Kıyıda Kalan Güzellikler: Perast ve Herceg Novi...


Adriyatik gezimiz devam ediyor. En son Karadağ’ın incisi Kotor’daydık ve tekne ile güzel bir Kotor Körfezi turu ile Perast’a geçecektik. Kotor Körfezi (Boka Kotorska) denilen Bölge Karadağ’ın ayrı bir bölgesi ve birbirinden güzel koylar, sahiller, kasabalar ve manzaralar sunuyor. Pek çok turizm şirketi düzenledikleri turlarda bu bölgeyi pas geçiyor ya da sadece Kotor’a uğruyor ve diğerlerini otobüsten ne kadar görürseniz o kadar diyor. Çünkü bu tip “gazete turları” biraz da “ne kadar çok yere götürüyoruz” mantığı ile yapıldığı için bu durum biraz da normal görülüyor. Oysa buralar bırakın birkaç saati birkaç hafta bile gezebileceğiniz kadar güzel ve keyifli alternatifler sunuyor. Bizim programımızda Kotor’dan tekne ile “Kayaların Leydisi” olarak çevirebileceğimiz Our Lady Of Rock’s Kilisesi’nin bulunduğu minik adaya gidip, oradan Perast’a geçmek ve sonrasında da bir başka keyifli kasaba olan Herceg Novi’de konaklamak var. Aslında Perast kasabası otobüsümüzün yolu üzerinde ama Kotor körfezinin keyfini başka ne zaman çıkarabiliriz ki?

Minik adaya giderken tekneden Perast kasabasının görünüşü…

Kotor’dan tekne ile adaya doğru yola çıktığımızda deniz çok sakin değildi. Bu da bizim şansımız diyerek çevredeki güzelliklerin keyfini çıkarmaya karar verdik. Bu arada Arzu’nun da dahil olduğu birkaç kişi tekneye binmedi ve otobüsle Perast’a geçtiler. Kotor Körfezi irili ufaklı pek çok yerleşimin bulunduğu bir yer. Her noktasında denize girebileceğiniz kumsallar ya da sahiller bulunmuyor ama doğal güzelliklere şapka çıkaracağınız enfes mekanlara ev sahipliği yapıyor. Kotor’dan belirli saatlerde kalkan ve körfezde tur atan tekneler bulunuyor. Mevsimine ve konseptine (yemekli, yemeksiz vb.) göre fiyatlar 15 Euro’dan başlıyor 100 Euroya kadar çıkabiliyor. Bu turlar bir iki saat sürebildiği gibi tüm günü kapsayacak şekilde de planlanabiliyor. Buralara kadar geldiyseniz ve vaktiniz de varsa mutlaka denemenizi tavsiye ederim.

”Our Lady of Rock Island”…İsminin ada olduğuna bakmayın, minik kilisenin bulunduğu adanın tamamı yukarıdaki gibi küçücük bir yer…

Aziz George Adası minik kilisenin bulunduğu adanın aksine doğal bir oluşum. Ziyarete kapalı adada mezarlık bulunuyor…

14.30’da başlayan tekne yolculuğumuz yaklaşık 40 dakika sonra Perast kasabasının hemen karşısında yer alan Our Lady of the Rocks (Gospa od Škrpjela) adasında sona erdi. Buranın çevirisini “Kayaların Leydisi” olarak yapıyorlar ama ne kadar karşılıyor bilemiyorum. Küçücük ada üzerinde aynı adı taşıyan kendisi gibi küçücük bir kilise var. Burayla ilgili pek çok hikaye anlatılıyor, işte bunlardan en çok bilineni: Hikaye 22 Temmuz 1452 yılında başlıyor. Bölgenin Venedik hakimiyetinde olduğu yıllarda uzun bir yolculuktan sonra Perast’a dönen iki denizci, suların sığ olduğu kayalık bir bölgede “Meryem ve Çocuk” ikonası bulurlar. Bunun tanrının bir mucizesi olduğuna inanan denizciler oraya küçük bir kilise (şapel) inşa etmeye karar verirler ve çevreden kendi imkânları ile getirdikleri kayaları bu bölgeye yığarak küçük bir adacık oluşturmaya başlarlar. Küçük şapel yapılır. Zamanla sefere çıkmadan önce kilisenin bulunduğu yere kaya ve taşlar getirmek denizciler arasında bir gelenek haline gelir. Bunun esas sebebi kayalığın temellerini güçlendirerek Hz Meryem’in seferden evlerine sağ salim dönmelerine yardımcı olması içindir. Bu gelenek o kadar uzun zaman devam eder ki bugün dahi her yıl 22 Temmuz’da günbatımında herkes, Fasinada adı verilen yerel festivalde, çiçeklerle süslenmiş teknelere binerek adanın etrafına bir taş atarlar. Elbette tek başına kaya toplamakla bu ada yapılmayacaktır. Bazı kaynaklar daha önce bu bölgede batmış gemilerin enkazlarının da buraya taşındığını ve onun üzerine kayaların doldurulduğundan bahsediyor.

