Öncelikle görmek istediğim şehirlerden biri olmasına rağmen Berlin’i gezmek 2016 yılına veda ederken kısmet oldu. Daha önceleri, Almanya’nın Bavyera ve Romantik Yol (Romantische Strasse) kasabalarına gitmiştim. Berlin’in Almanya’nın diğer şehirlerinden daha farklı olduğunu gidenlerden duyuyordum. Bu yüzden bu gezimde karşılaştırma şansım oldu. Gerçi 8 günlük kısa bir gözlemim, böylesine geçmişi dokunaklı bir şehri ne kadar anlatabilir. Bunun farkındayım. Eksiklerim olabilir! Kardeşim Şule ve ben ‘Resim’ bölümü mezuniyetimizin üzerinden 40 yıl geçti. 40 yıldır sanatın içindeyiz. Bunu kutlamak için bir sanat şehri ararken, uygun şehir olarak Berlin’i seçtik. Bu seçimi genç arkadaşımız Sofia’nın daveti pekiştirdi. Giderken uygun fiyatı nedeniyle, Pegasus İstanbul aktarmalı Berlin, dönüşte Berlin Ankara aktarmasız Bora Jet’i kullandık. Kış mevsimine ve havaların karlı olmasına rağmen, sorunsuz geçen yolculuğumuz, biraz da şansımıza diyelim.
Kızkardeşler Berlin’de 40. Sanat yılı kutlamasında…
Berlin Almanya’nın başkenti ve en büyük şehri. Kentin ortasından geçen Spree Nehri’nin iki kıyısında kurulmuş bir balıkçı köyü iken on sekizinci yüzyıldan itibaren Prusya İmparatorluğunun güçlenmesiyle, önce Kuzey Almanya’nın ve sonra da Avrupa’nın siyasi, ekonomik ve kültürel anlamda önemli merkezlerinden biri haline gelmiş. Alman İmparatorluğu’na ve Nazi Almanya’sına da başkentlik yapmış olan bu şehir Batı ve Doğu Avrupa’nın geçirdiği yoğun tarihi değişimleri, diğer Avrupa başkentlerinden daha çok yansıtıyor. Kentteki her baktığım köşeden, dramatik olaylar süzülüyor usulca zihnime. 1948 yılında çekilen, II.Dünya Savaşı sonrası Almanya’sının acılarını, neredeyse yeryüzünden silinmiş bir kent olan Berlin’i ve bu şehirde hayatta kalmaya çalışanların dramını 12 yaşında bir çocuğun gözünden anlatan Germany Year Zero (Almanya, Sıfır Yılı) filmindeki Berlin görüntüleri aklıma takılıyor. Bombardımanın yıkıntılarının henüz kaldırılmadığı kentin sokakları, yıkılmış binalar, kiliseler, saraylar ve diğerlerinin enkazları, insanların duygusuzluğu, mutsuzluğu, nefretin, korkunun egemen olduğu sahnelerden şimdiki Berlin’e bir zaman tünelinden fırlamış gibiyim. Ve saygıyla eğiliyorum, var edilen şimdiki Berlin’in önünde.
Solda Schlesisches Tor U-Bahn istasyonu, sağda ise Spree Nehrinden bir kare…
Doğu ve Batı Berlin’in birleşmesinden hemen önceki durumunu ve birleşme sürecini çarpıcı bir sinema diliyle anlatan, Başkalarının Hayatı (The Lives Others) ve Good Bye Lenin filmleri de eşlik ediyor zaman tünelime. II. Dünya Savaşı sonrasında Berlin ikiye bölündüğünde, işçi semtlerinin büyük bir kısmı Doğu kesiminin sınırları içinde kalmış, Batı Berlin’in merkezi ise burjuvazinin odağı Charlottenburg olarak kabul edilmiş. Kentin yeniden birleşmesiyle oluşan birliktelik farklı sistemlere alışmış insanların uyum sağlamasını da beraberinde getirmiş. Sancılı dönemleri sinemaya, edebiyata da yansımıştı. Bu gezimde gözlemlediğim kadarıyla; farklı etnik yapıların, kültürlerin, sınıfların birbiriyle uyumu, hoşgörüsü gerçekten alkışa değer. Geriye değil, hep ileriye gitmiş Berlin. İmreniyorum gerçekten. Ülkemize de diliyorum.
Berlin’in sembolü ayılar her yerde bizleri selamlıyor. Kreuzberg adeta bir Türk mahallesi görünümünde…
Kaldığımız ev, Schlesisches Metrosu’nun yanında, Kreuzberg, yani Türk mahallesinde. Komşularımız, büfeciler, kebapçılar, fırıncılar, marketçiler, pastacılar, taksiciler ve kırtasiye, v.b. yerleri işletenlerin çoğunluğu Türkler. Çoğunluğu sıcakkanlı, çalışkan ve hayatlarından memnun görünüyorlar. Demleme çay bile bulabiliyoruz. Bol bol sohbet ediyoruz ve davet alıyoruz. Bazıları 6 ay burada, 6 ay Türkiye’de kaldıklarını söylüyorlar. Yeni kuşaklar, Berlin’e ilk gelen dedelerinden, ninelerinden daha şanslılar. Gençlerden bazıları bunu minnetle dile getiriyorlar. Seviniyorum, onların kadirbilirliklerine. Belki de bize memnun olanlar rastladı!
Doğu Yakası Galerisi bugün adeta bir özgürlük anıtı görevi görüyor. Girişteki bilgilendirmede ağlayan genç kız bizleri duygulandırıyor…
Almancılar; ekmek parası peşinde gurbette hayatlarını emekle, özlemle, dirençle var etmişler. Diğer görebildiğim Alman şehirlerinden farklı olarak, Türkler ve Almanlar olabildiği kadar, uyumu bu şehirde yakalamışlar. Umarım bu dengeyi sürdürebilirler, birileri dengeyi bozmaya kalkmaz. Küçük İstanbul dedikleri bu mahallede ülkemizde olan her şey var. Cumartesi günleri kurdukları pazarları bile var. Canlı müzikli yerlerin, restoranlar, kafelerin olduğu bu mahalle neşeli ve enerjik. Ülkemizden farklı olarak, biraz Almanların damak tadına göre hazırladıkları, lahmacunumsu lavaşın içine döneri isteğe göre içine garnitür ve yoğurtla servis ediyorlar. Bolca yedik. Ancak, bu ayrıntıyı söylemeden edemeyeceğim; mahallemizdeki (Küçükesat) Aspavalar’da daha ekonomik ve bol çeşitli. Berlin’de canımızı sıkan yegâne şey, paramızın pul olduğunu yaşayarak görmek oldu. Her şey pahalı geliyor bize burada. Bu yüzden görmek isteğimiz bazı müzelerin ve sarayların içini gezemedik. Müzelere ve saraylara 5 ya da 20 euro arasında ödeme yaptığımızı düşünürsek, elediklerimiz oldu doğal olarak. Üstelik Berlin diğer Avrupa ülkelerinden daha ekonomik bir şehir olduğu halde. Ülkemizin yiyecek, sebze, meyve, tekstil, hediyelik eşya, v.b. konularda ne kadar ucuz olduğuna, çeşitliliğin bolluğuna şükredip durduk burada. Ülkemizdeki kazandığımız parayla, bu şehirde yaşamanın ne kadar zor olabileceğini tahmin ediyoruz. Burada yaşayan Türkler ise Euro ile maaşlarını aldıkları için, Türkiye’ye gidince maaşlarının kıymetini bildiklerini söylüyorlar.
