Berlin gezi yazımdan sonra, Postdam gibi özel bir yer ayrı bir yazıyı hak etti sitede. Baharda Berlin’e yolu düşenlere özellikle Posdam’a gitmelerini tavsiye ederim. Büyük bir park yeri gibi olan bu şehri bende bahar ayında görmek istiyorum. Fakat bu yazım kış mevsiminde gittiğim Postdam’la ilgili. Bir köşede unutuverdiğim bir gezi yazım. Yinede sitede yerini alsın istedim.
Potsdam Haritası…
Potsdam’a gitmek için, Berlin Merkez Tren İstasyonundan trenimize biniyoruz. Bir nehrin kıyısından, ormanın yanı başından, tarihi kiliseler, binalar, heykeller eşliğinde, anlıkta olsa bir göz atıp, bir saati bile bulmadan Postdam’a ulaşıyoruz. İndiğimiz istasyonda her yer noel ruhuna göre düzenlenmiş. Her yer ışıl ışıl parlıyor. Her köşesi rengârenk süslenmiş mekânlar, dükkânlar, çam ağaçları, süslü yeni yıl kurabiyeleri, farklı lezzet köşeleri istasyonu festival mekânına dönüştürmüş. Postdam küçük bir yerleşim yeri olmasına karşın ünlü bir yer. II. Dünya savaşında pek zarar görmemiş. İstasyonda Turizm Bürosundan Postdam haritası alıyor ve rahatlıkla yürüyerek keşfedeceğimiz yerleri görevliye sorarak işaretliyoruz. Havel Nehri kıyısına kurulan şehir birçok göle de sahip. 150.000 nüfusu olan bu kent, tarih boyunca Prusya krallarının ikamet yeri olmuş. Birbirleriyle birleşen gölleri ve büyüleyici manzaralarıyla Almanya’nın aristokrat sayfiyesi haline gelmiş. Sakinliği hemen sizi sarıyor. Zenginlik hemen göze çarpıyor. Mekânlar, dükkânlar, evler, saraylar ve insanlar şıklık yarışında. Berlin’de çalışıp, huzuru, sakinliği arayanlar ve parası bol olanlar burada ikamet ediyormuş.
Potsdam istasyonunda yeni yıl düzenlemeleri çoktan yerini almış; Potsdam’da her yer göl her yer huzur…
Parklarda baş döndüren heykeller bizlerle birlikte…
Gezilerde birinci prensibimiz şehri olabildiğince yürüyerek keşfetmek olduğu için; istasyondan çıkarak tahminimizce 10km’lik yolu molalarla beraber göze alarak başlıyoruz yürümeye. Şehri gezmek için tramvay, otobüs seçenekleri de mevcut. Bir bisiklet cenneti olan Postdam’ı bisikletle gezmek için istasyondan bisiklet kiralanacak yerler var. Kış şartları nedeniyle pek tercih eden yoktu. Haritamızdaki işaretlenen yerler rotamız. Tren istasyondan çıktığımızda sağımızda kalan köprü yolu takip ettiğimizde karşımıza görkemli bir bina çıkıyor. Film Müzesi: Kırmızıya çalan rengiyle barok tarzı görkemli şık bir bina. Zaman darlığından içeride birkaç yeri gezebiliyoruz. Eski film ekipmanları, meşhur Alman filmlerinde kullanılmış objeler, aksesuarlar, afişler gözümüze çarpanlar. Postdam’ın sinemaseverlerin ilgi gösterdiği bir yer olduğunu duymuştum. Filmpark Babelsberg’te burada. İki günlük bir gezi programımız olsaydı film parkı da görmek isterdik doğrusu.
