Bakü ve civarındaki gezimiz devam ediyor… Bakü’ye esas gelme sebebimiz olan uluslar arası toplantı iki gün boyunca devam etti. İlk günün akşamı toplantı sonrası akşam yemeği için Devlet Bayrak Meydanının orada hemen hemen tam karşısına denk gelecek şekilde konuşlanmış olan Mangal Restorana gittik. Burada yerel yemeklerden oluşan bir menü yedik. Gutab denilen bizdeki çi börek tarzı başlangıç çok hoşuma gitti. Bizim adana kebaba benzeyen ama ondan daha küçük parçalar halinde servis edilen lüle kebap da çok lezzetliydi. Ancak aynı övgüyü “pakhlava” ve “shakarbura” tatlıları için yapamayacağım. Ara ara sahneye gelen Mugam ekibi ile müzik dinledik. Hatta biraz da oynadık bile diyebilirim. Mugam, esasen Azerbaycan Halk müziği. Karma ritimli ezgilerden oluşan folklorik bir müzik. Kendine has bazı temalarla çalınan mugam enstrüman olabildiği gibi sözlü de olabiliyor. Kesinlikle etkileyici olduğunu söylemem lazım. Mugam, dans, sohbet derken gece geç saatte tamamlandı ve otelimize döndük.
Çıkış kapısından Haydar Aliyev Kültür Merkezi…
İkinci gün öğleden sonra sosyal program kapsamında tüm grup Haydar Aliyev Kültür Merkezini ziyaret ettik. Dünyaca ünlü Iraklı kadın mimar Zaha Hadid tarafından projelendirilen merkezin yapımına Türk bir firma tarafından 2007 yılında başlanmış ve Haydar Aliyev’in 89. doğum günü olan 10 Mayıs 2012’de tamamlanmış. Yaklaşık 250 milyon dolar maliyeti olan bina, enteresan yapısıyla dikkat çekiyor. Binada hiçbir şekilde düz çizgiler kullanılmamış, yerden dalgalar şeklinde gökyüzüne yükselen yapı sonrasında süzülerek yeniden yere iniyor. Aynı zamanda felsefe olarak da geçmişle geleceğin birbirine ne kadar bağlı olduğunu anlatmaya çalışıyormuş. İçte ve dışta kullanılan beyaz renk, hem aydınlık bir geleceği sembolize etmek hem de bazı özel unsurlara dikkat çekmek için seçilmiş. Genel arazi yaklaşık 16 hektar, inşaat alanı ise 101.800 m2 imiş. Merkez, ana bina ve genişçe bir park arazisinden oluşuyor. Arazide iki dekoratif havuz, bir de yapay göl var.
Enteresan mimarisi ve beyazın hakimiyeti ile öne çıkan Kültür Merkezinde Haydar Aliyev’in kullandığı makam araçları da sergileniyor...
Merkez üç farklı bölümden oluşuyor. Haydar Aliyev Müzesi, sergi salonları bölümü ve oditoryum. Rehber eşliğinde gezimize öncelikle Haydar Aliyev Müzesinden başlıyoruz. Üç katlı müzenin ilk bölümünde Haydar Aliyev tarafından kullanılmış olan makam araçları sergilenmiş. Sovyet döneminde kullanılan araç diğer ikisinden daha ilgi çekici zira diğerleri bildiğimiz lüks araçlardan. Diğeri ise bir limuzin. Araçları bolca fotoğrafladıktan sonra devasa beyaz merdivenlerden bir üst kata çıkıyoruz. Bu bölümde kronolojik olarak Haydar Aliyev’in ve Azerbaycan’ın siyasi hayatı anlatılıyor. Bol bol fotoğraf ve modern teknikler kullanılarak hazırlanan platform ilgi çekici. Küçük, özel bir salonda Aliyev’le ilgili filmlerden kolajlar izlenebiliyor. Diğer ülke liderleri ile görüşmelerini yansıtan bir multimedya salonu da mevcut. Son bölümde Haydar Aliyev’in sivil ve askeri giysileri, çalışma masası, kişisel eşyaları, nişan ve madalyaları, diğer ülke yöneticilerinden aldığı hediyeler sergileniyor.
Yöresel kıyafetlerden daha çok yöresel müzik aletleri daha çok ilgimi çekti. Özellikle kırmızı halıya bastığınızda önünde durduğunuz aletin müziği geliyor…
Merkez gezimizin son bölümü “Mini Azerbaycan” denilen ve ülkenin tarihi veya modern en önemli yapılarının minyatür maketlerinin bulunduğu yer. Bunlardan bazıları, Şamahı Cuma Mescidi gibi, bugün bulunmazken bazıları da proje aşamasında olup henüz tamamlanmayan eserlerden de olabiliyor. Kız Kalesini, Şirvanşahlar Sarayını, Alev Kulelerini, Hükümet Evini, Halı Müzesini minicik ve bu kadar yakından görmek oldukça keyifli oluyor. Zaten böyle yerleri oldum olası sevmişimdir. Gerçi bana kalsa sadece tarihi dokusu olan eserleri koyardım ama onlar böyle takdir etmişler. Bu arada ziyaret etmek isteyenler için birkaç teknik bilgi vereyim. Merkezin tamamını gezmek isterseniz 12 AZN ödemeniz gerekiyor. Haydar Aliyev Müzesi ya da diğer sergileri tek başına gezmek isterseniz her biri için ayrı ayrı 5 AZN ödemeniz gerekiyor.
Şehitler Hıyabanı Bakü’nün yüksek bir noktasına inşa edilmiş. Türk Genelkurmayı tarafından inşa ettirilen cami güvenlik gerekçesiyle kapalı…
Grup olarak otele geri döndükten sonra üzerimizdeki resmi kıyafetlerden kurtulduk. Aşağıda bizi bekleyen Azeri arkadaşlardan birisine bizi şehrin batı tarafındaki tepelik bölümde yer alan Şehitlik ya da Şehitler Hıyabanı’na (Anıtı) bırakmasını rica ettik. Çok ısrar etmemize rağmen bekleyeceğini söyledi ve biz de gezimize devam ettik. Şehitlik, 1918 yılında Bakü’deki savaşlarda şehit düşmüş Azeri ve Türk askerlerinin gömüldüğü yer. Ermenilerin yürüttüğü katliamlar karşısında çaresiz kalan Azeriler, dönemin hasta adamı Osmanlı’dan yardım isterler. Osmanlı bu çağrıya kayıtsız kalamaz ve Enver Paşa’nın talimatıyla genç komutan Nuri Paşa Kafkas İslam Ordusunu kurar ve yardıma koşar. Bakü’ye varana kadar bazıları yolda şehit düşer. Öte yandan harekât başarılı olmuştur. 1130 askerimiz bu tepede oluşturulan mezarlığa gömülürler. Sovyet işgalinden sonra 1924-1990 yılları arasında mezarlık lağvedilir ve yerine bir eğlence merkezi inşa edilir. 20 Ocak 1990’da Sovyet askerlerinin Bakü’de sivil halka karşı yapmış oldukları toplu katliamdan sonra bölge tekrar Şehitler Hıyabanı olarak adlanmış ve Ocak katliamında şehit olanlar da buraya gömülmüş. Sonrasında Karabağ savaş şehitlerinden bazıları da buraya defnedilmiş.