TV Kulesi (Fernsehturm)ve St. Mary Kilisesi aynı karede selamlıyor bizleri; Kilisenin içi de oldukça gösterişli…
Çevrede biraz daha keşif yapıp, evimize yakın (Schlesisches Tor U-Bahn Station) metrodan 5 günlük Berlin ‘welcome cart’ alıyoruz. Müzeler dahil olanı da var. İlk kez binerken metro girişinde okutuyorsunuz, birde bitiş gününde. En büyük metro haritasını alıyoruz, elimizde renkli kalemlerle gideceğimiz yerleri işaretliyoruz. 3 kişilik grubumuzda uzman psikolojik danışman ve gezgin, navigasyon dehası arkadaşımız Emine Oskargil Göktepe var. Güvendeyiz. Sizlere Berlin’in görülmesi gereken yerlerini başlıklarla yazmanın iyi olacağını düşünerek, gezgince bir demet sunacağım. Bu seçkidekilerden daha önemli görülmesi gereken yerler de var bu şehirde. Ancak görebildiklerimi paylaşacağım.
Berlin’de herkesin ulaşabildiği bir spor buz pateni ve hemen arkasında Neptün Çeşmesi heykeli…
Doğu Yakası Galerisi (East Side Gallery): Toplam uzunluğu 155 km olan duvarın, 1,3 km uzunluğunda bir parçası burada. 1961-1989 yılları arasında, duvar, tüm göçleri engellemiş ve kaçmaya çalışan yaklaşık 5000 kişiden, yüzden fazlası açılan ateş sonucu öldürülmüş. Kaldığımız eve yürüme mesafesindeki eskiden utanç duvarı olarak bilinen yer, şimdilerde uluslararası bir özgürlük anıtı. Dünyanın çeşitli yerlerinden ressamların yaptığı 100’ü aşkın resim var bu duvar kalıntılarında. Berlin'in Friedrichshain-Kreuzberg semtindeki Mühlenstraße boyunca giden Berlin Duvarı; Dünyadaki en büyük ve en uzun süre ziyarete açık kalan açık hava galerilerinden birisi. Bu tarihi duvarın geçmişinde yaşanan dramları anlatan anılar, fotoğraflar, burayla ilgili hediyelik objelerde var duvarın dibindeki sütunda ve dükkânda. Bir zamanlar efsane olan görüntüyü yansıtan, Dmitri Vrubel’in, Rus lideri Brezhnev ve Doğu Alman lideri Honecker’in ‘Öpücük’ adlı resmi dikkat çekiyor. Fransız sokak sanatçısı Thierry Noir’in çok renkli, deforme edilmiş profilden esprili portreleri, savaşa hayır, duvarlara hayır, birleşmiş bir dünya sloganları ve ilginç görsellere hüzün ve umut dolu bir beğeniyle bakıyorum. Zaman tünelim yine beni yalnız bırakmıyor! Sanatla dolu bu duvar kalıntıları barışı çağırıyor. İçimde umut çiçekleri kanatlanıyor.
Yeni Yıl zamanı Brandenburg Kapısı bir başka güzel görünüyor; Berlin’de bir kilisenin dış cephesi…
Berlin duvarı boyunca bir kaç geçiş noktası varmış. Bunlardan en bilineni, soğuk savaşın sembolü, birçok filmlere dekor olan ‘Checkpoint Charlie’ şimdi turistik bir mekân. Savaş yıllarında, aradaki geçişlerin engellenmesi açısından bir zamanlar bu noktada Amerikan ve Sovyet askerleri nöbet tutuyormuş. Kısaca bir kontrol noktası diyebiliriz. Turistik bir köşe olarak bakarken, bir yanımda bu noktanın, zihnimde asılı kalmış dramlara sahne olan görsellerini hatırlatıyor.
Solda Kırmızı Belediye Binası-Rotes Rathaus, sağda ise Berlin’in en eski Kilisesi olan Nikolai Kilisesi (Nikolaikirche)…
Alexanderplatz: Burası otobüs, tramvay ve metro hatlarının kesiştiği kolay ulaşımı olan bir yer. Nereye giderseniz gidin, bir şekilde buradan yolunuz geçebilir. Bu meydan 19’ncu yüzyılın ortalarında, Ortaçağ döneminde, bir askeri tören alanı ve hayvan pazarı olarak kullanılmış. 1805 yılında, Rus çarı I. Alexander’ın şehri ziyareti anısına, meydana bu isim verilmiş. Meydanda şehrin sosyalist dönemine ait yapılar bulunuyor. 1989 yılında, Berlin duvarı yıkılmadan hemen önce, 4 Kasım 1989 tarihinde Doğu Alman yönetimi aleyhine yapılan ve yaklaşık 700 bin kişinin katıldığı gösteri, bu meydanda yapılmış. Şimdilerde şehrin kalbi. Enerjisi yüksek, etkinliği çok, alışveriş merkezleri, turistik otelleri bol, şehrin önemli yapılarına yakın turistik bir yer. Berlin’in simgelerinden 365 metre yükseklikteki Fernsehturm/Tv Kulesi burada. Kuleye çıkarak şehrin panoramik görüntüsünü seyredebilirsiniz. Kulenin yanında, Almanya’nın en eski kiliselerinden St.Mary Kilisesi var. Kilisenin içi de dış görünüşü gibi zarif bir mimari. İçeride kilise orguyla çalınan bir müzik eşliğinde yeni yıl ayini yapılıyordu. Epeyce kalabalıktı. Kilise dışında Avrupa’da reform hareketinin önderi teolog ve filozof Martin Luther’in heykeli de var.
