Güney Afrika: Bir Düğün ve Safari Masalı...


Bu gezi yazım benim için masal tadında. Bir varmış bir yokmuş gibi. Bu yüzden “Viva South Africa” diye  başlamak istiyorum. Yeğenim Evrim ve Ryan’ın evlilikleri için, heyecanla beklediğimiz, gençlerin aylardır hiçbir ayrıntıyı kaçırmadan hazırlandıkları Güney Afrika'daki düğün günü geldi. Biricik yeğenimizin en güzel günlerinde birlikte olacak ve belgesellerden hayranlıkla izlediğim büyülü vahşi hayatın içinde olacaktım. Afrika kıtasının en güney ucunda, biri Atlas diğeri Hint olmak üzere iki okyanusla çevrili Güney Afrika’nın bir bölümünü keşfedecektim. Severek izlediğim onlarca Afrika filmlerinden ve 1980’li yıllarda hayranlıkla izlediğim “Tanrılar Çıldırmış Olmalı” filmlerinin coğrafyasına, hayvanlarına ve kültürüne yakından tanık olacaktım. Onca yaptığım gezilerimden en heyecanlısı olan bu gezimin dersine çalışmıştım. Gerçi Evrim ve Ryan bize mükemmel bir Güney Afrika düğün ve gezi programı hazırlamışlardı. Her günün ayrıntılı planı elimize verilmişti. Ryan’ın ailesi Johannesburgta gençler New Yokta yaşıyor. G.Afrika düğünü Johannesburg'ta. Türk geleneklerine göre gerçekleşecek düğün ise 5 Eylül Bodrum Göltürkbükü Flamm Otelde. Afrika ve Bodrumda yapılan düğün merasimleri ve geziler için Ryan ve Evrim’in en yakınları olan 35 kişilik düğün gurubu 15 günden fazla iki kültürün ve coğrafyanın birlikteliğine tanık olacaklar ve neredeyse 40 gün 40 gece sürecek mutluluğu paylaşacaklar. Kim demiş günümüz dünyasında her şey bireyselleşti. İşte kanıtı: Evrim ve Ryan en yakınlarıyla aşklarını resmileştirecekler.

 
 




Johannesburg’a inerken şehrin bir bölümünün görüntüsü…
 



Johannesburg’un gecekonduları; teneke evler
 




Bize el sallayan Güney Afrikalı bir kadın…
 




Çocuklar her yerde çok tatlılar…
 

T.H.Yollarından 6 ay öncesinden aldığım gidiş ve dönüş direk uçuş biletim 2170 liraydı. Şanslıyız. Çünkü Güney Afrika ve safari konusunda uzman olan Ryan’ın kardeşi Jason ve eşi Nicky, Evrim ve Ryan yapılabilecek en doğru rotayı hazırlamışlardı. Evrim aylar öncesinden planladığı bu gezi harcamalarımızın yer aldığı dosyayı guruba iletmişti. Her şeyin planlandığı düğün gezimiz başlıyor ve 9 saatte Johannesburg’a iniyoruz. Türkiye için yaz. Burası ise kıştan henüz yeni çıkmış. Bahara merhaba diyor. Hava, pırıl pırıl ve güneşli. Uçaktan şehre baktığınızda yemyeşil ve modern bir anakent. Dünyanın el emeği ile en çok yeşilliğe sahip yeri seçilmiş burası. johannesburg yakınlarında Witwateerstrand’da 1886’da altın madeninin bulunmasıyla, izleyen on yıl içinde johannesburg’un büyük bir kente dönüşmesi beraberinde siyasi kamplaşmalar ve bölünme dönemini başlatmış. Taşı toprağı gerçekten altın olan, ticaretin zengin olduğu bu şehir, 1900’lü yılların başında ülkenin siyah ve beyazların bir arada yaşadığı en büyük kenti durumuna gelmiş. Zengin madenlerin bulunmasıyla birlikte sömürgecilik bu topraklarda kök bulup serpilmiş. Uçakta izlediğim “Mandela Özgürlüğe Giden Uzun Yol” filmi bu anlamda Güney Afrika’nın acılı ve çatışmalı geçmişini anlatıyor. Geçmişte olan siyah beyaz ayrımı resmiyette kalmamış, ancak kaldığım sürece gözlemlediğim, yaşayanların beyinlerinde hala bu ayrımın varlığıydı. 10 yıldan biraz fazla bir demokrasi süreçlerine karşın geçmiş tarihe bir sünger çekip yok saymanın zorluğunun varlığını hissediyorsunuz bu coğrafyada. 1994’de ilk demokratik seçimler yapılarak Ulusal Birlik Hükumeti kurulmuş, Mandela ilk demokratik seçimle gelen başkan olmuştu. Şehir yeşil ve modern yüzüyle bizi karşılıyor. Bu şehir algımızdaki Afrika’ya benzemiyor panoramik olarak. Hatta bizleri Afrika’ya yolcu eden arkadaşlarımızdan bazıları aman dikkat edin, yamyamlar sizi yemesin gibi espriler yapmaktan geri kalmamışlardı!