Şehitler Anıtı…
1999 yılında Türk Genelkurmayı buraya bir anıt ve cami yaptırmış. Cami güvenlik gerekçesiyle ibadete kapatılmış. Anıttaki kitabede ise şöyle yazıyor:
“25 Mayıs-17 Kasım 1918 tarihleri arasında cereyan eden Kafkas Harekâtı’nda, Nuri Paşa komutasındaki Türk Kafkas Ordusu; Gence, Gökçay, Aksu, Kürdemir, Şamahı istikametlerinde taarruzlarına devamla 16 Eylül 1918 tarihinde Bakü’ye girerek Azerbaycan’ı, müteakiben devam eden muharebeler neticesinde Karabağ ve Dağıstan’ı düşman işgalinden kurtarmıştır.”
Şehitlik temel olarak iki bölümden oluşuyor. İlki en uç tarafta yer alan Şehitler Anıtına giden yolda bulunan mezarlar, diğeri ise parkın biraz aşağısında yer alan bölümdeki mezarlar. Yol boyunca ilerleyip Şehitler Anıtı’nın bulunduğu yere geldik. Anıtın iç bölümünde şehitlerin ölümsüzlüğünü simgeleyen ve hiç sönmeyen bir ateş yer alıyor. Buradan nefis bir manzara olduğunu söylemem lazım. Özellikle Devlet Bayrağı Meydanı ve hemen ön taraftaki devasa dönme dolap ile Hazar denizinin görüntüsü muhteşem. Ters tarafa doğru giderseniz bu sefer nefis bir Bakü manzarası sizleri bekliyor. Şehitlik olarak düzenlenen yeşil alanın bizzat kendisi de gezilmeye değer. Oldukça büyük bir alana yayılan parkta dolaşabilir, kahve içebilir, yorulursanız banklarda dinlenebilirsiniz.
Şehitler Anıtının bulunduğu yerden iki taraflı Bakü manzarası…
Bu arada Bakü’deki tek fenikülerin de Şehitlik bölgesine çalıştığını söyleyeyim. Hemen caminin arka tarafında bulunan fenikülerin ücreti 5 AZN. Otobüs ya da yürümeyi tercih etmeyenler için önemli bir alternatif.
Gezimizi tamamladıktan sonra merkeze geldik. İçerişehir’de gezerken hemen Kız Kalesinin yanı başında, daha önce kervansaray olan bugün Bakü’nün en lüks restoranlarından birisine ev sahipliği yapan binadaki halıcıya takıldık. Arife ablanın böyle bir niyeti olduğu için genç satıcı dükkanda ne var ne yoksa yere indirdi. Bütün bilgileri alıp bazılarının fotoğraflarını çektikten sonra Fevvareler Meydanına yollandık. Karnımız acıkmıştı. Daha önceden dikkatimizi çeken Fantan Restorana doğru indik. İndik diyorum çünkü Bakü merkezdeki kafe, restoran ve diskoların bazılarına girebilmek için 8-10 basamakla aşağıya doğru inmeniz gerekiyor. Temiz, minik bir mekan. Siparişlerimizi verdik, 15 dakika içinde yemeklerimiz geldi. Tam başlamıştık ki mutfaktan yoğun bir duman gelmeye başladı. Geçer diye ilk anda üzerinde durmadık ama sonradan duman iyice arttı ve içeride durulmaz hale gelince dışarıya kaçtık. Sağdan soldan yardımlar, yangın tüpleri derken ortalık bayağı bir hareketlendi. Ne oldu diye sorduğumuzda ise “Fırın aparatı yandı” cevabı aldık. O telaşla yemeğimiz yarım kaldı ve parayı ödeyecek durum yoktu. Biz de hemen köşede sırtında maymunu ile fotoğraf çektiren adama bilgi verip oradan ayrıldık.
Bibi Heybet Camii…
Saat epey geç olmuştu. Yine yürüyerek otele geldik. Ertesi gün başka bir otele geçeceğimiz için eşyaları toparlamamız gerekiyordu. Sabah erkenden buradaki dostumuz Azim’le buluşacaktık…
08.04.2016 Cuma
Sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra bavullarımızla birlikte bizi lobide bekleyen Azim beyle buluştuk. Daha önceki mesleki toplantılardan tanıştığımız için gezmek istediğimiz yerlerde bize eşlik etmek istedi. Biz de kendisini kıramadık elbette. Bugünkü gezi programımız Bakü merkezden ziyade biraz dışarıdaki yerler. Bibi Heybet Camii, kaya oymaları ile bilinen Gobustan, Yanardağ ve Zerdüştlerin mekânı Ateşgah. Eşyalarımızı arabanın bagajına yerleştirdikten sonra günün ilk programı olan Gobustan yolu üzerindeki camiye doğru yola çıktık.
Bibi Heybet Türbesi ya da Camii, Bakü yakınlarındaki Şıh kasabasında bulunuyor. Türbe yedinci imam Hz. Musa Kazım’ın kızı ve sekizinci imam Hz. Ali Rıza’nın kız kardeşi Hekime Hanım adına yaptırılmış. Hikayesi ilginç: Hekime Hanım Hz. Ali ve Fatma’nın soyundan geliyor. Hekime Hanım kendisini inciten halifelerin elinden kaçarak Bakü’ye yerleşir. Tanınmamak için de Heybet ismiyle tanınır ve öldükten sonra bugünkü camiinin olduğu yere defnedilir. Sonrasında 13. Yüzyılda mezarın bulunduğu yere bir türbe inşa edilir ve uzun yıllar kutsal bir yer olarak halk tarafından benimsenir. Evlenmek isteyenler, çocuk sahibi olmak isteyenler ve daha niceleri buraya gelerek dua ederler. 1920 yılında Azerbaycan’da Sovyet rejimi başladıktan sonra dinle ciddi bir mücadele başlar. 1936 yılında cami önce ibadete kapatılır, sonrasında büyük bir patlama olur ve cami yıkılır. Yıkım tamamlandıktan sonra caminin yerine karayolu yapılır. 60 yıl boyunca bu süreç devam eder. Azerbaycan bağımsızlığını kazandıktan sonra 1994 yılında Haydar Aliyev’in yazılı talimatı ile eski camiinin olduğu yere yeni caminin inşaatı başlanır. Yeni camii, daha önceden çekildiği tespit edilen resimler ile camiyi ziyaret etmiş bazı kişilerin kaleme aldığı yazılar dikkate alınarak inşa edilir. Nihayet Mayıs 1999’da Haydar Aliyev ve diğer konukların katılımı ile resmi açılışı yapılır. Sonrasında yapılan bazı ilavelerle birlikte 2008 yılında bugünkü görünümüne kavuşur.
