Herkese merhaba... Sıra geldi Çin’de en çok görmek istediğim, dayanılmaz bir merak içinde gelmesini beklediğim harika yere: Terracotta Savaşçıları ve Atlar Müzesi. Ya da Çince olarak söylemek gerekirse “Qinshihuang Bingmayong Bowuguan”. Genel Xian yazısı içinde kaybolmasını istemediğim için tıpkı Pekin’deki güzellikler için yaptığım gibi burada da ayrı bir yazmaya karar verdim.Gezi ekibimiz toplu halde Terracotta Askerleri Müzesi girişinde…
Otelimizden çıktıktan sonra bir süre otobanda ilerliyoruz. Yollar temiz ve bakımlı. Çin’in son yıllardaki gelişimi her tarafta görülebiliyor. Yaklaşık 40 km ilerledikten sonra otobandan ayrılarak, özel girişi olan başka bir otobana giriş yapıyoruz. Bu yol ünlü askerleri gezmeye gelenler için özel olarak inşa edilmiş. Yani turistik bir yol. Yaklaşık 6-7 km sonra çok geniş bir alana varıyoruz, otobüsümüzü buraya bıraktıktan sonra grup olarak toplu halde 300-400 metre uzaklıkta yer alan bilet satış bölümünün olduğu binaya geliyoruz. Said ve yerel rehberimiz Tracy bizim biletleri alırken ben de burayı ziyaret edeceklere faydalı olabilecek bazı teknik detayları vereyim.
Terracotta Askerleri Müzesini ziyaret edecekler için aydınlatıcı bir kroki. “Vault” dediği benim “pit” olarak belirttiğim bölgeler. Numaralı yerler o bölgede en güzel kareyi çekebileceğiniz yerler olarak gösteriliyor. Gezi sırası da tıpkı krokideki gibi oluyor…
Müze tüm yıl boyunca 08.30-17.30 saatleri arasında ziyaret edilebiliyor. 01 Aralık – 28 Şubat tarihleri arasında 120 Yuan, diğer tarihler de ise 150 Yuan giriş ücreti ödemeniz gerekiyor. Bu fiyata imparator Qin Shi Huang Mozolesi’ni ziyaret de dahil. İlginç bir detay: boyu 120 cm den küçük çocuklar ücretsiz gezebiliyorlar. Bilet ofisinin hemen sol tarafında ücretsiz olarak eşyalarınızı (bavul dahil) bırakabileceğiniz bir emanet bölümü bulunuyor. Elektronik rehber istiyorsanız 40 Yuan ödemeniz gerekiyor. Ayrıca 100 Yuan’da depozitosu var. Eğer tüm yönleriyle Müzeyi size anlatacak İngilizce rehber isterseniz bunun da bedeli 150 Yuan. Bizim gibi turla gelmediyseniz buraya ulaşabilmek için birkaç alternatifiniz var. Bunlardan ilki ve en kolayı Xian merkezden Müzeye taksiyle gelmek. Ortalama 200 Yuan tutan ücret için taksiciyle pazarlık ederseniz mutlaka kazançlı çıkacağınız söyleniyor. İkinci ve ucuz alternatifiniz ise otobüs. Xian Tren İstasyonu’nun doğusundan kalkan Tourist Bus 5 (306 No’lu Otobüs) yaklaşık bir saatlik bir yolculukla sizi Müzeye getiriyor. En son durakta inince Müzeyi mutlaka görüyorsunuz ve otobüsün ücreti 7 Yuan. Bileti otobüste de alabiliyorsunuz. Geziyi bitirdikten sonra indiğiniz yerden aynı yolculuğu geriye yapabilirsiniz. Bu arada 2017 Mayıs ayında 1 ABD Dolarının yaklaşık 6,80 Yuan olduğunu da hatırlatayım.
Öncelikle üstteki fotoğrafta görülen binadan giriş biletlerinizi alıyorsunuz. Daha sonra ilk kapı dediğimiz diğer yerden geçerek bahçe bölümüne çıkıyorsunuz…
Rehberlerimiz biletlerimizi aldıktan sonra bizde Müzeye doğru yürüyüşümüze başlıyoruz. Etraf oldukça kalabalık, yüksek sezon olduğu için turist sayısı da bir hayli fazla. Biletlerin kontrol edildiği otomatik geçişlere gelen kadar yeşillikler arasında çok keyifli bir yoldan ilerliyoruz. Arzu edenler 5 Yuan ödeyerek küçük “shuttle” denilen araçlarla da kapıya kadar gidebiliyorlar. Biletler iki farklı elektronik kapıdan geçerken bize lazım olduğu için Tracy biletler konusunda özellikle uyarıyor. Herhangi bir kayıp durumunda uğraşmak zorunda kalıyorsunuz ve o da sıkıntı yaratıyor. Çok rastlanmasa da bazen gezerken de özel görevliler biletinizi sorgulayabiliyorlarmış. Siz siz olun geziyi bitirene kadar biletlerinize sahip çıkın.