Solda Bernhard Heiliger – Constellation, sağda ise Karl Marx oturuyor, Friedrich Engels ayakta…
Berlin’de Aralık ayında kurulan 60’ı bulduğu söylenen geleneksel ahşap kulübelerden yapılmış, seyyar dükkânlardan oluşan noel pazarlarının en hareketlilerinden birisi bu bölgede. Cıvıl cıvıl, yok yok, özellikle el sanatları ve yerel tatlar, pasta, kek, berliner, yeni yıl kurabiyeleri, sıcak şarap, bira yerleri, çocuklar için lunapark, hatta harika bir buz pisti var. Pistin ortasında görkemli bir Neptün Çeşmesi heykeli havuzun içinde ışıklandırılmış haliyle ortama büyülü bir atmosfer sunuyor. Bu çeşme Roma Tanrısı Neptün’e adanmış. Çevresindeki kadın heykeller Prusya’nın dört büyük ırmağını temsil ediyor. Çoluk çocuk, genç, yaşlı paten yapıyor. Zaten Berlin’de buz pateni alanlarına sıkça rastlıyoruz. Görmek istediğimiz birçok yer buraya yakın. Ayrıca Berlin yürüyerek bile keşfedilebilecek bir şehir. Alexanderplatz’dan yürüyerek Berlin’in birçok sembolüne ulaşabilirsiniz.
Arkada Müzeler Adası-Spree Nehri ve Berliner Domun meydanı; Berlin Katedrali tüm ihtişamıyla bizleri selamlıyor…
Brandenburg Kapısı: 18.yüzyılda Berlin Kentine girişi sağlayan kapılardan en görkemlisi ve adeta Berlin’in soğuk savaş döneminden beri sembolü. Her türlü yılbaşı kutlaması, dev şehir etkinliği burada yapılıyor. Gezimiz sırasında gerçekleşen Kudam’daki terör saldırısı için, bu meydanda ölenlerin anısına mumlar yakıldı, çiçekler konuldu, meydanın ortasında, ölenlere ağıt olarak genç bir sanatçı piyano dinletisiyle terörü protesto ediyordu. 200 yılı aşkın süredir, bulunduğu yerden, tarihe ışık tutmakta olan kapının üzerinde; 4 at tarafından çekilen arabasında, Zafer Tanrıçası ‘Nike’ heykeli var. Heykel; Fransa’dan ganimet olarak getirilmiş. Sonra 2000-2002 yılları arasında restore edilmiş. Bence Berlin gezisine başlamak için burası merkezi bir nokta.
Ku-Damm'da teröre lanet ve dayanışmadan kareler. Benimde kağıda “Yurtta Barış Dünyada Barış” yazdığım destek kağıdı…
Unter den Linden (Ihlamurlar Altında): Brandenburg kapısının önünde sayılabilecek olan bu cadde yürümek için ideal. Burası, Mitte ilçesinde, ıhlamur ağaçlarının yoğun olarak bulunduğu bir yaya merkezi. Şehrin tarihi bölümünün tam merkezinde. Şehir büyüdükçe ve genişledikçe, yıllar önce dikilen ağaçların bulunduğu bu bulvar, şehrin en iyi bilinen ve görkemli caddesi olmuş. Cadde üzerinde, 1851 yılında dikilen, Prusya kralı Frederick’in heykeli var.
Lunapark ve noel pazarı birarada-Weihnachtszeit, Roten Rathaus; Noel pazarının melek kızları beyazlar içinde…
Reichstag (Parlamento Binası): Brandenburg Kapısının hemen kuzeyinde olan bu görkemli bina, yeni yıl nedeniyle ışıklandırması ve süslemesiyle albeniliydi. Zaten Berlin noel zamanı ayrıca gidilmeye değer bir yer. Her köşe süslenmiş, özellikle akşam karanlığında ışıl ışıl parlıyor. Saat gece 24.00’e kadar açık olan Parlamento Binasına özellikle cam kubbesini gezip, yukarıdan 360 derece Berlin manzarasını görmek için birkaç kez gittik. Ama içerisine girmeyi başaramadık. Aynı tarihlerde vuku bulan terör nedeniyle az sayıda kişi aldılar, onlarda bir kaç hafta önceden internetten randevu alanlardı. Dışarıdan döner merdivenlerle cam kubbenin görüntüsü ve içerisi net olarak görülebiliyordu. Parlamento binasının hemen yanında Başkanlık Binası var. Bu binanın üzerindeki plakada; Albert Einstein’ın “İnsanlar devlet için değil, devlet insanlar için vardır” sözü yazıyordu. Bu sözün sahibi, Almanya’nın yetiştirdiği Yahudi asıllı bilim adamı Einstein, Naziler döneminde buradan ayrılmak zorunda kalmış. Zaten Nazi döneminde çok sayıda yazar, düşünür, bilim adamı, sanatçı ülkeden kaçmak durumunda kalmıştı.
Reichstag yani Alman Parlamentosunun gece görünümü; Potsdamer Meydanı’ndaki Sony Center…
Berliner Dom: II. Wilhelm'in hükümdarlık döneminde Hohenzoller hanedanı için inşa edilmiş. Geçen yüzyıl içinde hasar görmüş, yenilenmiş, değiştirilmiş ve sonunda görkemli ve etkileyici bir yapı olmuş. Yeni yıl nedeniyle çevresi süslendiği için gece daha da gösterişli. Katedralin dışındaki heykeller de etkileyici.
Rotes Rathause (Kızıl Renkli Belediye Eyalet Meclisi): Adını kızıl renkli tuğlalardan alan, pişmiş topraktan yapılmış, ilgi çekici frizle dekore edilmiş binanın önündeki heykel etkileyici. Şimdilerde belediye başkanlığı makamı olarak hizmet veriyor.
Marx-Engels Forum: Biraz daha yürüyerek, nehir kıyısında Karl Marx ve Engels'in de devasa heykel grubunun bulunduğu yere ulaşabilirsiniz. Etrafındaki tarihi rölyefleri inceleyebilir ve parkı gezebilirsiniz.
Solda Potsdamer Platz Meydanı, sağda ise II.Dünya Savaşında bombalanan, toplumsal hafıza olarak öylece bırakılan Kaiser Wilhelm Kilisesi ile adeta ironi oluşturan Potsdamer Platz’daki futuristik Berlin gökdelenleri…
Breitscheidplatz: Ku’damm Bulvarı ile birlikte, eski Batı Berlin’in merkezini, bugünkü şehrin Batısını temsil ediyor. Gezimizde, buradaki Noel Pazarına saldırı oldu, 12 kişi hayatını kaybetti ve 48 kişi yaralandı maalesef. Aynı gün orada olacaktık. Gezimize İkinci Dünya Savaşında bombalanan "Kaiser Wilhelm" Kilisesi'nden geri kalanları ve etrafında sonradan yapılan anıtsal kilise projesini geziden önce görmeyi planlamıştık. Sofia’nın önerisiyle 2.güne bırakmıştık bu bölgeyi gezmeyi. Proje 1957'deki bir yarışma sonucu ortaya çıkmış; "Kaiser Wilhelm Memorial Church". Halkın sadeleştirdiği kısa ve öz şekliyle; Hafıza Kilisesi. Mimar ilk önceleri aşırı milliyetçiliğin sembolü olan eski kiliseyi tamamen yıkıp yeni bir şeyler yapmayı planlamış. Halk yeniden yapılmasına da karşı çıkmış. Kilisenin en yüksek, yanmış ve tepesi harap olmuş kısmı, savaş karşıtı anıt olarak yerinde bırakılmış. Eski ve yeni, hepsi birlikte yüz metrelik bir mesafe içinde yer alıyor. Eski kilisenin 113 metrelik kulesinden geriye 68 metrelik kısmı kalmış.
