Gezgin Gözüyle Kış Ayında Berlin


Berlin seyahatim 2016 yılının şubat ayında her ne kadar cesaret gerektiren bir zamanda da gerçekleşmiş olsa da, oldukça zevk verici, eğlenceli bir geziydi. Aylar öncesinden planlar yapmaya başlamıştım. Bir kampanya ile belki de sudan ucuza bilet bulduktan sonra planlarımı gerçekleştirmeye koyulmuştum. Biletleri satın aldığımda eşim ile gitme planları yapmaktaydım. Ancak biletleri aldıktan sonra eşimin hamile kalması, şubat ayına hamileliğin yaklaşık 6-7. aylarında olması, kendisinin de tehlikeli görmesinden dolayı geziyi tek başıma gerçekleştirdim.

İlk planladığımız zamanlarda eşimin rahatını düşündüğümden ötürü oteli Berlin müzeler bölgesine sadece 2 sokak ötede olan Hackescher Markt bölgesinden ayırttım. Otel oldukça uygun ve güzel bir oteldi. Eşim gelemediğinden dolayı otel artık sadece akşamdan akşama kalma odası olarak tarafımdan kullanılacaktı.

Uçak sabahın erken saatlerindeydi. İstanbul aktarmalı olarak Ankara’dan yola çıktım.  Aktarmalarla birlikte Berlin’e geldiğimde saat öğleden sonra 2 sularındaydı. Metro ve toplu taşıma oldukça yaygın olduğundan havalimanından uygun bir bilet ile Alexanderplatz meydanına geldim. Bu meydana yaklaşık 10-15 dakika yürüme mesafesinde otelime ulaştığımda öğlen güneşi geçmiş ancak hala kullanabileceğim ışığım olduğundan, hemen bavullarımı bırakıp en yakın görülecek yer olan Berliner Dom Bazilikasına doğru yola çıktım. Önceden yapmış olduğum hesaplamaların doğru çıkması beni oldukça sevindirmişti, zira otelden köşeyi döndüğüm anda bazilika hemen karşıma çıkmıştı. Müzeler ve Spree nehri hemen burnumun dibindeydi.

Berlin Katedrali (Almanca: Berliner Dom), Almanya'daki Evanjelist Yüksek Mahkeme ve Üniversite Kilisesi'nin kısa adıdır (Almanca: Oberpfarr und Domkirche zu Berlin). Mevcut bina 1905'te bitirildi. Katedral, Berlin-Brandenburg-Silesian Üst Lizzyası şemsiye örgütü Evanjelist Kilisesi üyesi olan Gemeinde der Oberpfarr und Domkirche zu Berlin cemaat kilisesidir.

Bazilikanın üst katlarına ve balkonuna çıkmak mümkün olmakla birlikte yukarı çıkarken için bir hayli merdiven tırmanacağınızı da hesaba katmanız gerekmektedir. Yukarıya çıktığınızda nefes kesici olan Berlin manzarası ayaklarınızın altına serilecektir.

Berliner Dom


Bazilikadan çıktığımda akşamüstünü geçmiş, güneş batmış yerini parlak dolunayın olduğu geceye bırakmaya başlamıştı. Yüzümü bazilikaya döndüğümde ışıklandırmaların yandığını ve bazilikanın karanlığın içinde pırıl pırıl parlamaya başladığını gördüm. Etrafındaki sokak lambaları ve arkasına almış olduğu dolunay ile göz dolduran bir an yakalamıştım.

İçinde bulunduğum anı olabildiğince değerlendirdikten sonra haritamı açıp uzun zamandır aklımda olan, gece veya gündüz farketmeksizin gitmek istediğim Brandenburg kapısının konumuna baktım. Mesafe takriben 2 kilometre görünmekteydi. Mesafenin çok fazla olmadığını düşünerek istikametimi o tarafa doğru ayarlayarak Schloßpl caddesi üzerinden ilerlemeye başladım.

