Cennetten bir köşe... SAMOS (2.Bölüm)


Yolumuza devam ediyoruz. Vourliotes tabelası haritamızda işaretlemiş olduğumuz görmemiz gereken yerlerden biri, ana yoldan ayrılıp yukarı doğru çıkmaya başlıyoruz. Vourliotes, Manolates ile birlikte Samos'un en güzel dağ köylerinden biri. 



Bir müddet kıvrımlı yolda ilerliyoruz, rakım yükseliyor ama çok kısa süre sonra da köy girişine ulaşıyoruz. Arabamızı park edip meydana doğru ilerlemeye başlıyoruz. Meydana çıkan köşelerden birine küçük bir tezgah açmış olan yaşlı amcamız biz kavun satmaya çalışıyor. O kadar iddialı ki "hayatınızda yiyeceğiniz en tatlı kavun bu" diye İngilizce pazarlama bile yapıyor. Dönüşte alırız falan deyip kurtarıyoruz kendimizi... 


Vourliotes girişinde güzel tabelalar...


Meydana çıkan daracık sokakların aralarından geçtiği evler rengarenk boyanmış ve mutlaka bir şekilde çiçeklendirilmiş. Sardunyalar, ortancalar, asma ağaçları bu renkli evler ile birlikte çok güzel bir ortam yaratıyor.






Vourliotes meydanı...


Saksıları bile boyamışlar...


Meydana ulaştığımızda nedense içimizi bir huzur kaplıyor. Sessizliği sadece kuşların cıvıltıları bozuyor. Ayrıca meydan tamamen ağaç altı olduğu için gölge ve serin. Tüm meydanda masalar var, turistlerin kimi bir şeyler içiyor, kimi yemek yiyor, kimi de kitap okuyor. Küçük bir kedi de fırsattan istifade bu huzur ortamında kendini bir sandalyenin yumuşaklığına iliştirmiş şekerleme yapıyor. 


En tatlı uyku... 


Bu keyifli ortamda ben bir kadeh kırmızı ev şarabı, eşim de bir sade kahve söylüyor. Biraz soluklanıyoruz. Sessizliğin keyfini çıkartıyoruz. Derken bu ortama yanlarında bir erkek bir de kız çocuğu bulunan üç çift geliyor. Masalara oturmaları ile birlikte bağıra çağıra konuşmaları, anlamsız şakalaşmaları, itici davranışları ile etraftaki bu sessizliği ve huzuru bozduklarından zerre kadar haberleri olmayan, olsa da umursamayan bu arkadaşlar ne yazık ki vatandaşımız. Herkesin aynı anda konuştuğu, konuşanların birbirini dinlemediği, konuşanın sesini duyuramadığı için daha çok bağırdığı saçma sapan bir ortam oluşuyor. Sadece biz değil az önce ortamda huzur içinde bulunan herkes rahatsız oluyor ama ne yazık ki bu arkadaşlarımızın umuru bile olmuyor. Üzülüyorum ama yapacak bir şey yok ne yazık ki. İyice soğudum için hesabı ödeyip kalkıyoruz. 


Vourliotes kendi halinde bir köy ama turizmi keşfetmişler, herkes kendi çapında bir güzellik katmış ve herkes kendi halinde yaşayıp gidiyorlar. Görmekte fayda var, anayoldan çok uzak değil. Belki meydanda bir kahve içersiniz sadece ama uğrayın bence. Biz akşam yemeğini rakım olarak Vourliotes'ten daha da yukarıda olan Manolates köyünde yemek istiyoruz. Çünkü hem buraya göre daha turistik bir yer ve manzarasının inanılmaz olduğu söyleniyor. Özellikle güneş batarken. Bu yüzden arabamıza atlayıp Karlovasi'ye kadar gideceğiz orayı biraz dolaştıktan sonra tekrar geri dönüp günü Manolates'te batıracağız akşam yemeği eşliğinde. Otel sahibimiz Manolates'in en tepesinde "Lukas" adlı ev şarapları yapan bir aile restoranını tavsiye etti. Daha önce Samos'a gelen işyerinden bir arkadaşım da aynı yeri tavsiye etmişti. Bu yüzden kafamda akşam yemeği için yerimiz hazır. Karlovasi'ye doğru yola koyuluyoruz şimdi...