Hekime Hanımın mezarı türbenin merkezinde yer alan kare şeklindeki kafesin içinde bulunuyor…
Bugünkü camii alanı ve çevresi, eskisine oranla daha büyük bir alanı kapsıyormuş. Avlusunda aynı anda 2-3 bin kişi toplanabiliyormuş. İki tarafında minaresi olan Camide peygamber soyundan gelen dört kişinin mezarı bulunuyormuş ve İslam dünyasının kutsal mezarlarından birisi olarak kabul ediliyormuş. Ayakkabılarımızı çıkarıp içeriyi ziyaret ediyoruz. Hekime Hanımın mezarı türbenin merkezinde yer alan kare şeklinde bir kafesin içinde bulunuyor. Üst bölgesi iki sıra altın renginde işlemelerle kaplı kafesin bir tarafından camiye yardım için para atabiliyorsunuz. Caminin içinde ibadet yapanlar olduğu için çok fazla kalmıyoruz. Tavan mavi ve yeşil rengin müthiş uyumuyla bezenmiş, harika bir görsellik sunuyor.
Gobustan Müzesi…
Yaklaşık yarım saatlik ziyaret sonrası Gobustan’a doğru yola çıkıyoruz. Gobustan vilayetinin merkezi olan şehrin nüfusu yaklaşık 5000. Ancak burayı önemli kılan şehir merkezi değil, hemen birkaç kilometre uzaklığında yer alan UNESCO Dünya Mirası listesindeki Gobustan Kaya Oymaları Milli Parkı. Bölgenin isminin nereden geldiği konusunda tarihçiler arasında farklılıklar bulunuyormuş. Kimisi Türkçe’de “Gobu” ya da “Kobu” kelimesi, uçurum, boşluk anlamında kullanıldığı için bölgenin topografik yapısındaki karmaşıklık, geniş ovalar ve bazı bölgelerde yer alan tepeliklerle açıklarken kimileri de aslında eskiden bölgenin isminin “Gavistan” olduğunu, “Gav” kelimesinin ise “öküz, inek” anlamına geldiğini, “stan” kelimesinin ise “belde” anlamı olduğu için öküzler diyarı olduğunu, zamanla Gobustan haline geldiğini savunuyormuş.
Gobustan’da bulunan kaya oymalarının yaklaşık 40.000 yıl öncesine dayandığı tahmin ediliyor. 537 hektarlık alanda yer alan 6000’den fazla olağanüstü kaya oyması, üç farklı kayalık platoda yer alıyor. İlk arkeolojik çalışmalar 1940 yılında başlamış. Sonrasında arkeolog Ceferzade tarafından devam ettirilen çalışmalarda 750’den fazla kaya üzerinde 3500’den fazla oyma tespit edilmiş. Kazılar bugün dahi devam ediyormuş.
Rehberimiz Arife kaya oymalarını detaylarıyla anlattı…
Bakü’ye yaklaşık 60 km mesafede yer alan Milli Park, iki bölümden oluşuyor: Öncelikle girişte yer alan Müze ve içeri bölümde yer alan kaya oymalarının bulunduğu bölge. Giriş bileti adam başı 2 AZN, rehber isterseniz grubun tamamı için ayrıca 10 AZN ödemeniz gerekiyor. Müze zemin ve bodrum kat olmak üzere iki bölümden ibaret. Rehberimiz Arife geziye zemin kattan başlıyor. İlk durağımız dünyada UNESCO listesinde yer alan kaya oymaları sanatının bulunduğu bölgeleri gösteren devasa dünya küresi. Devamında ise yoğun ağaçlık bir ortamda çeşitli hayvanların sergilendiği ilkel yaşamdan örnekler bulunuyor. Alt katta ise eski dönem insanların yaşamlarından kesitler sergilenen oda oldukça enteresan. İnsanların inşa ettiği sığınak örnekleri, hayvan avlarından görüntüler, evlenme ya da cenaze törenlerinden kesitler var. Bir diğer odada ise daha sonra gezeceğimiz Milli Park alanındaki kaya sanatından örnekler bulunuyor. Yüzyıllar içinde geçirdiği aşamaları izleyebilmek mümkün.
Müze gezimizi tamamladıktan sonra kaya oymalarının bazılarını görebileceğimiz alana geçtik. İçeri girdikten sonra bölgeyi anlatan pek çok yerde görebileceğiniz bir ritüel dans figürü bizi karşıladı. MÖ 6000 yılına tarihlendiği için nispeten daha yeni kabul edilen oymada, sanki dans eden bir grup insan figürü bulunuyor. Bu dansın avın başarılı olmasını temin etmek için yapılmış olabileceği kabul ediliyormuş. Parktaki en net oymalardan birisi olduğunu söyleyebilirim.
Rehberimiz Arife kaya oymalarını detaylarıyla anlattı…
Kayalarda sayı olarak en fazla resmedilen şeyin öküz olduğunu söylemeliyim. Bazı noktalarda geyik ve keçi tasvirleri de var. Bunun iki anlamı olabiliyormuş. Avlanılan, kendisinden faydalanılan bir şey olması yanında aynı zamanda kutsal kabul edilen yaratıklar olması önemli bir durum. Dünyanın farklı yerlerindeki kaya oymalarında da en çok rastlanan figür öküzmüş. Bunun dışında kayık figürleri, av sahnelerinden kesitler de burada rastlayabileceğiniz şeyler. Kayalarda yer yer görülen delikleri rehberimiz Arife’ye sorduğumda ilginç bir cevap aldım. Binyıllar önce Hazar Denizi bu bölgeye kadar uzanıyormuş, kayalıkların bir bölümü denizin altında kalıyormuş. Sonrasında sular çekilmeye başlayınca insanlar buralara gelmiş. Bazı noktalarda yer alan küçük kuyular da oldukça enteresan. Kimisi yiyeceklerin bozulmaması için kullanılırken, kimisi de temiz su muhafazası için kullanılmış.
