Bakü: Rüzgarların Şehri - 1


Bir meslektaşımla birlikte Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de gerçekleşecek üç günlük uluslar arası bir toplantıya görevli olarak gönderilmem kesinleşince, toplantı sonrası hafta sonuna denk gelen iki günlük bir uzatma yapmak, benim gibi gezmeyi seven bir insan için kaçınılmaz oldu elbette. Daha önceki toplantılardan tanıdığımız Azeri dostlarımızın bizi yalnız bırakmayacağını bilsem de yine de gitmeden önce gezilecek yerlerle ilgili küçük bir araştırma yaptım, notlarımı aldım. 

Hem göreve hem de geziye hazır ve nazır biçimde pazartesi günü THY ile önce İstanbul, sonra da saat 20.55’de Bakü Haydar Aliyev Havalimanına vardım. Normal şartlarda Azerbaycan ile Türkiye arasında iki saatlik fark olmasını beklerken, Azerbaycan’ın ilk kez bu yıl saatleri ileri alma kararından vazgeçtiğini, bu yüzden de arada sadece bir saatlik zaman farkı olduğunu öğrenmiş oldum. Aslında kısa sürelik bir seyahatte iki saatlik zaman farkı hiç de az sayılabilecek bir durum olmadığı için bu işe sevinmediğimi de söyleyemem.

Otele varır varmaz eşyaları odaya bırakıp Bakü sokaklarına attık kendimizi. Nizami Caddesi ve Edebiyat Müzesi gece de gündüz de ayrı bir güzel…

Bakü’de yapılan ortak çalışmalar neticesinde gerek benim gerekse de kurumdaki diğer meslektaşlarımın pek çok Azeri dostu olmuştu. Bizim Mehmet’in yakın dostlarından birisi olan Senay havalimanında bizi karşıladı ve kendi özel arabasıyla konaklayacağımız, aynı zamanda üç gün boyunca toplantının da organize edildiği Holiday Inn Oteline bıraktı. Havalimanı ile merkez arasındaki yaklaşık 15 km lik mesafe boyunca gecenin karanlığını yaran ışıl ışıl bir Bakü karşıladı bizi. Sağlı sollu özel olarak aydınlatılan nispeten eski yapılar, pek çoğu son birkaç yılda düzenlenmiş olan uluslar arası organizasyonlar için inşa edilmiş olan modern binalar, çok şeritli otobanvari yollarla sanki modern bir Avrupa kentine giriş yapıyormuş gibi hissettiğimi söylemem lazım.

Holiday Inn, şehrin merkezi sayılabilecek bir bölgesinde yer alıyor. Senay, oteli bulmanın en kolay yolu olarak hemen biraz ilerisindeki lüks alışveriş merkezi ve residance olan Port Bakü’nün ismini verebileceğimizi söyledi. Giriş işlemlerimiz oldukça kolay oldu. Resepsiyondaki görevlilerin tamamı Türkçe biliyor, kolayca anlaşıyoruz. Hatta bunu tüm Bakü ziyaretimiz sırasında geçerli bir durum olduğunu söylemem lazım. Nereye gidersek gidelim, hangi dükkana girersek girelim hiçbir sıkıntı çekmeden anlaşabildiğimizi söylemek istiyorum. Onlar bizi çok daha net anlıyorlar, bunda da bizim televizyon kanallarının, özellikle de dizilerin çok etkisi olduğunu söylüyorlar. Bazı kelimelerin kullanım alanı insanı şaşırtsa da tüm Bakü’de çok kolay gezebileceğinizi, dil bilmenize gerek olmadığını belirtmem lazım.

Bir dönemin Lenin Meydanı olarak bilinen bugünkü Azadlık Meydanı Hükümet Evi’ne ev sahipliği yapıyor…

Hazar Denizi boyunca kilometrelerce giden Denizkenarı Bulvarı sıkılmadan saatlerce vakit geçirebileceğiniz yerlerden birisi. Küçük çocukları olanlar lunapark tam size göre…

Zincir otel olduğu için Holiday Inn hakkında fazla bir şey anlatmaya gerek yok. Otel yeni, odalar güzel, temiz. Neredeyse bilinen tüm Türk kanalları mevcut. Ne kadar özel bir fiyat olduğunu bilmiyorum ama organizasyon kapsamında tek kişi konaklama, kahvaltı dahil yaklaşık 85 $ geldi. İki kişilik konaklama olsa idi 110 $ ödeyecektim. Pek çok şehirle kıyaslandığında oldukça makul olduğunu söylemem lazım. Yeri gelmişken Bakü’deki ikametgah kuralları hakkında birkaç cümle bahsedeyim. Eğer Bakü’de 10 günden fazla kalacaksanız ilk 10 gün içerisinde ikamet edilen bölgedeki Migrasya İdarelerine veya ASAN Hizmeti idarelerine kayıt yaptırmaları gerekiyor. Uluslar arası otellerde bu işlemi sizin adınıza otel yapabiliyor aksi takdirde mail yoluyla ya da bizzat gitmeniz gerekiyor. Bu işlemi yapmaz ve 10 günden fazla kalırsanız ülkeden çıkarken 301 AZN para cezası ödüyorsunuz. 

Saat 22.30 civarı olduğu için eşyalarımızı odalara bıraktıktan sonra meslektaşım Arife abla ile otelin lobisinde buluştuk ve Senay bizi Bakü’nün İstiklal Caddesi kabul edilen Nizami Caddesine bıraktı. Burada küçük bir parantez açmak istiyorum. Azerice’de sokak “küçe”, cadde ise “prospekt” olarak kullanılıyor. “Nizami Küçesi” ni tam çevirirsek aslında “Nizami Sokağı” dememiz lazım ama o kadar uzun ki gezi boyunca sokak yerine hep cadde demeyi tercih ettim. Batı tarafında Abdullah Şaik Sokağından, doğu tarafında ise Sabit Orujov Sokağına kadar uzanan cadde yaklaşık 3,5 km uzunluğunda ve bunun da 700-800 metresi trafiğe kapalı. Bizim gece vakti yürüyüş yaptığımız trafiğe kapalı bölümünde sağlı-sollu bildik markaların dükkânları mevcut. FLO, LCW, Kiğılı ilk dikkatimi çekenler. Kafanızı yukarı kaldırdığınızda ışıl ışıl yanan dev avizelerden etkilenmemek mümkün değil. Hafta içi gecenin ilerleyen saati olduğu için caddenin sakin olduğunu söylemem lazım.

Müze Merkezi birbirinden farklı dört müzeye ev sahipliği yapıyor: Azerbaycan Devlet Müzik Kültürü Müzesi, Azerbaycan Cafer Cabbarlı Devlet Tiyatro Müzesi, Azerbaycan Bağımsızlık Müzesi, Azerbaycan Devlet Din Tarihi Müzesi…

Kukla Tiyatrosunda oyunu ister çocuklara ister büyüklere oynayın mutlaka kukla kullanılması gerekiyormuş. Bakü’de alt geçitlerin bizatihi kendisi de sanat galerisi gibi özenle hazırlanmış…

Caddenin sonunda sol tarafa dönünce Bakü’nün en ünlü meydanlarından birisi olan Fevvareler Meydanına çıktık. Türkçesini Fıskiyeler Meydanı olarak söyleyebiliriz. Meydanın farklı noktalarına yerleştirilmiş olan çeşme ve havuzlardan fışkıran sular nedeniyle bu isim verilmiş. Hemen devamında ünlü Nizami Gencevi Edebiyat Müzesi ışıl ışıl parlıyor. Yukarı doğru çıkan merdivenlerin sonunda da ünlü şair Nizami Gencevi’nin dev bir heykeli var. Buraları sonraki günlerde bolca gezeceğimiz için kısa bir tur attıktan sonra otelimize doğru dönüş yoluna giriyoruz. Otelle Senay’ın bizi bıraktığı Nizami’nin trafiğe kapalı noktasının mesafesi yaklaşık 1 km. Bu da ortalama bir yürüyüşle yaklaşık 15 dakika falan sürdü. Hava değişimi ve günün yorgunluğu derken ertesi sabah 08.30’da buluşmak üzere odalarımıza çıktık…

05.04.2016 Salı

Sabah kahvaltımızı tamamlayıp Arife ablayla otelden ayrıldığımızda saat tam 09.00’u gösteriyordu. Toplantının açılışının yapılacağı kokteyl akşamüstü olduğu için yaklaşık 18.00’e kadar vaktimiz vardı. Otelin hemen yakınındaki Uzeyir Hacıbeyov Caddesinden merkeze doğru yürümeye başladık. Bu noktada küçük bir yan bilgi vereyim: Azerbaycan bağımsızlığını kazandıktan sonra Rusça ikinci plana itildiği için bazı kaynaklarda sonu “…ov” ile biten isimleri “…li” olarak da görebilirsiniz. Yani hacıbeyov ile hacıbeyli aynı anlama geliyor. Şehirde gezerken bazen birini bazen diğerini görebilirsiniz, şaşırmayın.

