Tura geldi, Tura Gittik – 2 (Paris)

Fransa’nın sadece Paris’i olsa,
Karınları doyar.
Bazen insan şöyle düşünüyor;
Biz de Paris gibi bir şehir yaratalım,
Önce iflas eder,
Üç beş nesil sonra da kara geçeriz.

Paris’te mıntıka temizliği yok!
Pis bir şehir.
Yerler çer çöp içinde.
Çöpçüler bile bu duruma alışmış!
Kimsenin umurunda değil.
Metrolar da aynı durumda.
Çöpçü çöpün yanından geçiyor, bakmıyor.
Bu pislik yakışmıyor, Paris’e.
Hem medeniyetten bahsetmek,
Hem de çöp içinde yaşamak büyük çelişki!
Sanki Paris parfümleri,
Pis kokularını örtbas etmek isteyenler sayesinde,
Bu kadar meşhur oldu!
Bir yanda insanın başını döndüren tarih,
Diğer yanda pis bir şehir!
Dükkân kepenkleri,
Maksada hizmet ediyor olabilir ama
Göze hoş gelmiyor.
Estetik yok.
Paris’te Mercure Hotelde kaldık,
Otel işletmeciliğinde oldukça iyiler.
Odalar son derece temiz,
Personel eğitimli,
Tek mahzuru internetin ücretli olması.
Bizde olsa dükkân senin.
Odalara lazım olacak her şeyi koymuşlar.
Anket dâhil.
Ama kaç kişi dolduruyor?
Belirtecek hiç bir şey olmasa bile
Kuru bir teşekkürü yazmak lazım diye düşünüyorum.
Kritik şeyleri koymak için oda içinde,
Şifreli bir kasa var.

Hemen yanımızda ana tren istasyonu,
Bu da demiryolu taşımacılığına verilen önemi gösteriyor,
Muhtemelen kara tren diye bir türküleri yok ama
Ya da
Tren gelir hoş gelir.

Hava kararınca,
Sokağa çıkmak biraz riskli,
Bazı tipler,
Sanki belayım diyor.



Lur müzesine gelince,
Gurup ikiye ayrıldı.
Lur’a gitmek isteyenler ve de Disneyland’çiler.
Çoğunluk Disneyland dedi.
Bu da bizim tarih ve sanata verdiğimiz değeri gösteriyor!
Mona Lisa’nın da bulunduğu,
Lur müzesini adam akıllı gezicem derseniz, işiniz iş.
Bu aylar, hatta yıllar sürebilirmiş.
Bunu düşünen halkımız,
Göz atıp çıkmak yerine Disneyland’i tercih etti!

Bir de, parfüm satan alışveriş mağazaları.
Bazıları öyle hazırlıklı gelmişler ki
Ellerinde listeler,
Sepet sepet yumurta misali,
Sepet sepet parfüm aldılar!
Çalışanların da çoğu bizden.
Vergi iadesine de çözüm şöyle çözüm buldu, zeki Halkımız!
Uygulamada, uçağa binmeden yapılıyor, bu işlem.
Bizimkiler demiş ki
Türk halkı böyle şeylere gelmez.
Biz alırken indirelim!
Dahası birkaç kişi birleşip belli bir limiti var,
Onu beraberce geçiyorlar.
Gözünü sevdiğim menfaat!
Nasıl da birleştiriyor insanları?
Tanışın, tanışmayın,
Dili, dini, ırkı, rengi hiç fark etmiyor!
Aslında tüm sorunları çözmede,
En etkili yöntem menfaat!
Siz menfaati koyun,
Kişiler hemen birbirini buluyor.

Hanımlara satılacak en güzel şey de
Parfüm!
Bıraksan sanki hepsini alacakmış gibi saldırıyorlar!
Allah’tan rehberimiz erkekti de,
Bizi anladığı,
Ve hemen yanı başında eşi olduğu için
Özellikle uzak tutmuş olabilir.
O sayede rahat ettik.
Yoksa hep beraber yanmıştık!
Demirel’in tabiri ile
‘’Yetmiş cent’e muhtaç bir şekilde,
Anavatana dönebilirdik.

Yabancı bir ülkeye gittiğinde,
En büyük sorun;
Yüzde doksan dokuz;
Yüznumara!
Yani sosyetik tabir ile
Tuvalet!
Kısaca; WC
Paris’lileri tebrik etmek lazım,
Yolda ilerlerken, hemen yol üzerinde,
İki tane kapalı,
Yana yana tuvalet!
Jeton ile
Dükkâna gitsen sadece tuvalet için
Daha girer girmez yok diyor!
Var ama
Senin şeyin ile mi uğraşacağım diyor, aslında!
Bana ne kardeşim,
Yerken bana mı sordun?
(Bu soruyu çok fazla bağıran doğum yapan annelere bazı hemşireler de diyebiliyor)
Sıçarsan sıç!
Altına yaparsan senin sorunun!
Halka açık tuvalet te pek görünmüyor,
Nereye yapacan?

Bir bayan gördüm,
Elinde sağ ayakkabısı,
Yoldan akıp giden su ile ayağını yıkıyor,
Ne kadar da rahat!
Hem de şehrin tam göbeğinde.

Paris’ten etkilenmiş olabilirim,
Apartmanın önüne,
Demirden bisiklet koyma yeri yaptırdım,
Şimdilik kimse koyamıyor,
İlk akla gelen hırsızlık!
Şahsen benim şimdiye kadar iki tane çalındı.
Helal hoş olsun!
Benimki helal de
Kızımı bilemiyorum!

O arada bir levha;
Fotokopici.
Demek ki
İhtiyaç her yerde
İhtiyaç.

Park etmeler bizdeki gibi değil,
Öylesine aracını bırakıp giden,
Pek görmedim.
Ya da
Kolunda tırıvırı bir kırmızı band,
Elinde sahte fişle,
Park parası toplayan,
Vermeyenin arabasına güzel desenler çizen,
Hatta üzerine bir güzel dayak,
Sen misin vermeyen?



Kavalalı Mehmet Paşa’nın,
Hediye ettiği dikili taşın,
Ucu epey sivri.
Sivri biber mübarek!
Sanki Kazıklı Voyvoda!
Ya da
Uçkurumuza ne kadar düşkün,
Veya
Bizim ne kadar sivri bir millet olduğumuzu mu anlatmak istedi acaba?
Ah be Paşam, ah,
Keşke başka bir şey gönderseydin!
Mesela; güvercin kuşu.

Nerde bir yüksek yer var,
Tepesinde saat.
Ya Avrupalılarda saat takma alışkanlığı yok,
Ya da
Mesaiye geç kaldıklarında,
Yalan söylemeleri çok zor.
Diyemezsin ki
Saatim yanlıştı,
Ya da bozuldu.