Minik adadaki tüm yapılaşma bu kadar…

Sonu benzese de başlangıcı farklı olan bir hikaye daha var: İki denizci seyir halindeyken kayalıkların üzerinde bir Meryem ikonası bulurlar. Bunu denizden çıkararak Perast’taki kiliseye teslim ederler ve papaz da bunu kilisede bir yere yerleştirir. Birkaç gün sonra Meryem ikonası ortadan kaybolur ve denizciler tarafından aynı yerde bulunur. Tekrar kiliseye teslim edilir ama bir süre sonra yeniden ortadan kaybolur. Tekrar aynı kayalıkta olduğu görülür ve köyün ileri gelenleri kayalıklara şapel yapılması gerektiğine karar verir. Önce 9 adet eski gemi batırılır, sonradan kayalarla doldurulur. Gerisini zaten biliyorsunuz.


İlk yapılan şapel, gerçek anlamda küçük bir ibadet yeriymiş. Zamanla yukarıda bahsettiğim gelenek sayesinde adanın kapladığı alan büyümüş ve biraz daha büyük bir kiliseye imkan tanıyacak genişliğe ulaşmış. 1624 yılında korsanların Perast’a saldırması sonucunda şapeldeki bazı değerli eşyalar çalınmış. 1667 yılındaki deprem de mevcut küçük kilisede büyük hasar yapınca şimdiki mavi kubbeli kilise inşa edilmiş. Bizans tarzındaki tek nefli kilisenin çan kulesi 1725 yılında eklenmiş. Kilise çok küçük, bu yüzden gruplar kalabalık olarak girdiklerinde görevli kapıyı kapatıyor ve diğerlerinin çıkmasını bekliyorsunuz. Girer girmez tam karşıdaki sunakta beyaz mermerden süslü bir altar görüyorsunuz. Genova’lı artist Antonia Capellona tarafından yapılan altar 1796 yılında kiliseye konmuş. Bunun ortasındaki ikona ise kayalıklarda bulunan orijinal “Kayaların Leydisi” ikonası ve kilisenin en kıymetli hazinesi olarak görülüyor. Kilisenin duvarları ve tavanı Perast’lı ünlü ressam Tripo Kokolja tarafından 17. yüzyılda dekore edilmiş. Sağ ve sol duvarlarda, yakınlarının deniz seferlerinden sağ salim dönmesini temin için insanlar tarafından bağışlanmış gümüş tabletler mevcut. Kilisenin üst tarafında bir de küçük müze var. Kiliseyi gezmek ücretsiz ama müze için 1 Euro ödüyorsunuz. Ben müzeyi görmeyi tercih etmedim, karar sizin. 


Minik kiliseye görevli bir kadının nezaretinde sırayla girebiliyorsunuz. Hemen girişteki taş bankın ayakları dikkat çekici…

Minicik ada ziyaretçiden geçilmiyor maşallah. Teknenin biri gidiyor biri geliyor. Yaklaşık 25 dakikalık serbest zamanda minicik adada birkaç tur attık. Adada bir de hediyelik eşya ve içecek/dondurma vb. satan bir dükkan bulunuyor. Our Lady of Rocks adasının 115 metre kuzeydoğusunda yer alan diğer adacık ise Aziz George Adası. Diğerinin aksine bu ada doğal bir ada ve bolca ağaç bulunuyor. Ada ilk defa 1166 yılında yapılmış bir Aziz George Benedikten Manastırına ev sahipliği yapmış. Ayrıca Perast’lı soyluların ve din adamların defnedildiği küçük bir de mezarlık bulunuyor. Ada ziyarete kapalı. Tarih boyunca bu iki ada erkek ve dişi özellikleriyle betimlenmiş ve hikaye edilmiş. Aziz George Adası elbette erkek tarafı. Rehberimize doğal bir adacık varken neden sunisine ihtiyaç duyulmuş diye sorduğum da cevabı bilmediğini ama ikonanın tam bulunduğu yerde yapmak istemiş olabileceklerini söyledi. Mantıklı….