İçerişehir’de bulunan minik turizm danışma ofisleri sadece burası hakkında bilgi veriyor…

Bakü gezimize başlamadan önce Azerbaycan tarihi hakkında bazı küçük bilgiler vermekte yarar var. Azerbaycan’da ilk yerleşimler MÖ 3000’lere kadar gidiyor. Kutiler, Kimmerler, İskitler, Kaspiler ve Mannalar, Sasaniler, Araplar, Selçuklular, Akkoyunlular, Karakoyunlular, Safeviler, Hanlık dönemi derken 19. Yüzyılın başına kadar geliyoruz. Bu dönemde Rusların Kafkasları ve diğer bölgeleri ele geçirme girişimlerine karşı Hanlıklar tarafından verilen mücadeleler maalesef yeterli olmayınca Ruslar bölgenin hakimi oluyor. Diğer taraftan güneyde İran da güçlenince çözüm 10 Şubat 1828’de Rusya ile İran arasında imzalanan Türkmençay Anlaşması ile gerçekleşiyor. Anlaşmaya göre Aras Nehri’nin güney kısmında yer alan ve kadim Azerbaycan topraklarının üçte ikisini oluşturan Güney Azerbaycan İran’a, kuzey Azerbaycan ise Ruslara bırakılıyor. Yani sizin anlayacağınız, Azerbaycan toprakları iki farklı gücün egemenliğine geçiyor.

Bakü sanatsal anlamda da etkileyici bir şehir. Caddelerde ve sokaklarda pek çok heykel görebiliyorsunuz. Nesimi ve Nizami Gencevi bunlardan sadece ikisi…

Azerbaycan ilk bağımsızlığını, Bolşevik İhtilalinden sonra, 28 Mayıs 1918’de kazanıyor ve adı Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti olarak değiştiriliyor. Ancak bağımsızlık çok da uzun süremiyor ve 28 Nisan 1920 sabaha karşı Sovyet ordusu Azerbaycan topraklarını işgal ediyor. Bundan sonra yaklaşık 70 yıl boyunca Sovyetler Birliğine bağlı 15 cumhuriyetten birisi olarak devam ediyor. Bu dönemde Türkiye ile Azerbaycan’ın bağını kesmek amacıyla bazı bölgeler Ermenistan topraklarına dahil edilmiş, Nahçıvan ile Azerbaycan’ın da bağlantısı kesilmiş. 1990’da Sovyetler Birliği’nin dağılma süreci ile birlikte bağımsızlık mücadeleleri hız kazanmış, Halk Cephesi Hareketi’nin baskısıyla 30 Eylül 1991’de Azerbaycan 2. Defa bağımsızlık ilan etmiş ve Halk Cephesi lideri Ebülfez Elçibey seçimle cumhurbaşkanı olmuş. Elçibey döneminde önemli reformlar gerçekleştirilse de aslında sıkıntılar bitmemiş. Ağır sosyal ve ekonomik problemler yanında Dağlık Karabağ’da Ermeni işgali, Gence’de Elçibey’in dava arkadaşlarından birisi olan eski bakan Suret Huseynov’un isyanı ülkeyi karıştırmış, demokrasiye gönülden inanan Elçibey olayları bastırmakta yetersiz kaldığına inanınca Nahçıvan Milli Meclis Başkanı Haydar Aliyev’i olayları bastırması için Bakü’ye davet etmiş. Başkente gelir gelmez önce Suret Huseynov’la anlaşan Aliyev, daha sonra Ermenilerle ateşkes yapmış, 3 Ekim 1993’de cumhurbaşkanı olarak seçilmiş ve Azerbaycan’daki Aliyev hükümdarlığını başlatmış. Zira bugün de oğlu İlham Aliyev cumhurbaşkanı olarak görev yapıyor. Peki Elçibey’e ne oldu derseniz onu da söyleyeyim. Haydar Aliyev’in Bakü’ye gelmesiyle Nahçıvan’daki köyüne dönen Elçibey, 4 yıl 4 ay bir tür “köy hapsine” tutulduktan sonra Bakü’ye geri geliyor ve muhalif kanatta yer alıp birleşik Azerbaycan’ın kurulması için çalışmalar yapıyor. Ancak yakalandığı hastalık nedeniyle 2000 yılında Ankara’da vefat ediyor. 

Teze Pir Camiine giderken Bakü’nün farklı bir yüzü karşımıza çıkıyor. Eminim bir gün buralara da sıra gelecektir, belki de yolumuz buraya tekrar düşerse bu fotoğraflar bilgisayardaki bir anı olarak kalacak…

Bugünkü Azerbaycan’ın nüfusu yaklaşık 10 milyon ve bunun da dörtte birinin Bakü’de yaşadığı belirtiliyor. Hazar Denizinin batı kıyısında yer alan şehir ülkenin ve Kafkasların en önemli kültür ve ticaret merkezi olarak kabul ediliyor. Azericede şehre “Bakı” deniyor ve bunun da kelime anlamı “rüzgârlı şehir”. Şehir dört mevsim rüzgârlı olduğu için bu ismi hak ediyor. “Rayon” adı verilen 12 farklı idari bölgeden oluşan Bakü’de, özellikle, son 10 yılda ortaya çıkan mimari gelişim eski ile yeniyi, tarihi ile moderni bir araya getirmiş ve pek çok noktada bir tür tezatlıklar kümesi yaratmış. Bazıları tarafından ciddi biçimde eleştirilse de bugünün Bakü’sü bölgenin en önemli tarihi ve turistik eserlerini barındırıyor.

Sabahın erken saatinde karşımıza çıkan ilk yapı Hükümet Evi oldu. Ön tarafı sahile paralel uzanan Neftçiler Sokağı ile Azadlık Meydanına bakan yapı Sovyet döneminde 1936-52 yılları arasında inşa edilmiş. Gotik mimari tarzında olan bina bağımsızlık sonrasında restorasyondan geçirilmiş ve bugün için bazı bakanlıklara ev sahipliği yapıyor. Binanın oldukça gösterişli olduğunu söylemem lazım. Yapıldığı tarihle kıyaslandığında daha tarihi bir bina olduğu düşünülebilir.
 

Teze Pir Cami sadece bir cami değil, bir tür merkez ve sembol olarak da görülebilir. Son dönemde yapılan ekleme ve restorasyonlarla çok daha güzel hale gelmiş…

Hükümet Evi’nin bulunduğu Azadlık Meydanının eski adı Lenin Meydanı imiş ve Lenin’in büyük bir heykeli bulunuyormuş. Bağımsızlık sonrası hem meydanın ismi değiştirilmiş hem de heykel ortadan kaldırılmış. Bugün için heykelin bulunduğu yerde Azerbaycan bayrağı dalgalanıyor. Ayrıca meydanda, tam da Hükümet Evi’nin önünde hummalı bir hazırlık dikkat çekiyor. Bunun nedeni de 17-19 Haziran 2016 tarihleri arasında Bakü’de ilk defa yapılacak olan Formula 1 yarışları. Tıpkı Monako’da olduğu gibi şehrin içinde gerçekleşecek yarışta araçların pit-stop yapacakları bölge tam da burada olacakmış. Bu yüzden de garajların inşası devam ediyor.

Hükümet Evi’ni geçtikten sonra denize doğru ilerlediğinizde Bakü’nün beni en çok etkileyen yerlerinden birisi çıkıyor karşımıza: Bakü Denizkenarı Bulvarı. Bazı kaynaklarda Park Bulvar, Sahil Bulvarı, Bakü Denizkenarı Milli Park olarak da görebileceğiniz alan Hazar Denizine paralel olarak uzanan upuzun bir yer. İlk kez Bakü Şehir Meclisinin kararı ile 1909 yılında yapılan Bulvarda, en ciddi değişiklikler 2009-2010 yıllarında gerçekleştirilmiş. Bulvarın uzunluğu resmi olarak 3,5 km olarak bildiriliyor ancak sonradan inşa edilen Bayrak Meydanından hesapladığınızda 8,7 km oluyor. Genel uzunluk ise 14 km olarak kabul ediliyor. Yetkililere göre Bulvarın en son uzatılarak 26 km ye çıkarılması planlanıyormuş. Bulvarın Azadlık Meydanına bakan tarafında yer alan anıtsal kitabede uzunlukla ilgili detaylı bilgiler veriliyor. Genişliğinin de yer yer 300 metreyi bulduğunu söylemem lazım.