Hafiften akşamın renkleri yerini gecenin karanlığına bırakmakla birlikte havadaki inanılmaz değişim beni şok etmişti. Türkiye’ye göre kuzeyde olan bir şehrin coğrafyası ile şubat ayının soğukluğu birleşince zorlu koşullar ortaya çıkmaya başladı. Berlin’de ilk saatlerimin olmasının verdiği acemilik ve ortalama bir kalınlıkta giyinmenin verdiği sonuçlarla yolun sonlarına doğru oldukça üşümeye başladım. Ancak aklımda Brandenburg kapısının görkemi geldikçe soğuğu düşünmemeye ve yoluma devam ettim. İlerledikçe uzakta sadece bir silüet olan yapı yaklaştıkça görkemini göstermeye başladı. Bu kendini gösterme ile adımlarım ister istemez hızlanmaya başladı.

Pariser Platz meydanına geldiğimde uzun zamandır kavuşmayı bekleyen iki sevgili gibi önce bir bakakaldım karşıma. Güzelliği ile adeta büyülenmiş, etrafımda başka hiçbir şeyi görmez olmuştum. Uzun zamandır istediğim hayali gerçekleştirmiş, bu muhteşemliğin huzuna çıkmıştım.


Brandenburg Kapısı


Brandenburg kapısı 6 ağustos 1791 yılında yapılmıştır. Neoklasik mimaride tasarlanmış olan yapı üzerindeki taş süslemeleri ve sütun yükseklikleri ile göz doldurmaktadır. Aslen yapılma amacı kraliyet ailesinin geçisini sağlamaktı. Yapımında Carl Gotthard Langhans ve Johann Gottfried Schadow görev almıştır. Kraliyet döneminde halkın sadece ilk iki kapıdan geçmesine izin verilmekteydi. Kraliyet ise orta kapıyı kullanmaktaydı.

1793 yılında dört atın çektiği tanrıçayı taşıyan at arabası Schadow tarafından eklenmiştir. 1806 yılında Nopolyon, aldığı zafer ile bu heykeli söktürerek Paris’e götürmüştür. 1814 yılında Napolyon yenilince eser eski yerine taşınmıştır. 2. Dünya savaşı sonunda Almanya Doğu ve Batı olarak bölündükten sonra bu kapı iki taraf tarafından kullanılmaz. Duvarların yıkılması ve birleşme gerçekleştikten sonra Aralık 1989 yılında kapı birleşmeyi sembolize ederek halkın ziyaretine açılır.

Akşamın bu anıt üzerinde yarattığı muhteşem etkiyi de göz önünde bulundurarak vaktimi burada geçirmeye başladım. Akşam karanlığında sütunlara vuran ışığın oluşturduğu contrast ve parlaklık oldukça göz alıcıydı. Ancak bu etkiyi yaratmış olan akşam aynı zamanda soğuğu da beraberinde getirdiği için, hareketsiz kaldıkça soğuk vücudumda bıçak etkisi yaratmaya başlamıştı. Akşam buluşmamı sonlandırıp en kısa zamanda –mümkünse gündüz- görüşmek üzere yönümü tekrar Berlin Müze bölgesi yakınında olan otelime doğru çevirerek ilk günümü sonlandırmış oldum.

Sabah olduğunda kaldığım yerden devam etmek amacıyla otelde sıkı bir kahvaltı yaptım, ihtiyacım olacağını düşündüğüm atıştırmalık yiyecekleri ve fotoğraf makinamı sırtlanarak yola çıktım. Ancak bir gün önce yaptığım hatayı veya hataları yapmamak adına belli girişimlerim oldu. Eğer dışarı da çok zaman harcanaksa termal içlik ve kalın montların gerekliliğini anlatmakla bitiremem. Olabildiğince ısı kaybını önlemem gerekmekteydi, kayak montumu (her ne kadar kar yağmıyor olsa da), eldiven ve beremi de yanıma alarak dışarı çıktım.

Tüm bu hazırlıkların yanında Berlin’in aslında büyük bir şehir olduğunu ve ister istemez bir noktadan ötekine ulaşmak için yürümem gerektiğini biliyordum. Böyle bir soğukta bu çok mümkün olmadığı için ikinci en iyi tercih olan Hop-on Hop-off turlarına bir bilet aldım. Önceliğim şehrin batısı ve güneyi olarak göründüğünden dolayı bu turlar kapsamında olan sarı güzergahı tercih ettim. Bilet yaklaşık 13-14 euro civarlarında bir fiyata geliyor.