Kilisenin içinden kareler…

Teknemize binip yaklaşık beş dakika sonra şirin Perast kasabasına vardık.  Bizi limanda bekleyen Arzu’larla buluştuktan sonra minik kasabada küçük bir tur attık. Aziz Elijah tepesinin eteklerinden başlayan Perast, Kotor’dan yaklaşık 17 km uzaklıkta. 1420-1797 yılları arasında Venedik hakimiyetinde olan Perast, Osmanlı imparatorluğunun tehditi altında olmasına rağmen yapılan anlaşmalar neticesinde bölgede savunma surları bulunmayan ender yerleşim yerlerinden birisi. “Cardaci” adı verilen on gözetleme kulesinin yapımı, şehre saldırabilecek düşmanlar için yeterli görülmüş. Kasaba, bugünkü görünümünü 17. ve 18. yüzyıllarda kazanmış. Küçücük kasabada bir dönem 100’den fazla saray ve taş bina, 17 katolik kilisesi ve 2 ortodoks kilisesi varmış. Ekonomik sıkıntılar, sahil yolunun yapılması, depremler Perast’taki yapılara ciddi zararlar vermiş olsa da bugün için Adriyatik sahillerinin en güzel barok miraslarından birisi olarak kabul ediliyor. Bu yüzden de UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alıyor. En popüler döneminde yerleşik nüfusu 1700 olan Perast’ta bugün için yaklaşık 400 kişi yaşıyor.

Adadan Perast kasabasının görünüşü…

Bu da Perast kasabasından adaların görünüşü…

Perast’ın tek caddesini baştan sona gezmek 15 dakikanızı alıyor. Buna ara sokakları da eklerseniz en çok bir saat içinde kasabadaki turunuzu tamamlamış olursunuz. Adanın en dikkat çeken yeri, palmiyelerle süslenmiş küçücük ana meydandaki Aziz Nikola Kilisesi. 17. Yüzyılın ilk çeyreğinde inşa edilen Ortodoks kilisenin çan kulesi 55 metre yüksekliğinde. Kilisenin içi oldukça sade, sunakta şamdanlar, tavandan sarkan lambalar, küçük heykeller ve ikonalar mevcut. Bunun dışında 1678 yılına tarihlenen ve Bar kentinin başpiskoposunun kendi anıt mezarı olarak yapılan Rosary Kilisesi, 1596 yılında tamamlanan ve 1703 yılında restorasyondan geçirilen Aziz John Kilisesi, 1679 yılında inşa edilen Aziz Antony Kilisesi ilk akla gelen dini mekanlar.