Her ne kadar rehber erkek ise de
Paris’te bir yerde,
Alışveriş molası verdi.
Hanımlar gök sevinç.
Erkekler ise
Eyvah şimdi yandık!
Bu da mı başımıza gelecekti?
Gitti paralar.
Bir daha gelirsem,
Alışverişsiz bir tur istiyorum.
Tam karşımızda,
Hatta yanımızda Lur Müzesi var ama
Gören kim?
Alışveriş sanki tüm gözleri kör ediyor.
Lur bile üzülmüştür, bu duruma.
Sen orada yıllanmış çınar ağacı gibi dururken,
Üç kuruşluk alışverişe sattılar be seni Lur!
İşte maalesef insanımız böyle.
Para için babasını bile satar, valla!
Ama sen,
Kalbimin sende kaldığını bil Lur.
İnşallah bir dahaki sefere.
Söz Allah’ın izni ile.
Lur’un bir maketi var.
Sanki o da bir sanat şaheseri.
Bakmak bile insanı yoruyor.
Bir de içine girsek kesin kayboluruz!



Paris’te köprü çok gördüm ama
Köprüden geçen gelin görmedim.
Ya denk gelmedi,
Ya da
Bizim gibi değiller.
Bizde anlaşılmaması mümkün değil!
Son model bir araba,
Ama illa ki lüks olacak!
Sanki öyle olmasa olmuyor,
Ama raconu bu işin be!
Yasakta olsa,
Üzeri evleniyoruz, mutluyuz ile bir güzel kapatılacak,
O an kazaya karışsa,
Ya da
Kötü niyetli kişiler art niyetli kullansa,
Kim bilecek kimin arabası olduğunu,
Abartılı bir şekilde süslenecek,
Arkada kalabalık bir konvoy,
Üstüne insanı sinir eden korna sesleri.
Trafik kurallarının hepsi ihlal edilerek,
Sanki son arzum şudur diyen mahkûm gibi
Bir güzel dolaşılacak,
Bazıları yol kesecek,
Para isteyecek,
Damat numaradan para yok diyecek,
Hatta bazen bu yüzden kavgalar olacak,
Olaya polis karışacak,
Ben de bunları göremeyince,
Ulan bunlar ne biçim millet?
Bari köprüden geçti gelin türküsünü mırıldanayım da
Kendimi hatırlayayım demedim değil!
Bu arada,
Köprülere bir numaratör konsun,
Geçen gelin, o numarayı çevirsin,
Böylece şimdiye kadar kaç gelin geçti,
Belli olur!

Bizimkiler mağazaya bir daldılar,
Sanki aç ve susuzlar,
Kıtlıktan çıkmışlar,
Hayatlarında ilk defa görüyorlar!
Aç kurtlar gibi saldırıyorlar.
Mağaza sahipleri alışmışlar tabi.
Bizim geldiğimizi anlamamaları mümkün değil.
Memlekette daha güzelleri var,
Daha da ucuza,
Ama Paris’ten almazsan,
Havayı nasıl atıcan?
Paris’ten aldım,
Veya ben Paris’teyken...
Nasıl diyeceksin?

Sanki benim şu an yaptığım çok farklı da.
Yazı değil de sanki hava atıyormuşum gibi
Bir his var içimde.
Şimdi durduk yerde Paris desem,
Ne görgüsüz adam diyeceksiniz.



Laf olsun diye Lur’un içine giriş kapısı yapmış,
Fransızlar.
Çam gibi bir piramit,
Ama öyle uyum sağlamış ki
Lur Müzesi ile
Sanki o piramit o tarihlerde yapılmış.

Doğubayazıt’ta bunun ne olduğunu bizzat gördüm.
Restorasyon yapmışlar,
İshak Paşa Saray’ında,
Sanki restorasyon yapmamışlar,
Başka bir şey yapmışlar!
Ehil olmayan kişilere verilince,
Bu gibi ince işler,
Başa bela da olabiliyor.

Bir de şu heyecanlandırıyor insanı,
Filmlerde gördüğün bir yeri,
Veya kişiyi yakından görünce,
Farklı bir heyecan ve duygu oluşuyor.
Bendenizde bu cam piramidi bir filmde izlemiştim.
Görünce dedim ki
Demek ki
O yer, bu yer.
Şimdi sıra hava atmada.
Bir daha izlersem,
O yer, Paris’te.
Lur müzesi içinde,
Gezmiştim bir aralar(havan batsın be)

Heykelin bir aslı var,
Bir de astarı.
Yani taklit olanı.
Bazen o kadar kötü taklit ediyorlar ki
Resmen içine ediyorlar.
Hani ben böyle sanatın içine diyenlerimiz var ya
Onların dediği gibiler.

Uzakdoğulu kardeşlerimiz gezmeyi çok seviyorlar, çok…
Bize çok turist gelir, çok.
Yeter ki tanıtımı iyi yapalım.
Güney Kore’lilerin,
Kore savaşlarından müthiş sempatileri var.
Anzaklar ise Çanakkale’de cirit atabilirler.
Hele o Ata’nın müthiş sözü var ya
Onlar da bizim evlatlarımız,
Müsterih olun analar…
Aman Allah’ım,
O nasıl söz öyle!
Savaş ortamında,
Hangimiz söyleyebilirdik acaba?



Paris’te bazı heykeller,
Sanki saf altından yapılmışlar.
Birçok yerde var,
Işıl ışıl parlıyorlar.
Orada yıllardan beri duruyorlar.
Ya oralarda hırsız yok,
Ya da
Çalmaya müsait değil.
Bizde olsa durur muydu?

Bazı tarihi eserlerin taşları sökülüp,
Bina yapımında kullanılırken.
Kars’ta Rus evleri vardı,
Göz göre göre
Eriyip gidiyordu, koskoca binalar,
Sanki kar gibi.
Dedim ki
İlgililer var mı?
Var.
Ya bunlar tarih dersi okumamış,
Ya da
Bu konu işlenmemiş!

Tarih derslerinde öğretilmesi gereken en önemli konu;
Tarihi eserlerin korunması.
Bu konuda epey sıkıntımız var,
Daha çok yol almamız lazım.
Çok...

Tabi bu arada eserler yerinde kalırsa?
Hani bizim baklava dilimi var ya
Sanki caddelerin tasarımı ona benziyor.
Bizim baklava,
Elin mühendislerine yol göstermiş,
Daha o yıllarda,
Bizim haberimiz yok!

İki katlı otobüsler çok uygun gezmek için.
Hele üst katı açık ve hava güzelse.
En iyi gezme vasıtası.
Oldukça yaygın, Paris caddelerinde.