Bu tercihin günün ilerleyen saatlerinde çok işime yarayacağını sonradan anlayacaktım. Ancak öncelikli olarak haritamda işaretlediğim yerleri gözden geçirdim. Otobüsün Kaldığım otelin yakınında bulunan Alexanderplatz meydanından kalktığını öğrendim. Yaklaşık 10-15 dakikada bir olan bu otobüslerin en güzel özelliği tek bilet ile istediğiniz kadar yerde istediğiniz kadar inip binebilmeniz. İlk hareket saati 10.00 olarak görünmektedir.

Öncelikli olarak yönümü dün tekrar görüşeceğimi söylediğim Brandenburg kapısına ve hemen yakınında bulunan yahudi soykırımı anıtına ayarladım. Brandenburg kapısının bir sokak güneyinde bulunan bu anıt ikinci dünya savaşında öldürülen 3 milyon yahudi anısına inşa edilmiştir.




Anıt, mimar Peter Eisenman ve mühendis Buro Happold tarafından tasasrlanmış olup, 1 Nisan 2003 yılında yapımına başlanmış 15 Aralık 2004 yılında tamamlanmıştır. İkinci dünya savaşının 60. Yıl dönümü olan 10 Mayıs 2005 tarihinde açılmıştır. Anıt 19.000 m2’lik Alana yayılmış olup 2711 adet beton bloklardan oluşmuştur. Bu blokların boyları 2.38m enleri 0.95m ve yükseklikleri de 0.2m ile 4.7m aralıklarında değişmektedir.

Eisenman'a göre bloklar huzursuz, kafa karıştırıcı bir atmosfer yaratacak şekilde tasarlanmıştır.  Öldürülen Avrupalı ​​Yahudilere Resmi Hazırlık Anıtı resmi İngilizce web sitesinde, tasarımın bir anıtın geleneksel konseptine radikal bir yaklaşım sergilediği belirtildi. Eisenman, anıt sayısının ve tasarımının sembolik önemi olmadığını söyler. Ancak, gözlemcilerin yorumlarına göre Anıt daha çok bir mezarlğı andırmaktadır. Anıt, gömülmeyen veya işaretlenmemiş çukurlara atılanlar için bir mezarlık çağrıştırıyor. Almanya parlamentosu başkanı Wolfgang Thierse, eseri insanın "yalnızlık, güçsüzlük ve umutsuzluğun ne anlama geldiğini" kavrayabileceği bir yer olarak nitelendirdi.



Brandenburg kapısına ve yahudi soykırım anıtına yürüme mesafesinde olan Alman Parlamento binası Reichstag bulunmaktadır. Aktif olarak Almanya parlamentosu binası olarak kullanılan bu bina 1894 yılında açıldı ve ateşe verildikten sonra ciddi şekilde hasar gördüğü 1933 yılına kadar kullanılmıştır. 27 Şubat 1933'te hala bilinmeyen koşullar altında bina yakıldı. Bu, Nazilerin, Reichstag Yangın Kararnamesi'nde 1919 Weimar Anayasası tarafından sağlanan hakların çoğunu askıya alma bahanesiyle Komünistleri tutuklamalarına ve polisin Almanya çapında harekete geçirmesine izin verdi. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bina kullanıma girdi. 


Yoluma bir yandan devam ederken, hop-on hop-off güzergahım üzerinde Tiergarten adı verilen geniş ormanlık Alana sahip geniş yeşilliklerin arasından geçmeye başladık. Otobüsün durakları üzerinde Bismarch heykeliyle karşılaştım.  Otto von Bismarck, 1860'lardan 1890'a kadar Almanya ve Avrupa'daki işlere egemen olan muhafazakâr bir Prusya devlet adamıydı ve 1871-1990 yılları arasında Alman İmparatorluğu'nun ilk Şansölyesiydi.


Heykelin biraz ilerisinde Berlin zafer anıtı bulunmaktaydı. Bu anıt 1864'ten sonra Danimarka-Prusya Savaşı'ndaki Prusya zaferini anmak için Heinrich Strack tarafından tasarlananmıştır. Prusya, 2 Eylül 1873'te açıldığı zamana kadar Avusturya-Prusya Savaşı (1866) ve Fransa'daki Alman müttefiklerini de mağlup etmişti. Franco-Prusya Savaşı'nda (1870-71), heykele yeni bir amaç kazandırdı. Orijinal planlardan farklı olarak, sözde birleşme savaşlarındaki ve daha sonraki zaferler, 8.3 metre yüksekliğinde ve 35 ton ağırlığa sahip, Friedrich Drake'in tasarladığı, Victoria'nın bronz heykeline eklemesine ilham verdi. Dileyen gezginler bilet ile yukarı çıkarak Tiergarten bölgesine ve Berlin şehrine güzel bir manzara eşliğinde seyretme imkanı bulabilmektedir.