Bir saatlik gezi sonrasında yeniden Bakü’ye doğru yola çıktık. Bu seferki güzergahımız Yanardağ ya da Yanar Dagh. Bakü şehir merkezinden yaklaşık 25 km uzaklıkta, Memmedli Köyü civarında yer alan Yanardağ, dağın eteklerinde çıkan doğal gazın etkisiyle ne kadar zamandır yandığı belli olmayan bir ören yeri. Bazı dönemlerde ateşin yüksekliği 10-15 metreyi bulsa da biz ziyaret ettiğimizde çok da görkemli olduğunu söylemeyeceğim. Birkaç metre genişliğinde ve bir iki metre yüksekliğinde bir ateşti sadece. Daha eski tarihlerde bugün yanan bölgenin karşı tarafında üç farklı tepede de alevler varmış ama zamanla yok olmuşlar. Ateşin arka tarafındaki tepelikten Bakü ve Hazar Denizi manzarası görülebiliyor. Bölge 2007 yılında çıkarılan bir kararname ile devlet tarih-kültür rezervi ilan edilmiş. Bahçesinde bazı tarihi kalıntıların da yer aldığı Yanardağ ören yeri bence ziyaret edilmese de olur yerlerden. Çok anlamlı bulmadım. Normalde altımızda araba olmasa buraya Köroğlu metro istasyonundan kalkan 17 numaralı otobüsle gelinebiliyor. Buraya gelip gitmek neredeyse 2-3 saatinizi alır. Hele kısa bir Bakü ziyaretinizde tamamen zaman kaybı olur kanaatindeyim. Buraya giriş ücreti 2 AZN, rehber için ayrıca 5 AZN ödemeniz gerekiyor.
Yanar Dagh denilen ören yeri çok da etkileyici bir yer değil. Özellikle de az zamanınız varsa bir daha düşünün derim…
Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuktan sonra Bakü ziyaretinizde görülmesi gereken yerlerden birisi olarak bilinen Ateşgah’a geldik. Giriş ücreti adam başı 2 AZN, rehber için ayrıca 5 AZN daha ödüyorsunuz. Rehberimiz Ruslan adlı bir erkek. Türkiye, özellikle de futbol hakkında çok şey biliyor. Bana hangi takımı tuttuğumu sorunca “Göztepe” dedim, İsyan Marşını biliyorum demez mi. Demekle yetinmedi söylemeye de başladı. Ben tabi memleketten birkaç bin kilometre uzaklıkta alakasız bir insandan marşın sözlerini duyunca şok şok şok… Sıkı bir futbol fanatiği olduğu için sadece Süperlig değil diğer liglerdeki rekabeti de takip ettiğini, KSK-Göztepe rekabetini de iyi bildiğini söyledi. Dünya küçük kardeşim, ne olacağı, kiminle karşılaşacağın hiç belli olmuyor.
Ateşgah’ın en önemli noktası kuşkusuz sönmeyen ateşin bulunduğu secdegah denilen ortadaki tapınak…
En genel tabiriyle Ateşgah, Azerbaycan’ın ateş mabedi olarak tarif edilebilir. Farsçada “Alev Evi” anlamına gelen ateşgahlara, Zerdüştlüğün önemli kabul gördüğü Azerbaycan ve İran topraklarında rastlamak mümkün. Zerdüştlük, Güneybatı Asya’nın en önemli inanışlarından biri olarak karşımıza çıkıyor. MÖ 6. Yüzyılda İran’da (bazı kaynaklara göre bugünkü Güney Azerbaycan) yaşayan Zerdüşt peygamber tarafından yayılan öğreti ile tek tanrılı inancın temelleri atılmış. Farslar ve Pers’lerin ilk dini olarak bilinen Zerdüştlük, sonrasında bir kenara itilmiş, Sasanilerle birlikte resmi din olarak yeniden benimsenmiş. Pek çok kaynağa göre Müslümanlık ve Hıristiyanlığı da etkileyen Zerdüşltük’de en önemli hususlardan birisi ateşin kutsallığı. Aslında Zerdüşt peygamberden önce de insanlar arasında ateş kutsal kabul edilirmiş ama sonrasında tam da merkeze yerleştirildiğini söyleyebiliriz. Bunun yanında hava, su ve toprağın da önemini atlamamak lazım. Bu yüzden de Zerdüştler ölülerini yakmaz ve gömmezler, bir çukurda öylesine bırakırlarmış.
Azerbaycan topraklarında yaygın olan Zerdüştlük yüzyıllar içinde binlerce insanın buralara yerleşmesine, ibadet amacıyla bu bölgelere gelmesine vesile olmuş. Ancak, 7. yüzyılla birlikte bölgede Arapların ve Müslümanlığın egemenliği başlayınca Zerdüştler için bu topraklar yaşanmaz hale gelmiş. Müslümanlık resmi olarak kabul edildikten sonra kendi dinlerini yaşamakta zorlanmışlar, ya din değiştirmeye ya da bölgeyi terk etmeye zorlanmışlar. Böylece burada yaşayan Zerdüştler de Hindistan’a göç etmişler. Yaklaşık 8-9 asır boyunca oralarda yaşayan topluluklardan bazıları 16. Yüzyıldan itibaren eski yerlerine dönmeye başlamışlar. İşte o dönemle birlikte bu coğrafyanın kadim inanışları yeniden destekçi bulmaya başlamış.
Ateşgah’taki odalarda sergilenen şeyler ilginizi çekebilir…
Bakü’ye 30 km uzaklıkta Abşeron Yarımadasındaki Saruhani kasabasında yer alan Ateşgah, 16-19. Yüzyıllar arasında inşa edilmiş. Bölgedeki doğalgaz ve petrol rezervlerinden dolayı yüzyıllardır sürekli yanan ateşi gören insanlar aslında çok daha önceki dönemlerde buraya gelerek ibadet ederlermiş. İşte bugün gördüğümüz Ateşgah, tam da bu sönmeyen ateşin yandığı yere bir tapınak inşa edilmesi fikri ile ortaya çıkmış. Eldeki kaynaklara göre Hintliler tarafından inşa edildiği söyleniyor. Dönemin zengin Hintli tacirleri buralara ziyarete geldikçe inşaat süreci başlamış. 1713 yılında en eski yapı olarak kabul edilen ahır inşa edilmiş. Yapımı zamanın ünlü taciri Kançanagaran tarafından üstlenilen ortadaki secdegah ise 1810 yılına tarihleniyor. Ortada sürekli yanan ateş mabedinin etrafında ise han sitili, ya da medresevari, oda oda küçük evler yapılmış. Buralar yıllar boyunca başta Hindistan’dan gelen ateşe tapanların ibadet ettiği, günahlarından arınmak için kendilerine işkence ettikleri (kor ateşin üzerinde sırtüstü yatma, kendini boynundan zincirleme vb.) yerler olarak kullanılmış. Bugün de ziyaretiniz sırasında bunları simgeleyen mumyaları, resimleri görebiliyorsunuz. Odaların tam ortasında ateşin yakıldığı küçük bir çukur var, hemen tavanda ise duman çıkması için küçük bir baca. Bazı odalarda taşlarla oyulmuş Hint Alfabesinden harfler yer alırken, bazı odalarda ise merkezdeki secdegahı gören minik pencereler bulunuyor. Rehberimiz Ruslan, insanların ne kadar süreyle kendilerine işkence çektireceklerine yine kendilerinin karar verdiklerini söyledi. Yani kişi aşırı günahı olduğunu düşünüyorsa senelerce boynunda 30 kg varan zincire bağlı olarak yaşayabiliyormuş. İbadetin ne kadar süreceğine yönelik bir süre de genellikle yokmuş. Saatlerce bazen günlerce ateşe bakarak durup dua ederlermiş. Ruslan, hayatta iki şeye saatlerce bakılabildiğinden bahsetti: Ateş ve su…
Dönemin zengini Ateşgah’a gelerek bazı garibanlara para verip kendileri adına ibadet etmelerini talep edermiş. Soldaki fotoğraf bunu simgeliyor. Sizin anlayacağınız her dönem aynı şeyleri yaşayabiliyoruz…
Ateşgah’ın ibadethane olarak kullanılması 1880’li yıllara kadar devam etmiş. O dönemde ortaya çıkan toprak kaymasında doğalgaz rezervleri kısmi olarak yer değiştirince ateşin gücü azalmış ve hatta sönmüş. Bu durum bölgeye gelen insanlar tarafından tanrının gazabı olarak yorumlanmış ve ateşgah ibadete kapatılmış. Uzun yıllar sessizliğe bürünen yerde 1975’lerde başlayan restorasyon çalışmaları sonucunda bugün devlet koruması altındaki bu ören yeri ortaya çıkmış. Sondaki odalarda Ateşgahın restorasyon çalışmaları yapılmadan önceki halini gösteren fotoğrafları görebilmek mümkün.