Bahçe bölümündeki yoldan yürüyerek gitmek bence en mantıklı olan. Hem daha ekonomik hem de yeşillikler içinde keyifli bir kısa gezi yapmış oluyorsunuz…
Peki nedir bu Terracotta Savaşçılarının ya da toprak askerlerin hikayesi? Gerek internetten yaptığım araştırmalar gerekse de rehberlerimizin anlattığı kadarı ile özetlemeye çalışayım. Hikaye yaklaşık 2200 yıl öncesine dayanıyor. M.Ö. 295 yıllarında Çin, yerel beyliklerin bir araya geldiği bir takım devletlerden oluşan bir ülkeymiş. Beyliklerin başındakiler de kendilerine “kral” diyorlarmış. Bu krallardan birisi olan Çin kralı Zhuang Xiang’ın M.Ö. 259 yılında doğan oğlu Qin Shi Huang, babasının erken ölümü üzerine daha 13 yaşındayken Çin Kralı oluyor ancak yaşının küçüklüğü nedeniyle 22 yaşına kadar iktidarı annesi ile paylaşmak zorunda kalıyor. Tek başına gücü ele alınca da yaptığı ilk iş tüm beylikleri tek bir çatı altında toplamaya çalışmak. 30’lu yaşların başında bu amacına ulaşıyor ve diğer 6 beyliği yenerek kendisini Çin İmparatoru olarak ilan ediyor. Bugünkü Çin’in adının nereden geldiğini de böylece anlamış oluyoruz.
İkinci kontrol noktasından geçtikten sonra artık Müzenin ilk bölümüne gireceğiniz yer yukarıdaki bina oluyor…
Qin Shi Huang, askeri başarısı kadar diğer pek çok alanda da reformlara girişiyor. Feodal sisteminin ortadan kaldırılması, ölçülerde standarta gidilmesi, ortak para birimi oluşturulması, yazının yaygınlaştırılması ilk akla gelenler. Bu arada batıdan ve kuzeyden gelen akınlara karşı koyabilmek açısından ilk Çin Seddi’nin temelleri de onun zamanında atılıyor. Ancak müsrifliği, halkın zorla çalıştırılması uygulaması (özellikle Çin Seddi için), zorunlu çalışmanın getirdiği iş gücü kaybından doğan ekonomik gerileme ve diğer başka olumsuz nedenlerden dolayı halkın pek de sevmediği bir imparator haline geliyor.
Ve karşınızda “Pit 1” olarak adlandırılan en büyük bölümde Taş Askerler Ordusu…
İmparator Qin Shi Huang’ın belki de en zayıf noktası ölümden çok korkmasıymış. Bu sebeple uzun yıllar boyunca zamanını ve ülkenin servetinin önemli bir bölümünü “ölümsüzlük iksiri”ni bulmaya adamış. Öyle ki efsanelerden bildiği çoook eski kralların 10.000 yıl yaşadığına, bunun civa-sülfür içerek olduğuna inanmış ve içtiği şaraplara da civa karıştırırmış. İksiri bulamayacağını anlayınca da kendi ölümünü kolaylaştırmak için sürekli savaşlara katılmış ve yıllarca o muharebe senin bu muharebe benim demeden ordusunun başında savaşmış. Rivayet odur ki yine bir savaş sırasında vücudunda biriken civadan dolayı 50 yaşında hayata gözlerini yummuş. İmparatorun ölümden bu derece korkması, daha tahta ilk çıktığı yıllarda, “öteki dünya” da yaşayacağı muazzam bir mezar saray yaptırmasına neden olmuş. Bunun için de Xian’a yaklaşık bir saat mesafedeki Li Dağını mesken seçmiş. 700.000’den fazla işçi yaklaşık 36 yıl boyunca hiç durmadan çalışmış. Hemen hemen 60 kilometre karelik bir arazi de o dönem yönettiği ülkenin bir benzerini inşa ettiği söyleniyor. Bu kadar muazzam bir saray ve ülke yaptırdıktan sonra bir de bunun düşmanlardan korunması var elbette. İşte o zamanda muhteşem bir ordu inşa ettiriyor imparator.