Karlovasi, Seferihisar'dan feribot seferlerinin yapıldığı liman kenti. Ancak limanı çok sessiz geldi bana, çok ıssızdı. Sanırım feribot geliş ve gidiş saatlerinde biraz hareketli oluyordur diye düşünüyorum. Karlovasi'nin beş ayrı bölgesi var. Eski (Paleo) Karlovasi ilk yerleşim yeri, yüksekte olmasından dolayı olası saldırılardan korunmak üzere oluşturulmuş ilk yerleşim yeriymiş. Bunu Orta Karlovasi (Meseo), Yeni Karlovasi (Neo), 1871 yılında inşa edilen Limani ve son olarak da Ormos Karlovasi bölgesi. Liman bölgesini batıya doğru biraz geçtikten sonra Karlovasi'nin meşhur plajı Potami'ye ulaşabiliyorsunuz. Liman bölgesinden Neo Karlovasi bölgesine geçiyoruz.




Canımız dondurma çekiyor, nispeten hareketli bir bölgede bir dondurmacı buluyoruz. Böylece dondurmamızı yerken hem biraz Neo Karlovasi'yi geziyoruz hem de biraz serinlemiş oluyoruz. 


Karlovasi'den...


Sanat, estetik ve mitoloji...


Açıkçası çok fazla beğenmiyorum Karlovasi'yi. Çok fazla bir güzelliğini de göremiyorum. Belki ben kaçırmışımdır ya da bana öyle gelmiştir ama şimdilik fikrim bu.  Akşam üstü oluyor artık, Manolates'e doğru yola koyuluyoruz. Gün batımına kalmadan orayı da iyice bir dolaşmak istiyorum. Tekrar Vathy istikametine doğuya doğru dönüyoruz. Manolates tabelasını görünce adanın tam kuzey noktasından güneye, adanın ortasına doğru yol ayrımından çıkıyoruz. Biraz dar ve virajlı bir yoldan ilerleyerek yükselmeye başlıyoruz. Girişte büyükçe ücretsiz bir otopark var. Aracımızı oraya bırakıp biraz yürüyerek Manolates'in dar sokaklarına atıyoruz kendimizi. Yukarıdan manzara gerçekten harika gözüküyor. 


Manolates manzarası müthiş...



Otoparkın hemen çıkışında bulunan Manolates tabelasında köyün önemli yerlerini gösteren küçük bir bilgilendirme haritasını görebilirsiniz. Bu tabelanın hemen yanında da otel sahibimiz Tassos'un tavsiye ettiği "Lukas" restoranın reklam tabelası bulunuyor. 


Dar sokaklardan yürüye yürüye yukarı doğru çıkıyoruz. Her köşe ayrı güzellikte. Köyü çok güzel muhafaza etmişler, her evde ya hediyelik bir şeyler satılıyor ya da kafe veya restoran olarak hizmet veriyor. Bence turizmin hakkını veriyorlar. Çünkü daracık sokaklar gerçekten kalabalık, restoranlar dolu... 