Perast’ın önemli yapılarından birisi Balovic Sarayı…

17. Yüzyıla tarihlenen Aziz Nikolai Kilisenin çan kulesi 55 metre yüksekliğinde…

Bunun dışında geçmişteki kadar olmasa da bugün halen ayakta olan 16 farklı saray bulunuyor. Balovic Sarayı, Vukasovic Sarayı, Sestokrilovic Sarayı, Bronza Sarayı, Viskovic Sarayı ilk akla gelenler. Tamamı taştan yapılmış olan bu sarayların en ünlüsü hiç şüphesiz deniz kenarında olan Bujovic Sarayı. Rivayet odur ki 1687 yılında Herceg Novi Osmanlıların elinden alınınca oradaki yontma taşlardan inşa edilen bir saraymış. Sarayın adı Venedikli komutan ve Perast’lı yönetici olan Vicko Bujovic’ten geliyormuş. 1694 yılına tarihlenen saray Venedikli mimar Giovanni Battista Fontana’nın eseri. Üç cephesine yerleştirilmiş, birbirinden farklı büyüklüklerde beş balkonu bulunan saray, kalın Rönesans sitili sütunlarla desteklenmiş. Güzel bir taş işçiliği ile birlikte zemindeki sundurma ve üzerindeki teras nefis bir görsellik sunuyor. 1912 yılında açılan sahil yolu saraya tam sıfır noktasında yapılmış. Bugün için saray şehir müzesi olarak kullanılıyor. Müzede 19 ve 20. Yüzyıla ait eserler sergileniyor. Çeşitli savaş aletleri, belediye arşivleri, kent soylularının bağışladığı eserler ilk akla gelenler. Müzeye giriş ücreti 3 Euro. Yaklaşık 45 dakikalık molanın ardından otobüsümüze yollandık ve saat 16.45’de günün son durağı olan Herceg Novi’ye doğru yola çıktık.

Palmiyelerle birlikte Aziz Nikolai Kilisesi…

Sol tarafta yer alan Bujovic Sarayının önünden Perat’ın görüntüsü …

Herceg Novi

Kotor Körfezinin girişinde bulunan Herceg Novi,  Kotor’a 44 km, Dubrovnik’e ise 50 km mesafede yer alan bir sahil şehri. 2011 resmi nüfus sayımına göre merkez nüfusu 17.000, tüm nüfus ise yaklaşık 31.000. Adriyatik bölgesinin en yeni şehirlerinden birisi olmakla birlikte tarihte çok önemli bir yer alıyor. 1382 yılında Bosna Kralı 1. Tvrtko tarafından, tuz ticaret yolu üzerinde küçük bir balıkçı köyü olarak kurulan Herceg Novi’nin o dönemdeki adı “Sveti Stefan” ya da “Castelnuovo” yani “Yeni Kale” imiş. Bugünkü ismini, 15. Yüzyılda bölgeyi yöneten ve küçük yerleşim yerini prestijli bir şehir haline getiren Herceg Stjepan Vukcic’den almış. Şehir kurulduğundan itibaren Akdeniz ve Kotor körfezini kontrol etmek isteyen devletlerin iştahını kabartmış. 1482 yılında Osmanlılar tarafından fethedilmiş, 1538 yılında kısa bir süre İspanyol egemenliğine girmiş. Ancak 1539 yılında Barbaros Hayreddin Paşa komutasındaki donanma, kısa bir kuşatma sonrasında şehri ele geçirmiş ve 1687 yılına kadar Osmanlı egemenliğinde kalmış. Bu noktada Osmanlının ince siyaseti devreye giriyor. Bölgenin diğer önemli şehirleri olan Budva, Kotor, Dubrovnik ele geçirilmeye çalışılmış ancak şartlar çok da zorlanmamış. Buradaki devletçikleri kendisine vergi ödemeye zorlayan Osmanlı, ticari açıdan stratejik gördüğü noktalarda aynı hoşgörüyü göstermemiş. İşte Kotor Körfezi’nin tam girişinde yer alan Herceg Novi’de bunlardan birisi. Böylece Körfez’in giriş ve çıkışını kontrol eden Osmanlı neredeyse tüm Körfezi kontrol altında tutmuş. Akıllıca olduğunu söylemek lazım.


UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan Perast en azından birkaç saati hakediyor…

1687-1797 tarihleri arasında Herceg Novi’de, bölgenin o dönemler diğer bir güçlü devleti olan Venedik Cumhuriyetini görüyoruz. Venedik Cumhuriyetinin yıkılmasından sonra işler biraz daha karışıyor. 1797-1806 yılları arasında Avusturyalılar, sonrasında bir yıl kadar Ruslar, 1807-1814 yılları arasında Fransızlar ve bu tarihten birinci dünya savaşının sonuna kadar da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu buralara egemen olmuş. İkinci Dünya Savaşına kadar Yugoslavya Krallığının bir parçası olan şehir, 1941-1943 yılları arasında faşist İtalya’nın yönetiminde kalan Herceg Novi, savaş sonrasında kurulan Yugoslavya Cumhuriyetinin bir parçası olmuş. Gerçekten de bir ucu açık denize bağlanan ve Lustica ile Prevleka yarımadaları ile çevrilmiş Herceg Novi her açıdan nefis bir konuma sahip.


