Suyun öteki tarafı... (I) YANYA, PARGA | |||||||||||||||||||||||||
Dedemin anneannesinin 1850'lerde yaşadığı ve yıllar önce oralardan buralara göç ettiği ve bu yüzden de uzun zamandır görmek istediğim bir yerdi Yanya yani "Ionnia". Günün birinde nasılsa giderim diyerek hep ertelemiştim. Bir tur şirketinin internetteki "Yanya - Parga Turu" reklamını görünce "işte zamanı geldi!..." dedim. Aylardan Şubat'tı ama program Kasım ayı içindi. Eşimi arayıp "var mısın?" diye sordum, onayını almamla telefonu açıp turu satın almam arasında on dakika ya vardı ya yoktu. Kızım ise bu sene üniversiteye başlayacağı ve ders durumunun ne şekilde olacağını bilemediği için gelmek istemedi. Tur otobüsle olacaktı. Yunan sınırından daha önce bir kere daha otobüsle geçmiştik. O zaman Yunanistan'ı da geçip İtalya'ya kadar gitmiştik. Bu kez sadece Yunanistan'ın batısına gideceğiz. Adriyatik kıyısına... Tur programını anlattığım abim ve eşi Esma'da kısa bir karar aşamasından sonra bizimle gelmeye karar veriyorlar. Bir ay kadar sonra onlar da aynı turda yerlerini ayırtıyorlar. Sayılı gün çabuk geçiyor ve 1 Kasım akşamı Kadıköy Evlendirme Dairesinin önünden otobüsümüze biniyoruz. Abimleri de Bakırköy Ömür AVM'nin önünden aldıktan sonra Yunanistan sınırına doğru hareket ediyoruz. Ne yazık ki doktor olan ağabeyim bir ay önce yaşamış olduğu talihsiz bir kaza sonucu sol kolu alçılı olarak bu seyahate katılmak zorunda kalıyor. Otobüs yolculuklarını çok sevmem, uyuyamam çünkü. Oraya dönerim olmaz, buraya ayağımı uzatırım olmaz. Sonuçta rahatsızdır hep benim için. O yüzden hazırlıklıyım, Ipad'ime Netflix'ten seyrettiğim dizinin epey bir bölümünü indirmiştim. Gece 02:00'ye kadar beni oyalıyor. Zaten 03:00 gibi İpsala gümrüğüne giriyoruz. Daha önce 2011 yılında bu sınırdan aynı saatlerde otobüsle geçmişliğim var. Herkesin otobüsten inip pasaport sırasına girmesi ve gümrük polisinin tek tek kişilerin suratına bakarak işlem yapması yüzünden epey beklediğimizi ve beklerken de acımasız sivrisineklerin insafsız saldırısına uğradığımızı hatırlıyorum. Uygulama değişmemiş elbette, yine bütün otobüs iniyoruz sıraya girip polisimizin tek tek yapacağı işlemleri bitirmesini bekliyoruz. Neyse ki bu kez sivrisinekler o kadar fazla değil. En azından aradan geçen sürede bu konuda bir ilerleme kaydetmişiz. Herkesin otobüsten inmesi yetmiyor, bütün bavulları da indirtiyor gümrük polisi. Herkes bavulunu X-Ray cihazına koyuyor. Otobüs de ayrıca büyük X-Ray'e giriyor. Bütün bu işlemler tabi ki bir hayli zamanımızı alıyor. Sonuçta bavullarımızı otobüse koyduktan kısa bir süre sonra Meriç nehri üzerindeki köprüyü geçip Yunan tarafına geçiyoruz. Yunan polisi otobüsten inmeden pasaportlarımızı rehbere toplatıp giriş damgalarımızı basıyor. Bu çok fazla zaman almıyor ama bavullar burada da tekrar indiriliyor tek tek X-Ray'den geçiriliyor. Bu sırada tabi yine bekliyoruz. En azından beklerken duty-free'de dolaşma ve tuvaleti kullanma şansımız var bu