Johannesburg'da onlarca golf sahalarından biri…
 




Ultra güvenlik önlemleriyle, havuz dahil her türlü konforuyla lüks bir konut…
 




Mevsimlik işçiler ekmek parası derdinde…
 




Dünyanın her yerinde turistler için gösteriler yapılır…
 
 


Düğün ve sonrasında ulaşımımızı sağlayan otobüsümüze biniyoruz. Johannesburg, metropol alanı 4.5 milyon nüfusuyla Güney Afrika Cumhuriyeti'nin en büyük şehri. İngilizce ortak dil, birçok yerli diller de konuşuluyor. Nüfusun sadece 500.000 den fazlası beyaz, çoğunluğu siyah. Para birimi rand. Kredi kartı her yerde geçiyor. Hediyelik eşya dükkânlarında dolarda kullanılabiliyor. İlk bakışta gelişmiş görünse de, gelir dağılımının eşitsizliği hemen göze çarpıyor. Lüks yerleşimlerinin yanı sıra derme çatma yapılmış yamalı bohça gibi teneke evlerden oluşan yoksul yerleşimler beni şaşırtıyor ve hüzünlendiriyor. Yol boyunca epey rastlanıyor bu görüntülere. Olağanüstü güvenlik tedbirleri alınmış lüks konutlar, oteller ve golf sahalarına rastlıyoruz. Resmi olarak siyah beyaz ayrımı olmasa da görünmez kuralların işlediği ayrımlar net olarak görünüyor. Beyazlar ve siyahlar ayrı bölgelerde konuşlanmışlar. Günlük konuşmada Joburg ya da Jozi diyorlar bu kente. Küçük ve büyükçe yüzlerce gördüğüm bir sürü gölün eski maden yatakları olduğunu ve göle dönüştüğünü öğreniyorum. 8 gün kalacağımız bu coğrafyada gençlerin organize ettikleri plan dahilinde, otobüsümüzle Johannesburg görüntüleri eşliğinde 2 gece kalacağımız ve düğünün yapılacağı Askari Game Lodge oteline bir saatte varıyoruz.




Düğün yeri Askari Game; konakladığımız evler ve panoramik kadraj
 



Askari Game Lodge’da hayvan dostlarımız her yerde…
 



Odamdan gece olunca hipoları ot yerken fotoğraflıyor gündüz ise doğal  koro ile mest oluyorum…
 
 


Askari Game Lodge: Doğal parkın içindeyiz. Lodge denilen oteller var bu parklarda. Konaklama evleri çoğunlukla Afrika doğal malzemelerinden harmanlanmış, tavanları çok yüksek ve sazlıklardan yapılmış. Doğayı sevenler için muhteşem bir deneyim. Her şey doğal, odalarımız güvenli ve 5 yıldızlı otel konforunda. Yatağımızda cibinlik bile var. Minikte olsa etnografik ve tabiat tarihi müzesi var kaldığımız tesisin. Müzedeki Afrika tarihinin görselleri, objeleri, dışarıdaki öküz arabası koleksiyonu ilginç. Kilisesi, havuzu, çok amaçlı salonları, lokantaları, v.b. gereken her şey mevcut. Çalışanların hepsi siyah. Güler yüzlü, sempatik ve çalışkanlar. Akşamları diğer kaldığımız otellerde de yapılan braai dedikleri Afrika stili mangal davetiyle başlıyor hoş geldin partisi. Sebze, meyve ve et çeşitleri bol. Her türlü erzak dışarıdan parklara getiriliyor. Bizim ağız tadımıza uygun tatlar. Birkaç çeşit et yemeğinden impala etini, sonra kuyruk etini seçerek başlıyorum yemeğe. Bölgeye has yemekler ağız tadımıza uygun ve lezzetli. Meyvelerden, pattaya, ananas, mısır inciri favorilerim. Tatlı kabaktan yapılan çorba çok lezzetli. Birkaç parçaya bölünmüş haşlanmış mısır her öğünde masaya konuluyor. Kırmızı pancar salataları da çok kullanılıyor. Et yemekleri çeşit  çeşit. Bu kadar lezzetten sonra verandada oturuyorum ve doğal hayatın içinde yıldızlar başka parlıyor. 

 




Evrim ve Ryan ormanda konuklar eşliğinde  evlilik sözü veriyorlar…
 



Bizler bir ömür boyu mutluluklar dilerken Güney Afrika'da  hayvan dostlarda katılıyor fona…
 



 Meyveler,  yaş pasta, her öğünde mısır. Sağdaki fotoğrafta tatlı kabak çorbası ile kuru etler var…
 




Düğün öncesi tanışma partisinde zulu dans grubu gösterisi…
 
 


Korunaklı bir hayvan parkında bulunduğundan kaldığımız odadan 5-10 metre karşımızdaki göllerden birinde hipolar (su aygırı), sadece bir iple ayrılmış bölümün yanı başında onlarca kudu (Güney Afrika'ya has antilop gri renkli ve boynuzları düz), waterbuck (antilopun boynuzlarının büyük ve eğri olan), nyala (nadir bulunan antilop cinsi, sarı ve çizgili), reedbuck, impala sakin sakin duruyorlar. Boynuzsuz olanları dişi. Verandamızda bazen karşımızda bir maymun beliriyor, duvarda birkaç sürüngen. Nedense hiç tedirgin değilim. Animal Planet, Nat Geo Wild gibi kanallardan onlarca kez izlediğim hayvanlar gezegenindeyim. Zaten çocukluğumun doğal coğrafyası, oğullarımızı büyütürken evimizden hiç eksik olmayan evcil hayvanlar (yılan, atmaca bile bakmışlığımız vardır) sayesinde hayvanlara pek tedirginliğim yoktur. Bu coğrafyaya hazırım.