Tabi havanın açık olsa da soğuğun ve rüzgarın etkisiyle yukarıya çıkma düşüncem kısa sürede silinmişti. Otobüsüne atlayarak bir sonraki durağım olan Checkpoint Charlie noktasına doğru ilerledim.



Doğu Alman lider Walter Ulbricht, doğu blok göçünü durdurmak ve Sovyet sınır sistemi vasıtasıyla batıdan sapmak için Berlin Duvarı'nı inşa etmiştir.  Bu yapım sonucu şehir sınırı boyunca komünist Doğu Berlin'den Batı Berlin'e kaçmayı önlenmiştir. Checkpoint Charlie, Doğu ile Batı'nın ayrımını temsil eden Soğuk Savaşın sembolü oldu. Sovyet ve Amerikan tankları, 1961 Berlin Krizi sırasında namlularını birbirine doğrultmuş şeklinde sınırbaşlarında beklemekteydi. Doğu bloğunun dağılmasından ve Almanya'nın yeniden birleşmesinden sonra, Checkpoint Charlie'deki bina turistik bir cazibe haline geldi. Şu anda Berlin Dahlem semtinde bulunuyor.

Kendi deneyimlerimden ve gözlemlerimden gördüğüm üzere Checkpoint Charlie binası önünde konu mankeni olarak bulunan kişilerin genelde turistleri rahatsız edici şekilde ve kaba davrandıklarına şahit oldum. Kendileri ile yaklaşık 3 euro gibi bir mebla ile fotoğraf çekilmesine izin veren bu kişiler, ücretten bir haber olarak gelip fotoğrak çektirmek isteyen kişilerden zorla para talep etmekle birlikte, seslerini yükselterek turistlere bağırmaktadır. Berlin’e gitmeden önce birkaç sitede de bu tür yorumları okuduğumdan dolayı özellike mesafemi korumaya özen gösterdim. Gitmeden önce dikkat edilmesinde fayda var.



Gezim kapsamında bir sonraki durağım Gendarmenmarkt meydanıydı. Gendarmenmarkt, Konzerthaus (konser salonu), Fransız ve Alman Kiliseleri de dahil olmak üzere oluşturulmuş meydanda bulunan bir mimari topluluk grubudur. Meydanın merkezinde, Almanya'nın tanınmış şairi Friedrich Schiller'in anıtsal bir heykeli bulunmaktadır. Meydan, Johann Arnold Nering tarafından on yedinci yüzyılın sonlarında Linden-Markt olarak kuruldu ve Georg Christian Unger tarafından 1773'de yeniden inşa edildi. Gendarmenmarkt, adını 1773 yılına kadar meydan yerine bulunan Gens d'Armes alayına ait ahırların bulunmasından dolayı almıştır. II. Dünya Savaşı sırasında binaların çoğu kötü biçimde hasar gördü ya da yok edildi. Bugün hepsi restore edilmiştir.

Ortada bulunan binaya göre kendinizi konumlandığınızda sağınızda ve solunuzda eş özelliklere sahip binalar bulunmaktadır. Bu binaların birbiriyle olan ahengi, meydanı süslemeleri, meydanda bulunan heykelle birleşince ayrı bir güzellik ortaya çıkmaktadır. Bulunduğum zaman dilimi içerisinde bir de sokak göstericisinin gitarı ile güzel müzikleri ortaya koyması bulunduğum anı daha da zenginleştirdi. Meydan oldukça geniş ve ferah bir yapıya sahip. Hop-on hop-off durağının hemen önünde olduğundan dolayı, erişimi ve gidilmesi oldukça kolay.