Solda Postdamer Platz Berlin duvarı parçaları, sağda ise kış sporları alanlarından birisi…
Ku'damm (Kurfürstendamm): Kudamm’daki terörü; Alexanderplatz’dan eve dönerken, Türkiye’den merak eden arkadaşlarımızın bizi telefonla aramasıyla öğrenmiş olduk. Aynı saatlerde Ankara Çağdaş Sanatlar Merkezinde benimde üye olduğum Ankaralı Gezginler Grubunun “Kaliningrad’dan Kamçatkaya RUSYA” sergisinin açılışında Rus Büyükelçisi öldürüldüğünü de öğreniyoruz. Dünyanın her yerinde terör! Çok üzücü ve korkutucu. Lanet olsun terörü yapanlara ve teşvik edenlere. Ertesi gün Kudamm Noel Pazarına gittiğimizde 1 günlük yas ilanı olduğu için Pazar kapalıydı, olayın gerçekleştiği büyükçe bir alanda görülmeyecek biçimde kapatılmıştı ve görevliler kimsenin yaklaşmasına izin vermiyordu. Çok sayıda ülkenin medyası oradaydı. İnsanlar; mumlar, karanfillerle bölgede topluca anma yapıyorlardı. Ağlayanlar, üzülenler, duygularını yazarak mumların arasına koyuyorlardı. Hepimiz çok üzülmüştük. Bende Atamızın sözünü ”Yurtta Barış, Dünyada Barış” yazarak ve dileyerek çiçeklerin arasına yerleştirdim.
Solda sokak ressamı Thierry Noirin görseliyle Doğu Almanya’nın efsane arabası Trabi ve posta arabaları; sağ üstte Almanyanın ilk neoklasik yapısı Bellevue Sarayı, altta ise Charlottenburg Sarayı…
Kudamm’da; Batı Berlin’de bulunan bu bölgede caddeler oldukça geniş ve lüks mağazalar bulunmakta. Tüm lüks markaları ve caddede pek çok lüks araçları görmeniz mümkün. Caddenin en güzel mağazası “KaDeWe”. Burada yok yok. Tüm dünya markaları, özellikle, dünyanın her yerinden mutfak örneklerini barındıran, gurme katı kaçırmamanız gereken bir yer. Binlerce çeşit içecek, çikolata, peynir, dünya mutfağı burada. Gördüğüm en zengin mutfağı barındıran bir yer. Seyretmekten ne yiyeceğinizi şaşırıyorsunuz. Ayrıca burada istediğiniz ürünü seçip anında pişirttirip yemeniz mümkün. Birleşmeden önce Doğu Almanya'da trafik lambaları Batı Berlin’den farklıymış. Trafik ışıklarından Doğu ya da Batı Berlin tarafında mı olduğumuzu hemen anlıyoruz. Doğu tarafının trafik piktogramları daha estetik. Bunu fırsat bilen yatırımcılar bunu ticaret haline dönüştürerek bunu da bir marka haline getirmişler. Berlin'de pek çok yerde ‘Ampelmann’ mağazalarına rastladık. Ampelmann tasarım hediyelik eşyaların ve Doğu tarafının trafik işaretlerinin tasarım objelerinin satıldığı bir mağaza. Özgün tasarımlar görülmeye ve satın alınmaya değer. 1 Euro’nun 4 TL olduğunu hatırlayınca birkaç magnet alıp mağazadan çıkabiliyoruz.
Charlottenburg Sarayı ve Kaiserdamm (İmparator Caddesi) üzerinde bulunan tarihi bir bina…
Potsdamer Platz: Bu meydan Almanya’nın tekrar birleşmesini temsil ediyormuş. Kentin doğusunda eski şehirle yeni Batı Berlin arasında bir trafik noktası. Savaşta tamamen yıkılan bir yermiş. Özellikle buradaki modern mimariyi temsil eden Berlin gökdelenleri bu meydanın sembolleri gibi.
Meydanda yıkılan Berlin duvarından parçaların konulduğu ve bilgilendirici plakalarla düzenlenmiş bir bölüm de var. Duvarların üzerine insanlar yüzlerce sakız yapıştırmış. Bir anlamı olduğunu sanmıyorum, hatta bu yüzden yetkililer tarafından sakızların kötü bir görüntü yarattığını düşünerek, duvarların buradan kaldırılması bile gündeme gelmiş. Estetik ve enteresan cam çatısıyla, farklı bina kompleksiyle, içindeki şık kafeler, ilginç restoranlar, alışveriş yerleri ve Film Müzesi’ni de barındıran ünlü Sony Center burada. Sony firmasının sponsorluğunda yapılmış olan bu yer, yeni yıl nedeniyle nereye bakacağınızı şaşıracağınız süslemelerle donatılmıştı. Ayrıca, Sony ve Mercedes’e ait, son teknolojiyle yapılmış modern iki bina da ilgimi çekti. Ülkemde çokça gördüğüm beton devasa gökdelenlere benzemiyordu. Bu binaların birçok akıllı özellikleri olduğunu, bu binalarda yağmur sularını biriktirerek, tuvaletlerde kullanıldığına dair bir bilgiyi Berlin gezi yazılarından birinde okumuştum.
Bode Müzesi’nden kareler…
Charlottenburg Sarayı: Şehir merkezine yakın sayılan Charlottenburg ilçesine sınırsız kartımızla ulaşıyoruz. Berlin'in en büyük, barok sanatın en görkemli sarayı 17.yy. sonlarında inşa edilmiş. Prusya Kralı I. Frederick, sevgilisi Sophie için inşa ettirmiş. Sarayın bahçesi de geniş, görkemli ve saraya uyumlu. İçi de çok albenili. Özellikle heykeller. Bazı bölümleri hala restore ediliyordu. Bu bölge noel pazarlarının en meşhuruna ev sahipliği yapıyor. Gerçekten bu noel pazarında estetik objeler, özgün el sanatları, yiyecek ve içeceklere rastladık. Güzel vakit geçirdik. Hemen yanında ise, Kraliçe’nin müzik ve opera'ya ilgisinin çok olması nedeniyle mi acaba, klasik müzik konserlerinin yapıldığı “Grosse Orangerie” denilen bina bulunuyor.