Herceg Novi gezimize Kanlı Kule’den başlıyoruz. Kale hem şehre hakim hem de körfezin girişine…

Herceg Novi’ye vardığımızda Saatler 17.30 olmuştu. Buradaki ilk durağımız Kanlı Kula. Tahmin edebileceğiniz gibi ismi Türkçeden geliyor. Tarihi şehir merkezinin kuzeyinde kalan Kule yaklaşık 85 metre yüksekliği ile tüm şehre hâkim bir noktada. Aslında şehir surlarıyla bir bütün olarak tasarlanmış. Osmanlı donanması burayı fethederken çok kanlı savaşlara sahne oluyor. Bazı kaynaklarda 2.000’den fazla Osmanlı askeri şehit oluyor ve bu yüzden de Osmanlılar kaleyi “Kanlı Kule” olarak adlandırıyorlar. Tarih boyunca çok fazla değişime uğradığı için ilk olarak ne zaman inşa edildiği bilinmiyor ama bugünkü görünümünün Osmanlılar zamanından kaldığı kabul ediliyor. Tarihi dokümanlara bakıldığında ilk kez Evliya Çelebi tarafından bahsedildiğini görüyoruz. 60’a 70 metre genişliğinde, duvarları yer yer 20 metreye kadar çıkan, deniz seviyesinden 85 metre yüksekliğinde olan Kule’nin eski dönemde tek girişi şehir tarafındaymış. Bugün Kule’nin kuzeyde yer alan başka bir kapısından giriyorsunuz ama çıkışı bahsettiğim eski kapıdan şehre doğru yapıyorsunuz. Kule pek çok Avrupa şehrinde olduğu gibi şimdilerde festival ve konserler de ev sahipliği yapıyor. Kanlı Kule’nin giriş ücreti 2 Euro. Her iki tarafında tur atabileceğiniz küçük surlar dışında orta bölge kırmızı zeminiyle etkinlikler için ayrılmış. Sahne tarafına geldiğinizde kulenin konumunun ne kadar önemli olduğunu anlayabiliyorsunuz. Alabildiğince uzanan Körfez manzarası bugün için bizleri büyülerken bir zamanlar uzaklardan gelebilecek tehlikelerin de ilk habercisi oluyormuş. Aşağıya doğru baktığınızda gerçekten de tüm şehre ve limana hakim bir konumda bulunuyor. Batı tarafında bir zamanlar su sarnıcı olarak kullanılan bölüm daha sonra zindan olarak kullanılmış. Burada çok eski zamanlardan kalan mahkumlara ait duvar yazıları ve kazıntılarını görebiliyorsunuz. İnsanların burada büyük acılar çektikleri kesin.

Kaleden sol tarafa doğru baktığınızda Kotor Körfezini görüyorsunuz…

Ufukta Adriyatik Denizine açılım varken kalenin hemen alt tarafı da tarihi bölgeye ev sahipliği yapıyor…

Kanlı Kule ziyaretimizi tamamladıktan sonra eskiden kulenin tek giriş kapısı olan arkadaki küçük kapıdan tarihi merkeze doğru yürümeye başladık. Artık bu bölgede bir klasik haline gelen taş evlerin arasındaki dar sokaklardan ilerleyerek şehrin ana meydanı olan Herzeg Stephan Meydanına, ya da daha çok bilinen adıyla Bellavista’ya ulaştık. Bellavista, küçük ama ferah bir meydan. Meydanın tam ortasında suyu içilebilen şirin bir çeşme var ama en göz alıcı eser kuşkusuz Başmelek Aziz Mikail Kilisesi (St. Arhangel Mihailo).  1883 yılında başlayan inşaatta pek çok mimar görev yapmış ama 1905 yılında tamamlandığında mimar Milan Karlovac olduğundan en çok tanınan o olmuş. Ortodoks kilisenin karmaşık bir mimarisi var, Bizans, Roma, Gotik ve hatta İslami mimari anlayışları barındıran kilise Korcula’dan getirtilen kesme taş bloklarla inşa edilmiş. İçerideki ikonistas tamamen İtalya’dan getirtilen mermerlerle inşa edilmiş. Kilise aynı zamanda pek çok el yazması Rus eserlerine de ev sahipliği yapıyor. Bellavista, kilise dışında şehir kütüphanesi, radyo istasyonu, sanat galerileri ve kafelerin de bulunduğu keyifli bir meydan.