Havanın da soğukluğunun devamı ile duraklar arası otobüste olabildiğince ısınmaya çalışıyordum. Ancak kısa zamanda bir çok yeri gezmek istediğimden dolayı oyalanmak da istemiyordum. Duraklar üzerinde bir sonraki durağım olarak görünen yer Fernsehturm adıyla bilinen Berlin televizyon kulesiydi. Durağa yaklaştıkça ayrı bir heyecan duyduğumu hatırlıyorum. Berlin’in simge binalarından olan bu kule Berlin’de özellikle görmek istediğim yerlerden biriydi. Her ne kadar şehir merkezinde aşağı yukarı nerede olursanız olun görünen bu kuleyi, yakından görmek benim için ayrı bir zevkti.

Berlin-Mitte'deki Alexanderplatz'a yakın olan kule 1965-1969 yılları arasında Alman Demokratik Cumhuriyeti (GDR) hükümeti tarafından inşa edildi. Hem komünist iktidarın hem de Berlin sembolü olarak tasarlanmıştır. Anten dahil 368 metre yüksekliğiyle Almanya'nın en yüksek yapısı ve Avrupa Birliği’nin en yüksek ikinci yapısıdır. Avrupa'daki en yüksek üç yapı arasından Riga Radyosu ve TV Kulesi'nden 0.5 m daha kısa ve 2017'de Trbovlje Güç İstasyonundan 8 m daha uzundur.

Her ne kadar heyacanlı da olsam, soğukta saatler geçirmek insanı ister istemez yormaktaydı. Kendimi en yakın kahveciye atarak biraz dinlenmek ve ısınma arzusu içindeydim. Avrupa kentlerine gittiğimde bulduğum her fırsatta donut adı verilen simit şeklindeki tatlılardan yeme arzusu içindeyim. Girmiş olduğum kafede ilk gözüme çarpan bu donutlardan yemem gerektiğini düşündüm. Fiyatını sorduğumda 3 tanesi için 1-2 euro gibi komik bir fiyat aldığımda gözümün döndüğünü ve sanırım 6 tane yediğimi hatırlıyorum. Bu süre zarfında gerek bulunduğum semt hakkında, gerek Berlin TV kulesi hakkında daha fazla bilgiler edinmeye ve notlar almaya çalıştım.

Yeterince ısındıktan, gerekli enerji depoladıktan sonra saatin de yavaş yavaş akşam saatlerine vardığını gördüm. Güneşi en verimli şekilde kullanmak istiyordum. Güneşin yerini yavaş yavaş soğuk ve karanlığın aldığını gördükten sonra bir önceki gün önünden geçip girmeye fırsat bulamadığım müzeler bölgesine yöneldim.

Öncelikli olarak isteğim Alte Nationalgalerie olarak bilinen müze adasında yer alan müzeye gitmekti. Müze ye giriş tekil olarak yapılacabileceği gibi kombine bilet alınarak da müze adasında bulunan tüm müzelere gerek aynı gün gerek 3 günlük olarak giriş yapılabilmektedir. Zaman planlamalarınıza göre tüm müzeleri gezebilmeniz mümkün.

Girişte audio cihazlarını almanızı tavsiye ederim, bugüne kadar gittiğim bir çok yerde bu cihazları almaya özen gösterdim. Bu sebepten dolayı hep ingilizce tercih etmiştim. Bu sefer gittiğimde hangi dili tercih ettiğimi sorduklarında “Bir şansımı deneyim belki Türkçe vardır.” düşüncesiyle türkçe talep ettim. Kendilerinden “tabiki yok” gibi bir cevap beklerken, “Buyrun türkçe audio” cevabını alınca ayrı bir sevindim.

Galeri Neoklasik, Romantik, Biedermeier, Empresyonist ve Erken Modernist resimlerin bir koleksiyonunu sergilenmektedir. Ulusal Galerinin orijinal binası, şimdi birkaç ek binada barındırılıyor. UNESCO tarafından belirlenen bir Dünya Mirası Listesi'nde yer almaktadır.

Koleksiyon, Biedermeier, Fransız İzlenimcilik (Édouard Manet ve Claude Monet gibi) ve erken Modernizm'in (Adolph von dahil olmak üzere) Neoklasik ve Romantik hareketlerin eserlerini (Caspar David Friedrich, Karl Friedrich Schinkel ve Karl Blechen gibi sanatçılar tarafından) içermektedir. Friedrich'in "Der Mönch am Meer", "von Menzel'in Eisenwalzwerk" ve heykeltıraş Johann Gottfried Schadow'un "Prinzessinnengruppe" adlı eserleri yine burada bulunmaktadır. Saydıklarım dışında görmekten en çok hoşlandığım eserlerden biri şüphesiz Rodin’in düşünen adam heykelidir.