Muhteşem ordudan karelerle devam ediyoruz…
Bugün itibariyle sayıları 8000 civarında olsa da aslında henüz açılmayanlarla birlikte yaklaşık 100.000 kişilik bir ordu yaptırıyor. “Yaptırıyor” diyorum çünkü tamamı topraktan oluşturulan devasa bir ordu. Hiçbirisi birbirine benzemeyen, boyları 180-195 cm arasında değişen, yüz biçimleri ve mimikleri farklı, odun ateşinde 1000 derecede pişirildikten sonra rütbeleri ve savaştaki konumlarına göre değişik renklerle boyanmış, askeri gereçleriyle donatılmış tam 8000 asker ve at! Ve daha ortaya çıkarılmayı bekleyen onbinlercesi var…İmparator Qin Shi Huang, mezarın yapımını gizlemek için o dönem buna ait olan tüm belgeleri de yok ettiriyor. Tıpkı Mısır’da piramitlerin inşasında olduğu gibi heykelleri yapan usta ve kalfaları da canlı canlı mezara koyuyor. Maalesef buna İmparator’un cariyeleri de dahil ediliyor. Yaptırılan alan ortaya çıkmasın diye üstü kapatılan mezarlığın bulunduğu yer toprakla örtülüyor ve ağaç dikiliyor. Bu kadar gizlenen mezar yüzyıllar boyunca ortaya çıkmıyor. Ta ki 1974 yılına kadar…
Askerlerin her birinin yüzleri farklı yapılmış. Neredeyse 100.000 kişi olduğu düşünülürse muhteşem bir sanat ve emek bulunduğu kesin…
1974 yılında kurak geçen bir dönemde su aramak için toprağı kazan Xiyang köylüleri, derin ve karanlık bir çukurda kilden yapılmış bazı çanak çömlek parçaları ile metalden yapılmış silahlar buluyorlar. Yakın çevrede başka mezarlar olduğu için çok da garipsenmeyen bu durum karşısında kazmaya devam ediyorlar. Beşinci gün Yang Zhifa adlı köylü insan boyutunda bir parça bulunca köylüleri ikna ediyor ve yerel yöneticilere durumu bildiriyor. Zhifa’nın bulduğu parça bugün itibariyle 1. Çukur olarak bilinen en büyük alana ait. Yerel yöneticiler de vakit kaybetmeden merkezi idareye haber veriyor ve Temmuz 1974’te ilk kazılar başlıyor. Yaklaşık 5 yıllık kazılar sonucunda dört farklı çukur bulunuyor ancak 4. Çukur boş.1979 yılının Ekim ayında tüm dünya İmparator Qin Shi Huang’ın muazzam mezarını ve askerlerini resmi olarak öğreniyor. Ve böylece küçük köy birden dünyanın 8. Harikası olarak kabul edilen bir yer haline geliyor. 1987 yılında da UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine dahil ediliyor.
Kazılar yapıldığı sırada askerlerin nasıl bulunduğunun gösterilmesi amacıyla Pit 1’in bazı yerlerinde ilk çıktığı hali aynen bırakılmış…
Ana müzeye girdikten sonra hemen sol tarafta imparatorun yaşamını, müzenin tamamının planını gösteren ve nasıl gezeceğinizi anlatan bir video/belgesel gösterimi var. Tracy ve Said burada bize müze hakkında genel bilgilerin tamamını verdikten sonra gezi planı ile detayları aktardılar. Müze “Pit” adı verilen üç farklı çukur ve bunların dışında “Sergi Salonu” olarak adlandırılan başka bir yerden oluşuyor. Sırasıyla çukurlar gezildikten sonra en son sergi salonundan müze terkediliyor. Bu bilgileri de aldıktan sonra büyük bir kalabalıkla birlikte en büyük çukur olan Pit 1’e dalıyoruz.
İlk girişte etkilenmemek mümkün değil. En az zararla ziyaret edilmelerini temin açısından bulundukları çukurun üzeri kapalı bir spor salonu biçiminde kapatılmış. Ziyaretçiler askerlerin arasına girmeden çevresinde oluşturulmuş olan yüksek balkonlardan izleyebiliyorlar. Çukurun uzunluğu 230m., genişliği ise 62m. Bazı noktalarda askerlerin önünde dörtlü at heykelleri de yer alıyor.