Teze Pir’den çıkıp yukarıya doğru yürüdüğümüzde solda kalan eski bir cam gördük ama adını bilmiyorum. Bakü’deki tezatın simgesi olabilir mi acaba? Yakın planda dökük evler, arkasında plazalar ve çok ileride Flame Towers…

Uzunluğu ile ilgili tartışmaları bir kenara bırakırsak Bulvar bence Bakü’nün en eğlenceli, en keyifli, en harika yerlerinden birisi. En son noktasındaki 2012 yılında Bakü’de gerçekleşen Eurovizyon Yarışması için inşa edilmiş olan Crystall Hall ve hemen yakınındaki Bayrak Meydanı’nı dikkate aldığımızda Bulvar’da yok yok diyebiliriz. Yemyeşil ağaçlarla bezenmiş bölgede yürüme ve bisiklet yolları, kafeler, paraşüt kulesi, Kukla Tiyatrosu, Mugam Merkezi, Yat klübü, lunapark eğlence aletleri, küçük botanik bahçeleri, 2 manat ödeyerek Bulvarda gezinti yapabileceğiniz minik tren, Azerbaycan Halı Müzesi, aslına uygun minyatür Venedik şehri, Bakü’yü tepeden izlemenize olanak sağlayan devasa dönme dolap ilk aklıma gelenler. İnsan buraya geldiğinde saatler geçirebilir ve hiç de sıkılacağını zannetmiyorum. İster uzun yürüyüşler yapın, ister yorulduğunuzda sadece 2 AZN ödeyerek bir demlik çay sipariş edin, ya da kendinizi Hazar Denizinin dingin sularını seyre bırakın… Eminim Bakü ziyaretinizde siz de bizim gibi defalarca Bakü Bulvarını ziyaret edeceksiniz.

Bulvar boyunca yaklaşık 45 dakikalık yürüyüşümüz oldukça keyifli geçti. Sabahın erken saati olması nedeniyle Hazar’ın kenarında üzerimizdeki montlara sarılmadık dersem yalan olur. Zaten her daim rüzgarlı olduğu söylenen Bakü’ye bu mevsimde gelirseniz yanınıza hiç de hafif olmayan bir mont almanızı tavsiye ediyorum. Hemen Bulvarın yakınında kurulmuş olan Park Bulvar alışveriş merkezinin bizimkilerden hiçbir farkı yok. En alt katında yer alan Bazaar Store’da bizdeki hipermarketler gibi ne ararsanız var. Diğer katlar ise tanıdık Türk markaları da dahil lüks mağazalardan oluşuyor. 


Devlet tarafından koruma altına alınmış olan Taza Bey Hamamı oldukça enteresan bir yer. Bu mekana sadece “hamam” dersek gerçekten büyük haksızlık etmiş oluruz. Kafanızın dışarıda kaldığı tek kişilik saunalarla, tepesinde iskeletler bulunan şok havuzu ile ilginç…

Azerbaycan Kukla Tiyatrosu’nun bulunduğu yerdeki alt geçitten yolun karşısına geçtik. Sarılı beyazlı tiyatro binası 1908 yılında inşa edilmiş ve 1931 yılından bugüne tiyatro olarak kullanılıyormuş.1965 yılında “Devlet Tiyatrosu” unvanı kazanan Kukla Tiyatrosunda sergilenen oyunlar ister çocuklara ister yetişkinlere göre olsun tamamında bir şekilde kukla kullanılması gerekiyormuş.

Dar bir sokaktan Bakü’nün tarihi bölgesi olarak kabul edilen İçerişehir’e giriş yaptık. İçerişehir, tarihi surların arasında kalan eski Bakü yerleşim merkezi olarak da adlandırılabilir. 19. Yüzyıla kadar Bakü’nün tamamı buradan ibaretmiş. Pek çok tarihi şehir merkezinde olduğu gibi burada da yapılar aynı zamanda savunma amacı düşünülerek inşa edilmiş. Dar sokaklar, labirente benzeyen birbirine geçmeli binalarla şehrin en önemli kültürel mirası olarak kabul edilen bölge 1977 yılında tarihi mimari sit alanı olarak kabul edilmiş ve 2000 yılında da İçerişehir’in en önemli yapıları olan Kız Kalesi ile Şirvanşahlar Sarayı UNESCO Dünya Kültür Mirası’na dahil edilmiş. 

Mirza Ali Ekber Sadir Parkının bittiği yerde İçerişehir’in ana giriş kapısı olarak kabul edilen Gosha Kapısı karşılıyor bizi…

Dar sokak bizi Kadim (Qedim) Bağ kafeteryanın oraya çıkardı. Burası aynı zamanda Arkeolojik Park’ın da giriş bölümü.11 ve 12. Yüzyıllara ait olduğu düşünülen bu küçük kazı alanı 1832 yılında bulunmuş. Döneme ait sosyal ve kültürel yaşam hakkında izler taşıyan kazı alanından seramikler, metal kaplar ve aletler, bardaklar vb. bulunmuş.

Diğer taraftaki merdivenlerden yukarıya çıkınca Denizci’nin Evi’nin önünden Büyük Kale Sokağına çıktık. Burası aynı zamanda İçerişehir’in en önemli giriş kapısı kabul edilen “Gosha Kala Kapısı”na da ev sahipliği yapıyor. Hemen tarihi surlara açılan kapıya varmadan önce, hediyelik eşya satan seyyar satıcıları geçer geçmez minik bir kulübede konuşlanmış olan turizm danışmayı gördük. Niyetimiz elektronik rehber hakkında bilgi alıp kiralamaktı ancak oradaki görevli kızımız Leyla bize çok daha farklı alternatifler sundu. İsterseniz pasaportunuzu bırakıp yaklaşık 30 farklı noktada sesli anlatım sunan elektronik rehber kiralayabiliyorsunuz. Üç saatlik tur için 5 AZN ödüyorsunuz, ilave her saat için 1 manat daha ödemeniz gerekiyor. Bir diğer alternatif adam başı 20 AZN ödeyerek iki saatlik rehberli grup turuna katılmak. Grup turları saat 11 ve 14’de İngilizce, 12 ve 15’de Rusça, 14 ve 16’da ise Azerice yapılıyor. Grup turu fiyatına iki saatlik rehberli tur, Kız Kalesi ve Şirvanşahlar Sarayı giriş ücretleri dahil. Buralara Azeri vatandaşları 2 AZN, yabancılar ise 4 AZN ödüyorlar. Gelmeden önce internetten gezi yazılarını okurken genelde Türk vatandaşlarının da Azeriler gibi ücretlendirildiğini okumuştum. Leyla bize 14’deki Azerice turu katılmak istersek nispeten Türkçesi daha iyi olan bir rehber ayarlayabileceğini, muhtemelen bizden başka kimsenin de olmayacağını söyleyince kısa bir değerlendirme ile bu tura katılmaya karar verdik. Tur, Kız Kalesinin orada başlıyor ve bitiyor. Normalde tur ücretini ödeyerek “çek” dedikleri imzalı kuponu almamız gerekiyordu ama dolar dışında cebimizde hiç para olmadığı için bunu yapamadık. Para bozdurup öğle tatilinden (saat 13.00) önce Leyla’nın yanına gelme hususunda anlaşarak yolumuza devam ettik.

Gosha Kapısının diğer tarafı Bakü’ye gelen tüccarların mallarını sattıkları Pazar yeri…

Kale Kapısından çıkıp bir önceki akşam gördüğümüz Nizami Gencevi Edebiyat Müzesi’nin önüne gelince aklımıza akşam gezerken gördüğümüz Yapı Kredi Bankası geldi ve para bozdurmak için oraya yönlendik. Bakü’deki arkadaşlar 1 ABD Dolarının 1.50-155 AZN civarında olduğunu, her koşulda 1,50’den aşağıya bozdurmamamızı söylemişlerdi. Otelden çıktığımızda gördüğümüz bir döviz büfesinde de zaten 1,51 yazıyordu. Biz de bu bilgiyle daldık içeriye ve bozdurmadan önce fiyat sorduk: 1,45… Sizin anlayacağınız en düşük fiyatlardan birisini bizim bankamız veriyordu. Sağlık olsun ne diyelim dedik ve bozdurmadan dışarı çıktık.

Nizami Caddesi ile ünlü Targovi Caddesinde biraz daha dolaştık. Targovi aslında Bakü şehir merkezi olarak da kabul ediliyor. Kelime anlamı “tüccarlar caddesi”, biraz Sovyet döneminden kalma bir isim. Bazı noktalarda Nizami Caddesini de içine alan trafiğe kapalı alanda havuzlar, çeşit çeşit heykeller, bolca kafe ve restoran ile telefon mağazaları ve diğer alışveriş dükkanları var. Hatta bizim Mado’yu bile göreceksiniz. Birkaç yıl önce ciddi biçimde elden geçirilen meydan ve sokaklar Bakü’de sosyal hayatın merkezi haline gelmiş. Aslında neresi Fevvareler Meydanı neresi Targovi tam olarak da ayıramadım, hatta internetteki bazı kaynaklara göre eski adı Targovi yeni düzenlemeden sonra ise Fevvareler diye değiştirildiğini okudum ama net bir şey söyleyemeyeceğim. Meydan gerçekten de Bakü ziyaretinizde çok defa uğrayacağınız kadar merkezi konumda. Gerek alışveriş için, gerekse de hemen İçerişehir’in yanı başında olması nedeniyle gezi boyunca bizim de en çok uğradığımız yerlerden olduğunu söyleyebilirim. Yerler pırıl pırıl parke taşlarla döşenmiş, soluk alabilmeniz için aralara serpiştirilmiş banklarda gelene geçeni izleme şansınız var. Meydanda pek  çok Avrupa şehrinde görebileceğiniz sokak sanatçılarına rastlamanız mümkün. Bakü’nün önemli buluşma noktalarından birisi olan Mc Donalds’da meydanın köşesinde yer alıyor. 