Parklardan harika manzaralar ve gençler okulu kırmış keyif çatıyorlar. Aynı kadrajda eski Belediye Binası ve Aziz Nikolai Kilisesi…
Kafeler ve tatlılar Potsdam’ın vazgeçilmezlerinden; Potsdam Müzesi bahçesinden bir kare…
Planladığımız gibi meşhur Sanssouci Parkına daha çok zaman ayırıyoruz. Farklı tarzdaki bahçeler ve sarayları barındırıyor burası. Postdam’ın %75’i park, bahçe ve yeşil alanlardan oluşuyor gördüğüm kadarıyla. Çiçek bahçeleri, meyve ağaçları, fidan seraları, görkemli ağaçlar parklardaki bahçelerin gözdeleri. Hele heykeller baş döndürücü. Berlin deyince de aklıma önce güzel heykelleri geliyor. Postdam’da heykel cenneti. Darısı ülkemizdeki parkların estetik heykellerle donatılmasına diyorum. Göllerdeki ördekler, sıcakkanlı martılar, kuşlar, bizi mest eden ağaçlar, heykeller, mimari yapılar gezintimize renk katan yoldaşlarımız sanki. Kış soğuğuna aldırmadan güzelliklerle ısınıyoruz. Doğanın kucağından ayrılmak zor olsa da daha görülecek yerler bizi bekler. Çok büyük bir park içinde dağınık yerleşmiş sarayların hepsini göremesekte bu gördüklerimizle yetiniyoruz.
Potsdam’da nereye bakarsanız başka bir güzellik görüyorsunuz; Pek çok yerde galeriler meraklılarını bekliyor…
Sol tarafta Potsdam Film Müzesinden kareler, sağda ise üstte noel pazarlarının hemen arkasında Aziz Peder ve Paul Kilisesi, altta ise Hollanda Evleri…
Film Müzesi’nden içerilere doğru ilerlediğinizde, karşınıza çıkan görkemli mimari yapısı ve yeşil renkli kubbesiyle Aziz Nikolai Kilisesi ve yanında yine özgün mimarisiyle eski Belediye Binası ve meydan görülmeye değer. Belediye Binasına bitişik Postdam Müzesi var. Ancak yeni yıl tatili nedeniyle erken kapanmış ve arka bahçedeki devasa heykeli ve güzel binasını görebiliyoruz sadece. İnce uzun mütevazı mimarisiyle Aziz Peder ve Paul Kilisesini inceliyoruz ve hemen yanında yeni yıl noel pazarlarına atıyoruz kendimizi. Herkes buraya geldiği için gezdiğimiz yerlerdeki sakinliğe anlam veriyoruz şimdi. Buz pateni yapanlar, sıcak şaraplarını yudumlayan gruplar, çocuklar için hazırlanmış oyun alanlarında oynayan çocuklar, yeni yıl müzikleri, seyyar ahşap kulübelerden oluşmuş dükkânlardan alışveriş yapan yüzlerce insan, süslenmiş ağaçlar. Yine Türk satıcılarla karşılaşıyor, sohbet ediyoruz, hatta indirimli alışveriş bile yapıyoruz. Birbirimizi kaybetmemek için sürekli takipteyiz. Almanlara has el sanatlarına ait; cam, seramik, ahşap objeler, yünden yapılmış giysiler, bebekler, tekstil ürünler, yerel lezzetler, sıcak şarap, bira yerleri, yeni yıl kurabiyeleri, aklınıza gelen her şey var bu pazarda. Geç vakte kadar açık olduğu için tekrar gelmek üzere, bu pazardan çıkıyoruz.
Noel dükkanları, hediyelik eşya satan standlar noel döneminin vazgeçilmezleri arasında; Berlin’deki meşhur Brandenburg Tor’un minik bir koptyası Potsdam’da bulunuyor…
Noel Pazarları Kasım 27 gibi başlayıp 24 Aralık saat 13 de kapanıyormuş. Berlin gezimizde dönüş biletimizi 25 Aralık olarak almıştık. Bu tarihte gideceklere bir öneride bulunmak isterim. Dönüşünüzü 24 Aralık tercih etmeniz sizin lehinize. 25 Aralık’ta her yer kapalı ve sokaklar bomboş oluyor. Gerçi biz bomboş sokaklarda ve caddelerde kilometrelerce yürüyüş yaparak Berlin’i daha ayrıntılı keşfettiğimizi düşünerek teselli bulmuştuk.
