerine geri dönme hayalinde olan göçmenler arasında hayli popüler olan akşam temizliği işlerinden biri daha bu ilanla, “Ârî ırk”a yani “Kuzey Ülkeleri’nde doğmuş İsveçliler”e kaptırılmış oldu!

Temizlik deyip geçmemek lazım! Bu tür akşam temizliği işlerinin özelliği şu: Sekiz saat çalıştığınız işinizden çıktıktan sonra, temizlik şirketinin size verdiği anahtarla devlet dairesi, ya da özel ofise giriyor ve mümkün olan en kısa sürede çöpleri döküp tozları alıyor, üç saat sürmesi planlanmış işi bir saatte bitiriyor ve kapıyı çekip gidiyorsunuz. Örneğin, seyahate çıkmak için kısa sürede çok para biriktirmek isteyen bazı İsveçliler için de oldukça cazip bir iştir, bu akşam temizlikleri!..


1 Mayıs, caz müziği ve Türk kebabı

İsveç’te 1 Mayıs kutlamalarının tarihi çok gerilere uzanıyor. Belediye bandolarının “Enternasyonal” çaldığı İsveç 1 Mayıs’larıyla ilgili arşiv fotoğraflarından, sendikal hareketin asırlık mücadelesini ve uluslararası dayanışmasını izlemek mümkün:

1890: “8 saat iş-8 saat özgürlük-8 saat dinlenme!”
1908: “Kahrolsun taç, mihrap ve para kesesi!”
1909: “Militarizme ne tek bir adam, ne de tek bir kuruş!”
1917: 1.Dünya Savaşı nedeniyle 1 Mayıs’ın hâkim sloganı “barış” olmuş.
1928: İşsizlere insanca muamele talep eden sloganlar ağırlıkta.
1937: İspanya İç Savaşı ile birlikte “Demokratik İspanya ile Dayanışma!” sloganları ön planda.
1930’lar: “İşsizlerin ve grevdeki işçilerin çocuklarına yiyecek ve elbise istiyoruz!” yazılı afişler taşıyor çocuklar.
1956: İsveç’te yaşayan Macar göçmenler, 1 Mayıs’ta elleri birbirine zincirle bağlanmış olarak Sovyetler’in Macaristan’a müdahalesini protesto ediyor.
1960’lar: İşitme engelliler TV’de daha fazla altyazı talep ediyor o yıllarda.
1962: “Caz müziğine saygı, kültürel silahlanmaya devam!” 
1967: Angola ve Mozambik’teki baskıları kınayan afişler ağırlıkta.
1968: Fransa’daki gösterilerin militanlaşmasıyla birlikte, Fransız göstericiler, polis coplarına karşı miğfer kullanıyorlar. İsveç’te de, polisle pek bir çatışma olmamasına karşın miğferli göstericiler görülmeye başlıyor 1 Mayıs alanlarında. 1968’de 1 Mayıs’ın temel konularından biri Yunanistan’daki Albaylar Cuntası. Sonradan Kültür Bakanı olan Melina Mercouri de Stokholm’deki 1 Mayıs gösterilerinde ülkesindeki baskıları protesto eden konuşmalar yapıyor.
1970: ABD’nin Vietnam’daki katliamlarını kınayan afişler ağırlıkta. Ayrıca, politik nedenlerle askerlik yapmak istemeyenlere izin verilmesini talep eden yazılar da görülüyor fotoğraflarda.
1974: ’73 darbesi sırasında öldürülen Şili Devlet Başkanı Salvador Allende’nin kızı İsveç’teki 1 Mayıs’ta konuşuyor. 
1975: Tekerlekli sandalyeleriyle törenlere katılan engelliler göze çarpıyor.
1983: Ellerinde ameliyat eldivenleri, üzerinde de kanlı bir hastane gömleği olan biri “Özgür kürtaj!” yazılı bir pankartla ironik biçimde, kürtajın serbest oluşunu protesto ediyor 1 Mayıs’ta.



Çocuk arabalarını süren anneler, çocuklarını omuzlarında taşıyan babalarla dolu İsveç 1 Mayıs’ları...


Stokholm’de gerek sosyal demokratların gerek çeşitli sosyalist partilerin ayrı ayrı kutladığı 1 Mayıs gösterilerinde davullar, borazanlar, saksofonlar hiç eksik olmuyor! Kimi Latin Amerikalı gruplar sürekli müzik çalıyor. Bazı kortejlerin önlerinde de “Enternasyonal” marşını çalan belediye bandoları ve müzisyenler yürüyor.

Kimileri Irak’ın kimyasal silah kullanmasını protesto eden bir pankart taşıyor, kimileri Eritre’ye Sovyet müdahalesini kınıyor! Göğüslerinde barış güvercini rozetleri, ellerinde “Nikaragua Yaşayacak!” yazılı kutularıyla ak saçlı İsveçli teyzeler Sandinistlerin yönetimindeki  Nikaragua için bağış topluyor... Sanki, her bir enstantane dünyanın bir köşesindeki adaletsizliğin tanığı!



İsveçli teyzeler, “olmaz ki, herkesin ortasında da böyle öpüşülmez ki!” diye mi düşünüyorlar, yoksa, “bizim gençliğimizdeki 1 Mayıs’larda niye bunlar olmazdı ki sanki!” diye mi hayıflanıyorlar bilinmez?


İsveç’teki 1 Mayıs’ların bir özelliği de alanlarda satılan yemeklerin enternasyonalliği! Türk kebabından Uruguay sosisine ve Şili böreklerine kadar dünyanın dört bucağından bin bir çeşit yemek kokusu birbirine karışıyor 1 Mayıs’larda. Çocuk arabalarını süren anneler, yorgun düşmüş çocuklarını omuzlarında taşıyan babalarla doluyor ortalık. Kısacası, seyrine doyulmaz bir şenlik olarak kutlanıyor 1 Mayıs’lar İsveç’te!..


Not: Bu yazı, Murat ÖZSOY'un İsveç ve Filmin İkinci Yarısı adlı kitabından yazarının özel izni alınarak yayımlanmıştır.


Murat ÖZSOY'un "İsveç ve Filmin İkinci Yarısı" dizisindeki yazıları: 







 Yazılan Yorumlar...
Erdin İVGİN
(24 Ağustos 2015)
Kaleminize sağlık Murat Bey,

Bu yazı dizinizi keyifle ve şaşırarak okuyorum. Siz bu gözlemlerinizi yapalı 30 yıla yakın zaman geçmiş. Ancak Türkiye sendikal haklarda İsveçin 30 yıl önceki durumuna bile ulaşamamış.

Teşekkürler.