Bambaşka bir atmosferde uzaklardan, yakınlardan gelen onlarca hayvan seslerinin arasında düğün öncesi tanışma partisi başlıyor. Güney Afrika’da düğünler bizdekine göre seremonileri daha fazla ve uzun sürüyor. Amerika, İngiltere, Kanada, Güney Afrika ve Türkiye’den gelenlerle 70 kişilik bir düğün davetli gurubuyuz. Biz kardeşler dışında herkes ileri düzeyde İngilizce bildiği için, çoğunlukla birbirini tanıyan samimi, neşeli ve iletişimi bol bir düğün öncesi partisi. Biz kardeşlerde az düzeyde İngilizce'miz ve akıllı telefonlarımıza indirdiğimiz “google çevirmen” sayesinde idare ediyoruz. Otel parti için çok güzel ortam ve lezzetler hazırlamış. Evrim ve Ryan’ın sürprizleri bitmiyor. Bu akşama özel anlaştıkları, kalabalık bir "Zulu Dans Gurubu" çıkıyor sahneye. Zulu kabilesi, Güney Afrika'da yaşayan bir topluluk. Gerçek bir öyküden esinlenerek yapılmış olan “Zulu” filmini seyredenler vardır belki de bu yazımı okuyanlar içinde. Özgün kıyafetleri, neşeli ve ritmik dans figürleri, müzikleri, enerjik dansları bizi mest ediyor. Gösteri bitiminde zulu dans gurubuna davetliler de katılarak nefes nefese kalıncaya kadar dans ediyorlar.



Umbhaba Lodge ve penceremizden bir Henri Rousseau tablosu. Bu fonlar kaçmaz…




İlginç bir Güney Afrika ağacı…
 
 


Kahvaltımızı yaparken etraftaki vahşi hayvanları güvenli bir şekilde seyrediyoruz. Hazırlıklar bitiyor ve büyük safari araçlarıyla yakındaki ormana gidiyoruz. Evrim ve Ryan’ın evlilik yeminleri seremonisi yapacakları yer masallardaki gibi hazırlanmış. Misafirler banklarda oturmuş, gelinle damadı bekliyor. Rengarenk çiçeklerle bezenmiş bu romantik ormanın içinde birbirlerine verdikleri sözler hepimizin gözlerini dolduruyor. Ve akşam Askari Game Lodge Otelin nefis düğün evinde bin bir gece masallarındaki gibi bir düğün gerçekleşiyor. Yemekler yerel tatlar. Düğün pastası Afrika özel kapları şeklinde yapılmış ve çok lezzetli. Düğün sonuna doğru otelin çalışanları dahil hepimiz pistteyiz. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.


Güzel bir gecenin sonunda odalara dönüyoruz. Oda ne! Gecenin karanlığında, yanımızdan onlarca kudu geçiyor. Emine'nin (görümcem) önüne bir kudu atlıyor, 3 metrelik duvarın üzerinden. Karanlıkta neye uğradığımızı şaşırıyoruz. Neyse ki ucuz atlattık diye şükrediyoruz. Bu coğrafya çok dikkat gerektiriyor. Verandada gördüğümüz maymunlarla selamlaşıyoruz. Çok utangaçlar, hemen kaçıyorlar. Sabahın ilk ışıkları eşsiz ortama kucak açtığında benim gibi anı kaçırmak istemeyenler dürbünleriyle verandalara çıkmışlar bile. İlk kez duyduğum farklı farklı yüzlerce kuş sesleri, hayvan sesleri sessizlikte yankılanıyor. Karşıdan sürüler halinde hayvanlar geçiyor. Yanı başımızdaki nehirdeki hipolar (Hippopotam/su aygırı), güneş ışığından hemen zarar gören ciltleri yüzünden gündüz suda sadece burun deliklerinin üstüne kadar suya dalmış ve etrafa bakıyorlar. Aslında bu hipoların gülen yüzüne bakmayın, dünyadaki en tehlikeli hayvanlardan biri. Kocaman cüsseleriyle ve sadece ısırmalarıyla bile rahatlıkla bir can alabiliyorlar. Eskiden beri burada yaşıyormuşum gibi rahat, korkusuz ve mutluyum. Hepimiz insanız yerine hepimiz canlıyız ve doğa bizim ortak evimiz diye geçiriyorum içimden.

 
 




Umbrella Ağacı…
 




Düğün safari gurubumuz  (Foto: Omar Aberia)…
 




İlk safarimiz Kapama Game Reserve Parkında …
 
 


Rotamız Kruger Park. Ancak otobüsle 9-10 saati bulduğu için 2 gece konaklamalı farklı yerleri ve safarileri anlatacağım bu yazımda. Kruger Parktaki safari bu yazıma sığmayacak. Bu yazımın 2.bölümünde Kruger Parktaki safarimizi anlatacağım. Yol üzerindeki 150 civarı Afrika el sanatları dükkânı, çeşit çeşit kafe, lokantaların bulunduğu, yılanlı adamların, Afrika müziklerinin yapıldığı karnaval gibi bir yer olan Chameleon Village’deyiz. Afrika el sanatlarından her şey mevcut burada. Hayatımda bu kadar zor alışveriş yapmamıştım. Tezgaha baktığınız anda yandınız. Peşinize bir takılıyorlar, asla vazgeçmiyorlar satıncaya kadar. Alacağınız objenin en yüksek fiyatını söyleyip, dörtte birine razı oluyorlar. Pazarlık yapmazsanız, randlarınızın epey bir kısmını hediye alırken bitirebilirsiniz. Yol uzun olduğundan geceyi göl kenarında bir cennet olan Umbhaba Lodge'da geçiriyoruz. Köşelerden Henri Rousseau’nun tabloları bize göz kırpıyor sanki. Çevre keşiflerinden sonra ertesi gün erkenden safarinin başlayacağı Kapama Game Reserve Parkındaki, 2 gece kaldığımız Moditlo River Lodge rotamız.