Bode Müzesi’nin muhteşem heykelleri…
MÜZELER ADASI (Museumsinsel): Berlin şehrinde, 170 müze bulunuyormuş. Şaşırmadım, sanat ve kültüre ağırlık verilen bir yer olduğunu anlıyorsunuz şehri gezerken. Berlin Katedrali’nden başlayarak etrafı kanallarla çevrili üzerinde 5 adet müzeyi barındıran küçük bir adacık burası. Bode Museum, Neues Museum, Alte Nationalgalerie, Altes Museum ve Pergamonmuseum var. 1999 yılında “UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesine” dahil edilerek, koruma altına alınmış. Hepsi için günlük toplu bir bilet aldık ve bir günümüzü bu müzelere ayırdık. Müzelerin binaları ve bahçeleri, dış mekânlarının tasarımı, görkemli heykelleri görülmeye değer.
Müzeler Adası’ndan kareler…
Bode Museum: İlk kurulduğundaki ismi “İmparator Friedrich Müzesi”ymiş. 1956 yılında, Müzenin gelişimine büyük katkısı olan “Wilhelm Von Bode”nin onuruna, müzenin ismi değiştirilmiş.Erken Hıristiyanlık ve Bizans dönemlerinden kalma sanat eserlerine, madeni paralara ve heykellere, ortaçağdan 18. Yüzyıla uzanan tablolara ev sahipliği yapıyor. İçindeki heykel koleksiyonu Almanya’da tarihi heykeller için oluşturulmuş en büyük koleksiyonlarından biri. Gerçekten heykellere bakmaya doyamadım. Çok beğendiğim bu Müzede; Bizans dönemine ait heykeller, sanat eserleri, madeni paralar ve madalyonlar bulunuyor. Anadolu uygarlıklar beşiği diye geçiriyorum içimden. Dünyadaki birçok önemli müzede Anadolu’nun bağrından koparılan eserlere rastlıyorum. Bu müzede de rastlıyorum, ne yazık ki şaşırmıyorum artık!
Solda Bergama Müzesinde İslam Eserleri Bölümünden bir kare; sağda ise aynı müzeden Mshatta Cephesi…
Neues Nationalgalerie (Yeni Müze): 2000 yılında gittiğim, Louvre Müzesinde yönergeler, afişler, v.b. hep Mona Lisa’yı işaret ediyordu. İmajinasyon algısı Mona Lisa üzerinden yapılmıştı. Burada da Nefertiti’yi işaret ediyor yönergeler. Devasa afiş müzenin dışında sizi karşılıyor. Reklamasyon algısı Nefertiti üzerine kurulmuş. Aslında daha fazlası var. 20. yüzyıl Avrupa Resim sanatı ve klasikten moderne uzanan heykelleriyle, 1960'lara kadar uzanan bir sanatsal panorama sunan, sürekli koleksiyonunda Munch, Kirchner, Picasso, Klee, Feininger, Dix ve Kokoschka gibi sanatçıların eserleri olan bir müze. Ödüllü binasıyla Neues Nationalgalerie Mısır Firavunu Akhenaten'in karısı olan ve yaşadığı dönemde güzelliğiyle ün salan Kraliçe Nefertiti'nin kireç taşından yapılan büstü nihayet karşımızda. 3300 yıllık olması insanı şaşırtıyor, baktıkça büyülüyor. 1913 yılından beri Almanya'da bulunan büst, sanatseverlerin ilgisini en çok çeken eserlerin başında geliyor doğal olarak. Hayranlıkla izledim.
Neues Nationalgalerie ve Alman Tarih Müzesi…
Mısır bu eşsiz büstün iade edilmesi talebinde bulunmuş fakat geri alamamış. Müzede sergilenenler; Prehistoria, Erken Tarih ve Mısır eserlerinden oluşmakta. Bunun yanında, birçok papirüs toplama eserden oluşan koleksiyon görülmeye değer. Dünyanın en ünlü müzelerini gördüğümü söyleyebilirim. Bazıları da, Mısır Medeniyetinin eserleriyle doluydu. Özellikle, Metropolitan ve Hermigate Müzesindeki Mısır Medeniyetine ait eserlere hayran kalmıştım. İnanılır gibi değil, nasıl bir medeniyetmiş ki, hepsine yetecek kadar eser üretmişler. Bu durum beni hep hüzünlendirir. Yuvasından koparılmış bu eserlerin, Mısırda kaçta kaçı kalmıştır acaba? Bu müzenin üst katında tarih öncesi çağlardan, günümüze kadar insanın doğayla mücadelesini anlatan, yerleşim yerlerini kurmalarını ve yeryüzünün değişimine müdahalesini, v.b. şeyleri anlatan etkileyici bir animasyon filmi seyrettim. Sunumuna, içeriğine ve görsellerdeki sanatsal kaliteye hayran kaldım. Eski çağlardan kalma insan iskeletleri ve bazı hayvanların iskeletlerinin de bulunduğu bu bölümde zaman makinesi diye bir oda da mevcut.
Solda İslam Eseleri Müzesi-Pergamonmuseum, sağda ise Eski Müze’de (Altes Museum) antik dönem Yunan eserleri…
Pergamon Museum: Sahip olduğu en değerli esere Bergama Sunağına atfen bu adı almış. Her yıl, 1,5 milyon kişi tarafından ziyaret ediliyormuş. Müze 3 bölüme ayrılmış. Bunlar; Antik koleksiyon, Orta Doğu Eserleri ve İslam Sanatı. Bergama Sunak bölümü restorasyonda olduğundan göremedik. Fakat belleğimde o kadar net yerini almış ki, yıllarca fotoğraflarını, internetten görsellerini imrenerek, hüzünle incelemişliğim çoktur. Ne zaman açılacağı da belirsiz. Müzedeki başyapıt Anadolu’dan getirilen, Roma döneminden kalma görkemli Milet Agora Kapısı. Bu kapının benzerini Efes Kentinde de görmüştüm. Yüksekliği 17 metre olan bu eser için özel bir mekân yapılmış ve bu müzede her bir objeyi kulaklıklarımızla Türkçe olarak dinleyerek inceleyebiliyoruz. Bu devasa yapıtlar nasıl kaçırılmış, inanılır gibi değil. Osmanlı padişahları da bu muhteşem eserleri ‘taş işte’ diye mi, yoksa topraklarımızda nasıl olsa çok var diye mi düşünmüş acaba? Hediye edip durmuşlar. Devasa Athena Tapınağı Propylon girişi de bu müzede.