Geçenlerde Kayseri’ye gittik,
Yolda arka arkaya,
Üç araç düz yolda,
Nasıl becermiş iseler,
Üçü de
Bazıları duymasın,
Resmen yan gelip yatmış!
Yani takla atmışlar!
Biz elin memleketinde yaklaşık 3000 km kat ettik,
Sadece bir kaza gördük.
Onda da aman Allah’ım,
İtfaiyeler,
Ambülânslar,
Polisler,
Tedbir üstüne tedbir,
Bu iş pek sık olmuyor,
Olursa da en iyi şekilde müdahale ediyorlar.

Şehrin merkezi,
Tam merkezde bir anıt.
Ve ne hikmetse bu anıt gidebildiğince,
Dikine gider.
Demek ki
Bu sektörde çalışanların çoğu erkek!
Sanki erkekliklerini belli etmek ister gibi
Yine dikmişler!
Ne zaman kadın eli değer,
Dikine heykeller yerine,
Daha yayvan,
Daha yumuşak heykeller olabilir.
Bunları yapanlar bayan olsa idi
Biraz utanır,
Bu şekilde dikmezlerdi.
Ah erkekler, ah
Ne kadar da meraklısınız, göstermeye!



Paris’in en ünlü bulvarı;
Şanzelize Bulvarı.
Aynı zamanda da dünyanın diyorlar.
Şanzelize bulvarı geniş bir cadde.
Upuzun,
En lüks alışveriş mağazaları,
Jet sosyete, jet uçak, jet motor,
Ve jet skiler söz konusu olunca,
Bunlara; jet sosyete deniyor.

Yeşili her yere koymuşlar.
Bulvarın her iki yanı yeşil ağaçlarla bezenmiş,
Doğa yaşamın ayrılmaz bir parçası olmuş.
Önce doğa,
Sonra rant der gibi.
Bizde ise maalesef rant gözümüzü bürümüş.
Elimizden gelse,
Her yeri betonla donatacağız,
Sonra da yeşile boyayacağız.
Yani göz boyama.

Bulvar Şanzelize de olsa
Yol bakımı yapılıyor,
Ama emniyet tedbirleri alınmış, en iyi şekilde.
İş şansa bırakılmamış.
Biz, biraz kaderciyiz, bu konuda.

Son derece lüks arabalar ve motosikletler.
Ama mutlaka kasklı,
Allah korur deyip takmamak yok,
Ceza neyse yaz kardeşim diyen de yok.
Kask, motosikletin olmazsa olmaz bir parçası olmuş.


Şanzelize bulvarı bitiminde,
Zafer takı var.
Bu şöyle bir şey;
Askerler savaş dönüşü buradan geçip günahlarından arınırlarmış.
Bir nevi tören geçiş alanı.
Onların takı varsa bizim de tak tak helvası var.
Hatta bir rivayete göre
Bu tak yetişmemiş,
Napolyon maketini yaptırıp kız istemeye öyle gitmiş.
Napolyon sadece adını tarihe yazdırmamış,
Çok önemli izleri var, Fransa’da.
1789 Fransız ihtilalinden tam yüz yıl sonra,
Demişler ki
Yapalım, yapalım,
Öyle bir şey yapalım ki
Eiffel Kulesi çıkmış ortaya.
Eiffel adı da yapan mühendisin adı.
Eiffel’i tebrik etmek lazım.
Daha o zamanlar GSM baz istasyonu yokken,
Belki de dünyanın en büyük, GSM baz istasyonunu yapmış.
Sanki her GSM baz istasyonu, küçük birer Eiffel Kulesi.
Eiffel’e bulutların bekçisi gibi bazı işimler verilmiş.
Benim de aklıma Haydar Abi’nin ekmek teknesi geldi.
Ne yalan söyleyeyim,
Eiffel üstüne ne kadar kişi çıkarsa çıksın,
Çökmez gibi.
Bizdeki çöken platformlara hiç benzemiyor.
Ve darphane gibi para basıyor.
Bende yükseklik korkusu olmasına rağmen,
Hiç korkmadım.
Eiffel’e çıkıp orada kalan hiç olmamış.
Fransızlar her yere, Fransızca yazarken,
Sadece buraya İngilizce yazmışlar;
Aman hırsızlara dikkat edin!
Demek ki
Hırsızlığın, ne dini, ne dili, ne de imanı var!
Her yerde aynı.
Fransızlar işi garantiye almış.
Diyelim soyuldunuz ve Fransızları mahkemeye verdiniz,
Onlar da diyecek ki
Ama biz İngilizce bile yazdık!
Daha ne yapalım?



Eiffel yapılmış ama
O zamanlar da çok tartışılmış,
Bizdeki köprüyü sattırırım,
Hayır, efendim, sattırmam gibi.
Grup ikiye ayrılmış,
Bir grup çok güzel olacak derken,
Diğer grup Paris’in içine edecek demiş.
Yıkalım gitsin diyenler,
Paris demir yığını oldu,
Eskici dükkânına döndü,
Eski havası kalmadı,
Şimdi ise nerdeyse Paris ile aynı değerde.
Demek ki
En iyi gösterge zaman.
Bazı şeyleri zamana bırakmak gerekiyor.
Eiffel de bu işi bu kadar sağlam yapmasaydı,
Bu kadar meşhur olmazdı.
Eseri ayakta durduğu sürece,
O da onunla birlikte anılacak.
Kalıcı eser bırakırsan,
Baş tacı yapar bu millet.

Normal insan sanatçı olamaz,
Biraz uçuk kaçık olması lazım.
Belki de Eiffel
Sapığın teki idi, kim bilir?
Dikeyim, Paris’in göbeğine,
Görsün herkes, benimkini demiş olabilir!

Hani derler ya
Dikine dikine gitmeyin,
Sanki sanat eserlerinde,
Bu pek geçerli değil!
Yatay sanat eseri yok gibi.
Dikkat çekmek istiyorsanız,
İlk yapacağınız şey;
Dikmek!

Dönerken bir şey getirmek lazım,
Tanıdıklara.
Ben de Paris inciri getirdim.
Hem de Eiffel kulesinden topladım.

Ey Eiffel Kulesi,
Kuruldu kurulalı,
Kimler çıktı, kimler indi?
Ama seni kimse indiremedi.
Sen hala orada,
Dimdik duracaksın,
Allah’ın izni ile.
Sen şu dünyada,
Nerdeyse tüm insanları tanıyan,
Tek kulesin.

Paris’te bizdeki kadar,
Kamyon ve otobüs göremedim.
Demek ki
Bu konuda elimize kimse su dökemez.
Birkaç tane olsa da
Nasıl da özlemişim memleketimin derin manalı sözlerini;
Şoförsün dediler, vermediler!
Anan da sollardı!

Taksileri belli bile olmuyor,
Bizdekiler nerdeyse trafiğin yarısı onlar.
Üstüne
Polisimiz ile taksiciler köşe kapmaca oynamakta,
Bazen saatler süren ağız muhabbetine girmekteler,
Rüşvet ilişkileri dersen,
Lafı bile olmaz!
Bu açıdan Avrupa çok monoton.
Sessiz, sakin ve çoğunluk kurallara uyuyor.