Öğle yemeği için tercih ettiğimiz Kafe Bazaar…

Yol boyunca sağdan soldan gezerken bir bankanın vitrininde 1 ABD Doları= 1,51 AZN ibaresini görünce daldık içeri. Bankodaki görevliye afişe edilen rakamdan herhangi bir komisyon olup olmadığını sordum, olmadığını öğrenince kendimize göre paramızı bozdurduk. 500 Dolara kadar yapılan işlemlerde pasaporta ihtiyaç duyulmuyor, sadece ad-soyadı yeterli oluyormuş. Nihayet paramızı cebimize koyduktan sonra bu sefer de şehrin haritasının olmadığını hatırladık. Bir önceki akşam otele sorduğumuzda bize google.maps ten bir çıktı verdiler ama açıkçası pek bir işe de yaramadığını gördüm. Bu yüzden de turizm danışma ofisi aradık. Kime sorduysak bizi turizm acentalarına yönlendiriyor. Sonunda anladık ki Bakü’de resmi anlamda basılmış bir turistik şehir haritası yok. Hatta danışma ararken bir ara böyle bir yere girdiğimizi zannettik ama orası da sadece meşhur kayak merkezi Şahdağ hakkında bilgi veriyormuş. Önemli bir turizm merkezi olan Şahdağ hakkında her şeyi bulabileceğiniz bu danışmada maalesef Bakü şehri ile ilgili hiçbir şey yok.

Bakü’de pek çok yerde görebileceğiniz heykellerden birisi olan Nesimi’nin heykelini selamladıktan sonra dönüp dolaşıp yeniden önce Fevvareler Meydanı, sonra da Edebiyat Müzesinin karşısındaki merdivenleri tırmanırken bulduk kendimizi. Saat henüz öğlen dahi olmadığı için istikametimiz Teze Pir Camii. Bu yüzden upuzun Azerbaycan Caddesi boyunca ilerledik. Bizim Nizami Caddesi bir noktada burayı da kesiyor ancak daha önce söylediğim gibi buralarda artık yoğun bir araç trafiği var.

Kız Kalesinin bulunduğu sokak İçerişehir’de hediyelik eşya dükkânlarının bulunduğu keyifli bir yer. Ünlü Cuma Mescidi de burada yer alıyor…

Hazi Aslanov adlı küçük sokaktan sola döndük. Buradaki sokaklar ve yapılar Bakü’de şu ana kadar gördüklerimizden çok farklı. Dar sokaklardaki eski yapılar yıkıldı yıkılacak denecek cinsten. Balkonlardan sarkan ve karşılıklı evlerden birbirine geçmiş kablolar, küçük kahvehanelerle sanki Bakü köyünde gezmeye başladık. Henüz birkaç adım atmışken bu kadar ciddi bir fark olması insana makyajlanmış şehir imajını düşündürüyor. Yani ön tarafları güzelleştirelim, turistler burada gezer arka taraflara nasıl olsa kimse gitmez mantığı. Eminim bir gün buralara da sıra gelecektir. Umarım o zaman tarihi dokuyu bozabilecek bir yapılaşma yerine daha çok restorasyon çalışmaları yaparlar. Zira buralar belli ki diğer taraflara göre eski yerleşim mahalleri. Kentin dokusu korunursa daha güzel olur düşüncesindeyim.

Bir iki ara sokaktan sonra Teze Pir Camii tüm haşmetiyle karşımıza çıktı. 1905 yılında inşasına başlanan cami, Bakü’nün en önemli mimari yapılarından birisi olarak kabul ediliyor. Mimar Ziverbey Ahmedbeyov, zengin bir aileden gelen mümine Nabat Hanım’ın sağladığı parasal destekle inşa etmiş. Gerçi Nabat Hanım caminin tamamlandığını görememiş ama oğlu onun vasiyeti üzerine desteğe devam etmiş ve 1914 yılında tamamlanmış. Üç yıl hizmet verdikten sonra Rus işgaliyle birlikte 1940’ların sonuna kadar ibadet yapılamamış. Hatta bir dönem sinema olarak dahi kullanılmış. Teze Pir Camii, İmam Ali soyundan geldiği kabul edilen Şeyh Said Abdal’a adanmış. Aslında buraya sadece cami demek haksızlık olur zira burası devasa bir külliye hizmeti görüyor. Caminin kapalı alanı 1400 metrekare ama çevresindeki yapılarla birlikte çok büyük bir alanı kapsıyor. Kafkas Müslümanları Yönetim Merkezi de Teze Pir Camii içinde yer alıyor. 2006-2009 yılları arasında yapılan genişletme çalışmalarında cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in büyük katkıları olmuş. Hatta bu konuda caminin arka tarafında anıtsal bir kitabe dahi var. Caminin mihrabı ve kubbesi mermerden, kadınlar kısmı ise fıstık ağacından inşa edilmiş. Pencere ve kapılarda maun ağacı kullanılmış. Caminin cephesinde Şii geleneğine uygun olarak bir yanda “Allah, Muhammed, Ali” diğer yanda da “Fatıma, Hüseyin, Hasan” yazıyormuş. 

Kız Kalesi Bakü’nün simgesi olarak biliniyor. Çok değil sadece bir iki asır önce İçerişehir demek Bakü demekmiş. Kaledeki fotoğraf bunu çok güzel gösteriyor…

Caminin kapısında bekleyen görevliye gezmek istediğimizi işaret yoluyla anlatınca o da bize işaret yoluyla ayakkabılarımızı gösterdi. İçine girip de etkilenmemek mümkün değil. Aslında oldukça sade olduğunu söylemeliyim ancak mavi tonlarının ağırlıkta kullanıldığı motif ve yazılar oldukça hoş bir görüntü sunuyor. Bir köşede bir tür dini eğitim verilirken, bir diğer tarafta koyu bir sohbet devam ediyordu. Bir başka tarafta ise –yasaktır yazısı olmasına rağmen- vatandaşlardan bir tanesi oldukça uzun bir şekilde oturmuştu. Birkaç kare fotoğraf çekip camiden ayrılarak bahçesinde dolaştık. Yakın plandan caminin fotoğrafını bir kareye sığdırmak neredeyse imkansız gibi bir şey.

Caminin diğer tarafında yer alan ana kapısından çıktıktan sonra yukarıya doğru tatlı tırmanışlarımız devam etti. Enteresan yoğunlukta bir trafik olduğunu söylemeliyim. Daracık sokaklarda birbirine dokunan araçlar, tartışan şoförler görmek ilginç geldi zira çok yoğun bir merkezde olmadığımızı düşünüyorum. Sonradan sebebini anladık, Haziran ayında yapılacak Formula 1 yarışları için şehrin bazı noktalarında asfaltlama faaliyetleri devam ettiği için yollar trafiğe kapanmış. Sürücülerde ne yapsınlar, alternatif yollar aramaya başlamışlar ve buralara kadar gelmişler. Zaten sokaklar dar olunca ve bir de trafik eklenince ortalık keşmekeşe dönmüş durumdaydı.

Kalenin içindeki su kuyusunun deniz suyuyla bir bağlantısı yokmuş…

Yukarı doğru ilerlerken daha küçük bir başka eski camii gördük ama adını göremedim. Hemen köşede yer alan taş binayı dikkatle inceleyince burasının Orta Mektep olduğunu anladım. Bulunduğumuz semt ilginç manzaralar sunuyor. Bir tarafta yıkık dökük binalar, tarihi evler görürken hemen yanı başında yüksek plazalar ve iş merkezleri görebiliyorsunuz. Fotoğraf sanatçıları için enteresan kareler sunduğuna şüphe yok. Muhtemelen Bakü’ye bir daha geldiğimde buraların tamamını plazalarla süslenmiş halde göreceğim. 