Motildo River Lodge / Kapama Game Reserve Parkı: Ağaçların arasında, ağaç köprülerle ulaştığımız odalarımıza rehber eşliğinde gidiyoruz. Kesinlikle tek başımıza gitmeye izin vermiyorlar. Diğer lodge’lar gibi, ormanın dokusuna uyumlu, geniş odalı, konforlu bir tesis. Yemeğimizi yerken, maymun, domuz, nyala ve kuduları görüyoruz. Bizdeki kedi ve köpeklerin rahatlığıyla çevrede geziniyorlar. Gençler kendilerini havuza attılar bile. Heyecanlıyız, aslan, leopar, gergedan, fil, buffalodan oluşan ve “Big Five/Büyük Beşli” olarak bilinen ormanın en vahşi saldırganlıkta ilk beşe giren hayvanlarını göreceğiz. Sabahın ilk ışıklarıyla muffin keklerimizle, çayımızı yudumlayıp, 06.00 da safari (4x4) araçlarındayız. Bu araçlar doğal parklara özel modifiye edilmiş, üzeri açık ya da yarı açık arazi jeepleri. Üstü ve yanları açık olan bu araçlar her türlü manevrayı rahatlıkla başarıyorlar.

 
 






Ormanların kralı aslan avdan sonra dinleniyor bazen ailesini koruyor bazen de romantizm yaşıyor…
 
 


Hayvanların en aktif olduğu saatler sabah erken ve akşamüstü saatleri olduğu için günde 2 kez safariye çıkacağız. Sabahları yapacağımız 3 saatlik safarimiz için gurubumuz dört ayrı araca bölündü. Her aracın iki rehberi var. Uçsuz bucaksız Afrika ormanlarının, vahşi hayatın içine dalıyoruz. Rehberlerimiz burada doğup büyümüşler. Orman yuvaları safariler hayatları olmuş. Kaptanımız Michael 5 çocuğu olduğunu ve haftada bir kez evine gidebildiğini ve çocuklarını görebildiğini anlatıyor. İşini çok sevdiğini, hayvanları gördüğünde bizden çok sevindiğinden ve onlara sevgiyle baktığından anlıyorum. Vahşi hayatın bir parçası olmuş sanki rehberlerimiz. Seslerden, hayvanların ayak izlerinden, dışkılarından, yılların getirdiği deneyimlerinden hayvanları buluyor ve bizimle buluşturuyorlar.

Rehberlerimizin bizi uyardığı gibi; sessizce ve ayağa kalkmadan hayvanları seyrediyoruz ve fısıltıyla konuşuyoruz. Vahşi hayatın şakası yok, ani hareketler, ani sesler bu doğal yaşamın dengesini bozabilir ve bir kazaya kurban gidebilirsiniz. Bunun farkındayız. Ormanda yaşayan hayvanlar, yıllardır bu safari araçlarını ve insanları orman kuralları dahilinde gözlemledikleri için, zararsız olduklarına kani olmuşlar. Safarideki araçları ve insanları tehdit olarak algılamıyorlar. Masum masum bize bakıyorlar. Belki de bu araçları zararsız bir hayvan zannediyorlar. Çok yakınımızdalar Benim için şaşırtıcı bir deneyimdi. Vahşi hayat belgeselcilerinin işinin çok zor ve tehlikeli olduğunu düşünürdüm. Burada, belgesel çekimlerinde sabır, dikkat ve sakinliğin en önemli kural olduğunu anladım.

 
 




 
 



Afrika’nın olmazsa olmazı filler…
 
 


Aslan sürüsüne rastlıyoruz. Baba, anne ve 4 yavrudan oluşan aslan ailesini izlemeye başlıyoruz. Akşam avlanan aslanlar göle su içmeye gelmişler. Sere serpe uzanmışlar dinleniyorlar. Yavru aslanlar sürekli hareket halinde ve oynuyorlar. Ara sıra baba aslana sırnaşıyorlar, baba aslan bir kükrüyor yavrulara “gidin başımdan, yorgunum” dercesine onları yanından kovuyor. Aslanların boyunlarında mikroçip var. Rehberler aslanların yaşlarını, yavruların kaç aylık olduğunu biliyorlar. O da ne, başka dişi aslan geldi, yavruları sevmeye ve yalamaya başladı. Baba aslan yavruların annesi gelince 4-5 metre uzaklıktaki diğer dişinin yanına giderek, onunla ilgilenmeye başladı ve yanından hiç ayrılmadı. Hayvanların kendilerine has ritüellerinden birini seyrediyoruz. Her yerde impalalar var. O kadar çoklar ki. Popolarında büyükçe bir M harfi var. Rehber, bu yüzden onlara ormanın Mc Donalds’ı deriz diyor. Hızlı ve zıplayarak koşuyorlar. Çok sevimliler, onlara bakarken hüzünleniyorum. Büyük beşliye en çok yem olanlar impalalar. Ne kadar da sevimliler. Sıçrama uzaklığı 9 m'ye, sıçrama yüksekliği 3 m'ye varıyormuş. Safariye çıktığımız andan itibaren doğal hayatın akışına ve hayvanlara öyle bir yoğunlaştık ki şehirdeki hayatımızın koşuşturmasını, stresi, her şeyi unuttuk. Tamamen doğal hayatın akışına bıraktık kendimizi. Yaptığım onca gezilerin hiçbirine benzemiyor safari. Bu araçlarla kilometrelerce ve saatlerce uçsuz bucaksız bu coğrafyada; ormanın doğal dokusuna, kokusuna, kendine has müziğine kapılarak iz sürebilirim.