Ateşgah gezimizi tamamladığımızda saat 15.30’a geliyordu. Azim abi, hemen karşı taraftaki restoranda öğle yemeği için rezervasyon yaptırdığını söyleyince kurt gibi acıkmış olduğumu hatırladım. Aslında çorba olarak tüketilen ancak bir tür Azerbaycan mantısı olarak adlandırabileceğim düşbere oldukça lezzetliydi. Diğer arkadaşlar kuzu eti, nohut, kestane, erik kurusu ile özel bir toprak kapta pişirilen piti sipariş ettiler. Ben daha önce Nahçıvan ziyaretimde denemiş ve biraz ağır bulmuştum. Bu yüzden ortaya servis edilen patlıcan salata, yeşillik, lavaş ekmeğine sarılmış ot ve peynirli dürüm, yoğurt vb. şeylerle idare ettim. Restoran yüksek tavanları, duvarlardaki tablo ve halılarıyla oldukça gösterişli. Öğle yemeği saatini geçirdiğimiz için neredeyse bizden başka kimse yoktu ama birkaç masa henüz toplanmadığından öncesinde kalabalık olduğunu söyleyebilirim.
Eurovizyon için özel olarak inşa edilen Crystall Hall ve ünlü Devler Bayrağı Meydanı…
Saat 18.00’de Azim abi otele geldi ve araçla ünlü Bayrak Meydanına gittik. Burada dalgalanan Azerbaycan bayrağı, açılışın yapıldığı Eylül 2010’da, 162 metre yükseklikteki direğiyle dünyanın en yüksekte dalgalanan bayrağı olarak rekorlar kitabına girmiş. Sonradan Tacikistan’ın başkenti Duşanbe’de 165 metrelik bayrak direği yapılınca ikinci sıraya düşmüş. Bayrağın eni 35 metre, uzunluğu ise 70 metreymiş. Meydanın kaide duvarlarının yapımında ülkenin çeşitli bölgelerinden getirilen 28 milyon adet ırmak taşı kullanılarak bayrağın çevresinde sembolik iki katlı bir kale suru yaratılmak istenmiş. Yer seçimi yapılırken Bakü’nün farklı noktalarından görülebilmesine özen gösterilmiş. Meydanda Azerbaycan Cumhuriyetinin arması, devlet marşının metni, altın suyuna batırılmış bronz bir yapı üzerinde Azerbaycan haritası var. Ayrıca özel günlerde ziyarete açılan bayrağın tam altında bir de Bayrak Müzesi var. Bu arada her yıl 9 Kasım günü Devlet Bayrağı Günü olarak kutlanıyormuş. Döndükten sonra internetten araştırınca bu tarihin, Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin 9 Kasım 1918 tarihinde aldığı karar ile üç renkli Azerbaycan bayrağını, devletin resmi bayrağı olarak ilan etmesine dayandığını öğrendim. Fikrimi sorarsanız, biraz gereksiz bir abartı olmuş. Bakü’de gezerken zaman zaman bu tarz duygulara kapıldım. Oldukça yüksek yapılar, şaşaalı biçimde ışıklandırılmış meydan ve binalar, bazı uluslar arası organizasyonlara ev sahipliği yapmak için inşa edilmiş abartılı yapılar dikkatimi çekti. Ama birkaç yüz metre arkalarında şehrin pırıltılı yüzünün aksine köhne, dökük yapıları saklamanız elbette mümkün olmuyor.
Çanakkale Restoran’da vur patlasın çal oynasın…
Bayrak Meydanının biraz ilerisinde 2012 Eurovizyon şarkı yarışması için yapılan Crystall Hall bulunuyor. 23.000 kapasiteli spor-konser kompleksi pek çok ünlü sanatçının konserine de ev sahipliği yapmış. Dışarıdaki alana kurulabilen dev ekranlardan ayrıca 16.000 izleyici daha etkinliği izleyebiliyormuş.
Hava kararmaya başlamıştı ve Azim abi yine kaşla göz arasında bir restorandan yer ayırtmıştı. Arabaya binerek Bakü’nün yüksek semtlerinden birisi olan Nerimanov Mahallesindeki Çanakkale Restorana geldik. 1991 yılında kurulmuş olan restoran aslında bir restoranlar kompleksi. Zira birbirinden farklı amaçlara hizmet eden 4-5 farklı restoran var. Bunların birisi geleneksel Mugam müziği yaparken, bir diğerinde güncel şarkıları dinleyip oynayabiliyorsunuz. Hiç müzik olmayan bir restoran olduğu gibi, hafif müzik çalan ancak vip tarzı toplantıların organize edilebileceği yerler de var. Ayrıca yaz döneminde hizmete giren bir de bahçe bölümü var. İşin ilginç yanı bunlarının hepsinin aynı anda faaliyet göstermesi.