Sol tarafta güzel bir dükkan görüyorum, tam içeri girecekken yukarıdaki tabela dikkatimi çekiyor. Hem Yunanca hem de yarı Türkçe yarı İngilizce "Karagöz Perdesi Müzesi" yazıyor. Tam içeri girerken "Hah artık bunu da kaptırdık iyice herhalde!..." diye düşünüyorum.  Biz değerlerimize sahip çıkmadıkça, çıkamadıkça ne yazık ki özellikle yıllarca aynı kültürü paylaştığımız yakın komşularımız arasında bunların değerlerini bilenler çıkıyor. Çoğu kişi hatırlamaz ama 2015 Atina olimpiyatlarının açılış seramonisinde bile Yunan kültürünü yansıtan öğeler arasında Karagiosiz ile Hacivatis'te  yer almıştı. Biz ne yazık ki arap kültürünü kendi kültürümüz olarak benimsemeye (ya da benimsetilmeye) başladıkça kendi zengin kültürümüz elimizin avucumuzun içinden kayıp gitmekte. Hacivat - Karagöz 14. yüzyıldan beri Türk kültüründe yer almakta iken bu oyun Yunanistan'da sadece 160 yıldır sahneleniyormuş. Rivayete göre İstanbul'dan Pire'ye giden bir Rum işsiz kalınca perde kurup Karagöz oynatmaya başlıyor. Bu şekilde Yunanlar Hacivat - Karagöz ile tanışıyor. 

Sahip çıkmak lazım değerlerimize...


Karagöz perdesi müzesi...


Sokaklarda dolaşmaya devam ediyoruz. Her yer ayrı bir güzel. Dolaşa dolaşa yukarı doğru çıkıyoruz. Tassos'un tarifine göre Lukas su deposunu geçtikten sonra en tepede yer alıyormuş. Zaten bir süre sonra Lukas tabelaları yön gösterir bir şekilde yer alıyor. En son artık evler de bitince yere boyalarla yazılmış yönlendirmeleri takip etmek zorundasınız.


Bu tezgahın sahibi de bu tırmık...

Neyse en tepeye gelince çok keyifli bir teras alanına yerleştirilmiş 5-6 masa ve küçük bir yapı ile karşılaşıyoruz. Henüz müşteri olarak kimse yok. Ama manzara gerçekten harika. Kapıdaki sandalyede işletmenin sahibi olduklarını düşündüğüm bir genç kız ve orta yaşlı bir kadın oturmakta. Kadın bir şeyler ayıklıyor. "Rezervasyonumuz yok ama oturabilir miyiz?" diye soruyorum. Hiç cevap vermiyorlar, sanırım anlamıyorlar...


Biraz oturuyoruz ama ne yanımıza gelen var, ne de bir ilgi gösteren. Bu gibi durumlar benim canımı çok sıkar. Akademik bir bekleme sürem vardır. Prensip olarak, herhangi bir restoranda bu bekleme süresi içerisinde bir hoş geldin denmemişse veya benimle herhangi bir görsel temas kurulmamışsa bulunduğum yer ne kadar güzel olursa olsun orayı terk ederim. Bu süre yurt dışı için elbette biraz daha uzundur ama burada ne yazık ki uzun bir süre hiç kimse yanımıza uğramadığı için, manzara ne kadar güzel olursa olsun, mekanı terk ediyoruz. Köyün içerisinde insanların neşeli sohbetler eşliğinde yemek yediği küçük bir alan vardı. Oraya dönüyoruz. Çok da iyi ediyoruz. Mükemmel bir ilgi ve lezzetli mezeler ile birlikte yarım litre kırmızı ev şarabı keyfimi yeniden yerine getiriyor.

Eğer Samos'a geldiyseniz Manolates'i mutlaka görün derim, asla pişman olmayacaksınız.


Lukas'a niyet Kalisti'ye kısmet akşam yemeğimiz...

Kahvelerimizi de içtikten sonra dönüş zamanı geliyor. Artık iyice kararmış olan havada farlarımız karanlığı aydınlatıyor... İyice yorulmuşuz, otelimize dönüp dinlenmek istiyoruz...



* * * 

Sabah penceremizden giren gün ışığı ile uyanıyoruz dinç bir şekilde. Bugün artık Samos'taki son günümüz. Kahvaltımızı ettikten sonra biraz Tassos'un köpeği ile oynuyoruz, sonra hesabımızı da ödeyip belki tekrar görüşmek umuduyla vedalaşıyoruz. Tassos'un annesi eşime sımsıkı sarılıyor, sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi. Yılların getirmiş olduğu aynı kültür ile yoğurulmuş olmanın bir yansıması bence bu, politikacılar ne derse desin...