Rehberler hayvanların ayak izlerinin peşinde.Yalnız bir  wildebeest…
 




Çitalar yavru wildebeestlerı avlamadan hemen önce…
 


Bu araçlar bir acayip. Bazen birkaç metrelik çukurları aşıyor, bazense yürüyerek bile zor aşılan tepelere çıkıyor, hatta hedefe ulaşmak için küçük ağaçları devirerek geçiyoruz. Kaptan araçla bütünleşmiş sanki. Ara sıra telsizle de iletişim sağlayarak, en zor köşeleri bile aşarak, bizi hayvan dostlarımızla buluşturuyor. Kilometrelerce yol kat ettiğimiz ve hiçbir izin olmadığı yerlerden şaşırmadan rotasını belirliyor. Safaride birbirinden bağımsız tura çıkan gurubumuzla molada buluşuyoruz. Bazen safariye gelen birkaç turist aracı çıkıyor karşımıza. 3 saatlik safari bitiyor ve otelimize dönüyoruz. Açık büfe kahvaltımızda yok yok. Özellikle burada kahvaltının bizden farklılığı bol çeşitli meyve ve kurutulmuş, kuru yemiş gibi yenilen etler. 15.30’a kadar serbest zaman. İsteyenler havuzda yüzebilir, dinlenebilir, otelin aktivitelerinden yararlanabilir. Biz yine dürbünlerimizle yakınlardaki keşifler peşindeyiz. Utangaç maymunlarla (vervet monkey) iletişim kurmaya çalışıyoruz ve onların komik hallerine gülüyoruz. Miyavlama sesi duyuyoruz, etrafta kedi arıyoruz. Oda ne! Ağaçtaki kuş kedi gibi miyavlayarak ötüyor.

Ve öğleden sonraki (15.30) safari başlıyor. Rehberimiz Kozi ve kaptanımız Mayk safari aracımızla bizi ormanda survivor gibi turlatıyor, tüm duyularını çalıştırarak. Hedefi yine 12'den vuruyor. İki tane devasa büyüklükteki gergedan (rhino) tam karşımızda, 5-6 metre uzaktalar. Sakin sakin salına salına geziyorlar. İki gergedanın da boynuzları kesilmiş. Avcılar öldürmesinler diye, uzmanlar tarafından hayvana zarar vermeden boynuzları kontrollü kesilmiş. Parkın birçok yerinde; “Poachers will be poached (yasak avlanan avlanır)” yazıyor. Hayvanlara zarar vermezsen zararsızlar, bunu yüzlerce hayvanı gözlemlerken daha net gördüm. İnsanoğlu ise, kendine zarar vermeyene de zarar veriyor. Kimse kızgınlık ve hakaret kelimesi olarak hayvan sözcüğünü kullanmasın. Hayvanlara çok haksızlık oluyor bence. Geçmişte, Avrupa, Amerika ve İngiltere’ den zenginler, soylular hayvanları avlamak için safari yaparlarmış. Şimdilerde de binlerce dolar karşılığı av safarisinin yapıldığını okumuştum gazeteden. Zaten böyle bir parkta gördük. Etrafı elektrikli tellerle kaplanmıştı.

 
 



Lilac-breasted roller (deniz alakargası).
 




Güney Afrika örümceğinin devasa  yuvası…
 
 


Hangimiz vahşi? Karınlarını doyurmak ve neslini sürdürmek için avlanan hayvanlar mı, yoksa zevki için, boynuzu için hayvanları öldüren insanlar mı? Güney Afrika’da, sadece boynuzları için 2010 yılında 333 gergedan öldürülmüş. Tesadüfe bakın bugün 22 Eylül. Ben bunları yazarken; Güney Afrika’da, gergedanları korumak için “Dünya Gergedan Günü”nün Dördüncüsü”nün yapıldığını okuyorum internetten. Gergedanların kulaklarını 180 derece çevirmelerine şaşırıyorum. File rakip koca gövdeleri, kısa bacakları, boynuzlarıyla ilginç görüntüleri var. Genelde boynuzlarının ticareti için yüzyıllardır avcıların, kaçak avın hedefi olan gergedanı avcılar, avlaya avlaya bitirememişler, ancak türünün büyük kısmını yok etmişler. Son yıllarda alınan önlem ve avlanma yasakları sayesinde sayılarını çoğaltmışlar. Hantal olduğuna bakmayın, saatte 45 km hızla koşabilir ve manevra bile yapabilir diyor rehberimiz. Gergedanlarla tatlı tatlı bakıştık ve onlara hoşça kal derken diğer safari araçları da konuşlandılar buraya ve gurubumuza el sallayarak ayrılıyoruz.

 

Mayk’ın en çetrefilli yolları, köşeleri aşarak gerçekleştirdiği ormandaki turumuz adrenalin tadında. Gözümüzü dört açıyoruz ve mükâfatını alıyoruz. Bir fil sürüsünün tam ortasındayız. Yeni doğmuş bebek filler bile var. Ablaları, ağabeyleri, anne ve babalarıyla mutlu mesut ağaçların dallarını yemekle meşguller. Bu filler ormanda ağaç bırakmamışlar sanki. O kadar çok devrilmiş ve kurumuş ağaç var ki. Gerçi doğanın kuralları uyumlu işliyor. Fillerin devirdikleri ağaçların dallarını da kısa boylu hayvanlar yiyormuş. 22 ay süren hamilelikte, yaklaşık ortalama 100 kiloluk yavru doğuruyorlarmış. Rehberlerimiz alkış sesi çıkartarak, sürüyü şaşırtıp, bizim daha iyi görmemiz için açık alana çıkartıyor. Dişi fil en önde, sürüyü koruyan en büyük fil ise en arkada. vikipedide okumuştum. Güney Afrika filinin erkeğinin 4 m boya ve 7 tona kadar ulaşanı varmış. Rehber, fillerin ortalama 4 ton ağırlığında ve ayaklarının sünger gibi elastiki olduğunu, bu yüzden ağırlıklarını absorbe edebildiklerini, ortalama 80 yaşına kadar yaşayabildiklerini, bazen 100 yaşını bile aşabildiklerini anlatıyor. Doğanın görünmez ve işleyen kuralları müthiş. Hayranlıkla fillerin yavrularıyla oyunlarını, hortumlarıyla kocaman ağaç dallarını çekip alıp yemelerini, v.b. seremonilerini izliyoruz. Hortumları her şekle girebiliyor ve hortumlarıyla her şeyi yapabiliyorlar. Ne kadar işlevsel bu hortumlar.