Asfalt çıktı,
Mertlik bozuldu.
Nostalji gitti,
Bizde bir zamanlar ne güzel taş yollar vardı.
Şimdi her yer asfalt.
Avrupalı ise çoğunlukla,
Taş yolları muhafaza ediyor.
Nostalji veriyor insana.



Geliyoruz Napolyon’un,
Mezun olduğu topçu okulu önüne,
Topçular övünebilir,
Bu zamanda ya topçu
Ya da
Popçu olacaksın.
Napolyon da bakmış ses yok,
Topçu olmuş!
Ülkenin ve insanların kaderi ile bir güzel oynamış.
Napolyon o kadar eser bıraktıktan sonra,
Ata’nın Anıtkabir’i gibi görkemli bir yerde yatıyor.
Bilmeyenler,
Bu nedir?
Burada kim yatıyor dediklerinde?
Kim olabilir?
Tabi ki
Napolyon.
Kubbesi sanki altın ile kaplı.
Göğe doğru uzanıyor.
Parlıyor, ışıl ışıl.
Yanı başında da Eiffel.
Bizler biliyoruz Eiffel’ i ama
Napolyon nerden bilsin?
Ömür bu!
Vakit gelince kim kalmış ki?
Biz de kim bilir neleri bilmeyeceğiz,
Eiffel gibi?

Tam geçerken rehberimiz dedi ki
Aha Prens Diana burada rahmetli oldu.
Ruhuna bir Fatiha okuduk.
Ne de olsa sevgilisi Müslüman’dı.
Belki de bu yüzden öldürüldü, Kim bilir?
Ah be Diana,
Keşke yaşasaydın,
Müslüman bir babadan evladın olurdu,
Belki de dinler arası diyaloga katkıların çok olurdu.

Bir opera binası yapmışlar,
Sanki bina değil,
Yaş pasta!
Kes kes ye.
Ama kıyamazsın bakmaya,
Gezmeye,dolaşmaya.
Tarihi binaların tam tepesinde,
Haç işareti var,
Oldukça uzun ve ucu sivri,
Kazara biri paraşütle düşerse,
Vay haline!
Redkoskopi olur,
Hatta üstüne endoskopi.

Araçları yol akışına uygun,
Bir şekilde park ediyorlar.
Yol akışına dik park etmiş araç görmedim.
Bizde ise şöyle bir geri geri çıkacan,
O sırada akmakta olan trafik duracak,
Hatta aksayacak,
Arkadakiler, söylenecek,
O zaman zevki çıkar, bu işin.



Fransızca ‘’funiculaire’’ demek;
Eğimi oldukça dik olan tepeye ray üzerinde kayarak,
Yolcu taşıyan teleferik gibi bir sistem demek.
Ben de ilk kez orada duydum,
Ve bindim.
Ağır ağır gidiyor,
Yavaş çalışıyor.
Anlayacağınız biraz ağır abi.

Ressamlar tepesine çıktık,
Manzara harika.
Başka resim nasıl yapılabilir ki?
Ressamlar tepesine çıkarken,
Oldukça büyük bir kilise, göze çarpmaz mı?
Canım nasıl da papaz eriği çekti!

Manzara öyle ki
Hiç kabiliyeti olmayana resim yaptırır.
Meşhur olmaya çalışanlar var.
Aslında yapacakları çok basit!
Bizden bazı devlet büyüklerimizin,
Resim veya karikatürlerini yapacaklar,
Ardından bir dava,
Taşındı mı, dünya medyasına?
Al şana şöhret,
Tepe tepe harca!

Avrupa’da dilenci görmedim dersem,
Yalan olmaz.
Görürsen de göçmen olduğu belli oluyor,
Her halinden.
Dilenci yerine bir müzik arabası.
Hem çalıyor,
Hem söylüyor,
Üstüne bahşiş alıyor,
Yani terlemeden kazanmak yok.
Hazır yok, beleş yok.
Bizdekiler ise Allah rızası dediler mi?
Hangi yürek dayanır?
Bazen yakalananlar,
Benim diyenden daha zengin!
Duygu sömürüsü değil de nedir?
Versen bir dert,
Vermesen acaba?

Hediyelik eşya dükkânları,
Bayanların güzergâhı üzerinde.
Patlamaya hazır bomba gibiler.
Gördüler mi dayanamıyorlar.
Sanki çekim merkezi orası.
Tutabilene aşk olsun.
İnişte bir atlıkarınca gördük,
Hemen şarkısı geldi aklımıza,
Atlıkarınca dönüyor, dönüyor…

İki genç uzanmış çimlere,
Üstleri çıplak,
Ayakkabılar çıkık,
Yanlarında kesilmiş bir karpuz,
Oh gel keyfim gel.
Ama maalesef Diyarbakır karpuzları yok!
Gezerken AXA yönetim binasını gördük,
Şu paranın gözü kör olsun.
Sen kalk,
Paris gibi bir yerden,
Bizim memlekete gel!
Sigortalayabildiğin herkesi sigortala.
Paris nire,
Çemişgezek nire?
Ama para söz konusu ise
Fizana bile gidebiliyor, insanoğlu.

Fransızlar demişler ki
Şu ABD’lilerin Manhattan’a benzeyen,
Bir yer de biz yapalım.
Onların olur da
Bizim niye olmasın?
Bütün lüks binaları,
İş merkezlerini buraya yapmışlar.

Engelliler yeteri kadar düşünülmüş,
Ne ister engelli?
Normal bir insan gibi davranmak ister.
Bu da bir altyapı gerektirir.
Tabi önce buna inanmak lazım.
Engelli birisi kullandığı vasıtaya binerek,
Normal bir insan gibi
Elini kolunu sallaya sallaya dolaşabilir.
Biz de ise yeni bu kavram.
Bazı yerlerde de biraz eğreti duruyor.
Yapmış olmak için yapmak.
En büyük hastalıklardan birisi de maalesef, bu.

Her yerden insan,
Her dilden,
Dinden,
Ne ararsan var.
Hal böyle olunca,
Kimse biz buranın rejimini değiştirelim demiyor,
Herkes nimetlerinden azami yararlanıyor.
Biz ise yıllardır, maalesef
Acı tuzaklara kanarak birbirimizi yiyiyoruz, bir şekilde.
En son çatışma;
Samimiler ile sinsiler arasında.
Biri ben buyum diyor,
Diğeri;
Brütüs’ten beterim!
Onlar nimetleri paylaşıyor.
Biz işe birbirimizi yiyiyoruz.
Bunu tezgâhlayanlar da
Gelişmiş ülkeler,
Yüze dost,
Arkadan düşman.