Buranın göz alıcı güzelliklerinin tadını çıkarttıktan sonra –Her ne kadar bir günde asla bitirilemezse de- bir sonraki durağım olan ve bulunduğum müzeye çok yakın olan Pergamon müzesine doğru yönümü ayarladım. Bu süre zarfında hava iyice karamaya başlamış, güneş yerini hepten karanlığa bırakmıştı.


Aynı gün içinde pass aldığımdan dolayı, müze kapanana kadar olan zamanımı burada geçirmeye karar vermiştim. Bu müzede de audio cihazları bir çok dilde ve türkçe olarak da verilmektedir. Bu müzede profesyonel kamerama izin vermektediklerinden dolayı çektiğim resimleri telefonumdan çekmek zorunda kaldım.

Yapı, Alfred Messel ve Ludwig Hoffmann tarafından tasarlanmış olup, 1910-1930 yılları arasında yirmi yıllık bir dönem boyunca inşa edilmiştir. Bergama Müzesi’nde, Bergama Mihrapı, Babylon İstar Kapısı ve Milet'in Market Kapısı gibi anıtsal yapılar barındırmaktadır. 



Hangi bölümüne gidersem gideyim, tüm bölümler ayrı nefes kesici. Tüm bölümleri gezerken içinizden “Bu insanlar bu devasa yapıları nasıl buralara getirmiş?” diye sormadan edemiyorsunuz. Gezmekten ve görmekten ayrıca keyif aldığım Babylon İstar Kapısı, haşmeti ve görkemiyle göz doldurmaktaydı.

Müzenin kapanış saatine yakın hazırlanarak bu güzellikleri de geride bırakarak otel odama doğru yola koyuldum. Akşam karanlığında soğuğun içime işlediğini hatırlıyorum, ancak otelin müzelere yakın olması işimi oldukça kolaylaştırmıştı.

Berlin’de geçireceğim son güne girdiğimde, çoğunlukla Berlin’in merkezindeki yapıları, müzeleri ve bazilikaları gezmiştim. Son güne lokasyon olarak kuzeyde kalan Berlin duvarı kalıntılarının bulunduğu geniş alanı, Berlin duvarı hakkında bilgileneceğimi düşündüğüm Berlin Duvarı Müzesine ayırmıştım. Geri kalan zamanımda gezip gördüklerimin çoğunu görmüş olmanın rahatlığı ile spontane olarak hareket edecektim.

Otelden çıktıktan sonra yönümü kuzey tarafına doğru ayarlamıştım. Sabahın erken saatleri olduğundan  geniş sokaklarda ve caddelerde tek başıma yürüyordum. Merkezden de uzaklaştığımdan ötürü kalabalık oldukça azalmıştı. Bulunduğum yerden çok uzak olmamasına rağmen, soğuğun etkisiyle oldukça yol yürüdüğümü düşünmeme yol açtı.

Gartenstraße caddesi üzerinden haritamda işaretli müzeye doğru yürüdükçe acaba yanlış mı geldim diye düşünmekten kendimi alamadığım zamanlar bir hayli çoktu. Uzaktan herhangi bir tabelayla karşılaşmadığımdan dolayı, köşeyi dönene kadar doğru yolda olduğumdan şüphelenmiştim. Ne zamanki Bernauer caddesine döndüm, o zaman doğru noktada olduğumu anlamıştım.


Müzenin önü kalabalık olmasa da müzenin karşısında bulunan Berlin Duvarı anıtı oldukça kalabalıktı. İlk olarak müzeye giriş yaparak gezinmeye başladım. Müze girişi ücretsiz olmakla beraber içinde 15-20 dakikada bir tekrarlayan bir belgesel filmi mevcut. Geniş bir oda içinde oturup izlemenizi sağlayan bu belgesel filminde; duvarın yapılış amacı, yapılış süreçleri, Doğu-Batı Berlin arasında bu duvarın yeri ve önemi anlatılmaktadır. Belgesel kapsamında ayrıca sınırdan kaçmak isteyen ve bu süreç kapsamında öldürülen kişilerden, duvarın yıkılma süreçleri ve günümüz Almanya’sında oluşan sembolünden bahsedilmektedir.