 
 




Gerçekten vahşi ormanda önümüzdeki çitaları takip ediyoruz…
 



Çitalar…
 


Yine keşfe çıkıyor ve bu seferde, yüzlerce impala önümüzden zıplaya zıplaya koşuyor. Babun, maymun, sincap ve çeşitli kuşlar görüyoruz. Kuşlar inanılmaz. Mavi, sarı, gökkuşağı renkli yüzlerce farklı kuş çeşidi her an karşımıza çıkıyor. Yine büyük hayvanların dışkıları, rehberlerin telsizle haberleşmeleri ve hayvanların ayak izleri bize rota oluyor. Rehber dışkıların görüntüsüne göre hayvanların bu yoldan ne zaman geçtiğini söylüyor bize. Bir sürü göller var. Göller kuş cenneti gibi. Afrika su kuşları, sığırcık kuşları, Afrika kumruları, leylekler, bizim yalıçapkını kuşuna benzeyen onlarca farklı türü olan kingfisher kuşları, Afrika ibikli ördekleri, martılar, çaylaklar, baykuşlar, balıkçıl kuşlar, kartallar, keklik ve sülüne benzeyen kuşlar, gökkuşağı gibi rengarenk “lilac-breasted roller” (deniz alakargası), yellow billed hornbill kuşu (sarı gagalı boynuzgaga). Akşam oldu ve büyük bir gölün karşısına konuşlandık. Onlarca zürafa göle su içmeye gelmişler. Göle siluetleri yansımış. Ne kadar estetik görünüyorlar. Yavruları da yanlarında. Gölde birkaç hipo var. Sadece burun deliklerine kadar görünüyorlar. Acayip sesler çıkarıyorlar.

 
 


Safaride rhino'ları (gergeda) seyrediyoruz…
 
 


Ve ormanın en geniş, en ferah yerinde, sundowner drinks (gün batımı içkisi) molası veriliyor. Afrika meyveleri kurusu, kuru etler ve bizim bildiğimiz kuru yemişlerin daha irileri ve meyveler var seyyar soframızda. Doğal hayatın içinde tuvalet yok. Tuvaleti gelenler çok uzağa gidemiyorlar, doğal olarak tedirgin oluyorlar. Bir çalı arkası tuvalet oluyor ormanda. Her şey doğal. Güneşi fotoğraf makinelerimizle belgeleyerek batırıyoruz. Fonda Afrika ağaçları siluetleri, gökyüzü turuncu ve kırmızıya boyanmış güneşi uğurluyor başka ufuklara. Karanlıkta yol alıyoruz, rehber elindeki büyük fenerle ara sıra koşan ve tüneyen hayvanları işaret ediyor. Ve otelimize varıyoruz. Sempatik görevliler kapıda bizi sıcak havlu bezlerle karşılıyorlar. Ellerimizi siliyoruz bu kaynamış sıcak havlularla. Bu doğal yaşam orman parkının içinde doğanın terapi etkisi uyandıran sesleri eşliğinde bir gece bizi bekliyor.

 
 



Kozi’den Afrika şakası ve buffalolar…
 
 


Sabah 05.30. Safari araçlarımıza bindik bile. Yine Kapama Game Reserve Parkındayız. Safaride üşümemek için, yanımıza yedek hırka, v.b. şeyler alıyoruz. Sabah çok erken saatlerde ve akşam safariden dönerken ısıtacak kıyafetler alınması gerekiyor. Onun dışında hava ılık ve güneşli. Üzerimizdeki bir tişört yeterli oluyor. Bugün saatte 112 km koşabilen en hızlı kara hayvanı olan, kedigiller familyasından, benimde hastası olduğum çita peşindeyiz. 3 gündür vahşi yaşamda güneşin doğuşuna tanık oluyoruz. Birkaç saatlik uykuyla bu kadar enerjik kalkmama şaşırıyorum. Sanırım hedeflediğimiz güzellikler ve merak, organizmaya uyarıcı etki yapıyor. Fonda ormanın ilginç ağaçları, dokusu, uyanmış birçok hayvan eşliğinde, bir saatlik turdan sonra araçlarımızdan iniyoruz. Yürüyerek çıtaların izini süreceğimizi söylüyor rehberimiz. Ara sıra yerde kurumuş büyük hayvan iskeletlerine rastlıyoruz. Sadece hayvan başı iskeletleri de var. Rehberimiz Kozi bir ara yüzünü kocaman bir hayvan başı iskeletiyle kaplamış, bizi korkutmaya çalışıyor. Evet, iki çita 5-6 metrelik mesafede önümüzdeler ve guruba aldırış etmeden ağır ağır yürüyorlar. İnanılır gibi değil, sanırım insan etini cazip bulmuyor bu çitalar. Ansızın karar değiştirip oturuyorlar, bizde duruyoruz. Onları seyre dalıyoruz. Bize aldırmıyorlar. Leoparın halkalı beneklerden farklı olarak çitaların siyah dolu benekleri, gözlerinin altından çenesine kadar inen kalın siyah çizgileri, ince, uzun, çevik bedenleriyle artık leoparla asla karıştırmayacağım çita keşfimiz, unutulur gibi değildi. Yüzündeki sağ ve sol siyah çizgi güneş ışınlarını çektiği için, diğer yırtıcıların aksine günün en sıcak saatlerinde bile daha rahat bir görüş ile avlanabiliyorlarmış.