Seyh Şamil Caddesi boyunca yürüyüşümüze devam ettik. Hemen köşede yer alan binanın önündeki altın renkli heykeller dikkatimizi çekince onlarla poz vermeye çekinmedik. Peki burası neresi diye şöyle bir bakınca Bakü’nün en eski hamamlarından birisi olarak kabul edilen Taza Bey Hamamına geldiğimizi anladık. 1886 yılında inşa edilen Hamam, uzun yıllar hizmet verdikten sonra bir süre kapalı kalmış. 2003 yılında gerçekleştirilen ciddi restorasyondan sonra devlet tarafından korunan binalar listesine eklenmiş. Doğu kültüründe hamamlar sadece temizlenmek amacıyla değil aynı zamanda sosyalleşmenin de önemli bir aracı olduğu için hamam pek çok hizmet veriyor. Gezmek için oradaki görevliden izin alınca bunu daha iyi anladık. Türk hamamı, Fin Hamamı, Rus Hamamı, havuzlar, saunalar, şok havuzları, yeme içme yerleri, minik localarla ne ararsanız var. Duvarlar deseniz sanki bir müzede geziyorsunuz. Hayvan kafaları, yüzlerce tablo, eski şamdanlar, resimler, metal eşyalar… İçeride çalışan Oktay bize kısaca hamamı gezdiriyor. Müthiş bir yerdeyiz kesinlikle. Özellikle tek kişilik, kafanızın dışarıda kalarak girdiğiniz saunalar çok ilginç geldi. Oktay’a fiyatları sorunca klasik anlamda tek kişilik giriş ücretinin 19 AZN olduğunu söyledi. Buna hamamları ve havuzları kullanmak dahil. Onun dışında her türlü extra için (kese, masaj, berber, manikür, pedikür yeme içme) ilave ücret ödüyorsunuz. Hamamı kullanmasanız da yolunuzu buraya mutlaka düşürün. Eminim pişman olmayacaksınız.

Kız Kalesi hakkındaki şiirler ve efsaneler elektronik bir kitabın sayfalarında ziyaretçilerle buluşuyor…

Şeyh Şamil Caddesinden ilerleyerek İçerişehir metro istasyonun olduğu noktadan İstiglaliyyat Caddesine çıktık. Bakü Metrosu 1967 yılında açılmış. 2 hattan oluşan metronun uzunluğu ise 34,6 km. Metroyu kullanmak için Bakucard denilen kartlardan almanız gerekiyor. Maksimum 4 kez kullanacaksanız 0,20 AZN ödeyerek limitli kart satın alıyorsunuz ve her bir biniş için de ilave 0,20 AZN dolum yapıyorsunuz. Eğer daha uzun süreli kullanacaksanız bu sefer 2 AZN ödeyerek başka bir kart alıyorsunuz ve istediğiniz kadar dolum yapıyorsunuz. Bu işlemleri yapabileceğiniz makinelerin para üstü vermediğini hatırlatmak isterim.

2008 yılına kadar Baku Sovyeti durağı olarak bilinen İçerişehir metro durağı, isminin değiştirildiği dönemde ayrıca giriş bölümü de piramit biçiminde yeniden düzenlenmiş. Bilenler bilir, Paris’teki Louvre Müzesinin bahçesindeki piramite benziyor. İstasyonun duvarları da sanat galerisi gibi Baku’nun eski resimlerinin sergilendiği bir yer haline getirilmiş. Bu arada istasyonda İçerişehir’in kale surlarının fragmanı da yer alıyor.

İstiglaliyyat Caddesi boyunca sağlı sollu pek çok kamu binası bulunuyor. Birleşmiş Milletler Binası, Azerbaycan Filermoni Orkestrası, Ekonomi Üniversitesi ve yolun İçerişehir’e doğru en sonunda da Nizami Gencevi Edebiyat Müzesi yer alıyor. Formula 1 yarışları için asfaltlanmadan önce parke taşlarla kaplıymış. Eminim o zamanki görüntüsü şimdiki kaymak gibi asfalttan çok daha iyidir.


Kız Kalesinin çatısından çok güzel bir İçerişehir ve Bakü manzarası bizleri bekliyor…

Aşağıya doğru surlar eşliğinde yürüyüşümüz Azerbaycan’ın ünlü şairlerinden Mirza Ali Ekber Sabir adına düzenlenmiş olan Sabir Parkına kadar devam etti. Burada ünlü şairin bir de heykeli bulunuyor. Parkı geçip Gosha Gala Kapısından içeri girdiğimizde saat 12.50’yi gösteriyordu. Yemeğe çıkmak için bizi bekleyen Leyla’nın yanında vardık ve iki kişi için 40 AZN ödeyerek “çeklerimizi” aldık. Turumuz saat 14.00’de Kız Kalesinin önündeki turizm danışma kulübesinin oradan başlayacak. Leyla’ya yemek yiyebileceğimiz bir yer sorunca Yusih Mammaladiyev sokak 14 numaradaki Caspi Club Restoranı önerdi. Sokağı bulmamıza rağmen ne kadar uğraşsak da restoranı bulamadık, bizde aynı sokakta 10 numaradaki Kafe Bazaar’da karar kıldık. Bakü’de pek çok restoranda “Business Lunch” denen bir tür öğle yemeği menüsü servis ediliyor. Fiyatları, mekana göre, 3-10 AZN arasında değişen bu menüde çorba, salata, bir ana yemek ve çay oluyor. Bazılarında içecek de olabiliyormuş. Bazaar Kafede ben borç çorbası, deniz ürünlü yeşil salata, ekmek ve patatesli tavuk menüsünü tercih ettim. Tavuk damak zevkime pek uymasa da bir tür lahana çorbası olan ve ekşi krema ile servis edilen borç çorbası ile salatayı beğendim. Menünün fiyatı 4,5 AZN, yani yaklaşık 3 dolar. Bence bedava…

Yemeğimizi tamamladıktan sonra tam 13.55’de Kız Kalesinin önündeki kulübeye geldik. Leyla bizi gülümseyerek karşıladı. Birkaç dakika dolaştıktan sonra saat tam 14.00’de rehberimiz Rafael’le buluştuk. İktisat mezunu olan Rafael sonradan turizm kokartı almış ve profesyonel olarak rehberlik yapıyor. Türkçesi fena değil, bazı kelimeleri anlamakta sıkıntı çekiyoruz ama sorduğumuzda hiç gocunmadan tek tek cevap veriyor. Leyla’nın tahmini doğru çıkıyor ve bizim grup gezisi sadece iki kişilik olarak başlıyor.

Sol tarafta bugün için sadece kalıntıları bulunan Aziz Bartholomeo Kilisesi; sağda ise Arkeolojik Alan ya da Pazar yeri…

Rafael öncelikle İçerişehir hakkında genel bilgiler veriyor. Bazı tarihçilere göre 7. Yüzyıla kadar gitse de yaygın kabul edilen görüşe göre İçerişehir’in tarihi 11. Yüzyılda başlıyormuş. Pek çoklarına göre doğunun en eski tarihi merkezlerinden birisi. Bazı kaynaklarda “Kale” olarak da bilinen şehir aslında Hazar Denizi’nin tam kıyısında kurulmuş. Hatta şehirdeki en eski yapılardan birisi olan ünlü Kız Kalesi’nin temellerinin denizin içindeki sert kayalıklarda olduğu biliniyormuş. Yaklaşık 22 hektarlık bir alana yayılan şehirde en eski eserler 11. Yüzyılda inşa edilen Muhammed Mescidi ve kale surları, 12. Yüzyılda yapılan Kız Kalesi, 15. Yüzyılda inşa edilen Şirvanşahlar Sarayı. 19. Yüzyıla kadar birkaç bin nüfusuyla İçerişehir, Bakü’nün tamamı demekmiş. O dönemde surların içinde yaşayanlar kendilerini şehrin asıl sahibi ve yerlisi olarak görürken surların dışında yaşayanları bir tür göçmen ya da ikinci sınıf vatandaş olarak görürlermiş. İlk dönemlerden itibaren savunma amaçlı yapılaşma kendini göstermiş. 8-10 metre yüksekliğinde ve yaklaşık 3,5 metre genişliğinde surlarla dar, labirent tarzı, birbirine geçmeli sokak ve tünellerden oluşan şehir, düşman saldırılarından korunmada da büyük önem taşıyormuş. Hatta yerli halk da çatılardan ve pencerelerden şehri istila etmek isteyenlere kızgın yağ, katran, kaynar su ve taş atarak savunmaya katılıyormuş. Dar sokaklar atlı askerlerin kolayca manevra yapabilmelerine de olanak tanımıyormuş. Rus işgalinden sonra bazı onarımlarla birlikte yeni binalarda monte edilmeye başlanmış. Adeta bir açık hava müzesi işlevi gören şehirde bugün itibariyle yaşayan yaklaşık 1300 kişi bulunuyormuş. Kervansaraylar, hamamlar, camilerle birlikte 25’den fazla eser milli koruma altındayken Kız Kalesi ile Şirvanşahlar Sarayı 2000 yılının Aralık ayından beri UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alıyormuş.

Mutani Kervansarayı bugün için restoran olarak kullanılıyor…

Genel bilgileri aldıktan sonra Rafael’le birlikte Kız Kalesi’nin minik kapısından içeriye daldık. Bakü şehrinin sembolü olarak kabul edilen Kız Kalesi, (ya da Qız Kalası veya Maiden Tower) milattan önceye uzanan kalıntıların üzerine 12. Yüzyılda inşa edilmiş. Silindir biçiminde inşa edilen anıtın yüksekliği 28 metre ve 8 kattan oluşuyor. Kireç taşından kiraç harcı kullanılarak inşa edilen yapının alt taraflarında duvar kalınlığı 5 metre civarındayken yukarılarda 3,5 metre civarındaymış. Yapıldığı dönemde Hazar’ın kıyısında olan yapı, 19. Yüzyılın başlarına kadar bu özelliğini korumuş. Bugün için denizden yaklaşık 300 metre içeride kalmış. Öncelikle rasathane ve gözlem evi olarak kullanıldığına inanılan yapı, zamanla savunma amaçlı ve deniz feneri olarak da kullanılmış. Kalenin güney ve güneydoğu tarafında mazgallar var. Bunlar sayesinde hem deniz gözlenmiş hem de kaleye temiz hava girişi sağlanmış.