kez... Biraz zor bir sınır geçişi oluyor ama sonunda yola koyuluyoruz. Gün ışıyana kadar biraz uyuklama fırsatımız oluyor. Yarın epey yorulacağız çünkü... * * * Dedeağaç, Kavala ve Selanik'i kat edip Yunanistan'ın kuzeyinden kuzeybatısına doğru ilerledikten sonra sabah saatlerinde Yanya (İoannia) kentine ulaşıyoruz. Şehir hakkında kısa bir bilgi vermek gerekirse, Yanya, 70.000 nüfusu ile Yunanistan'ın Epir bölgesinin en büyük şehri ve aynı adı taşıyan ilin (Nomos) merkezidir. Kuruluş yılı MS 510 yılıdır. Aziz John'un koruması altında kurulduğundan dolayı, Yunancada "Yahya'nın Şehri" anlamındaki İoannina adı verilmiştir. Şehir, II. Murat devrinde (1421-1451) 9 Ekim 1431'de Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethedilmiş ve Balkan Savaşı sırasında kentin kalesini kuşatan Yunan ordusuna uzun süre direnmesine karşın 6 Mart 1913 tarihinde Türk yönetiminden çıkmıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Balkanlar'ın en önemli merkezlerinden biri olmuştur. Osmanlının inşa ettiği kale, pek çok Türk evi, Muğla'ya şaşırtıcı ölçüde benzeyen sokakları ve Tepedelenli Ali Paşa'nın sarayı Yanya'nın başlıca ilginç noktalarıdır. Fethiye Camii ve Aslanpaşa Camii halen ayakta olup Aslanpaşa Camii etnografya müzesi olarak kullanılmaktadır. Velipaşa Camii'nin ise minaresi yıkılmıştır. Şehir 1913 yılında Osmanlıların elinden çıkmıştır. Gümüş işçiliği ile ünlü Yanya kenti kuzey Yunanistan'ın en önemli kenti ve bağlantı noktasıdır. Artık Selanik - Igoumenitsa (Gomoniçe) otobanı da yapılmış ve ulaşım son derece kolaylaşmıştır. Biz de bu otobanı kullanarak sabah saatlerinde Yanya'ya varıyoruz. Otobüsümüz bizi güzel bir manzara eşliğinde göl kenarında sıra sıra dizilmiş olan kafelerin önünden geçirerek Aslan Paşa Camiine doğru başlayacak yürüyüşümüz için tur otobüsleri park alanında indiriyor. * * * Üzerinde Osmanlı tuğrası halen duran dar bir taş kapıdan eski şehrin içine girip yine daracık yollardan yukarı doğru çıkmaya başlıyoruz. Arnavut kaldırımlı yollar ve yapılar Osmanlı izlerini hala taşıyor. 1850'lerde buradan İstanbul'a göç etmek zorunda kalan dedemin anneannesinin yaşadığı belki de yürüdüğü bu sokaklarda yürümek farklı duygulara sürüklüyor beni...
Aslan Paşa tarafından 1618 yılında inşa edilen, mimarisi ve taş duvarlarıyla Yanya'daki en dikkat çekici Osmanlı eserleri arasında yer alan bu cami günümüzde Yanya Belediyesi tarafından Etnografya Müzesi olarak kullanılıyor. Ancak iki ay önce yaşanan kuvvetli fırtına sonucunda minaresinin kubbe kısmı zarar görmüş durumda ve sanırım bir restorasyon çalışması başlayacağından dolayı ziyarete kapalı. 1913 yılında camiyi de içerisine alan kaleyi kuşatan Yunan ordusuna karşı uzunca bir süre direnmesine rağmen sonuçta ne yazık ki direnç kırılmış ve Yanya şehri 6 Mart 1913 tarihinde Türk yönetiminden çıkmış. Bu savunmaya ait izleri cami avlusundaki o günlerden kalma top güllelerinden rahatça anlayabiliyorsunuz. Cami avlusundaki top gülleleri...