Azim abi bizi Mugam bölümünde ağırlamak istediğini ancak kalabalık bir grup tarafından önceden o bölümün kapatıldığını, bu yüzden de güncel şarkıların çalınıp milletin eğlendiği bölümde rezervasyon yaptığını söyledi. Yemekler güzel, votka güzel, Rusça-Türkçe-Azerice müzikler güzel, herkes sanki bir düğün varmışçasına eğleniyor, oynuyor, keyif yapıyor. Özellikle çok sayıda genç kız neredeyse hiç oturmadan saatlerce oynadılar. An geldi ayaklarındaki ayakkabılarını bile çıkarttıklarını gördüm. Adamlar eğlenmeyi biliyor kardeşim. Gece yarısından sonra otele dönerken eğlencenin mi votkanın mı tadı damağımda kaldı bilemedim doğrusu…
Fevvareler Meydanının bir ucunda kilise mevcut…
09.04.2016 Cumartesi
Bakü’deki son günümüzü esas olarak müze gezmeye ayırmıştık. Hale Kai Otelde mütevazi sabah kahvaltımızı yapıp dışarıya çıktığımızda saat 09.15’i gösteriyordu. Programımızdaki ilk müze Edebiyat Müzesi ya da uzun adıyla Nizami Gencevi Azerbaycan Edebiyat Müzesi idi. Otele birkaç yüz metre mesafede olduğu için çabucak Müzenin kapısına ulaştık ama oradaki güvenlik görevlisi Müzenin saat 11.00’de açılacağını söyledi. Daha bir saatten fazla zaman olduğu için bu sefer şansımızı Azerbaycan Milli Tarih Müzesinde denemeye karar verdik (Haji Zeynelabdin Taghiyev Str. 4) Ara sokaklarda kısa bir süre müzeyi aradıktan sonra nihayet bulabildik ve şansımıza orası saat 10.00’da açılmıştı. Müzeye giriş ücreti 5 AZN, rehber için extra 10 AZN daha ödüyorsunuz. Genç rehberimiz tarihçi Hatice bize 2 saat boyunca hem müze hem de içindeki eserler hakkında oldukça kapsamlı bilgiler verdi. Şunu anladım ki rehberli gezi bir başka oluyor.
Sabahın erken saatlerinde sokaklar henüz bomboş. Ünlü zengin Taghiyev’in evin (müzenin) köşesindeki büstü…
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki burada iki farklı müze var: İlki Milli Tarih Müzesi, diğeri ise ünlü petrolcü ve ülkenin ileri gelen zenginlerinden olan Haji Zeynelabdin Taghiyev’in Ev Müze. Aslında komple bina Taghiyev’e aitmiş ve bu hayırsever petrolcü müze yapılması için devlete bağışlamış. Tarihi bina mimar Goslavski tarafından 1895-1901 yılları arasında inşa edilmiş. Tarih müzesinin ilk kuruluşu 1920 yılına tarihleniyor. 1936 yılında özel statü verilen Müze, bazı dönemlerde zorunlu nedenlerle kapalı kalmış. Sonrasında yapılan restorasyon çalışmaları ile 2005 yıllında Bakanlar Kurulu kararı ile “Milli” unvanı verilmiş.
Müze iki kattan oluşuyor. İlk katta Taş Devri, Bronz Çağı, Ortaçağ dönemlerinden kalma eserler sergileniyor. Ayrıca 16 ve 18. Yüzyıllara ait Azerbaycan’da yaşamdan kesitler sunan sergiler de oldukça enteresan. Müzenin ikinci katında Rus işgalinden sonraki döneme ait eserler sergileniyor. Hem askeri hem de sivil yaşama ait eşyalar, ticari yaşam, ekonomik gelişmeler, eğitim ve bilime yönelik materyallerin sergilendiği bölüm oldukça ilgi çekici denilebilir. Elbette 1. Dünya Savaşında Azerbaycan’ın rolü ile Mart 1918 tarihinde Ermeniler tarafından gerçekleştirilen soykırım için özel bölümler ayrılmış. Müzenin sergileri tarihsel anlamda 1918-1920 yıllarında Azerbaycan Halk Cumhuriyetinin kuruluşu ile sona eriyor ancak bundan sonraki döneme ait eşyalar ve sanatsal eserler görebilmek mümkün. Müzede ayrıca 80.000 kitaptan oluşan bir de büyük kütüphane bulunuyor.
Fotoğraf çekmenin yasak olduğu Tarih Müzesinden kareler…
Tarih Müzesi gezisini tamamladıktan sonra aynı binanın içinde yer alan Taghiyev Ev Müzesini de ziyaret ettik. 2007 yılında binanın dokuz odası O’nun adına bir tür anma amaçlı olarak yeniden düzenlenmiş. Buradaki dokuz odanın içinde özellikle Oryantal Salon çok görkemli. Sarayın en büyük odalarından birisi olan Oryantal Salonda, hem birbirinden güzel duvar işlemeleri yer alıyor hem de Taghiyev tarafından kullanılan eşyalar sergileniyor. Kütüphane bölümünde ise dönemin önemli el yazması ve baskı kitaplarından örnekler görebiliyorsunuz. Her iki Müze’de oldukça keyifli ancak en önemli handikap fotoğraf çekmenin yasak oluşu. Rehberimiz Hatice, sabit görevlilerin bulunmadıkları yerlerde bir iki kare fotoğraf almamıza ses çıkarmadı ama özellikle Oryantal Salonda daha fazla fotoğraf çekmek isterdim doğrusu. Neyse buna da şükür, bir sonraki ziyareti yaptığımız Edebiyat Müzesinde olduğu gibi cep telefonlarımızı da girişte toplayabilirlerdi…
Tarih Müzesinden kareler…
Tarih Müzesinden çıktığımızda saatler 13.00’ü gösteriyordu. Hatice ile beraber resmen ilk çağlardan 1900’lere kadar tarihsel bir bilgi bombardımanına tutulmuştuk. Gerçi bundan şikâyetimiz yoktu ama iki müze arasında mola vermenin bize çok iyi geleceği konusunda Arife abla ile hemfikirdik. Fevvareler Meydanının köşesinde yer alan Burger House’un bahçe bölümüne oturup birer fincan çay sipariş ettik. Cumartesi öğle saatleri olduğu için şehir yavaş yavaş hareketlenmeye başlamıştı. Özellikle merkezi yerlerdeki sokak ve meydanların temizliği dikkate çekiciydi. Erken saatlerde birkaç defa temizlendiğini görmüştük. Gerçi akşam saatlerinde aynı şekilde kalmıyordu kuşkusuz ama yine de derli toplu ve temiz olduğunun altını çizmem lazım.
Taghiyev Ev Müzesinde özellikle Oryantal Salon oldukça gösterişli…
Çaylarımızı içtikten sonra (tanesi 2 AZN) Edebiyat Müzesinin kapısına vardık. Bilet fiyatlarını sorduğumuzda “Türklere 7 AZN” dediler. Yabancılara 10 AZN, Azerilere ise 5 AZN imiş. Müzeyi rehbersiz gezemediğiniz için ayrıca rehber ücreti ödemiyorsunuz. Biz biraz itiraz edince bir yere telefon açtılar ve bizi de 5 AZN ücretle içeri aldılar. Aldılar almasına ama tam içeri girecekken fotoğraf çekmenin yasak olduğunu, makinelerimizi ve telefonlarımızı girişte emanete bırakmamızı söylediler. Yapacak bir şeyimiz olmadığı için kuzu kuzu telefonları bıraktık ve geriye tek bir kare anı kalmadan Müzeyi gezmeye başladık.