Vatandaşı oyalayacak etkinlik buluyorlar,
Mesela basketbol.
Hem reklâm yapıyorlar,
Hem de vatandaş bir güzel izliyor.
Sosyal aktivite sayısı çok fazla.
Böyle olunca vatandaş enerjiyi faydalı işlere harcıyor.
Bir, boş bırakmayacaksın,
İki, faydalı işlerle oyalayacaksın,
Yoksa başına dert olur.

Paris’teki Zafer Tak’ı
Oldukça devasa bir anıt.
Modern nesil de bizde bir şey yapalım demiş,
Ve Zafer Tak’ını da içine alacak devasa bir anıt yapmışlar,
Ama eskinin tadı bir başka oluyor,
Ne varsa eskilerde var.
El emeği,
Göz nuru,
Sanat sanat için.
Şimdikiler ise, teknoloji.
Belki daha sağlam ama eskinin tadı, havası yok!

İnsanlar rahat.
Kim kime dum duma.
İstediği yere oturuyor,
Kimse dönüp bakmıyor,
Bazı şeyler aşılmış.

Şanzelize bulvarında meşhur bir otelin önünde,
Otobüs durunca,
Bir baktık acayip bir kalabalık var.
Belli ki otelden dünyaca ünlü bir yıldız çıkacak,
Herkes O’nu bekliyor…
Hâlbuki
Baksalar gökyüzüne,
Her an birçok yıldız kayıyor.
O da gökyüzündeki yıldızlar gibi
Bir gün kayacak,
Kendisi farkında mı acaba?
Ya dışarıda bekleyenler,
Neyi beklerler?
Yıldızı mı?
Bakın gökyüzüne,
Sayısız yıldız var!
Herkesin peşinde koştuğu yıldızlar,
Yoksa
Zeki Müren’in,
‘’Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar,
En az sizin kadar yalnızım demesi gibi
Yalnızlar mı?



Eiffel Kulesi yanında çayırlık bir alan var,
Bizim Kırkpınar’a benziyor.
Vatandaş saldım çayıra Mevla kayıra haleti ruhuyetinde.
Kimi sere serpe,
Kimi dünya yansa umurunda değil.
Aslında bizden iki pehlivan göndersek,
Hiç fena olmaz,
Reklâm reklâmdır,
İyisi kötüsü olmaz,
Hayda bre deyip şöyle el ense çekseler?

Eiffel uzaktan devasa,
Yakından daha bir devasa.
Eiffel Eiffel olalı,
Belki hiç bu kadar kalabalık görmemiştir dersek,
Biraz fazla abartmış olabiliriz ama
Üstüne sıcaklar eklenince,
Sıra, kuyruk derken,
Hiç çekilmez oldu.

Bindik asansöre,
Çıkıyoruz birinci kata.
Her asansörde,
Görevli bir bayan var ama
Nasıl otoriterler?
Dedikleri dedik,
Astıkları keriz!
Belki de öyle olmak icap ediyor.
Dur dedi mi duracan,
İn dedi mi inecen.
Yoksa işiniz zor.
Eiffel’e grup olarak gelenler,
Bir başka kapıdan çıktığı için avantajlı.
Ferdi binmek ise daha zor.

Hani deriz ya yiğidi öldür hakkını ver,
Paris gerçekten çok güzel bir şehir.
O zaman ne düşündüğünü pek bilemeyiz ama
Eiffel,
Öyle bir Kule yapayım ki
İnşanlar gelsin,
Paris’e kuş bakışı baksınlar, demiş olabilir.
O zamanlar uçak yok,
Balon yok,
Uydu yok,
Şimdiki gibi imkânlar yok.
Bizler Eiffel’den bakarken Paris’e,
Diğer gruplar da nehirden özel yapılmış botlarla,
Kıyıdan gezinmekteler…

Zaten herkes bir yere gidiyor, Paris’te.
Yerinde duran hiç görmedim.
Bir mumyasını koymuşlar,
Şu bizim Eiffel’in.
Yanında da şu bizim Edison!
Eiffel, Eiffel’de, Edison ile derin bir muhabbette.
Şaka ama gerçek,
Allah rahmet eylesin,
Nur içinde yatsınlar.
İkisi de tarihe mal olmuş insanlar.
Biri dünyamızı aydınlattı,
Diğeri, çıkarıp çıkarıp indiriyor!
Sırf O’nu görmek için,
Milyonlarca kişi Paris’e...

Eiffel’den Angara tam 2607 kilometre.
Kim beş yüz milyar istemezde! sorulursa aklınızda olsun.
Dünyanın önemli şehirlerini ve uzaklıklarını yazmışlar.
Buradan Angara ve
Ah İstanbul’un ne kadar önemli olduklarını,
Bir kez daha anlıyoruz.
Çünkü
Eiffel’e öyle her yeri yazmazlar.
Birden memleketimi özledim.
Hani şu taşı toprağı altın olan memleketimi.
Küçük çocuklar gibi
Başladık sormaya;
Ne zaman dönücez, biz amca?
İstanbul’da 2263 km daha uzakta?
Yarışmayı kazanan görür bizi her halde!

Paris’e gidiler de
Seine nehrinde şöyle bir mehtaba çıkılmaz mı?
Ki bizler Heybeliada’da,
Hem mehtaba çıkmış,
Hem de bunun şarkısını yapmış bir milletin çocuklarıyız.

Arabalar eskidikçe maalesef,
Mezara gider,
Kala kala pek azı kalır,
Ve bunlar, müzelik olur.
Ev ise tam tersi.
Ayakta kaldıkça tarihi değeri daha da artar.
Arabaya göre ömrü çok daha fazla uzundur.
Bu bakımdan Paris’e bina mezarlığı diyebiliriz!
Çünkü yeni binaya rastlamak çok zor.
Hepsi restore edilmiş,
Teknolojiden azami istifade edilerek.
Yaşam bu binaların içinde geçiyor.
Biz ise bir an önce yıkmayı,
Yerine şöyle çok katlı binalar yapmayı, içimizden geçirir,
İlk fırsatta da yaparız bir şekilde.
Bazen yakarak,
Bazen yıkarak,
Eskiye rağbet olsa idi,
Bitpazarına nur yağardı diyenler…

Her halde Paris’i görmeyenler.
Yeni bir şey yok ki
Her şey eski,
Ama eskici diye kimse dolaşmıyor ortalıkta.

Muhaberelileri alıp
Paris’e getirmek lazım.
İdeal bir röle istasyonu nasıl olur,
Göstermek lazım, Eiffel’i.
Görüş hattı nasıl bir şey,
Orada bizzat görmeleri lazım.

Tekne ile gezide bilgiler,
Dört dilde anlatılıyor.
Fransızca, İngilizce, Rusça ve Japonca.
Şimdilerde Türkçe yok!
İleride inşallah.