Birbirleriyle iyi geçinen zürafa ve zebra ailesi…
 
 


Bir müddet sonra, çitalar sayıları 30’u bulan wildebeestlerin biraz yakınına konuşlanıyorlar. Tüm gurup ayakta 20 metre uzaktan izliyoruz olanları. Wildebeestler bir acayipler. Sanki birkaç hayvanın toplamı gibi. Bizde öküz başlı Güney Afrika antilopu olarak bilinen wildebeestler tedirginler. Çitalar en zayıf ya da yavru olanı araştırıyor ve buldular, taarruza geçme manevraları yapıyorlar. Bunu fark eden wildebeestler çitaların göz kestirdiği iki çelimsiz hayvanı hemen koruma altına alıyorlar. Yarım saatten fazla ara sıra hareketli avlanma keşfi sürdü ve biz oradan ayrıldık. Belgesellerden bile izlemekten hoşlanmadığım, bu avlanma sahnelerini göremeden buradan ayrıldığımıza seviniyorum. Vahşi hayatta hayvanlar birbirini öldürüyor. Bunu bilmek acıtıcı, izlemek zor. Ancak olması gereken bu. Çünkü bu vahşi doğanın kuralı. Aslanlar vahşi besin zincirinin en tepesindeki hayvanlar. Kruger Milli Parkında, aslanların buffaloyu yemelerini, en son akbabaların bu leşe nasıl üşüştüklerini 2 günlük 4 safari turumuz boyunca takip ettik. Bu yazımın 2.bölümünde bahsedeceğim.

 
 



Safaride sundowner drinks ve günbatımı…
 
 


Ormanda dönüş yolumuzda dürbünlerimizle seyrettiğimiz, zebralar, wildebeest, impala, maymun ve kuşlara elveda diyerek otelimize dönüyoruz. Nefis bir kahvaltının ardından Modilto River Lodge Otelini terk ediyoruz. 7 saatlik bir yolculuk bizi bekliyor. Yol uzun aralarda günlük ziyaretçi tesislerinde molalar veriyoruz. Yolun uzun olmasına seviniyorum. Önce güneye sonra doğuya geçeceğiz. Afrika coğrafyasını tanıyacağım. Yol kenarlarında ağaçlar çeşit çeşit. Günlerdir gördüğüm beyaz insan sayısı 10’u geçmedi. Sarı, turuncu, mor, beyaz, pembe ve kırmızı begonviller, kırmızı çiçekli ağaçlar, umbrella ağaçları, ananas, muz ağaçları, turunçgiller, mısır inciri tarlaları yolculuğumuza eşlik ediyor. Doğuya doğru yeşillik artıyor. Meyve ve sebze ekim alanları çoğalıyor. Yine yaşam standardı farkını ortaya koyan görüntüler (lüks ve varoş yerleşimler) fark ediliyor. Büyük bir dinlenme tesisindeyiz. Kızlı erkekli bir gurup siyah genç son moda motosikletçi kıyafetleriyle, çok gürültülü sesler çıkararak şamata yapıyorlar. Kimse aldırmıyor. Bu lüks tesiste, yarı yarıya beyazlarda var. Tesisin arkasında büyük bir alanda göl ve çok sayıda hiponun olduğu korunaklı bir hayvan parkı var. Farklı hayvan parkları, v.b. yerler turistler için ilgi merkezi. Bunun farkındalar ve bu zenginliği çoğaltıyorlar ve mevcutları çok iyi koruyorlar. Hayranlık verici.

 
 




Akşam safarisi…
 




Yılanlı Afrikalı…
 
 


Yolda Sabie Nehri kenarında yol alırken susamış ve burada su içen zebralar, impalalar, wildebeest, kudular, timsahları görüyoruz. 2010 FİFA Dünya Kupası maçlarının oynandığı Güney Afrika’da, bu kupa maçlarından birisi için özel inşa edilen Nelspruit şehrinin Mbombela stadyumunun önünden geçiyoruz. Futbol severler hemen dikkat kesiliyor buraya. 7-8 saatlik bir yolculuktan sonra Kruger National Park’a varıyoruz. Burası Mozambik sınırına çok yakın. Yüz ölçümü 19.485 kilometrekare olan dokuz giriş kapısı olan parkın Timsah Köprüsü kapısından gireceğimiz için,  biraz daha yol alıyoruz. Bol görselli yolculuğumuz nihayet bitiyor. Kruger Park’a giriş işlemleri başlıyor. Mozambik Cumhuriyeti sınırına yakın kısımda bulunan Kruger parkının içindeki Shishangeni Lodge’a 2 gece konaklamak için, giriş yapacağız. Ryan hepimizin pasaportlarını toplayıp, pasaport kontrolü işlemini hızlıca gerçekleştiriyor. Ve yine konaklama yerimiz ormanın dokusuna uyumlu doğal malzemelerin kullanıldığı, her türlü konforu barındıran bir tesis. Farkında olmadan bu büyülü atmosferde “asla yapamam” dediğim şeyleri yapabildim. Börtü böcek, büyük hayvanlardan çekinme, bazı hijyen takıntılarımı kısmen önemsemedim. Hatta 35 kişilik gurubumuzda az kişinin yapabildiği bir Afrika geleneksel oyununa katıldım. Rehberlerimiz doğadan buldukları minik kurumuş siyah zeytine benzeyen impala dışkısını dudaklarının arasına alarak en uzağa atma yarışması yaptılar ve bizde bu oyuna katılmaktan sakınca görmedik bu doğal ortamda. Bazı hayvan dışkıları şeklinde çikolata ve şekerleri bile satılıyor Afrika’da. İlginç turistik taktikler!Hayvan dostlarıyla var olacaklarını biliyorlar. 