Müzeyle ilgili bilgi vermeden önce görsel olarak oldukça güzel olan müze binası hakkında bir kaç cümle edelim. Bugünkü müze binasının tarihi 1850’lere kadar gidiyor. O dönem tek katlı bir kervansaray olarak inşa edilen binaya daha sonra ikinci ve üçüncü katlar eklenir. 1918-20 yılları arasında Bakanlar Kurulunun ofis ve ikametgahı olarak kullanılan bina, sonrasında 1930’a kadar Sendikalar Birliğinin merkezi oluyor. Bir dönem otel olarak da kullanılıyor. 1939 yılında Nizami Gencevi’nin doğumunun 800. Yıldönümü anısına onun adına bir müze yapılmasına ilişkin resmi belgeler tamamlanıyor. Bina 1943 yılında bugünkü görünümüne kavuşuyor. Balkon bölümünde Azerbaycan edebiyatının en önemli kabul edilen altı temsilcisinin heykelleri yer alıyor: Fuzuli, Molla Penah Vagif, Mirza Fetali Ahundov, Hurşidbanu Natevan, Celil Memmedguluzade ve Cafer Cabbarlı. Müzenin dört bir tarafında Azerbaycan kültür ve edebiyatının en önemli kilit taşlarının büyük resimleri de bulunuyor.
Pişka, bizim lokmanın aynısı. Tek farkı sesinizi çıkarmazsanız üzerine pudra şekeri döküyorlar. Bizim İzmir usulü şerbet çok daha fazla yakışıyor…
Müze, 30 ana ve 10 ek salondan oluşuyor. Müzede Azeri edebiyatının önemli isimlerine ayrılmış bölümleri gezerken aynı zamanda Azerbaycan edebiyatının yüzlerce yıl öncesinden çağımıza kadar gelişimini de izleyebiliyorsunuz. Nizami Gencevi, Fuzuli, Şirvani, Nesimi, Şah İsmail, Hüseyin Cavid, Mirza İbrahimov aklımda ve notlarımda kalanlar. Her salonda eski el yazmaları, yazarlardan günümüze gelebilmiş hatıra eşyalar, fotoğraf ve resimler, heykeller, döneme ait haritalar misafirlerini bekliyor. Bazı noktalarda monitörler aracılığıyla özel hazırlanmış belgesel ve filmlerden kareler, fragmanlar, önemli bestecilerin eserleri de görebilecekleriniz arasında. Müze, bir anlamda Azerbaycan kültürünün dünyaya açılan penceresi olarak da kabul edilebilir.
Yaklaşık 1,5 saat sonunda gezimiz tamamlandı. Yalnız burada bir eleştiride bulunmam lazım. Bence rehber talep eden insanlar dışında da müzenin tek başına gezilmesine izin verilmesi gerekiyor. Zira rehberle gezmek zorunlu olduğu için O da belirli bir zaman dilimi içinde size müzeyi gezdiriyor. Pek çok salonu mecburen çok hızlı geçmek zorunda kalıyorsunuz. Oysa el yazması eserlere, resimlere insan daha fazla bakmak istiyor, bazı yerlerde daha çok zaman geçirmek istiyor. Böyle bir şansınız olmadığı için açıkçası bazı şeyler eksik kalabiliyor. Ben, edebiyata aşırı düşkün birisi değilim ama bizim Necip abi gibi birisi burayı gezmeye kalksa eminim bu tarz hızlı geçişlerden rahatsız olurdu.
Fuzuli Meydanı Bakü’nün harketli noktalarından birisi. Milli Dram Tiyatrosuna ev sahipliği yapıyor. Aşağıya doğru yürüdüğünüzde ise eskinin Lenin Sarayı, bugünün Haydar Aliyev Sarayı karşılıyor bizi…
Saat 15.00’de Azim abiyle buluşacağımızdan yeniden otele geldik. Kısa bir mola sonrası buluştuk ve Azerbaycan Caddesi boyunca yavaş yavaş yürüdük. Bu esnada sağ tarafta yer alan Pişkacıdan tanesi 15 kapik (100 kapik 1 AZN) Pişka aldık. Pişka, bizim lokmanın aynısı yalnız üzerine beyaz pudra şekeri dökülüyor. Bence şekersiz daha güzel.
Azerbaycan Caddesinin sonu Azerbaycan Devleti Milli Dram Tiyatrosu’nun da bulunduğu Fuzuli Meydanına çıkıyor. Tiyatro binasının karşı tarafındaki caddenin orta bölümü trafiğe kapatılmış. Aşağı tarafa doğru yürürken sağ tarafınızda kalan bölüm eski ve az katlı yapılardan oluşuyor. Azim abi henüz restorasyon sırasının buralara gelmediğini söyledi. Caddenin sonunda ise Haydar Aliyev Sarayı var. 14 Aralık 1974 tarihinde muhteşem bir konserle kapılarını açan konser salonunun kapasitesi yaklaşık 2200 kişi. İlk yapıldığı dönemde Lenin Sarayı olarak adlandırılan yapı, sonra Cumhuriyet Sarayı olarak anılmış, 2004 yılından bugüne kadar da Haydar Aliyev Sarayı olarak adlandırılmış.
Cabbarlı Meydanı eski Sabunchi tren istasyonuna ev sahipliği yapıyor. Biraz ilerisinde arka tarafta ise bugünkü Merkez tren istasyonu var…
Yürümeye devam edince önce Haydar Aliyev Parkını, sonrada ilginç cam mimarisiyle Azerbaycan Merkez Bankası binalarını gördük. Bir sonraki durağımız ise 28 Mall Alışveriş merkezi oldu. Bildiğimiz anlamda bizdeki AVM’lerden bir örnek. En altta Bazaar Store denilen süpermarket, diğer katlarda ise sıra sıra tekstil ve kozmetik mağazaları. Bu arada bir önceki akşam yemeğinde feykua denilen bir meyvenin suyundan tatmış, çok beğenmiştim. Bizde olmadığı için ilgimi çekmişti. 28 Malldaki süpermarketten onun reçelini aldım. Dönünce küçük bir araştırma yaptım. Feijoa, dilimize kaymak ağacı diye çevrilmiş. Anavatanı Güney Amerika. 19. Yüzyılın sonlarında Avrupa’ya da gelmiş. Akdeniz iklimi uygun olduğu için bizde de yeni yeni araştırmalar yapılıyormuş. Ceviz büyüklüğünde yeşil meyvesinin C vitamini ve kalsiyum değerleri yüksekmiş. İyot miktarı yüksek olduğu için guatr tedavisinde kullanılıyormuş. Ben suyu gibi reçelini de sevdim. Minik kavanozun fiyatı sadece 1,60 AZN. Bence yolunuz düşerse bir deneyin, belki seversiniz.