Ruslar bir köprü yapmışlar,
Süslemişler de süslemişler,
Hani deriz ya
Çingen yağı bol bulunca,
Ya öyle yapmışlar,
Ya da gücümüzü görün demek mi istemişler?

Paris’te
Ben böyle sanatın içine tükürürüm türünden,
Çok ucube eser var!
Ama yerlere tükürmek yasak,
Ve o kadar tükürük yetmez,
Bu kadar esere!

Nehirde turist dolaştıran firmalar da
Köşeyi dönmüş vaziyetteler.
Tekneler ağzına kadar turist dolu.
Para basıyorlar, para.

Binaların tepesinde bayraklar dalgalanıyor ama
Bizdeki gibi çok büyük değil,
Hatta oldukça küçük,
Vardır bir bildikleri.

Bizde deniz manzaralı evler,
Paris’te ise nehir manzaralılar.
Nerde olursanız olun,
Suyun başında olun dedikleri bu olsa gerek.

Bu tükürülecek sanat eserlerini,
Bizimkiler ne yapardı bilemem.
Bazı yerleri boyanır, örtünür,
Hatta çaktırmadan ortadan kaldırılabilirdi.

Görünüyor, arkadaş,
Resmen görünüyor.
Ne kadar mahrem yerleri var ise hepsi görünüyor.
Sanki bize inat öyle yapmışlar!
Yok, Rönesans demişler,
Reform hareketleri,
Ortalık müstehcen eserden geçilmiyor.
Gel de tükürme!
Bu arada,
Söz tükürükten açılmış iken,
Tükürüklü köfteyi çok severim!

Baktım Japonlara,
Ellerindeki dijital foto ve video kameralar,
Bizden lüks değil!
Bastırırız parayı,
Alırız en iyisini.
Racondan taviz yok!
Fakir ama gururlu bir milletiz.
Onlar üretebilir ama
Biz de alırız yani.

Ben yurtdışında gezerken nedense
Aklıma türkülerimiz gelir
Onların güzel yerleri olabilir,
Paris gibi
Ama türküleri var mı?
Köprüden geçerken,
Aklımdan geçen,
Köprüden geçti gelin.

Seine nehrinde tekne ile gezerken,
Eiffel’i
Gez göz arpacık gibi
Rusların hediye ettiği köprünün üzerinde bulunan,
Heykellerin tam silme tepesine oturttum.
Ne de olsa asker milletiz!

Resim veya video çekerken,
En önemli şey;
Resmin hemen önüne,
Şahsın konması.
Yoksa oraya gitti sayılmazsınız.
Tek başına Eiffel ne anlam ifade edebilir ki?
Önünde sen olmalısın, sen.

Bulutların dili olsa anlatsalar,
Şu Eiffel’i?
Nasıl görünür kuş bakışı?
Ucu sivriltilmiş bir kurşun kalem gibi mi?

Rehberimiz sordu;
Eiffel’in ikinci katına çıkma gereği var mı?
Dedik ki
Olma mı?
Buraya bi daha ne zaman gelicez?
Gelmiş iken,
Bir yerimize kaçmaz ise
Çıkıp üzerine de oturabiliriz!

Seine nehrindeki her köprü,
Belli ki
Farklı zamanlarda yapılmış.
Her birinin mimarisi de farklı.
Zaten standart olacak değil ya?

ABD’dekine benzer,
Bir hürriyet anıtı yapmışlar,
Sanki bizim onlardan,
Bir farkımız yok der gibi

Yerli malı Türk malı,
Herkes onu kullanmalı.
Bazıları yavşak gibi çiklet çiğneme dese de
Bende sigara yok,
Çiklet var.
Dumansız hava sahası.
Yanımızda bol miktarda,
Damla sakızlı çiklet götürdük.
Yavşaklara mı benzedik bilemem ama
Çiğnedik te çiğnedik.

Tam o sırada tatlı mı tatlı,
Şeker mi şeker bir Fransız kızı gördük,
Bakıştık, el sallaştık,
Ailesinden izin alıp bir güzel sevdik,
Maşallah ne kadar da sevimli idi.

Tur Şirketi,
Bir akşam yemeği düzenlemiş Paris’te.
Paralar bizden de olsa,
Güzel bir düşünce.
Paris olur da, Fransız şarabı olma mı, sofrada?
Hem de kırmızısından.
Bordeaux, beauchatel!
Garsonlar, son derece sempatik.
Genelde Fas, Tunus ve Cezayir’den.
Hem okuyorlar,
Hem de çalışıyorlar.

Video çekimleri yaparken,
Salaklığım tutmuş, açık unutmuşum.
Ya da
Kayıtta ama kapak takılı.
Tabi ki
Simsiyah görüntülerden başka bir şey yok!
İnsan salak olur da bu kadar olmaz!
Bu bende olsam salağım kardeşim, salak.

Şanzelize bulvarında Lido bar var,
Dünyanın sayılı eğlence merkezlerinden biri imiş.
Kelle başı yüz Euro.
Biz de baktık pabuç pahalı.
Hiç değilse kızımız gitsin dedik
Onu gönderdik.

Dijital fotonun kartı doldu,
Yeni bir tane almamız lazım ama
Zaman çok sınırlı,
Gecenin bu vaktinde nerede bulacağız derken,
Bir baktık,
Bir tane açık mağaza.
Hemen daldık,
Düşündüğümüz şekilde bir tane aldık.
Bu gibi gezilerde,
Gitmeden yedeklemek lazım,
Orada bulurum düşüncesi, gerçekleşmiyor.
Almaya fırsat dahi olmuyor,
Hanım hariç her şeyin bir yedeği olmalı!



Ertesi günü,
Zabalan çıktık açık alınla Disneyland’e.
Lur müzesiymiş,
Bize gelmez arkadaş,
Bize oyun lazım oyun.
Kültür mü?
Kültür mantarı var,
Kültür balıkları var, daha ne olsun?
Kişi başı 80 Euro.
Sabah gir, gece çık,
İstediğine bin, istediğinden in.
Bir bindiğine, istersen bir daha bin.
Girişte araç başına park parası alınıyor tipine bağlı olarak.
Para parayı çeker,
Çok daha iyi anlıyorsun, Disneyland’te.
Ya da
Kaz gelecek yerden tavuk esirgememek lazım.
İnsanları oyalayacak, her şey düşünülmüş.
Vaktin nasıl geçtiğini anlamak mümkün değil.
Space Mountain(Uzay Dağı) biniyorsun, altı kişi,
Bir fırlatıyor, pir fırlatıyor…
Tam binecektim,
Hanim dedi ki
Binme, ne olur!
Ben de az maço değilim,
Hemen hanım sözü dinlerim, binmedim!