Pit 1’in en son tarafında kazıda çıkan şeylerin onarılması işlemi yapılıyor ve tamamlanmış olanlarsa sergileneceğe yere götürülmeyi bekliyor…
1087 askerden oluşan ordu rasgele dizilmemiş, farklı rütbelerdeki askerler belirli bir savaş düzeninde adeta savaşa hazır halde bekliyorlar. Her birinin üzerinde ayrıntılı şekilde çalışıldığı çok açık olarak belli oluyor. Hiçbir ayrıntı atlanmamış. Bıyıklar, sakallar ve hatta tırnakları bile görebiliyorsunuz. Yüzlerinde her an ileriye atılmaya hazır bir gerçeklik ve heyecan var sanki. Bazılarının ellerinde savaş gereçleri bulunurken birçoğunun da duruşlarından ilk yapılışlarında ellerinde silahlarının oldukları anlaşılıyor. Pit 1’in ilk bölümü olarak ifade edebileceğim bölümünde, burada çıkarılmış ve onarılmış olan asker, araç gereçler ve atları görüyoruz. Arka taraftaki diğer bölümde ise çıkarıldıktan sonra herhangi bir onarımdan geçirilmemiş, bulundukları haliyle sergilenen, bu yüzden de kafa/kol/bacakları eksik ve hatta zaman zaman yığın olarak kalmış parçalar yer alıyor. En son bölümde ise bugüne kadar hiç kazı yapılmamış bir alan muhafaza edilmiş, askerler gömülmüş oldukları orijinal yerlerde duruyorlar. Belirli bir sıra ile dizilmiş askerlerin etrafında yer alan tümseklerin olduğu bölümde asker heykelleri bulunmuyor. Bu tümsekler, heykelleri korumak için ilk inşa edildiğinde ağaç kütükleri ile kapatılan yerler. Hatta yüzlerce yıl orada kalmış kütüklerin izlerini görebiliyorsunuz.
Askerlerin arasındaki tümseklerde herhangi bir şey yokmuş. Heykelleri korumak amacıyla oluşturulan bu bölümlerde kullanılmış olan kütüklerin izleri rahatlıkla görülebiliyor…
Çin’in Uzun Yürüyüşü kitabında Mustafa Balbay, toprak askerlerle ilgili araştırmacıların eserlerinden derlediği teknik bilgileri bakın nasıl anlatıyor:
“Heykellerin tümü pişirilmiş topraktan yapılmış. Başlar, kollar, gövde ayrı ayrı dökülmüş. Önce kaba bir model yapılmış, ardından ince döküm yapılıp üzerine yerleştirilmiş. Bacaklarda aynı şekilde yapılmış, sonradan eklenmiş. Baş, göz, burun ve giysiler için ayrıca emek harcanmış. Sanılan o ki, bu bölümler döküldükten sonra yumuşaklığı gitmeden ince işi yapılmış ve askerler saçlarını az önce taramış gibi bir tazelik verilmiş. Bütün bu işlemler tamamlandıktan sonra yüksek ısıda fırınlanmış ve yerleştirilmiş.
Atlar da aynı yöntemle heykelleştirilerek ölümsüz hale getirilmiş. Fırınlama işlemi tamamlandıktan sonra her birine bronz dizginler monte edilmiş.
Toprak en iyi koruyucudur, denir. Gerçekten de öyle. Toprağa emanet edilip de yok olmuş bir eser yok. Ancak toprağın bir zaafı var: Renkleri koruyamıyor. Yeraltı ordusunun da bütün unsurlarının yapıldığı ilk günkü gerçek yaşamın renklerine sahip oldukları sanılıyor. Bu renklerin tümü zamanın gölgesinde soluklaşmış ve kendisini toprağa teslim etmiş. Araştırmacılar askerlerin yapıldığı dönemdeki renklerini de ortaya çıkarmışlar: Saçlar siyah, yüzler sarı, uzun saçları tepeden bağlamaya yarayan şeylerin renkleri sarı, yeşil ya da kırmızı. Boyunbağları yeşil, bazıları da sarı.
Askerlerin 8 değişik tipte zırh taşıdıkları saptanmış. Zırhlarda kurdeleler, püsküller, her türlü ayrıntı özenle yerli yerine konmuş. Askerlerin rütbesini ayırmak bile olası!”