 
 




Yolculuğumuz Kruger Milli Parkına…
 
 


Güney Afrika’dan, hayvanların nasıl korunacağına, kurallara nasıl koşulsuz uyulacağına, doğayı, çevreyi kendi yuvaları gibi nasıl bakılacağına dair alacağımız dersler var. Biz gurup olarak korunaklı ortamların olduğu Güney Afrika’yı keşfettiğimiz için, Güney Afrika ile ilgili gezi yazılarında bolca okuduğum güvensiz ortam, hırsızlık, v.b. durumlarla karşılaşmadık. Şimdiye dek gezdiğim ülkelerden farklı, özgün ve şaşırtıcı deneyimlerle ayrıldım buradan. Bu güzellikleri bize yaşatan, tüm organizasyonun en ince ayrıntılarına kadar ilgilenen, gezi boyunca sürprizleri hiç bitmeyen Evrim ve Ryan çiftine ömür boyu mutluluklar ve sonsuz teşekkürler ediyorum. Umarım farklı bir zamanda Afrika’nın başka bir köşesinde farklı deneyimler yaşayabileceğim ortamları görebilirim. Sizlere de tavsiye ederim. Doğa ve hayvan sevenler; yazımın devamı olan iki günlük dolu dolu geçen Afrika’nın en büyük Parkı olan “Kruger Milli Park” günlüklerimi kaçırmayın derim. 

İlgilenenlere not: Safariye ilgi duyan ve böyle bir gezi yapmak isteyen gezginler varsa eğer, ilham olması açısından konaklama yerleri, ayrıntılı ödeme planı bende mevcut. Ya da bir gurup oluştururlarsa, Jason ve Nicky rehberlik sunabilir.

















 Yazılan Yorumlar...
Erdin İVGİN
(15 Kasım 2015)
Şükran Hanım,
Gerçektende masal tadında geçmiş geziniz. Düğün de masal tadında olmuş. Evrim ve Ryan çiftine mutluluklar dilerim.
Yazınızı okumadan önce düğün ile safarinin bir araya gelebileceği aklımdan bile geçmezdi. Kır düğünü bile bana absürt gelirken safaride nikah-düğün imkansız gibi geliyordu. Ancak yazınızı okuyunca ve "Askari Game Lodge"un sitesini inceleyince fikrim değişti. Evrim ve Ryanın safari gezilerini de sizin adınıza planlamaları çok güzel olmuş. O kadar uzağa gittikten sonra bu geziyi yapmamış olsaydınız kötü olurdu.

Keyifle okudum yazınızı kaleminize sağlık.
Şükran Şahin
(19 Ekim 2015)
Gezici, Tamer, Mor Uçurtma ve Rabia çok teşekkürler güzel sözleriniz için. Gezgin ruhlarımızla barışı kucaklayalım, benzerliklerimizin keyfini çıkarıp, farklılıklarımıza saygı duyalım. Böyle bir dünya olursa gezgin ruhlar mutlulukla kanatlanır ve gezgince kalır.
rabiarana
(19 Ekim 2015)
Hocam kaleminize ve yureginize saglik,
oncelikle THYnin "Skylife" dergisinde bile boyle guzel bir sunuma rastlamadim diyebilirim(skylife editorleri uzerine alinmasin ama) yorumlariniz ve fotograflariniz adeta buyuleyici bir film tadinda . Hepimiz canliyiz sunun surasinda dediginiz gibi ama bence o yildizlar dogalliktan degil sizin dogayi seven o guzel gozleriniz icin parlamistir.
Mor Uçurtma
(15 Ekim 2015)
Şükran Hanım,
Çok enteresan ve büyüleyici bir deneyim yaşamışsınız. Farklılıkları yakalayan kaleminiz ve kadrajınız yine devrede. Ellerinize, yüreğinize sağlık..
TAMER
(08 Ekim 2015)
Şükran hanım masal tadında bir düğün ve masal tadında bir yazı olmuş... Elinize sağlık. Gençlere mutluluklar dilerim.
Gezici
(08 Ekim 2015)
Bambaşka bir dünyaya gidio geldim yazınla. Bebişten kalan değerli ve kısa zamanımı yazını oku değerlendirdiğim için çok mutluyum. Böylesi bir gezi eşimle yapabileceğimiz bir tur. Sen de harika yaşamış ve yaşatmışsın hocam. Tebriklerrr... Takip etmeye devam edeceğim
Şükran Şahin
(05 Ekim 2015)
Sevgili Meral ve Canan tesekkurler.Gercekten baska bir alem Guney Afrika. Yazimin 2.bolümunde hayvan dostlarimizla ilgili bolumu. Gercekten ilgincti.
ozalcan
(04 Ekim 2015)
Sevgili Şükran, harika yerler ve harika bir yazı olmuş.
Ellerine gözlerine sağlık👏👏
Maral
(04 Ekim 2015)
Şükrancım, ne güzel bir deneyim, ne güzel bir gezi olmuş sizler için.O çok güzel fotoların ve çok ayrıntılı anlatımın ile adeta Güney Afrikaya gitmiş gibi oldum...Bambaşka bir dünyaymış .Çok şanslısınız.Her zamanki gibi üşenmeden anlattığın her detay için çok teşekkürler...Bakmaktan öte gören gözüne, pır pır çarpan macerasever yüreğine ve yazıya döken ellerine sağlık...😃😄😍👏👏👏
Şükran Şahin
(02 Ekim 2015)
Tesekkurlerr Setenay hanım.Umarim Rovos Rail treni ile bu buyulu yolculugu gerceklestirirsiniz. Gezgince ve saglikla kalin.
Setenay Süzer
(01 Ekim 2015)
Sevgili Şükran hanım,
Gerçekten, rüya gibi, masal gibi ,ve de çok özel serüven yaşamışsınız.Bayıldım doğrusu.En büyük ve 1. sıradaki hayalim Victorya şelalesini görebilmek Rovos Rail treni ile Afrika yoculuğu ama iki kişilik ücret nerdeyse servet olduğundan şimdilik beklemekteyim,umarım gerçekleşir.Bu harika yaşam deneyiminiz için SEFANIZ OLSUN diyerek sevgilerimi gönderiyorum