Alışveriş Merkezi, Hazar Denizinden buraya gelen Azadlık Caddesinde bulunuyor. Aynı zamanda Cafer Cabbarlı Meydanı da burada yer alıyor. Meydanın ortasında ünlü şair-müzisyenin heykeli var. Yan taraftaki tarihi bina, daha önceden Sabunchi tren istasyonu olarak faaliyet gösterirken bugün için 28 Mayıs metro istasyon durağı olarak kullanılıyor. Burası Bakü’deki yeşil ve kırmızı hat metrolarının kesiştiği tek istasyon. Birbirine alt geçitle bağlı olan istasyonların hemen biraz ilerisinde arka tarafta Bakü merkez tren istasyonu yer alıyor. Çevre ülkelerden Bakü’ye gelen trenlerin ana-son durak noktası burası. Tarihi bir bina havası var ama internette detaylarını bulamadım.
Solda Milli Kütüphane binası, sağda ise şehir merkezindeki bir parkdan görüntü…
Bakü’nün ara sokaklarından, parklarından gezerek yürüyüşümüze devam ettik. Hava oldukça güzel, güneş insanı yakıyor diyebilirim. Cumartesi olduğu için sokaklar kalabalık, trafik ise her zaman olduğu gibi yoğun. Bakü’de dikkatimi çeken şeylerden birisi de imkan olan noktalarda küçük de olsa bir yeşil alan yaratılmış olması. Evet, çok yüksek binalar zaman zaman sizi bunaltabiliyor ama yine de insanların huzur bulabileceği mekanlar yaratılmaya özen gösterilmiş. Sokak ve caddelerin temizliğinde zaten bahsetmiştim. Bu da kültür ve alışkanlıklarla ilgili bir olay olsa gerek. Yoksa günde 10 posta temizlik yapsanız da pislikten geçilmeyebilir.
Yürüyüşümüz Park Bulvarda, İçeri Şehirin karşı tarafında denk gelen bir noktada Lale Park Cafe’de son buldu. İnsan yorulduğunu oturduğunda anlar zaten. Çay sipariş ettik ve her zaman ki gibi demlikle geldi. Zaten Bakü’de bir bardak çay içmeniz çok zor, zira siparişiniz pek çok yerde demlikle geliyor ve benim gibi çayı sevenler için harika bir şey. Kafenin üst katına çıkıp açık havada oturduk. Bir demlik çay 2 AZN ancak orada oturabilmek için tek başına çay içmek yetmiyormuş, yanında tepside birkaç çeşit tatlı da getirdiler seçmemiz için. Azim abi bu olaya çok kızdı, daha önceden de buradaki mekanların defalarca bu tarz bir uygulamaya girmemeleri için uyarıldığını, hatta parasal cezalara çaptırıldığından bahsetti. Azim abinin tepkisi ve laf arasında resmi görevli olduğunu duyunca onlar çoktan vazgeçtiler ama biz de canımız istediği için bizdeki ekler tarzı tatlıdan bırakmasını söyledik. Bir tabakta üç adet eklerin fiyatı 4 AZN. Siz siz olun bu tarz bir uygulamayla karşılaşırsanız eğer ve canınız istemiyorsa itiraz edin.
Sağda Park Bulvarda soluklandığımız teraslı kafeterya. Tatlı yemek mecburi dedikleri yer…
Çaylarımızı içip biraz dinlendikten sonra karşı taraftan İçeri Şehir’e girdik. Hediyelik eşya dükkanlarından birkaç küçük hediye aldıktan sonra daha önceden bildiğimiz, Mugam Kervansarayının içindeki Vasıf’ın çalıştığı halıcıya daldık. Arife abla yeniden halılara baktı ama bir türlü emin olamadığı için vazgeçti. Bu arada halı dışında ipek şal ve benzeri hediyeliklerden satın aldım. İpek fular 18 AZN, ipek-yün karışımı şallar 10 AZN, küçük el yapımı resimler 15 AZN. Normalde alışverişle pek işim olmaz ama Arife abla olunca ben de bu sefer zaman ayırmak durumunda kaldım. Fena da olmadı hani. Döndüğümde Arzu çok şaşırdı tabi, benden beklemediği için.
Akşam olunca araba bizi aldı ve şehrin biraz dışına doğru restoranların bolca olduğu bir mahalleye geldik. Günlerden cumartesi olduğu için Azim abinin kafasındaki yerlerin tamamında düğün vardı. Hatta bazı mekanlarda birden fazla düğün organizasyonu yapılmış. Bu yüzden de dışarıdan yabancı konuk giremiyor. En sonunda beşinci, altıncı mekanda bir yer bulabildik. Aslında bunun da bir tarafında düğün vardı ama son akşam olduğu için sohbet etmeyi daha keyifli bulduğumuz için müzikli yer istemedik. Birkaç saat boyunca neredeyse her şeyden müthiş keyifli bir sohbet yaptık. Bu sefer hesabı Azim abiye bırakmadık. 6 porsiyon et, ellilik votka, bolca meze, ekmek vb. toplam 60 AZN tuttu. Bence fiyatlar oldukça makul, en azından bizim fiyatlara göre.
Terasta çay molası…
Gece yarısından sonra otele vardığımızda Azim abiyle vedalaşma vakti gelmişti. Ertesi gün bir başka arkadaş gelip bizi havalimanına bırakacaktı. Bu arada tren istasyonun orada havalimanına çalışan otobüsleri görünce fiyatını sormuştum: Tek yön 1,90 AZN imiş. Uzun bir vedadan sonra artık günün yorgunluğunu atabilmek için ılık bir duş ve yatak beni bekliyordu.
Bakü oldukça keyifli bir şehir. Yaşamayı ve eğlenmeyi biliyorlar. Pek çok noktada bize benzeseler de zaman zaman garipsediğiniz tutumlar da görebiliyorsunuz. Genel olarak oldukça sıcakkanlı ve yardımseverler, benim gezdiğim yerlerde Türklere karşı özel ilgileri olduğunu gözlemledim. Buraya gelebilmek için herhangi bir yabancı dil bilmeniz şart değil. Bazı kelimeleri yadırgasanız da çok rahat anlaşabileceğinizi söyleyebilirim. Modernle tarihi mimarinin iç içe geçtiği “rüzgârlı şehir” Bakü için iki tam gün yeterli. Gobustan, Ateşgah gibi yerleri de ziyaret etmeyi planlıyorsanız bir gün daha ilave etmeniz gerekecek. Türkiye’den uçak biletleri biraz daha makul olsa (biz aldığımızda THY 1100 TL’nin üzerindeydi) hafta sonları dahi ziyaret edilebilecek bir yer olduğunu düşünüyorum.
Seyahatle kalın…