Berlin'in pek çok noktasında aşina olduğumuz dönercilerden Potsdam’da da var elbette; Yaratıcı bir sokak sanatçısı mazgal baskısı yapıyor…
Brandenburg kapısından başlayıp eski kiliseye kadar devam eden cadde Brandenburg Straße. Bu cadde de kafeler, restoranlar, alışveriş yapabileceğiniz mağazalar mevcut. Genellikle ünlü caddelerin kalabalıklığı ve keşmekeşliği burada görülmüyor. Şirin kafeleriyle, restoranlarıyla, alışveriş mağazalarıyla, düzenli, temiz, sakin köşeler size huzuru çağrıştırıyor. Ara sıra, burada çalışan Türklere rastlıyoruz ve sohbet ediyoruz. Birkaç tanesi burada çalıştıklarını, ancak Berlin’den gidip geldiklerini anlatıyorlar. Ancak burada yaşamayı hiç düşünmediklerini, çok sakin ve sıkıcı bulduklarını anlatıyorlar. Enerjiyi, hareketi ve kalabalığı tercih ettiklerini, bu yüzden Berlin’i ruhlarına daha uygun bulduklarını belirtiyorlar gülerek. Burada bulunan güzel kafelerden birini gözümüze kestirip mola veriyoruz. Her birimiz 3 ayrı tatlı siparişi veriyoruz. Almanların pastaları, kurabiyeleri gerçekten diyet sorumluluğunu yok ediyor. Almanların neden balıketinde olduğunu anladım galiba. Kafenin karşısındaki sıra sıra dizilmiş masalımsı görüntüleriyle kırmızı Hollanda evlerine (Hollaendische Viertel) bakarken “Hollanda manzaralı” kafemizde, nefis tatlarla midemize bayram yaptırıyoruz.
Geç vakit gidebildiğimiz meşhur sarayı ve arka bahçesindeki meşhur hikayesiyle ünlü yel değirmenini görememek ve maalesef bu görüntülerle yetinmek…
Gezilerde zaman su gibi aktığı için, akşamın karanlığını yeni fark ediyoruz. Zaten mevsim itibariyle de hava pek erken kararıyor. Yine de Sans-Souci Sarayını görmemizi kimse engelleyemez. Adalete güvenen insanların ilk aklına gelen söz: "Berlin'de hakimler var!" (merak edenler için, bakınız: https://1000kitap.com/haber/berlinde-hakimler-var) hikayesindeki ünlü yel değirmenini de görmeyi istiyoruz. Haritamızdaki rotayı takip ederek, epeyce yürüdükten ve yokuş tırmandıktan sonra saraya varıyoruz. Karanlık yolu takip ederek, önce güzel dantel gibi yapılmış bir çardakla karşılaşıyoruz. Hemen yanında sarayı buluyoruz. İn cin top oynuyor. Çoktan kış uykusuna yatmış saray. Bahçesinde ışık yok. Sadece saray aydınlatılmış. Bu haliyle birkaç fotoğraf çekip, yel değirmenini arıyoruz, fakat karanlıkta yolumuzu bile zor görüyoruz, telefonlarımızın feneriyle ancak yolumuzu aydınlatabiliyoruz. Birde yakınlardan bir köpek havlaması duyunca tırsıyoruz ve hızlıca terk ediyoruz meşhur sarayı. Uzun bir yürüyüş ardından tekrar noel pazarına dönüyor ve dinlenecek güzel bir seyyar ahşap kafeye atıyoruz kendimizi. Sarayı ve arkasındaki meşhur yel değirmenini görememenin hayal kırıklığını, noel pazarındaki enerjik, ışıltılı ortamıyla teselli bulmaya çalışıyoruz. Başka bahara diyerek Postdam’a yeniden gelmeyi diliyoruz.