Üç bölümün içinde en küçüğü olan Pit 3, komuta kademesinin bulunduğu yermiş…
Yeri gelmişken kafama takılan bir şeyi paylaşmak istiyorum. Askerlerin boyları 180-195 cm aralığında yapılmış. Bugün için Çinliler hiç de uzun sayılacak bir boya sahip değiller. Acaba o dönemde daha mı uzunlarmış ki heykeller böyle yapılmış? Döndükten sonra yaptığım araştırmada bununla ilgili iki gerekçeye ulaştım. İlki, o dönemlerde savaşlar göğüs göğüse yapıldığı için normalden daha iri ve güçlü yapılması son derece normal. İkincisi de büyük Çin İmparatorunun ordusundaki askerlerin haşmetli ve prestijli biçimde yapılması gerekiyordu. Zira askerler bir tür imparatoru temsil ediyorlardı. Bence son derece makul bir açıklama.
Pit 2 henüz açılmamış bölümlerden oluşuyor. Topraktan çıkan nesneler kısa sürede rengini kaybettiği için teknolojinin gelişmesini bekliyor diyebiliriz…
Pit 1’i bitirdikten sonra çıkılan alan Pit 3. Pit 3, savaşı yönetecek komuta kademesinin olduğu çukur. Neredeyse tamamı başsız 68 adet komutan, 4 at ve bir de araba bulunuyor. Sanki komutanlar aralarında savaş stratejilerini tartışıyorlar. Bu çukurda altın, bronz ve taştan yapılmış çok sayıda eşya bulunmuş. Gerçek savaşta kullanılan bronz kılıçlar, mızraklar, ok uçları oldukça iyi durumda bulunuyor. Uzmanları şaşırtan konu ise konum itibariyle başkomutanlık tarzı bir heykelin bulunamaması olmuş. Bazı uzmanlar başkomutanlık makamının İmparator Qin Shi Huang tarafından doldurulacağını, bu yüzden onun heykeline gerek olmadığını iddia ederken, bazıları da söz konusu alanın oldukça büyük olması ve daha çıkarılamayan onlarca çukur olduğu için İmparatorun bunlardan birisinde olabileceğini savunuyorlarmış. Buradaki askerlerin bir çoğunun kafasının bulunmamasını da iki farklı şekilde açıklıyorlar: İlk teze göre bunlar en üst düzey komutanlar oldukları için kimliklerinin deşifre edilmemesi için böyle yapılmaları. İkinci ve daha mantıklı olanı ise orijinalinde başlarının olduğu ancak eski dönemlerde 3 nolu çukurun hırsızlar vb. tarafından açılarak bazı parçaların çalındığı. Bu tezi destekleyen en önemli dayanak ise biraz uzaktaki bir köyde kazılardan önce bulunan bir savaşçı kafasının sonradan eşleştirme yapılarak buradakilerle uyum sağlaması.
Sergi salonun en göz alıcı parçalarından birisi yukarıdaki bronz atlı araba…
Sırada Pit 2 var. 2. Çukur 1976 yılında ortaya çıkarılmış. Çukur “L” biçiminde ve yapılan tespitlere göre oldukça düzgün bir savaş düzeninde sıralanmış bir ordu görünümünde. Burada bulunan parçalardan bazıları çukurun etrafındaki camekânlarda sergileniyor ama çukur büyük oranda kazıya kapalı. Bunun nedenini sorduğumuzda rehberimizin anlattığı şu: heykeller hava ile temas ettikten 10 saniye sonra renklerini kaybediyorlarmış. Bu yüzden daha yeni bir teknoloji kullanabilmek için belirsiz bir süre açmaktan vazgeçmişler ve bu durumda sergilemeye karar vermişler. Yine de neyle karşılaşacaklarını biliyorlar: Çukur 4 farklı bölümden oluşuyor ve 80’den fazla savaş arabası, yaklaşık 1300 asker ve atı ve binlerce bronz silah barındırıyor. Sergilen bronz kılıçlar 84 cm uzunluğunda ve sekizgen simetrik şekilde oyulmuş. Ön ve arka cepheden izleyebileceğiniz oturan ve ayaktaki okçular da oldukça etkileyici.