Belgeselin tamamlanmasından sonra yolun karşısında bulunan duvar kalıntılarının olduğu anıta doğru yöneldim. Burada duvarın original hali korunmakla birlikte, daha önceden duvarın yanında olan izleme kulelerinin temelleri ve insanların geçmelerinin engellendiği bölgeler de bulunmaktadır. Duvarın kalıntıları bittiğinde kalıntıların devamının izleri hala yollarda görülebilmektedir. Duvarların yakılsa da izlerinin günümüze kadar geldiğinin güzel bir anlatımla yollara işlenmiş. Hatta konum olarak bu izlerin tam üzerinde durduğunuzda zamanında geçilmesi imkansız görünen Doğu-Batı Berlin sınırları üzerindeki noktada bulunabiliyorsunuz.

Berlin Duvarı Anıtı’nda ayrıca sınırı geçmeye teşebbüs ederken vurularak hayatını kaybeden kişilerin isimlerinin olduğu bir de ayrıca bir anıt görmeniz de mümkün. Oldukça güzel bir tasarıma sahip olan bu anıtta ölen kişilerin hepsinin fotoğrafları ve isimleri de mevcut.

Şehrin kuzey taraflarında yaklaşık birkaç saat geçirdikten sonra, istediğim yerleri görmenin verdiği mutlulukla etrafta amaçsızca dolaşmaya başladım. Yönümü yine güzel resimleri çekebileceğimi düşündüğüm Spree nehrine doğru döndürdüm. Güneye doğru yürüdükçe, bir yandan da haritamdan baktığım yerlerde Madame Tussauds müzesinin de yakınlarda olduğunu gördüm. Bal mumu heykelleri ile ziraretçilere güzel zaman geçirten bir yer olduğu hakkında bilgiler edinmiştim.



Bunun üzerine son durak olarak Madame Tussauds müzesine girdim. Oldukça renkli bir atmosfere ait bu yerde kategorize edilmiş olarak ünlü Alman siyasetçileri, futbolcuları, televizyon sunucularını görmeniz mümkün.

Müze’de ayrıca Adolf Hitler’in de bir adet bal mumundan heykeli bulunmaktadır. Ancak tahmin ettiğim kadarıyla zarar görmesinden endişelenildiği için diğer bal mumu heykellerinden farklı olarak kapalı cam bir alanda sergilenmektedir. Diğer tüm heykellere dokunulması ile ilgili bir sorunu olmayan müzenin Adolf Hitler konusundaki önlemleri de ilginç.

Müzenin üst katlarında tanınmış aktör ve aktristlerin, şarkıcı ve müzisyenlerinde heykelleri bulunmaktadır. Müzenin sonunu tamamen Star Wars temalı heykellere ve atmosphere ayırdıklarını gördüğümde ayrıca sevinmiştim. Akşama doğru güneşin de batmaya yüz tutmasıyla, her ne kadar isteksizce de olsa otelime dönerek çantalarımı topladım ve ertesi gün ilk ışıklarıyla Türkiye’ye döndüm.

Berlin benim için her zaman özel yeri olacak olan bir şehir. Doğal atmosferi, şehrin güzelliği, özellikle ve özellikle Brandenburg kapısının o görkemi benim için unutulmazlar arasında olacak. Saatlerce gezmekten bıkmadığım, her köşesi güzelliklerle dolu bir şehir. Kendine has ağırlığı olmakla birlikte şehrin bir çok yerinde gezerken gördüğüm şey, her noktasında fotoğraflık muhteşem yerlerin olduğuydu. Bir daha fırsatım olsa düşünmeden gideceğim yerlerden birisi…









 Yazılan Yorumlar...
Erdin İVGİN
(25  Aralık 2017)
Sevgili Doğa,
Kalemine sağlık.
Berlini çok soğuk bir havada gezmişsin ama en güzel çözümü de bulmuşsun Kayak montunu, eldiven ve bereyi iyi düşünmüşsün.
Paylaşımın için teşekkürler.