Her ne kadar desem de
Memlekette hıyar çok,
Ben de bunlardan biriyim,
Bana bir şey olursa,
Bir başka hıyar kaldığı yerden aynen devam eder,
Ama diyor ki
Seninki bir başka!

Disneyland’te paradan para kazanıyorlar,
Diyelim çok tehlikeli bir serüven yaşadınız,
Yüreğiniz ağzınıza geldi,
Ama o anı resimlemek,
Kimin aklına gelir?
Gelse de kim çeker?
Hiç merak etmeyin,
Onlar çeker!
Ve danesi 20 Euro’dan bir güzel satarlar,
Hem de
Çıkışta gözünüzün içine sokarlar.
Gerçi zorlamıyorlar ama
Öyle güzel bir tuzak ki
Almayan pek yok gibi.
Al sana paradan para.
Mesela bizim kızın fotoğraf numarası,
1095 idi.
Onu söyleyince hemen sarıp sarmalayıp veriyorlar,
Hediye paketi şeklinde.
Onlar cin ise biz de onlardan cin.
Ben de kamera ile çok yakından çektim,
Almış kadar olduk.

Fayton,
İsteyene fayton da var.
Çocukluğumuzda ne kadar sık binerdik,
Taksi gibiydi bizim için.
Sonra sosyete olduk, okulları doldurduk,
Seviyeli birliktelikler yaşadık!
Şimdi ise
Nostalji için bile pek kalmadı.
Şimdilerde tekrar başladı ama eskisi gibi değil.
Olsa da çok az.
Bence yollar taş olmalı,
Ve fayton her yerde kullanılmalı,
Ayrı bir zevki var,
Alıyor, götürüyor bir yerlere insanı.
Çocuklarda hayvan sevgisi yaratıyor,
Bir de bayanlar kullanırsa,
Havası bir başka oluyor.



Disneyland’te görevliler bayan,
Yöresel kıyafetleri içinde.
Beyaz ve mavi renkleri ağırlıkta.
Uzun etekler,
Çoğu da öğrenci.
Yarı zamanlı çalışıyor gibiler.
Cemil İpekçi ve
Çok özel arkadaşı Bekir Coşar burada olsa idiler,
Ne tasarımlar yaparlardı ama.
Ah Tuğkaan Erez,
Sen de ne koreograflar yapardın.
Bu kelimeyi (koreograf) bırakın söylemeyi,
Yazarken bile çok zorlanıyorum,
Bir de mesleğim olsa idi
Yanmıştım, yanmış.

Disneyland’te,
Şöyle bir felsefe var;
Dünyaca bilinen kahramanlar,
Pinokyo,
Karayip Korsanları,
Maden dağı,
Pamuk Prenses ve yedi cüceler…
Bir kapıdan gir,
İçerisi kapkaranlık,
Raylı sistem ile oturarak dolaşma,
Özellikle çocukları korkutuyor,
Ses efektleri ürkütücü.
Işık oyunları bunları destekliyor.
Figürler canlı gibi hareket halinde.
Diğer kapıdan çık.
Girişte sırada en az on beş dakika beklemeler de cabası.
Bu bazen daha da artabiliyor.
İsteyen ayrı bir gişeden randevu alıyor.
Akla gelen tüm doğa olayları suni.
Koskoca ağaç dışarıdan canlı gibi.
Ama yapma!
O kadar benzetmişler ki
Yapma, bu kadar da olmaz ki dedirtiyor.
Alan geniş mi geniş uçsuz bucaksız.
Kara tren ile yaklaşık yarım saat sürüyor, çevresi.
Bazı sallanan,
Ya da
Ani hareketle,
Bir yukarı, bir aşağı indiren oyuncaklarda,
Akla kaza olasılığı geliyor.
Ama bu konuda çok sık kontroller yapılıyor,
Ve olayın bilincindeler.
Ellerinden geldiğince,
Her şey Allah’’ tan demek istemiyorlar.

Karayip Korsanlarında,
Gezi sular içinde, kayıkla.

Disneyland’te
Beni asıl etkileyen,
Hadi o kadar geniş araziyi anladım da
Ama bu sistemleri sağlıklı,
Ve devamlı altyapıyı nasıl kurdunuz?
Elektrik kesildi diyelim,
Bunu hissettirmeden devam ettirecek,
Sağlam sistemler olmalı.
Su kesildi diyelim,
Yedek sistemler anında devreye girmeli,
Bir mühendislik harikası diyebiliriz.

Karayip Korsalarında, hazineyi görünce,
Hazine dedikleri,
Demek buymuş dedim.
Hazine olan yerde hazine avcıları olmaz mı?
Bizim Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığımız da inşallah görmüştür.
O an aklımdan devlet malı deniz, yemeyen domuz,
Ye kürküm ye,
Götürmek,
Tüyü bitmemiş yetimler,
Örtülü ödenekler gibi
Saçma sapan şeyler geçti.

Bindik kara trene,
Daldık maden ocağına,
Mini trenle.
Mübarek bir aşağı,
Bir yukarı ama aniden yüreğin ağzında.
Arada bir yan gelip yatmasın mı?
Bazıları kızardı gibime geliyor,
Bu yan gelip yatmalara…
Aldım elime kamerayı baştan sona çektim bu anı.
Herkesin yapacağı iş değil,
Yüreğin ağzında iken,
Elinde kamera,
Valla yan gelip yatma anını bile çektim, trenin.



Bindik vapura,
Anadolu vapuru gibi yandan çarklı değil,
Arkadan çarklı.
Dumanı tutuyor,
Düdüğü ötüyor ama
Çaylar diyen yok!
Bu gördüğünüz ayna,
Yanında da bu tarak diyen duymadım.
Milli Piyango, sayısal satan yok!
Göl suni ama ördekler gerçek!
Hem de yeşilbaşlı gövel ördek!
Müzeyyen Senar’ın yeşilbaşlı ördeğini nasıl çekti canım ama.
Mırıldandım, hemen biraz.
Hani bazıları turşu görünce dayanamaz ya,
Ben de yeşilbaşlı gövel ördeği görünce başlarım,
Yeşilbaşlı gövel ördeğe.
Yanımdakiler, deli mi ne?
Demiş olabilir,
Bu da bizim memleketin çocuğu olma hasreti.

Bir adam iskelede,
Balık tutuyor.
Ama bu da gerçek değil, yapma.
Pamukkale travertenlerine benzeyen bir yer,
Bu da yapma.
Maden Dağı etrafında dolanıyoruz.
Göl de yapma.
Bu arada ‘’yapma’’ dediğinizi duyar gibiyim!

Ürkütücü bir eve girdik,
Her yer karanlık.
Odanın tabanı asansör ama aşağıya gidiyor.
O arada bir bayan takıldı gözüme,
Yıldız avcısı değilim ama
Geleceğini çok parlak gördüm.
Yönetmen olsa idim,
Türk filmlerindeki gibi kartımı çoktan vermiştim.
O nasıl bir ışık ise,
Bende yıldız ışığı var diyor,
Yanında da anası.
Bakıyorum anasına alıyorum kızı!
Anan seni benim için doğurmuş şarkısını mırıldanıyorum,
Elimde olmadan.