Bu da diğer bronz atlı araba…
Üç çukuru da tamamladıktan sonra Sergi Salonuna girmeden önce beş dakikalık bir mola verme ihtiyacı hissediyorum. En etkileyici yer kuşkusuz 1. Çukur. Aslında her üç çukuru bir savaş düzeni olarak algılamak lazım. 1. Çukur sağ kanat, 2. Çukur sol kanat ve biraz geride ortadaki bölümde komuta kademesinin bulunduğu 3. Çukur. Gördüklerim karşısında ne diyeceğimi bilemiyorum. Yıllardır fotoğraflarda gördüğüm, onlarca belgeselini izlediğim, burayı ziyaret eden arkadaşlarımdan dinlediğim savaşçıları çıplak gözle görmek müthiş bir duygu. İnsan sadece burayı görmek için bile Çin’e gidebilir. Herkes benim gibi düşünüyor olsa gerek, içerisi inanılmaz kalabalık, öyle ki fotoğraf çekebilmek için bile bazen dakikalarca beklemeniz gerekiyor. İnsanları yadırgamıyorum çünkü dediğim gibi ben de aynı duygular içindeyim. Tüm bölgedeki kazıların 2030’larda biteceği hesaplandığından kim bilir belki 5-10 yıl sonra yeniden yolumuz buralara düşebilir. Hiç de fena olmaz hani…
Sergi Salonundan bir parça…
Müzedeki son noktamız Sergi Salonu oluyor. Duvarlarda resimler ve farklı figürler bulunsa da salonun en göz alıcı eserleri 1980 yılında keşfedilen iki bronz atlı araba. Her ikisi de dört at tarafından çekilen tek sürücülü arabalardaki bronz atların her birinin ağırlığı yaklaşık 1234 kg’mış. Atlar bronz ama her arabadaki atlarda toplam 7 kg ağırlığında altın ve gümüş süslemeler varmış. Bu arabalar dünyadaki en iyi korunmuş ve en büyük tek parça eser olarak kabul ediliyormuş. Camekan bir platformun içerisinde sergilenen arabalar gerçekten muhteşem görünüyor.
Sergi Salonundan bir parça daha…
Terracotta Askerleri Müzesi sadece turistler açısından göz alıcı bir yer değil elbette. Yıllar içinde dünyaca meşhur pek çok insan da burayı ziyaret etmişler. Eski Fransa devlet başkanı Jacques Chirac, eski ABD başkanları Ronald Reagan ve Bill Clinton, Rusya devlet başkanı Vladimir Putin, Almanya başbakanı Angela Merkel, eski Birleşmiş Miller Genel Sekreteri Kofi Annan, NBA yıldızı Lebron James ilk akla gelenler. Bu arada Said, yerel rehberimiz Tracy’nin Bill Clinton’la ilgili anlattığı küçük hikâyeyi aktarıyor bize:
30 Yuan öderseniz sizin de böyle fotoğraf çektirme şansınız oluyor…
Bill Clinton 1998 yılında eşi Hillary Clinton ile Terracota Askerlerini ziyarete geldiğinde burayı tesadüfen keşfeden köylüyle yani Yang Zhifa ile tanışmak istemiş. Yetkilileri almış bir telaş zira köylü zerre İngilizce bilmiyor. Akıllarına bir fikir gelmiş, “biz ona cevapları ezberletelim ona göre konuşsun” diye. Köylüye demişler ki; İlk soruda “ nasılsınız” dersin, o da “iyiyim” diye cevap verir, sen de “bende” diye cevap verirsin. Bill Clinton köylüyle ilk karşılaştığında köylü “nasılsınız” yerine heyecandan “kimsiniz” sorusunu sormuş. Clinton cin gibi adam, işi uyanmış ama bozuntuya vermemiş, “Bu güzel kadının eşiyim” diye cevap vermiş. Bizim köylü de ezberlediği gibi “bende” diye cevap vermiş.
Sergi Salonu’nun dışarıdan görünüşü…
Yaklaşık 2,5 saatlik müthiş keyifli bir yolculuktan sonra Terracotta Askerleri Müzesi’ni bitiriyoruz. İnsanın daha fazla vakit olsa da biraz daha gezsem dediği harika bir yer. Daha önce de söylediğim gibi sadece burayı gezmek için bile 10 saatlik Çin yolculuğu yapılır. Ne yaparsanız yapın yolunuzu önce Xian’a sonra da Terracotta’ya mutlaka düşürün derim. Pişman olmayacaksınız…
Seyahatle kalın…