Herceg Novi tarigi bölgede yer alan Bellavista Meydanı oldukça keyifki bir yer. Aziz Mikail Kilisesi meydanın göz bebeği kabul ediliyor…

Meydandan denize doğru dar sokaklardan ilerlediğinizde küçük Aziz Jeronim Meydanına varıyorsunuz. Liman bölgesi hemen aşağınızda yer alıyor. Meydan aynı zamanda 1856 yılına tarihlenen Katolik Aziz Jeronim Kilisesi ve kulesine de ev sahipliği yapıyor. Şehrin koruyucu azizi olan Jeronim’e ait eski bir kilisenin yıkıntıları üzerine inşa edilmiş. Biraz aşağıda şehrin bir diğer kilisesi olan Aziz Leopold Kilisesi bulunuyor. Geriye dönüp Bellavista’ya açılan dar bir sokaktan ilerleyerek Saat Kulesinin altından geçtik. Saat Kulesi, 1667 yılında Sultan Mahmut’un emriyle inşa edilmiş. Saatin bulunduğu yer Osmanlı zamanında şehrin ana giriş kapısıymış. 1753 yılında Rus İmparatoriçesi 2. Katerina tarafından bir çan hediye edilmiş ve bugün dahi buradaymış. Tarihi saat 1995 yılında Sırbistan’ın Zemun belediyesinin hediye ettiği elektronik bir saat ile değiştirilmiş.


Tarihi bölge dar sokaklardan oluşuyor ve merdivenler her yerde sizinle birlikte…

Saat Kulesindeki merdivenlerden aşağıya doğru inince Herceg Novi’nin bir diğer önemli meydanı olan Nikole Đurkovića Meydanına ulaştık. Osmanlı zamanında saat kulesine yakın bölümde burada bir cami varmış. İnce uzun bir dikdörtgene benzeyen meydan eskiden bölgenin en önemli ticaret ürünlerinden birisi olarak kabul edilen tuzun alınıp satıldığı borsaya ev sahipliği yaptığı için bir zamanlar Tuz Meydanı olarak da anılıyormuş. Kafe ve restoranları ile tarihi taş binaları ile oldukça keyifli bir görsellik sunan meydandan devam ettik. Trafiğe kapalı sokakta birbirinden güzel binaların arasından geçerken sol tarafta bir adam heykeli gördük. Rehberimiz Mustafa’ya sorunca bize şehrin resmi olarak tek kayıtlı baca temizleyicisi Rudolph Rudy Karujic olduğunu söyledi. Şehrin tek baca temizleyicisi olunca işleri çok yoğunmuş. Öyle ki aylar sonraya randevu verdiği olurmuş. Şehir halkı tarafından o kadar çok sevilirmiş ki hakkında onlarca hikaye ve fıkra türetilmiş. Ancak ikinci dünya savaşı öncesinde şehri terk ederek Belgrad’a giden Rudy sonrasında geri dönmüş ve bazıları tarafından İtalyan işgal kuvvetlerine yardım etmekle suçlanmış. 1990’ların başında ortadan kaybolan Rudy bir daha hiç görülmemiş. Bazıları tarafından yerel bir kahraman olarak görülen Rudy’nin heykeli 2008 yılında yerine konulduğunda bazıları ciddi tepkiler göstermiş ve ama yetkililer bu tepkilere aldırmamış. Şimdilerde turistlerin ve yerli halkın şans getirmesi için burnunu okşadığı Rudy’nin bronz heykeli misafirlerini selamlıyor.