Kız Kalesi 8 katlı ve her katın üstü kapalı. Zemin katın yüksekliği 3 metre iken diğer katlar 2,5 metre yüksekliğinde. Orijinal halinde iç taraftaki dar merdivenler ikinci kattan başlıyor ve yukarı doğru gidiyor. Bunun temel sebebi taşınabilir bir merdiven vasıtasıyla yukarıya çıktıktan sonra merdiveni kaldırarak yukarı çıkmanın engellenmesi mantığına dayanıyor. Bugün bizim de kullandığımız metal merdiven sonradan eklenmiş. Rafael, yukarıdan bakıldığında kalenin, güneşi ve ateşi simgeleyen ve Azerbaycan’da yaygın biçimde benimsenen “buta” ya benzediğini söylüyor. Bununla ilgili semboller ve açıklamalar kalenin farklı katlarında karşımıza çıkıyor.

Surlarda yer alan Dörtbucaklı Kalenin altında yaklaşık 250 metrelik tünel bulunuyormuş…

Katları gezerken Rafael, duvarların arasına yerleştirilmiş topraktan yapılma boruları gösterdi. Ne işe yaradığı kesin olarak bilinemese de katlar arasında haberleşme için kullanıldığına inanılıyormuş. Kulenin içinde yaklaşık 21 metre derinliğinde bir de su kuyusu bulunuyor. Yukarıdan baktığınızda aşağıda parlayan suyu görebiliyorsunuz. “Deniz suyu değil mi?” diye sorduğumda Rafael şiddetle karşı çıktı ve pırıl pırıl bir içme suyu olduğunu, tüm İçerişehir’de çeşmeden akan suları rahatlıkla içebileceğimizi söyledi.

Kalenin her katında farklı şeyler sergileniyor. İçerişehir’in elektronik ışıklı maketi, kale hakkında yazılan şiirler, sergilenen oyunlar en önemlisi de kale ile ilgili efsaneler. Bu tarz şeyler bir tür elektronik kitap diyebileceğimiz aletlerle sergilenmiş. Parmağınızla sayfa çevirir gibi dokunduğunuzda yeni bir sayfa açılıyor. Burada yazan efsaneler çok çeşitli. Mesela birisinde şöyle yazıyor:  

“Bir gün Bakü şehzadelerinden birisi güzeller güzeli bir kıza aşık olur. Ancak bu aşkın genç kızda karşılığı bulunmamaktadır. Şehzade inatla aşkını haykırmayı ve ısrarını sürdürür. Sonunda güzel kız razı olur ama evlenmek için çok yüksek bir kule inşa ettirmesi şartını koyar. Şehzade derhal yüksek bir kulenin inşa edilmesi emrini verir. Kulenin tamamlanmasına az bir zaman kala kızımız bir kat daha ilave edilmesini ister. Sonra bir daha. Nihayet kulenin yeteri kadar yüksek olduğuna karar verince kuleye çıkarak etrafı seyretmek istediğini söyler. Şehzade kabul eder ve kızımız kuleye çıkar. Kulenin tepesinden etrafı uzun uzun seyrettikten sonra güzel kız kendini kuleden aşağıya bırakır. İşte o zamandan beri kulenin adı “Kız Kulesi” olarak anılmaktadır.”


UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan Şirvanşahlar Sarayı mutlaka gezilmesi gereken bir kompleks. Taht odası ve sergilenen eşyalar oldukça keyifli bir görsellik sunuyor…

Hikayenin farklı versiyonları olsa da her birinde kendini kuleden aşağıya atan genç bir kız bulunuyor. Bazen hazin bir aşk hikayesi, bazen de bir kahramanlık destanı şeklinde alıp gidiyor insanı bu efsaneler. Katlardan birisinde Zerdüştlerle ilgili görseller ve materyaller sergileniyor. Çok eskiden kale, ateşe tapanların dini mekanı olarak da kullanılmış. Zaten Müslümanlıktan önce bölgenin en etkin inanışı da bu. Hatta Bakü’nün yaklaşık 20-25 km doğusunda yer alan Ateşgah’ta en önemli merkezlerden birisi. Yazının devamında orası hakkında bilgiler ve fotoğraflar da sunacağım.

En üst kata kadar öyle ya da böyle ilginizi çekebilecek şeyler bulabileceğinizi düşünüyorum. En azından 1000 yıllık bir atmosfer ilginizi çekecektir. Ama en sondaki Bakü ve özellikle de İçerişehir manzarası bence olmazsa olmazlardan birisi olarak karşınıza çıkacaktır. Her ne kadar yakın tarihte etrafı kalın plastik-cam karışımı bir malzeme ile kaplanmış olsa da buradan biraz sonra gezeceğimiz İçerişehir’i izlemek müthiş keyif verici. Sadece yakın bölgeyi düşünmeyin, en uzaklara kadar harika bir manzara sizi bekliyor. Her bir tarafta mümkün olduğunca vakit geçirip fotoğraf çekmeye çalıştım. Daha fazla vakitte geçirebilirdik ama görülecek koca bir şehir var daha.

Kız Kalesinden çıktıktan sonraki durağımız hemen turizm danışma kulübesinin arka tarafındaki merdivenlerden inerek ulaştığımız Arkeolojik Alan ya da daha bilinen adıyla Pazar Meydanı, 1964 yılında yapılan arkeolojik kazı çalışmalarında tespit edilmiş. Burada bulunan mezarların büyük ihtimalle geçici olarak buraya gömülen kişilere ait olduğu, taşların da başka taraflardan buraya getirildiği düşünülüyormuş. Şöyle ki insanlar bazı kutsal yerlere gömülmeyi vasiyet ediyor ama oraya gömülene kadar geçici olarak buraya gömülüyormuş. Bu yüzden de kazı bölgesinin kutsal bir ziyaretgah olduğu tahmin ediliyormuş.

Kompleksin bir yerinde İçerişehir’in maketi yer alıyor. Görevli bayan ışıklandırmayı çalıştırınca oldukça hoş bir görüntü oluştu. Tepeden Şirvanşahlar Saray Kompleksini de çektim elbet…

Arkeolojik kazı alanın hemen yan tarafında Aziz Bartholomeo Kilise’sinin kalıntıları bulunuyor. Hz İsa’nın 12 havarisinden biri olan Bartholomeo buraya gelerek yüzyıllardır devam eden ateşperestliğe karşı çıkmış, Hıristiyanlığı yaymak için mücadele vermiş. Bunun üzerine 71 yılında onu tam da burada Hz İsa gibi çarmıha gererek öldürmüşler. Uzun yıllar sonra öldürüldüğü bölgede kilise inşa ediliyor. Fakat Sovyetler döneminde diğer başka pek çok kilise gibi bu da yıkılıyor. Her yıl 24 Haziran günü Aziz Bartholomeo günü olarak kutlanıyormuş.

Sağ taraftan devam edince bugün restoran olarak kullanılan karşılıklı iki yapı çıkıyor karşımıza: Solda Multani, sağda ise Buhara Kervansarayı. Her iki kervansarayda 15. Yüzyılda inşa edilmiş. Kale kapısından giriş yapılan bölge aynı zamanda şehrin ticari merkezi olduğu için oraya en yakın bölgeye inşa edilen kervansaraylarda şehre mal getiren tüccarlar kalırmış. Hangi ülkeden gelenler nerede kalıyorlarsa kervansaray da onların isimlerini alırmış. Yani Hindistan gelen tüccarlar Multani Kervansaray’da kalırken, Orta Asya’dan gelenlerin kaldığı da Buhara Kervansarayı olmuş. Alt katları deve ve atlar için ayrılan yapılar genel olarak tek katlı inşa edilmiş.

Sol tarafta Derviş Türbesi, sağda ise Sultan Murat Kapısı…

Azerbaycan’ın ünlü ressamlarından Kamil Aliyev’in, bugün için müze olarak ziyaret edilen evi ile Denizciler Evi’ni geçtikten sonra Büyük Kale Caddesine çıktık. Daha önce de söylediğim gibi burası eskinin Pazar yeri. Kervanlarla gelen değerli eşyalar burada kurulan pazarda alıcılarını beklermiş. Eski Gümrük Binası da burada bulunuyor. Biraz daha ilerleyince iki bölümlü Gosha Gala Kapısının oraya geliyoruz.  Kapılardan soldaki 12. Yüzyılda Şirvanşahlar zamanında inşa edilmiş, diğeri ise daha çok araçlar için 19. Yüzyılda yapılmış. “Gosha” kelime anlamı olarak “ikili” anlamına geliyormuş. Ortaçağ döneminde içerişehir çift kale duvarları ile çevrelenmiş, hemen ön tarafında da hendekler varmış. Bir tehlike olduğunda hendekler su ile doldurulurmuş. İki kale duvarının arasında da hendek varmış ve burası da petrolle doldurulurmuş. Yani ikili kapı ismi buradan geliyormuş.