Neues Museum-Kraliçe Nefertiti (fotoğraf çekmek yasak olduğu için müze broşüründen alıntıdır); Alte Nationalgalerie girişi…
Bergama kralı II. Eumenes zamanında, antik kentin, akropol teraslarından birisi üzerine yapılmış olan bu bizim topraklarımızın muhteşem devasa dinsel anıtı, nasıl kaçırılmış ve buraya yerleştirilmiş? Karışık duygular içindeyim. Hayalim; sanat eserlerinin bulunduğu topraklarda kalması ve sergilenmesi. 1878 yılında İzmir-Aydın karayolunu yapan Alman yol mühendisi Carl Human; yol yapımı için taş arama çalışmalarını sürdürürken, burayı görür ve 1886 yılında, kazılara başlar. Önceliği temel yapının sunak frizlerini kurtarmak. Daha sonra, akropolün diğer antik yapılarını ortaya çıkarır. Ancak, maalesef o sırada, kazılara katılan Osmanlı hükümeti ile yapılan müzakereler sonucu, o anda bulunan buluntuların yani firiz parçalarının, Berlin Müzesine verilmesi konusunda anlaşma sağlandığı ve bu muhteşem eserin geri iade etmemelerinin en büyük nedeni, bu anlaşma olduğu söyleniyor. İnternetten ayrıntılarıyla binlerce parçanın nasıl kaçırıldığını okuduğum bu sunağı, Berlin’de bulunan İtalyan restoratörler bir araya getirmişler. Sunağın gerçek yeri olan Bergama Akropolüne gittiğimde, sadece temsili resmi olan bu Zeus Sunağının yuvası olan muhteşem manzaralı gerçek yerinde, sadece temellerinin olduğu boşluğa baktığımda, bu sunağı oradaymış gibi imgelemiştim.
Solda Holocaust Memorial-Yahudi Soykırım Anıtı, sağda ise Museum für Gegenwart ve Gülsüm Karamustafa Sergisi…
Orta Doğu Bölümünde bulunan Babil Tören Alayı Sokağı da en etkileyici bölümlerden birisi. Babil'in İshtar kapısını olduğu gibi, çevresi, yolu, mozaikleri, taşı toprağı ile birlikte taşımışlar. Mekân geniş, sunum harika. Aslan rölyefleri tuğla duvarları boyunca dizilmiş. İştar kapısı, 1902-1914 yılları arasında kazılmış ve 1930 yılında, Robert Koldewey tarafından çalınarak, Berlin Müzesine getirilmiş ve yeniden inşa edilmiş. Yüksekliği 47 metre, genişliği 100 metreymiş. Mavi bir taş kullanılarak yapılan bu duvarlar ve üzerindeki aslan kabartmaları harika. Bölgedeki savaşları, patlayan bombaları, din adına yok edilen heykelleri, insanların kıymet bilmezliğini düşününce, burada olduğuna ve korunduğuna seviniyorum galiba! Halep'ten bir komisyoncuya ait evin misafir kabul odasını olduğu gibi taşımışlar. Her yeri ince ince oyulmuş, dualar kazınmış, boyanmış, son derece zarif, harikulade tahta işçiliği.
Solda Ostbahnhof İstasyonu, sağda ise Hamburger Bahnhof - Çağdaş Müzedeki Joseph Beuys Salonu (The Piano and the axe redefining capital)…
İslamiyet Müzesindeki, Ürdün’ün Çöl Sarayı Mschatta'nın 47 metrelik muhteşem duvarları. Castles çölündeki bir Emevi konut sarayında bulunmuş. Saray kalıntıları, 1840 yılında keşfedilmiş. Cephe, Osmanlı Sultanı Abdülhamit tarafından, bulunduktan sonra, Alman İmparatoru II. Wilhelm’e hediye olarak gönderilmiş. Daha sonra ise, büyük parçalar da Berlin Müzesine götürülmüş. İslam sanatı ve arabesk mimari için, muhteşem bir güzellik, taş oymanın bu kadar güzel olabileceğini hayal bile edemezdim. Hayran kaldım. Elhamra sarayındaki oymaların muhteşemliğinden sonra bu duvar da aklımı başımdan aldı. Bu devasa dantel gibi işlenmiş taş duvarı görmek için bile bu müzeye gidilir. İran halıları, kilimler, Abbasi, Emevi, Selçuklu, Osmanlı dönemine ait eserler, İznik çinileri, daha neler neler. Bu müze sadece Berlin’in değil, Almanya’nın göz bebeği.
Soldaki Eski Berlin İstasyonu, yeniden inşa edilerek çağdaş sanat müzesine dönüştürülmüş; sağda Hamburger Bahnhof-Museum für Gegenwart…
Alte National Galerie: Burası, eski ulusal galeri olarak bilinmekte. Müzenin görkemli binası, Yunan tapınağı şeklinde inşa edilmiş. Müzede; klasik, romantik, modern dönemden resim örnekleri sergilenmekte. Adolph Menzel, Carl Blechen, Caspar David Friedrich, Anselm Feuerbach gibi 18 ve 19yy Alman ressamlarından başka, Edouard Manet, Claude Monet, Max Liebermann, Karl Corinth, Cezanne, Renoir eserleri bulunuyor. Bu müze heykeller ve tablolardan oluşan, 19’ncu yüzyılın en büyük koleksiyonlarından birine ev sahipliği yapıyor. Ülkemizde ilk arkeoloji müzesini ve Sanayi-i Nefise Mektebini kuran arkeolog, ressam, müzeci Osman Hamdi Beyin iki eseri de bulunmakta.
Ampelmann-Doğu Berlinin yaya geçitlerindeki trafik ışıklarında kullanılan sembolik bir insan figürü; Berlin isimli heykel ve şehrin her yerinde karşınıza çıkan harika heykeller…
Altes Müzesi: Neo Klasik bir yapısı olan eski müze olarak bilinen bu müze ve 1823-1830 yılında, Karl Friedrich Schinkel tarafından kurulmuş. Müze, antik Yunan ve Roma dönemlerine ait büyüleyici koleksiyonlara ev sahipliği yapıyor. Müzenin asıl kuruluş amacı, 1826 yılında, Prusya kraliyet ailesinin değerli koleksiyonlarını sergilemekmiş. 1998 yılından bu yana, müzenin zemin katında; eski eserler koleksiyonu sergileniyor. Müzenin ikinci katında ise, özel sergiler var. Arkaik, klasik ve Helenistik dönemlere ait heykeller, olağanüstü güzellikte Grek vazolar, rölyefler, oturan kadın tanrıça heykeli aklımdan çıkmayanlar.