Tarihi bölge dar sokaklardan oluşuyor ve merdivenler her yerde sizinle birlikte…

Herceg Novi bazı kaynaklarda “100.000 Basamaklı Şehir” olarak geçiyor. Denizin bittiği noktanın hemen yukarısında dar bir alanda yapılaşan şehrin gerçekten de her noktasında merdivenler var. Haritadan incelerseniz “aman kısacık bir mesafe, yürürüz” diyorsunuz ama fiiliyatta bunu yapmak biraz sıkıntı olabiliyor.  İnerken elbette sorun yok ama tırmanmaya başladığınız da kısa bir süre sonra diliniz dışarı sarmaya başlıyor. Ancak kabul etmek lazım ki böyle Venedik mimarisi etkisinde olan keyifli bir şehre nüfuz etmek için de illaki bu yürüyüşleri yapmak gerekiyor. Biz merdivenlerin keyfini zamanımız ölçüsünde çıkarmaya çalıştık, keşke biraz daha vaktimiz olsaydı diye hayıflanmadım da değil.


Meşhur saat kulesinin merdivenlerinden indiğinizde sizleri Nikole Đurkovića Meydanı karşılıyor…

Herceg Novi, sadece deniz-kum-güneş özelliği ile bilinmiyor. Şehir, yüzyıllar içinde pek çok şair ve yazara da ilham kaynağı olmuş ve ev sahipliği yapmış. Belki de denizin mavisi ile uzaklara yelken açan denizcilerin dönüşlerinde yanlarında getirdikleri birbirinden güzel ve değişik bitkilerin yeşillikleri bir araya gelince ortaya çıkan muazzam atmosfer etkilemiştir sanatçıları. Nobel ödüllü Sırp yazar İvo Andriç ilk akla gelen. Şehir Müzesi’ne yakın bir noktada bulunan evi bugün için Yazarlar Kulübüne ev sahipliği yapıyor. Aleksa Šantic, Simo Matavulj, Mihajlo Lalić, Stevan Raičković, Dušan Kostić ve Zuko Džumhur diğer popüler yazarlar. 


Şehrin tek baca temizleyicisi Rudolph Rudy Karujic’e uğramadan geçmek olmazdı…

Otobüse bindikten sonra saat 19.00 civarında dört yıldızlı, denize sıfır olan otelimiz Palmon Bay’e geldik. Konumu, odaları ve temizliği oldukça güzel. Önceden bilgi verildiği için fazla bir zaman kaybetmeden yerleşme işlerimizi yaptık ve açık büfe akşam yemeğimiz için restorana indik. Bazı arkadaşlar otelin SPA’sında günün yorgunluğunu atarken bazıları da Adriyatik’in serin sularına kendilerini atmışlar. Yemek çeşitliliği biraz azdı ama lezzetliydi. Yemekten sonra arkadaşları beklerken otelin yeşillikler içindeki kafeteryasında cafe Americano içtim (1,50 Euro) Karadağ Arnavutluk’tan pahalı ama halen klasik Avrupa şehirlerine göre ucuz. Yemekten sonra limana kadar uzanan sahil yolunda yürüyüşe çıktık. Melinje’den İgola’ya kadar toplam 6 km uzanan sahil yolu boyunca kafeler, restoranlar, hediyelik eşya dükkanları bulunuyor. Sahil yolunun bir diğer adı da “Five Danica”. İkinci dünya savaşında faşistlere karşı kahramanca direnen beş genç kızın adı ile anılıyor.  Bizim otelden liman yaklaşık 3 km mesafede kaldığı için gidiş geliş 6 km yürüdük. Limandaki Yat Klüp Kafede kısa bir mola verdikten sonra otelimize geri döndük (Büyük bira 2,5 Euro, espresso 1 Euro, çay 1 Euro) Otelin bahçesinde kısa bir sohbetten sonra artık yumuşacık yataklarımız bizleri bekliyordu.


Otelimizin bulunduğu bölgede sahil bandı oldukça keyifliydi.…

Herceg Novi pek çok turist açısından gelip geçilen, çoğu zaman farkında bile olmadıkları bir sahil kasabası. Bizde yeteri kadar zaman geçirmedik ama bölgeyi görmüş arkadaşlarla konuştuğumuzda hem Perast hem de Herceg Novi için “orası neresi ya?” dediklerini hatırlatıyorum. Adriyatik bölgesi baştan başa keyifli ve gezmesi çok güzel bir yer. Bizim de göremediğimiz pek çok yer vardır. Yolunuz düşerse, programı siz yapıyorsunuz en azından birkaç saat ayırabilirsiniz. Bence pişman olmazsınız…

Hırvatistan’da görüşmek üzere…

Seyahatle kalın…