Danışma kulübesinde oturan Leyla ile uzaktan selamlaştıktan sonra hafif meyilli Küçük Gala Sokağından yukarı doğru yürümeye başlıyoruz. İçerişehir’de üç ana sokak bulunuyor: Küçük Gala Sokağı, Büyük Gala Sokağı ve Asaf Zeynalli Sokağı. Sokağın sağında sıra sıra kaliteli restoranlar yer alıyor: Buta, Mangal, Şehirli Tandır ve Kale Duvarı.

Şirvanşahlar Aile Türbesinin kapısında türbeyle ilgili bilgiler yer alıyor. Sağda ise Şah Mescidi…

Küçük Gala Sokağında yürürken şehrin surları sağ tarafınızda kalıyor. Restorasyon çalışmalarında ortaya çıkan kitabelerden anlaşıldığına göre kale surları 1120-1139 yılları arasında Şirvanşahlar döneminde inşa edilmiş ancak oldukça fazla sayıda saldırıya maruz kaldığı için farklı dönemlerde onarılmış ya da yeniden yapılmış. Sonrasında 1800’lerin sonlarına doğru resmi bir kararla ikinci duvar yıkılmış. Son ilaveler 1950 yılında yapılmış ama özellikle 2013 yılında ciddi bir restorasyon geçirmiş. Ortaçağda 1500 metreye kadar uzanan surlar bugün için 600 metre uzunluğundaymış. Yüksekliği 8-12 metre arasında değişmekte, genişliği ise bazı noktalarda 3,5 metreyi bulmaktaymış. Bazı yerlerde 12. Yüzyılda inşa edilen ilk duvarın parçaları da görülebiliyor.

Biraz ilerleyince Dörtbucaklı Kale karşımıza çıktı. Yukarıdan bakılınca dört tarafı yuvarlak olduğu için bu ismi almış. Surlar inşa edilirken, surların sağlamlığını korumak ve savunmayı kolaylaştırmak için inşa edilen burçlardan birisi olan yapı aslen cephanelik olarak inşa edilmiş, hatta kalenin altından geçen 250-300 metrelik bir tünel varmış. Kale ziyarete kapalı olduğu için gezmek nasip olmadı.

13. Yüzyıla tarihlenen eski taş kitabeler (Bayıl Taşları) ve Saray Hamamının kalıntıları…

Sokaklarda yürürken evlerin balkonları dikkatimi çekti. Rafael’e balkonların orijinal mi sonradan mı ilave edildiğini sordum. Zira sanki uzun yıllar sonra ilave edilmiş gibi bir havası vardı. Rafael, tüm balkonların ev inşa edildiği zaman da var olduğunu ancak sonradan önemli tadilat ve restorasyonlar geçirildiği için sanki yeni gibi durduğunu anlattı. Bu arada yeri gelmişken sokakların pırıl pırıl olduğunu da söylemem lazım. Sabahın ilk saatlerinde de dikkatimi çekmişti ama yeni süpürüldüğünü düşünmüştüm. Artık saat öğleden sonra 3’ü geçti ve hala dikkat çekici şekilde temiz olduğunu söylemeliyim. Medeniyet dediğin yollardaki temizlikle başlar derdi bir büyüğüm, ne kadar da doğruymuş. 

Bundan sonraki durağımız İçerişehir’in en önemli eserlerinden birisi olarak kabul edilen UNESCO Dünya Mirası listesindeki Şirvanşahlar Saray Kompleksi. Şirvanşahlar, 9. Yüzyılın ilk yarısında kurulmuş ve 16. Yüzyılın ortalarına kadar hüküm sürmüş bir devlet. En güçlü oldukları dönemde Azerbaycan’ın bugünkü topraklarının yaklaşık %40’ına hükmeden Şirvanşahlar’ın egemenlikleri Safeviler tarafından sona erdirilmiş. Ortaçağ’da başkent Şamahı’da büyük olaylar patlak verince ve üzerine de büyük bir deprem olunca başkent bir süreliğine yüksek duvarlarla çevrelenmiş Bakü’ye taşınmış. 15. Yüzyılda, Şah Halilullah zamanında, şehrin yukarı bir bölümüne, hakim bir tepeye inşa edilmiş Şirvanşahlar Sarayı Kompleksi. Rusların işgalinden sonra ciddi tahribat gören saray, kimi zaman hastane kimi zaman kışla olarak kullanılmış. Hatta bir dönem arazinin içine kilise yapılması için proje bile hazırlanmış. Yapı 1954 yılında müzeye dönüştürülmüş. 

Aliağa Vahid’in heykeli insanın acı ve tatlı anlarını barındıran enteresan bir eser…

Toplam 9 farklı yapıdan oluşan kompleksin en yukarısında Saray binası bulunuyor. Divanhane, Keykubad Camii, Şirvanşahlar Türbesi, Şah Mescidi, Seyid Yahya Bakuvi Türbesi, Sultan Murat Kapısı, Saray Hamamı ve Su deposu kompleksin içindekiler. Saray binası iki katlı, şah ve ailesi üst katta otururken alt katta ise sarayın ihtiyaçları karşılanıyormuş. İlk yapıldığında toplam 52 odası varmış. Yerde nefis halılarla bezenmiş Taht Odası oldukça gösterişli. Elbette gerçek taht ortada yok, bunun yerine elektronik yansımasını koymuşlar. Odanın diğer tarafında o dönemlere ait kılıçlar, etnografik eşyalar, kıyafetler ve takılar sergileniyor. Duvarların pek çok yerinde kurandan ayetler ve Hz Ali’nin ismi yer alıyor.

Saray kapısından çıktıktan sonra sağ tarafımızda kalan kapıdan geçince Divanhane’ye ulaşıyoruz. Sekiz köşeli yuvarlak kubbeli bir bina olan Divanhane Azeri mimarisinin en önemli örneklerinden birisi olarak kabul ediliyor. Ne amaçla inşa edildiğine dair farklı rivayetler söz konusu: Kimine göre resmi kabul törenlerinin yapıldığı bir mekan olarak tasarlanmış. Bazı kaynaklarda ise Divanhane, Şirvanşahların son hükümdarı Şah Ferruh Yaşar’a mezar türbesi olarak yapılmış ancak savaşta öldüğü için buraya hiç gömülememiş ve o günden sonra da hiç kullanılmamış. İsmini dikkate alırsak ilk seçenek daha mantıklı gibi geliyor ama Rafael’de ikincisine inandığını söyledi. Rus işgalinde burada da tahribatlar yapılmış. Etrafındaki pek çok noktada duvara 6 bucaklı madalyon üzerine kabartma ve oyma biçiminde Hz. Ali’nin ismi yazılmış. Divanhane’nin bahçesinde çeşitli derinliklerde, malzemelerin depolandığı, beş farklı kuyu bulunuyormuş.

Ağa Mikayıl Hamamının karşı tarafına denk gelen surların bir bölümü orijinal haliyle muhafaza ediliyor…

Kompleksin bahçe tarafına indiğimizde halk arasında Derviş Türbesi olarak bilinen Seyyid Yahya Bakuvi (Yahya Şirvani) Türbesi bulunuyor. Şirvanşah Halilullah zamanında saray alimi olarak görev yapan Bakuvi, genç yaşlarından itibaren sufiliğin savunucularından birisi olmuş. Öldükten sonra saray bahçesine gömüldüğüne inanıldığı için buradaki türbe inşa edilmiş. Mezarı hemen yan taraftan birkaç basamakla inilen bodrum katında bulunuyormuş. Türbede en son restorasyon 2003 yılında gerçekleştirilmiş.

Bahçede sergilenen eski taş kitabeler 13. Yüzyıla dayanıyor. Şirvanşah 3. Feriburz zamanında, sahilden yaklaşık 300 metre uzaklıktaki küçük bir ada üzerine deniz savunma kalesi olarak inşa edilen Bayıl Kalesi, 1306 yılında meydana gelen deprem neticesinde Hazar Denizinin suları yükselince tamamen suların altında kalmış. Sonradan 18. Yüzyılda sular çekilmeye başlayınca bazı parçaları yeniden suyun üzerine çıkmış. 1939-69 yılları arasında Arkeolojik araştırmalar yapılmış ve toplam 699 adet (bazı kaynaklara göre 668) kitabe gün yüzüne çıkarılmış. Bunların kalenin dış duvarlarına adeta bir kemer gibi dizildiği anlaşılmış. Bugün bu kitabelerin büyük bölümü Şirvanşahlar Sarayının iç bölümünde ve bahçesinde sergileniyor. Bazı kitabeler oldukça iyi durumda, gayet net anlaşılıyor. Yazılar Farsça ve pek çoğu okunabildiği için döneme ait bazı önemli bilgiler de sunuyor.