Sabah neşemiz...

Feribotumuz öğleden sonra olduğu için bir yarım günümüz daha var Samos'da... Bunu değerlendirmek için de Samos'un Şarap Müzesine gidiyoruz. Şarap müzesi Vathy limanının tam karşısına düşüyor, yani koyun liman tarafının aksine doğru gitmeniz gerekiyor. Çok yakın, otelden çıktıktan 10 sonra oradayız. Şarap tadımı için biraz erken olacak ama artık görev icabı katlanacağız. Midilli adasında da Plomari'de Uzo fabrikasını gezdiğimizde saat 11:00 civarıydı. Hayatımda ilk kez öğleden önce alkol ile orada tanışmıştım. Şimdi çıta daha da yükseliyor. Neyse alkol dostunuz değildir diyerek konuyu tatlıya bağlayalım. Televizyonlarda bazı tehlikeli sahnelerde alt yazı geçerler ya  "Evde denemeyin!..." diye. Ben de alt yazımı buraya aynı şekilde koyuyorum;

 "Evde denemeyin!..." 

Müzeye girdiğimizde bir kız bir erkek iki tane genç karşılıyor. Müze ücretini ödüyoruz. Tam hatırlayamadım şimdi ama 2-3 euro idi giriş sanırım, isterseniz tadım yapmayabilirsiniz, o zaman biraz daha düşüyor ücret. Aynı zamanda satış da yapılan bir dükkan var girişte. Görevli kız bizi tadım yapılacak dev fıçıların olduğu bölgeye götürüyor, önce Samos'daki bağcılık ve şarap kültürü hakkında, sonra da Samos şarapları hakkında bilgilendiriyor. Daha sonra müzeyi geziyoruz ve turumuz bitince tekrar aynı yere dönüp bu sefer tadıma başlıyoruz. Her biri için ayrı kadehlerde tadımlarımızı tamamlıyoruz. En sonunda da beğendiğimiz bir beyaz, bir de kırmızı şarabı satın almak üzere satış noktasına geçiyoruz. 

Samos Şarap Müzesi...

   
Şarap mahzeni ve tadım odasındaki dev fıçılar...

Yıllar öncesinin örnek şişeleri...

Üzüm ezme kazanları...

Serin şarap mahzeni...

Yıllar öncesinden...


Eski fotoğraflar ve o yılların ekipmanları...

Artık Samos'dan ayrılma zamanımız yaklaşıyor. Aracımızı teslim edip kordondaki kafelerde biraz zaman geçiriyoruz. Egenin karşı kıyısında tüm görkemiyle bizi karşılamaya hazır vatanımıza dönmek üzere feribotumuza biniyoruz.

Cennetten bir köşe demiştim yazımın başlığına, belki bazıları için iddialı gelebilir ama biz çok sevdik Samos'u. Hatta önümüzdeki yıl burada bir hafta on günlük bir deniz tatilini düşünmeye başladık bile. Feribotumuz Samos sahilinden uzaklaşırken ben defterime bu düşüncemi not düşüyorum hem de yıldızlı olarak...

Hoşçakal Samos!...

Şimdilik... 













 Yazılan Yorumlar...
TAMER
(16 Nisan 2018)
Teşekkürler Erdin Bey,
Evet ne yazık ki haklısınız. Dünyada sadece biz varmışız gibi kendimizden başka hiç kimseyi düşünmüyoruz.
Erdin İVGİN
(14 Nisan 2018)
Tamer Bey, Samos gezisinin devamını yine çok güzel bir yazı ve görsellerle bize tanıtmışsın. Kalemine sağlık.

Bende sizin gibi yurt dışında (yurt içinde de) aynı şeyi gözlemledim. Ailece gezen Türk, Arap ve İsrailli turistler gürültüleri ile çevreyi rahatsız ettiklerini fark etmiyorlar. Bağıra çağıra konuşmaların, aşırı gürültülü kahkahaların başkalarını rahatsız edebileceğini düşünmek gerekir.