Bellevue Sarayı: 1786 yılında Büyük Friedrich'in kardeşi Prusya Prensi Ferdinand için inşa edilen, Almanya'nın ilk neoklasik yapısı. 20 hektarlık bir bahçeye sahip olan Bellevue Sarayı görülmeye değer görkemli bir saray. Günümüzde, Alman Cumhurbaşkanının konutu olarak kullanılan yapı; yaz ikametgâhı olarak, 1786 yılında yapılmış. Saray yapısı, yaklaşık 20 hektarlık park alanı ile çevrili. 1928 yılında, yapı, konuk evi olarak restore edilmiş. Ancak, II. Dünya savaşındaki bombardıman sırasında hasar görür ve 1950 yılında önemli ölçüde yenilenmiş. 1994 yılından sonra ise, Almanya Cumhurbaşkanı ikametgâhı olarak kullanılmaya başlanmış.
Spree Nehri üzerinde ki Molecule Man heykeli-Jonathan Borofsky (Foto: Güneş Şahin); Meksika Büyükelçiliğinin önündeki melek kanatları heykelini çok sevdik…
Bebel Meydanı (Bebelplatz): Humbolt Üniversitesinin Hukuk Fakültesinin ve eski kütüphanesinin önünde. Uzaktan bakınca bomboş, dikdörtgen şeklinde bir meydan. Fakülte kapısının tam önünde, yerde bir plaka var. Plakada "bugün kitap yakan, yarın insanları da yakar" yazıyor. Heinrich Heine bu cümleyi 1821 yılında yazdığı "Almansor" adlı sahne oyununda kullanmış. Dediği gibi 112 yıl sonra bu meydanda ve daha birçok yerde kitaplar yakılmış. 10 Mayıs 1933 günü bu meydanda Heinrich Heine dahil, Erich Maria Remarque, Einstein ve Karl Marx gibi yazarlara ait toplam 20000 kitap yakılmış. Şimdi aynı meydanda gençler her yıl aynı gün kitap sergileri açıyormuş. Meydanda, yerde her bir kenarı bir buçuk metre kadar olan bir cam ve camın içinde raflarının hepsinin boş olduğu bir kitaplık var. Akşam karanlığında baktığımız için içi ışıklı bembeyaz ve bomboş. Tahminimce toplumsal hafızaya bir gönderme olarak, kitapların yakılmasını protesto eden kavramsal bir eser.
Berlin Ottobock Bilim Merkezi; Klio Karadim Atölyesi…
Holocaust Memorial (Yahudi Soykırım Anıtı ve Müzesi): Nazi döneminde, Berlin’de 180 bin civarında Yahudi bulunuyormuş. Nazilerin katliamından, bunlardan yalnızca 5000 kişi kurtulduğu söyleniyor. Brandenburger Kapısının hemen yakınında olan bu anıt 1989 yılında yapılmış, değişik boylardaki, dikdörtgen prizması şeklinde yatay ve boyuna sıralanmış 2700 bloktan oluşuyor. Labirente benzeyen simgesel mezarlıkta gezerken, soykırımı da düşününce kaotik, kafa karıştırıcı ve üzücü bir atmosfer sunuyor burası. Burası, II. Dünya savaşında, Naziler tarafından katledilen, Yahudilerin anısına yapılmış. Yerin altındaki müzede o dönemin acılarını günümüze taşıyan insan hikâyeleriyle karşılaşabilirsiniz. Tarihin karanlıklarının belgesi gibi olan bu kavramsal mezar anıtında öğretmenleri başında öğrenci grupları ve çok sayıda turistler vardı. Dünyada böyle durumlar bir daha yaşanmasın dileğiyle ayrılıyoruz.
Alman lezzetleri, gulaş çorbası, patates kızartması, buğday birası, berliner tatlısı…
Hamburger Bahnhof (Museum für Gegenwart): Erken dönem demiryolu mimarisinin örneklerinden biri olan Hamburger Bahnhof Çağdaş Sanat Müzesine dönüştürülmüş. Müze binasının bir kanadı tamamen Joseph Beuys'un öncü eseri Das Kapital eserine ayrılmış. Heyecan vericiydi. Müzede, 1960’lardan günümüze ses getirmiş ressamlardan örnekler sunuyor. Pop art sanat akımının önemli temsilcilerinden Andy Warhol başköşede. Marcel Duchamp, Alman ressam ve heykeltıraş Kiefer, Candida Höfer, Mike Kelly ve Roy Lichtenstein’ın en sevdiğim soyut eserinin orijinalini görmek beni heyecanlandırıyor. Robert Rauschenberg, heykeli ve soyut tablosuyla ilişkili çağdaş eseri ilginçti. Twombly’nin eseri de ilgimi çekenlerden. İstanbul Bienali'nde bir eserine rastladığım İsviçreli sanatçı, Christoph Büchel yine karmaşık bir enstalâsyon’a imza atmış burada. Müzenin devasa giriş salonunda bir köşeye 2 katlı minik bir mekâna binlerce hazır objeyi sığdırmış. Müzenin iki katına tamamen yayılmış Gülsüm Karamustafa sergisini görünce çok seviniyorum. Sevdiğim ve takip ettiğim sanatçılardan birisi olan G. Karamustafa; retrospektif sergisi de diyebileceğim bu sergide, tablolarının yanı sıra, tekstilin ağırlıklı olarak kullanıldığı yerleştirmeler, farklı malzemelerden oluşan masklar, hazır objelerden düzenlemeler ve video eserleri yer alıyor. Sanatçı eserlerinde; göç, popüler kültür, feminizm, toplumsal cinsiyet gibi konulara kafa yormuş ve yansıtmış. Türkiye’nin tarihi ve toplum yapısı hakkında çok şey sunuyor ve yerel olanı küreselleştiriyor, ya da çağdaşlaştırıyor bir anlamda. İyi ki gelmişim bu müzeye diyorum. Ayrıca, G. Karamustafa’ya da teşekkür ediyorum içimden, uzaklarda bu etkileyici sergisi ve bize ülkemiz adına sanatsal bir gurur yaşattığı için.
Dali Müzesinden keyifli kareler. Dalinin orijinal baskı makinesi enterasan…
Salvador Dali Museum: Potsdamer Platz’daki Dali galeri/müzesinde tesadüfen bir Dali sergisine rastlıyoruz. 9,5 euro’ya giriş biletini alıyoruz. Canım ülkem sergiler, müzeler, operalar, konserler, devlet tiyatroları sudan ucuz. Buna rağmen buradaki gibi kuyrukları göremiyoruz. Ah! Ülkemde o günleri görmeden gözlerimi kapamak istemem. Dali müze galerisi girişten itibaren Dali’nin ruhuna uygun dizayn edilmiş. Berlin’in sembolü büyük ayı heykellerinin gövdesine Dali eserlerinin tıpkıbasımı yapılmış. Girişteki beyaz piyanodaki musluktan akan su, minik havuz oluşturmuş, Dali’nin dudak formundan koltuklarda oturuyoruz. Salvador Dali’nin orijinal baskı makinesi sizi selamlıyor. Sürreal heykelleri, Dali’nin Figueres’deki müze evinde bile görmediğim baskıları, küçük obje ve heykelleri, çizimleri, illüstrasyonları, tabloları, fotoğrafları 2 kata yayılmış 500’e yakın eserini görmek gerçekten etkileyiciydi.