Evde,
Cadılar, vampirler,
Vals eşliğinde dans eden çiftler.
Korku müziği,
Cam fanus içinde, bir falcı,
Aşağıya doğru sarkıtılmış,
208 adet kemiği görünen bir iskelet,
Bir adam, şapkalı,
Başını gövdeden ayırıp selam verip duruyor.

Arabasında bir bebek uyuyor,
Mışıl mışıl.
Kemerle iyice bağlanmış,
Tüm saflığı yüzünde,
Samimiyetin canlı bir göstergesi,
Başında babası,
Anası?
Kim bilir nerede?

Tam bu sırada bizim kız,
Yapma da olsa,
Eline bir yılan almaz mı?
Anası da hiç korkmaz!
Sadece bayılır.

İlk yapılan buharlı bir lokomotif var,
Gösterimde,
Bakın diyor,
Ne haldeydim!
Şimdi ne hale geldim?
Arada bir raydan çıksam da,
Eşek gibi çalışırım, kendimi bildim bileli.

Gezmekten hem tabanlarım şişti,
Hem de ağırlık beni maf etti.
Tur müdürü geziye gitmeden önce,
Alın efendim alın,
Ne alırsanız alın,
Yiyecek çok pahalı demişti ya,
Biz de gezmekten yemeğe fırsat bulamadık!
Ya geziyoruz,
Ya da uyuyoruz,
Ne zaman yiyicez?
Tam Disneyland’in göbeğinde mola verdik.
Ben de dedim ki
Bu yiyecekleri yiyelim,
Yoksa ben buradan buraya bir adım atmam!
Yanımızda, misafirler de var Adana’dan, baba-kız,
Ne kadar yersek,
O kadar hafifleyeceğim diye
En çok ben yedim.
Derdi olan ben,
Afiyetle bir güzel yiyen ben.

Bir köprü var, asma,
Oynamadık yeri yok,
Bu da en çok çocukların hoşuna gitmekte.
Üzerinde zıplayıp durmaktalar.

Korsan gemisi de yerinde duruyor,
Bire bir aynı.
Hemen yanı başında Kafe hizmeti var.
Gemici feneri,
Korsan bayrağı,
Yelkenler,
Halatlar…

Bir bina,
Dışarıdan Kremlin Sarayına benziyor,
Oldukça orijinal,
Kiev’de gibi hissediyorsun.

Buralara kadar geldik,
Trene binmeden olur mu?
Sırada yaklaşık on beş dakika bekledikten sonra,
Geldi bizim kara tren.

Disneyland’ta,
Dünyaca meşhur çizgi film kahramanlarının canlıları izleyici ile buluşuyor,
Başta Miki Mouse olmak üzere,
Günün belli saatlerinde.
Özellikle çocuklar çok ilgi gösteriyor.
Taklit eden sanatçılar da,
Hem giyim,
Özellikle sarı pabuçlar,
Hem de davranışları birebir aynı.
Hatta daha sevimli gibi.
Onunla bir resim çektirmek için saatlerce beklemeler…
Her şey sadece o an için.
O da sanki kurulmuş robot gibi
Tekrarlar halinde aynı şeyleri yapıyor,
Ama çok başarılı,
Hayat sadece içki ve seksten ibaret değil deyip
Bir ara gidip öpesim geldi.

Tam bu sırada bereket yağmaya başlamasın mı?
Bereket demek;
Şemsiye ve yağmurluk demek,
Özellikle sarı renkli yağmurluklar,
Elbise üzerine geçiriliyor.
Yöre halkı o kadar alışkın ki
Hemen o konuma geçiyorlar,
Ve hiç umurlarında değil, yağmur.
Bu arada biz de güneşimizin değerini bilelim,
Varın çaresi var da
Yokun yok.
Maalesef onlarda güneş yok,
Ha var,
Ha yok gibi.

Disneyland’te olacaksın,
Yağmur yağacak,
Ne olacak?
Hiç bir şey olmayacak!
Kimse durmuyor,
Herkes sağa sola koşturuyor…

Bizde bazen yağmur duası olur ya
Bunlarda ise tam tersi olabilir.
Aman Allah’ım,
Ne olur bu gün yağmasın!

Bir mağazaya girdik,
Bir tane elbise tipli cırtlak sarı renk yağmurluk,
Sekiz Euro.

Neye binelim,
Neye binelim derken,
Karşımıza Pamuk Prenses ve yedi cüceler çıktı,
O da aynı felsefe,
Bin mini trene,
Gir karanlık bir yere,
Müzik eşliğinde yolculuk boyunca,
Sağlı sollu,
Karşına çıkıyorlar,
Hem de hareket halinde.




Önceki Yazı: Tura geldi, Tura Gittik – 1 (Yola Çıkış-Amsterdam)
Sonraki Yazı: Tura geldi, Tura Gittik –3 (Lüksemburg)


 Yazılan Yorumlar...
Ali Kavruk
(15 Şubat 2011)
Bir gezi yazısının mizahi anlatımı çok ilginç.Eğlenceli gidesim geldi gülesim geldi
A. Bilgin
(15 Şubat 2011)
Son derece akıcı, eğlenceli ve bilgilendirici yazınız için tebrikler. Gideceklerin mutlaka okuması, gidenlerin de neleri kaçırmışım diyerek bir daha okuması gerek. Elinize, ağzınıza ve ayaklarınıza sağlık. Teşekkürler.
gülden
(15 Şubat 2011)
Okadar akıcı,samimi,neşeli ve içten yazmışsınız ki:))doğrusu oldukça keyifli okuduk...kaleminize ve yorumunuza sağlık....Paylaşımınız için teşekkürler..
hakangeziyor
(14 Şubat 2011)
Feridun Bey, keyifli ve farklı tarzdaki yazılarınızla aramıza hoşgeldiniz...
Kaleminize sağlık...
NEŞE
(14 Şubat 2011)
Neşeli üslubunuzla Paris te çok güzel dolaştık..Caddelerin yanından belli saatlarda akan sular,belediyenin baş sorunu köpek pislikleri için düşünülmüş,kadının temizlik anlayışı da ilginç tabii..Louvre ın avlusundaki tartışmalı cam piramit ünlü Japon mimar Pei nin eseri,ilginç bir eser...Aslında sizin "pehlivan" fikriniz 19 yy. da gerçek olmuştu,bir grup pehlivan gösteriler yapmak üzere Paris e gelince sosyetenin madamları arasında olay çıkmıştı...Yazınızın devamını bekliyorum..Teşekkürler..