Aslan Paşa cami avlusundan Yanya gölünün muhteşem manzarasını fotoğrafladıktan ve biraz soluklandıktan sonra artık dar sokaklardan yine göl kenarına doğru inmeye başlıyoruz. Sokaklar içinde yürüdükçe Muğla'nın sokaklarını andırıyorlar iyice. Hiç de yabancı olmadığımız bir mimari sonuçta. İşte bu yüzden seviyorum Ege'nin iki yakasını, Ege'yi ve Ege kültürünü. Yanya'da dar sokaklardan aşağı doğru inişimiz keyifli bir şekilde göl kenarında sona eriyor. Göl kenarında biraz fotoğraf aldıktan sonra geceden beri süren yorgunluğumuzu atmak için artık biraz oturma ihtiyacı hissediyoruz.
Kafeler ve restoranlar zaten göl kenarında sıralanmışlar ve hepsi kalabalık. Neredeyse oturacak yer bulmakta bile zorlanıyoruz. Kasım ayındaki bu güneşli havanın keyfini çıkaran Yanya'lılar tüm kafeleri doldurmuşlar. Neyse ki bir tanesinde dört kişi oturabileceğimiz bir yer buluyoruz. Önce yorgunluğumuzu atmak için birer sade kahve içiyoruz. Sonra güneş o kadar güzel geliyor ki birer de Mythos birası içmek istiyoruz ama ne yazık ki seçenekler arasında bulunmadığını söylüyor güzel garson kızımız. O yüzden yine bir Yunan birası olan Alfa'yı tercih ediyoruz. Hafiften acıktığımızı hissedince de yanına atıştırmalık bir şeyler derken farkında olmadan acıkan karnımızı da doyurmuş oluyoruz. Sonrasında, yıllar öncesinde buralarda yaşamış olan, hiç tanımadığım, muhtemelen onun da yaşarken benim gibi bir torununun torunu olacağının hayalini bile kurmadığı dedemin anneannesinin bir zamanlar yaşadığı yer olan Yanya'dan ayrılmak ve yine çok görmek istediğim küçük bir balıkçı kasabası olan Parga'ya hareket etmek üzere otobüsümüze binmek için hesabımızı ödeyip kalkıyoruz. * * * PARGA
Otobüsümüz tamamen aşağı inemiyor, sahile inen yollar çok dar ve hatta zaman zaman merdiven gibi oluyor. O yüzden bizi yukarıda bırakıyor. Oradan bu muhteşem manzarayı fotoğraflama imkanını yakaladıktan sonra o manzarayı içimize çeke çeke yürüyerek evlerin aralarından daracık yollardan sahile doğru iniyoruz. Bavullarımız ise otelimize otobüs şoförlerimiz sayesinde gidecek, buna fazlasıyla seviniyoruz. Palatino Otel'de kalacağız. Manzarası muhteşem.
Çok keyifli bir yoldan aşağı doğru inmeye başlıyoruz. Kimi evler iyice kapanmış, panjurlarını sımsıkı kapatmışlar. Kiminde ise belli belirsiz yaşam izi görülüyor, belki balkona asılı çamaşırdan veya aralık bir tül perdeden bunu anlayabiliyorsunuz. Ama aylardan Kasım ve sezon kapanalı bir aydan fazla olmuş artık turist sayısı iyice azalmış ve yazlıkta olanlar da şehirlere dönmüşler.
Bu haliyle bile oldukça güzel bir sahil kasabası olarak kalbimizde yer eden Parga kıyıda bir iki açık restoran haricinde iyice durgun, iyice sessiz. Buraya bir kere de sezonda gelmek üzere kendime söz veriyorum. Kalabalık değil ama yine de ne olur ne olmaz diye akşam yemeği için sahildeki iki açık restorandan biri olan "Gemini Restoran" da 4 kişilik yerimizi ayırtıyoruz. Vakit zaten akşam üstünü bulmuş durumda. Tüm sahili bir baştan bir başa keyifle geziyoruz. Arada tek tük balık tutan yerli halk hala var. Sahilin sonuna doğru Zorba tavernayı görmek hoş oluyor ama ne yazık ki kapalı. Ama yine de Anthony Quinn'in meşhur pozunu resmettikleri duvarı fotoğraflamaktan kendimi alamıyorum.