Solda Haus Schwarzenberg, sağda iseBerlin’in yeni yıldaki ışıltılı anlarından bir demet…
Haus Schwarzenberg: Mitte Bölgesinde, August Caddesi modern sanat galerilerinin yer aldığı bir cadde. Bu caddelerde galeri gezilerini önceden planlamıştık. Ancak noel nedeniyle kapalı olması bizi hayal kırıklığına uğrattı. Kapalı galerilerin camlarından göz atarak gezerken, tesadüfen, Rosenthaler Caddesi 39 numarada bir mekâna rastlıyoruz. Girişteki yerdeki plakada yazıyı çözmeye çalışıyoruz. Burası eskiden kör ve dilsiz engelli Yahudilerin çalıştığı bir yermiş. Mekânın sahibi olan Otto Weidt tarafından korunup kollanmışlar. Uzun ve dar avlu boyunca, duvarlar sokak sanatçılarının eserleriyle, grafiti ve illüstrasyonlarla süslenmiş. Eksantrik metal heykeller ilginç yerleştirmelerle düzenlenmiş. Girişte ve içeride “Anne Frank” portreleri var, portrenin yanındaki kapıdan girilen Anne Frak’la ilgili yer kapalıydı. Stüdyoların, ofislerin, bir galeri mağazasının olduğu bu yer sokak sanatının yaşayan bir müzesi sanki. Merdivenler, tavanlar her yer grafiti ve yazılarla donatılmış. İyi havalarda burası bira bahçesi, kafe, v.b. hizmette veriyormuş. Berlin’de sanatsal sürprizler bizden yana. İyi ki Şule ve ben 40. sanat uğraşımızı burada taçlandırmışız.
Mitte tarihi ve sanatsal bir doku sunuyor bizlere. Bu tarz ilginç balık pişirme yöntemleri de var demek ki…
Berlin heykelleri, rastgele aceleden yapılmış heykeller değil. Çoğu yerde karşınıza çıkan bu heykeller estetik ve içerik olarak tam notu aldı benden. Örneğin, Tauentzien Strabe bölgesinde, 1987 yılında şehrin yıldönümü nedeniyle, şehrin bölündüğü eski dönemlere gönderme yaptığını, ancak birleştiklerini çağrıştıran, 4 çelik borudan oluşan soyut yapılmış görkemli Berlin adlı heykeli görmeden gelmeyin. Akşam ışıklandırılmış haliyle daha fantastik bir görüntü sunuyor. Hemen yanında ışıklandırılmış 3 boyutlu devasa Berlin harflerinin önünde akşam vakti fotoğraf çektirmeyi ihmal etmeyin. Borofsky’inin Münih’te devasa 1yürüyen adam’ heykelini görmüştüm. Yine Borofsky, devasa molekül adam heykelini nehrin üzerine yerleştirmiş.
Berlin sanatsal ve kültürel aktiviteler için sayısız seçenek sunan bir şehir. Berlin’de konser, tiyatro ve gösteri çokça var. Her yerde karşımıza çıkan afişlerden anlıyoruz bunu. Berlin'de planlamamıza rağmen, bir müzikale, konsere, Bertolt Brecht’’in kurucusu olduğu ve onun eserlerini sergileyen ‘Berliner Ensemble’ tiyatrosuna gidemedik. Bauhaus- archiv museum for gestaltung’ kapalı olduğu için göremedik. Göremesem de, en azından internetten Bauhaus- archiv’i inceledim, özellikle eğitimle ilgili videolarına hayran kaldım. Oğlum Güneş; öğle arası ücretsiz herkese açık, fuaye konserlerinden bahsetmişti. Berlinlilerin bu konserlere ilgisini, çocuklarıyla bu mini konserleri kaçırmadıklarını anlatmıştı. Medeniyet böyle bir şey olsa gerek. Ayrıca; Berliner Ensemble’deki ‘Shakespear’ın Soneleri’ müzikaline gittiğini ve etkileyici bir müzikal olduğundan bahsetmişti.
Tüm güzelliklerin yanında evsizler, Berlin’in gerçeklerinden birisi. Sağda Bauhaus-archiv museum for gestaltung…
Berlin’le ilgili lezzetleri gurme olanlara bırakıyorum. Önceliğim, müzeler, kültür, mimari, görsel sanat, şehirde kilometrelerce yürümek ve fotoğraf çekmek gibi etkinlikler olduğu için yerel lezzetlere kafa yormadım. Tattıklarımdan bir kısa bilgi vermem gerekirse oraya özgü kabul edilen şeylerden biri “Currywurst” baharatlı sosis ve berliner adından da anlaşıldığı üzere buraya özgü bir pasta çeşidi var. Tatlı bir hamur içine reçel, çikolata seçeneklerinden birini koydukları yumuşak ve lezzetli bir tatlı. Türkiye’de de bulabilirsiniz, ancak Berlindekilerin lezzeti başka. Berlin halkı Berliner’e, “Pfannkuchen” diyor. Buğday biraları, beyaz, limonlu, v.b. biralar Berlin lezzetlerinin başında geliyor. Nicolaiviertel bölgesinde güzel kafeler ve restoranlardan gözümüze kestirdiklerimde mola verdik ve çok memnun kaldık. Balzac, Einstein sıkça karşımıza çıktığı için buralarda da dinlendik. Ayrıca, schnitzelleri Viyana’daki kadar güzel olmasa da lezzetli. Genellikle gezilerimizde her konuda, hatta yemek konusunda bile turizm bürolarından yararlanırız. Lokantalarla ilgili esnaflara da danışırız. Bu danışmalarımızdan hep memnun kalmışızdır. Yine turizm bürosundan lokanta isimleri almıştık. Onların tavsiyelerine göre gittiğimiz nehir kenarındaki 45 yıllık lokantadan ve diğer önerilerinden çok memnun kaldık.
Soğuk kış günlerinde içimizi ısıtan ve aydınlatan Berlin sen başkasın…
Sınırsız kartınızla 100 numaralı otobüsle Hop On Hop Off turist otobüsleri gibi Berlin keşif gezisi yapabilirsiniz. Berlin planlı ve gezilmesi kolay bir şehir. Biz 100 numaraya bindiğimizde bir Türk şoförle karşılaştık. Her sorumuza açıklayıcı yanıtlar aldık. Berlin düşündüğümden de fazlasıymış. Bu yüzden yazımı sonlandırırken fark ettim. Ne kadar uzun yazmışım. Yazımı sabırla okuyanları alkışlıyorum ve bu şehre daha uzun gitmeyi dileyerek Potsdam gezi yazımda buluşmak üzere diyorum.