Madrid'den Endülüs' e İSPANYA 1. (Madrid) | |
Eşimle beraber İtalya' dan sonra en çok gezmek istediğimiz ülke her zaman İspanya olmuştur. İtalya'ya ne kadar gittiğimizi artık ben bile hatırlamıyorum. Ancak geçen sene ki Barselona ve Girona gezilerimiz haricinde İspanya topraklarına bir daha ayak basmak kısmet olmamıştı. Endülüs bölgesi oldukça fazla merakımızı cezbediyordu. Ancak ben "Barselona çok güzel... Madrid'te bir şey yok zaten..." şeklindeki genel kanının aksine, fazlasıyla Madrid'i de görmeyi çok istiyordum. Maximum kartımda biriken millerim benim, eşimin ve kızımın Madrid uçak biletlerini gidiş dönüş karşılayınca gezimizin "Büyük İspanya" turuna dönüşeceği belli oldu. Hemen programı şekillendirdim. Madrid havaalanında bir araç kiralayıp iki gece Madrid' te kalacaktık. Üçüncü gün sabahtan önce Toledo'yu gezecek akşam üstüne doğru Sevilla'ya ulaşacaktık. İki gece Sevilla konaklamamız olacak, oradan Malaga'ya geçecektik. Daha sonra Cordoba ve iki gece Granada konaklamasından sonra Madrid'e dönecek, bir gece daha Madrid konaklamasından sonra ertesi gün 14:00 uçağı ile İstanbul'a dönecektik. Benim için fazla araba kullanmak dışında sıkıntılı bir durum yoktu, zaten Avrupa'da araba kullanmayı sevdiğim için bunun da fazla önemi yoktu. Bu programa göre otel konaklamalarımızı da da erkenden yapınca son derece ucuza mal edilecek bir İspanya gezisi artık şekillenmişti...
Calle de Preciados
Calle de Preciados' da sokak sanatçıları...
Puerto del Sol Meydanı... Çilek yiyen Ayı...
Puerto del Sol meydanı, adını çok duymuş olmama ve çok meşhur bir meydan olmasına rağmen benim çok fazla beğenimi kazanamadı ne yazık ki... Meydanı arkamızda bırakarak Calle Mayor caddesi üzerinden sağ tarafa doğru yürümeye devam ediyoruz. Bu cadde bizi çok kısa bir süre sonra Plaza Mayor meydanına ulaştırıyor...
Plaza Mayor Meydanı... Plaza Mayor'da restoranlar...
Mercado de San Miguel... Madrid'te en beğendiğim uygulama her noktada kafelerin, restoranların masalarının dışarıda olmasıydı. Bu şekilde şehir çok daha canlı ve hareketli gözüküyor. Bunu ne yazık ki İstanbul'da artık görmez olduk. Asmalı Mescit'i bile bitirdik el birliği ile. Neymiş insanlar yürüyemedikleri için rahatsız oluyorlarmış. Oysa bu masalar zaten yürüyüş yolunda değiller, hem sonra istedikten sonra düzenli bir şekilde denetlenir ve kimse de rahatsız olmaz. Ama niyet bağcıyı dövmek olunca olmuyor işte... Her noktada masalar sokaklarda... Şehir canlı, şehir yaşıyor...
Anıt Cervantes'in 300. ölüm yıldönümü olan 1916 yılında açılmak üzere planlanmış ancak parasal nedenlerle 1930 yılında açılabilmiş. Anıtın önü, etrafı, üstü Japon turistlerle o kadar dolu ki doğru dürüst bir fotoğrafını çekebilmek için epey bekliyoruz. Don Kişot ve Sanço Panza... Cervantes Anıtı... Her yerde, her zaman poz veren Japon turistler... Anıtın ağaçlıklı ve serin bahçesinde biraz soluklandıktan sonra yolumuza devam ediyoruz. Biraz sonra Madrid Kraliyet Sarayının önüne geliyoruz; "Palacio Real Madrid" Bu saray İspanya Kraliyet Ailesinin Madrid'teki ikametgahı olmasına rağmen sadece devlet törenleri için kullanılmaktaymış. Kral ve ailesi daha mütevazi olan ve Madrid dışında bulunan Zarzuela Sarayında oturmayı tercih ediyorlarmış.
Palacio Real Madrid - Madrid Kraliyet Sarayı Palacio Real Madrid (görsel commons.wikimedia.org'dan alınmıştır.) Sarayın içine girmiyoruz. Çünkü çok kalabalık gözüken bir giriş sırası var. Bu sıcakta da sırada beklemeyi çok fazla göze alamıyoruz. Madrid'in geniş ve bakımlı caddeleri ile gizemli ara sokakları arasında geçişler yaparak yürüyüşümüze devam ediyoruz. Geniş bir daire çizdiğimizden dolayı Gran Via caddesinin Calle de Alcala caddesi ile buluştuğu yere kadar geliyoruz. Burada Madrid'in en meşhur binalarından Metropolis binası bulunmakta. Bu bina 1911 yılında ofis binası olarak inşa edilmiş ve halen ofis olarak kullanılmakta. Kubbesindeki heykelin ise 24 ayar altından olduğu söyleniyor. Metropolis Binası... Bakımlı ve geniş Madrid caddeleri... Yolumuzun üzerinde Museo del Prado var. Müzenin önünde ise sokak sanatçıları sanatlarını icra ediyor. Kimi resim yaparken, kimi de saksafon çalarken köpeğinin şarkı söylemesini izletiyor... Müzeyi ziyaret etmiyoruz, çünkü giriş çok kalabalık. Beklemek yerine Madrid sokaklarını daha fazla gezmeyi, şehri daha çok yaşamayı tercih ediyoruz. Museo del Prado... Şarkı söyleyen köpek... Prado Müzesinin önünde sokak sanatçıları... Müzeyi bir sonraki gelişimizde ziyaret etmek için kendimize söz veriyoruz. Hem biraz soluklanmak hem de güneşin yakıcı etkisinden kurtulmak için hemen yakınımızdaki Retiro Park' a giriyoruz. Bu park Madrid'lilerin nefes aldığı yemyeşil bir alan, içerisinde yapay göllerin de bulunduğu bir vaha adeta...
Çok keyif aldıkları kesin...
Retiro Park...
Kral XII. Alfonso Anıtı... Estanque Grande... (Büyük Gölet)
Kristal Saray... İçeriden görünüm... Kristal Saray duvar işlemeleri... Yorgunluğumuz artık iyice kendini belli etmeye başlıyor. Zaman hayli ilerlemiş ve sıcak ile beraber açlığımız da kendini hatırlatıyor. Hem bir şeyler yemek, hem de meydanda kurulan sahneden yayılan Rus ezgilerini dinlemek için yeniden Plaza Mayor'a doğru yöneliyoruz. Yolda Makas eller ile karşılaşan kızımın fotoğraf isteğini elbette kırmıyorum. Kızımın Makas Eller ile imtihanı... Yarın sabah Toledo üzerinden Sevilla. Uzun bir İspanya turu bizi bekliyor... |