Bahçenin bir ucundaki kapı halk arasında Murat Kapısı olarak biliniyormuş. Sultan 3. Murat döneminde inşa edilen kapı buraya yapılan en son ilave olma özelliğini taşıyormuş. Kitabede 1586 tarihi ve muhtemelen yapan usta olan Ulu Receb Babanın ismi yazıyormuş.

Rehberimiz Rafael’le keyifli bir tur yaptık…

Kompleksdeki bir diğer önemli yapı ise Şirvanşahlar Türbesi. Yapı oldukça korunmuş ve restorasyondan sonra iyi durumda. Giriş kapısı üzerindeki yazıda: “Dinin savunucusu peygamberin adamı, büyük sultan Şirvanşah Halilullah, Allah onun şahitliğini ve hakimiyetini daim etsin, bu aydınlık türbeni kendi anası ve 7 yaşındaki oğlu için Allah kendilerini rahmet eylesin, inşa ettirmeyi emretti 839 yıl”. Tarih olarak 1435-36 yıllarına denk düşüyor. Girişin üzerindeki madalyonda ayrıca 12 defa “Ali” ismi yazılmış. Her ne kadar türbe anne ve küçük oğul için yapılmış olsa da ailenin diğer üyeleri de buraya gömülmüş. 7 farklı mezar taşı bulunsa da bugün için 5 tanesinde kemik kalıntıları varmış. Mezar taşlarından birisi çok küçük olunca Rafael’e sordum. Maalesef bir tanesi de 2 yaşındaki oğluna aitmiş. Buradaki mezar taşları orijinal değilmiş. Rus işgali sırasında tahrip edilmiş, sonradan yeniden yapılmış.

Hemen sağ tarafta bulunan yapı ise Şah Mescidi. Mescidin minaresinde Şirvanşah Halilullah’ın emriyle 1441 yılında inşa edildiği yazıyormuş. Mescidin iki farklı bölümü varmış. Büyük olan şah ve yüksek düzey görevliler için, küçük olan ise saray kadınları içinmiş. Yan taraftaki yukarıya doğru giden dar bölümlerde görülen küpler, mescidin içindeki sesi farklı bölümlere duyurabilmek için tasarlanmış. Önüne çekilmiş olan zincir nedeniyle mihraba doğru gitmeniz mümkün olmuyor.

Muhammed Camii bugün için kapalı. İleride müze olarak açılması planlanıyormuş; Kız Kalesi önünde bir grup genç kızın Türk ve Azeri bayrakları ile poz vermeleri süperdi…

Yaklaşık bir saatlik gezinin ardında Şirvanşahlar Saray Kompleksi gezimizi tamamladık. Oldukça yoğun bir bilgi bombardımanına tutulmuştuk. Rafael’in de işini severek yaptığı belli oluyordu. Ne sorarsak soralım hiç bıkıp usanmadan bize cevap veriyordu. Sarayın diğer kapısından çıktığımızda bana oldukça enteresan gelen bir heykelle karşılaştık. Heykel, Azerbaycan’ın ünlü şair ve gazel üstadı Aliağa Vahid’e ait. 2009 yılına kadar Devlet Filarmoni Binasının önünde duran heykel o tarihte buraya aktarılmış. Ancak heykeli enteresan kılan bunlar değil elbette. Heykelin kafasında hayatın farklı kesitleri işlenmiş. Sanki bir saç formatında olan bu kesitlerde insanların düğün ve eğlence gibi kutlamaları yer alırken aynı zamanda hüzünlü zamanlarının simgesi olarak cenazeler de yer alıyor. Heykelin etrafında uzun uzun dönerek dikkatle inceledik. Hoştu doğrusu…

Yeniden Küçük Gala Sokağındaki surların dibinden aşağıya doğru yürümeye devam ettik. Bu bölgede surların 11. Yüzyıldan kalma orijinal parçalarını görebiliyorsunuz. Biraz daha ilerleyince İçerişehir’de faaliyet gösteren tek hamam olan Ağa Mikayıl Hamamını gördük. Şehrin zenginlerinden birisi olan Mikayıl ağa, Bakü’ye gelen misafirlerin rahat etmesi için böyle bir mekan yaptırmış. Zaten İçerişehir’de tarihte pek çok hamam varmış ama bugün bunların hiç birisi faaliyet göstermiyormuş. 18. Yüzyıla tarihlenen hamam devlet koruması altına alınmış. Rafael, giriş ücreti, kese, çay kahve 30 AZN civarında olduğunu söyledi.


Kafe Tandır’ın orada Küçük Gala Sokağını bitirirken sol tarafta başlayan Asaf Zeynalli sokağına girdik. Zeynallı, Azerbaycan’ın önemli müzisyenlerinden birisi imiş. Pek çok tiyatro eserinin müziklerini besteleyen Zeynallı çok genç bir yaşta hastalıktan ölmüş. Bakü’de faaliyet gösteren bir Müzik Koleji ile bu sokağa onun adı verilmiş.

İçerişehir 2010 yılında önemli bir restorasyondan geçtiği için pek çok ev ve sokak oldukça düzgün görünüyor. Yalnız ara sokaklara girdiğimiz zamanlarda binaların bazıları elden geçmişken bazılarının oldukça harap durumda olduğunu ve kullanılmadığını gördüm. Rafael, bunun biraz da imkan meselesi olduğunu ve yıllar içinde tüm sokakların ve evlerin elden geçmesinin planlandığından bahsetti.

Bundan sonraki durağımız Bakü’nün en eski İslam eseri olarak kabul edilen Muhammed Camii. 1078-79 yıllarına tarihlenen caminin kitabesinde “Bu cami, reis Muhammed Bin Kebr tarafından inşa edilmiştir” yazıyormuş. O dönemde şehre hakim olan kişilere reis deniyormuş ve zengin tabakanın içinden seçiliyormuş. Evlerin arasında kaldığı için ilk etapta bilmeyenler için bulması zor olabilir. Halk arasında “Kırık Kale” olarak da adlandırılan camii bugün için ibadete ve ziyarete kapalı. Yakın tarihte restorasyona başlanması ve müze olarak kullanılması planlanıyormuş. Hemen arkasında yer alan İsviçre büyükelçiliği binasında sallanan haçlı bayrak bitişiğindeki cami ile tezat teşkil ediyor diye küçük bir espri yapıyor Rafael.

Hava yavaştan kararmaya başlarken Park Bulvar ve Kız Kalesi günün en güzel pozlarını veriyorlardı belki de..

Tekrar Asaf Zeynallı Sokağına döndük. Artık Kız Kalesi göründü ve yavaş yavaş turumuzun sonuna geliyoruz. Burada İçerişehir’in en güzel eserlerinden birisi olarak söylenen Cuma Camii bulunuyor. Eski bir ateşgah tapınağının üzerine inşa edilen en eski camii 1309-10 yıllarına tarihleniyor. Bugün bizim gördüğümüz ise 1899 yılında eskisinin yerine yapılmış. Çok merkezi bir yerde olduğu için yıllar içinde genişlemesi biraz zaman almış. Minare kuzey tarafta ve ibadet yeri kare biçiminde. Kare biçimli ibadet yeri olması Selçuklu mimarisini anımsatıyormuş. Sovyetler zamanında ibadete kapatılmış ve bir dönem halı müzesi olarak kullanılmış, 1991 yılındaki bağımsızlıktan sonra yeniden açılmış. 

Cuma Camii ile Kız Kalesi arasındaki kısa mesafe, İçerişehir’in en hareketli yerlerinden birisi. Yaklaşık 100-150 metrelik mesafede restoranlar, halıcılar, hediyelik eşya dükkanları, birkaç kullanılmayan hamam, kervansaray, kafeler ne ararsanız var. Buralarda zaman geçirmek çok keyifli. İki saatlik diye başladığımız turumuz Kız Kalesinin önünde sonlandığında tam 3 saat olmuştu. Rafael’le tüm tarihi bölgede müthiş keyifli bir tur yapmıştık. Cep numarasını aldık ve arzu eden olursa verebileceğimizi söyledi. Hatıra fotoğraflarımızı da çektirdikten sonra yorgun ama müthiş keyifli biçimde ayrıldık.

Saat 17.00’i geçiyordu ve yavaş yavaş resepsiyon için otele dönme zamanı gelmişti. Buradan artık aşina olduğumuz Fevvareler Meydanı, Nizami Caddesi ve Hüseynov caddeleri üzerinden otele ulaştık. Toplantı saat 19.00’da olacağı için çok fazla bir zamanımız da kalmamıştı. Uzun süren bir açılış resepsiyonu sonrası artık o akşam dışarıya çıkacak halimiz kalmadığı için otelde dinlenmeyi seçtik…

(Devam edecek)