Kısa bir Zorba hatırası için alttaki linke tıklayabilirsiniz... Artık güneş batmaya başlıyor, şimdi inerken manzarayı seyrede seyrede dikliğini anlamadığımız geniş merdivenli yokuştan yukarı çıkıp otelimizde bir duş almanın ve akşam yemeğine kadar bir saat dinlenmenin zamanı... * * * Sıcak bir duşun ardından bir saatte olsa dinlenmek iyi geliyor. Üstümüzü değiştirip akşam yemeğimizi yemek üzere yeniden dar yolumuzdan sahile iniyoruz. Şehir çok kalabalık olmamasına rağmen restoranın doluluğu yine de hoşumuza gidiyor. İyi ki yer ayırmışız. Genç Yunan garsonumuza cacıki, fava, patlıcan ezmesi gibi ortak lezzetlerimizden olan mezelerimizi söylüyoruz. Greek Saladımız da gelince, Uzo'muzu Yunanistan'da zaten her zaman masaya ikram olarak gelen buz gibi suyumuz ile sulandırıp hafif hafif atıştırmaya başlıyoruz. Yunanistan'ın her yerinde aynı damak tadında yemek ve içecekleri bulmak benim için bulunmaz bir keyif. Sıcak kalamarımız ile mis gibi kızarmış barbunlarımız da gelince bu zevkimiz iyice katlanıyor. Sohbetimiz keyifli, mevsimi bitmiş olsa da yeni bir yer görmenin hoşluğu ile akşam yemeğimizi tamamlıyoruz. Yavaş yavaş saat 23:00'ü geçiyor. Sade kahvelerimizi de içtikten sonra artık bu sefer iyice dinlenmek için otelimize dönüyoruz.
|
Yazılan Yorumlar... | |
TAMER (25 Eylül 2020) |
Şükran hanım teşekkür ederim. Kültürler benzer olunca gezmek daha keyifli oluyor elbette. Özellikle ada hayatı çok keyifli. Çok yazı var yazacak ama nedense önceliği buralara veriyorum. Haydi siz de arayı açmayın bence. Bekliyoruz güzel yazılarınızı... |
Şükran Şahin (04 Mayıs 2020) |
Tamer bey sizin Yunanistan gezilerinizin birçoğunu okumuştum. Yunanistanın neredeyse her yerini gezdiniz. Yanya, Parga gezmek için aklıma gelen yerlerden değildi. Sizin anlatımlarınızdan sonra aklımın bir köşesine yazdım. Tebrikler, keyifli ve bol görselli güzel yazılarınızın devamını bekliyoruz. Bende tembellik yapıyorum bazen, birbirimizi teşvik edelim yazmak için. Söz uçar, yazı kalır. |
TAMER (26 Nisan 2020) |
Hoşbulduk sevgili Hakan. O kadar çok yazı birikmişti ki, biraz işler güçler yüzünden, biraz da klavye tembelliğinden uzun bir süre oturup yazmaya fırsat bulamamıştım. Bu "evdekal" süreci en azından akşamları bilgisayara oturup gezi yazılarımı yazmak için büyük bir fırsat oldu. Hepimize virüssüz, sağlıklı günler diliyorum. |
hakangeziyor (24 Nisan 2020) |
Sevgili Tamer, Yunanistanın en çok ziyaret edilen yerleri dışında seni yeniden görmek çok güzel. Bana henüz kısmet olmadı ama şu kötü günlerden kurtulunca her daim bir Parga seferi niyetimi gerçeğe dönüştürmek dileğiyle. Özlemiştik...Hoşgeldin... Kalemine sağlık... |