Ülkemizde alışık olduğumuz ağaçlardan, çiçeklerden, yeşillikten tamamen uzak, kumtaşından kayalar, sıkça rastladığımız koyun ve keçi sürüleri eşliğinde ara sıra mola için yarpuzlu çay ve kakuleli kahve yudumlayabildiğimiz yerlerde mola vererek, yolculuğumuzu tamamlıyoruz. Amman’dan Petra’ya 3 saatte varıyoruz. Seneler önce izlediğim “Indiana Jones Son Macera” filmindeki Petrayı, belleğime nakşettiğim ve hep merak ettiğim görüntüleri nihayet görebileceğim. Yazarlara, yönetmenlere, müzisyenlere epeyce ilham olmuş bir yer burası. Dünyaca ünlü müzik grubu Helloween, 2013 yılında çıkardığı “Straight Out of Hell” albümündeki “Nabataea” şarkısını bestelerken Petra’dan ilham aldığını söylemiş.
18 Nisan 2019 tarihinde, yani Dünya Mirası Günü’nde açılan Petra Müzesi arkeolojik kentin ana girişinin hemen yanında yer alıyor…
Yaklaşık 10 saatlik Petra keşfimize büyük bir heyecanla başlıyoruz…
Petra şehri 1985’de Unesco Dünya Mirasları Listesine alınmış. 2007’de ise Dünyanın Yedi Harikasından biri olmuş. MÖ 6. Yüzyılda sıra dışı uygarlık Nebatilerin başkenti olarak, içinde bulunduğu dağları oyarak oluşturduğu bir antik kent. Adını Yunanca taş, kaya kelimesinden almış. 1812 yılına kadar batı toplumları tarafından bilinmeyen bu büyüleyici kent, sadece bedevilerin yaşadığı bir yermiş. Bu yüzden Petra’ya “Kayıp Şehir” de deniyor. 1812 yılında İsviçreli Johann Burck Hardt adında bir kaşif türlü zorluklarla Bedevi kılığına girip Arapça öğrenerek antik kenti keşfetmesinden bu yana, Petra’nın sırları çözülmeye başlamış. Tarihte sırasıyla Nebatiler, Yunanlar, Romalılar, Bizanslılar ve Osmanlıların hüküm sürdüğü bu kadim topraklarda bulunan, uygarlıkların izini birazcıkta olsa sürebileceğiz.
Al Sig Kanyonu’nda kayalara kazınmış deve kervanı rölyefleri…
Yaklaşık 1,5 km. uzunluğundaki Kanyon ve yürüyüş yolunda gördüklerimizden etkilenmemek mümkün değil. Adeta “doğanın sanatı” karşısında mest oluyoruz…
Arabamızı park edip, antik kente girmeden önce, ihtiyaçlarınız için kafe, büfe, hediyelik dükkânlar ve lokantaların olduğu bölgede biraz oyalanıyoruz. En az 10 saatlik bir yürüyüşe hazır olacak su, şapka, güneş kremi v.b. ihtiyaçları çantamızda hazır bulunduruyoruz. Kalabalık ziyaretçiler uzun bir kuyruk oluşturmuşlar. Bir süre bekleyince, sıramız geliyor. Tek kişi giriş, bizim paramızla 480TL (50 JD) kredi kartıyla o gün için 493 TL. Dünyanın en çok ziyaret alan kenti olduğunu düşünürsek, sanırım Ürdün petrol ve doğal gazı olmamasını Petra antik kentiyle idare etmeye çalışıyor. İster at, ister deve, katırla, isterseniz yürüyerek büyülü yolculuğunuza başlayabilirsiniz. Antik yol güzergâhlarında yönlendirici tabelalar yürüyüşü rehber olmadan da yapmanızı sağlıyor.
Petra’da her yer uygarlıkların izlerinden bir parça taşıyor. Nebatilerin ileri gelenleri için yapılan ve oldukça iyi korunmuş olan Urn Mezarlığı ya da Unayshu Mezarlığı bunlardan sadece bir tanesi…
Yaklaşık 1,5 km. uzunluğundaki ‘The Siq’ olan yürüyüş yolunun giriş kısmında, Nebatilerin M.Ö 1. yüzyılın sonlarında inşa ettikleri bir baraj bulunuyor. Devasa su sisteminin bir parçası olan baraj, bu kenti su baskınlarına karşı koruyor. Bu yolda yürürken; bambaşka bir formda olan muhteşem kayalıklar ve kanyon duvarlarında gördüğümüz su kanallarından etkilenmemek olası değil. MS. 50 yılından kalmış antik baraj ve kayalıkların arasında kalan yer yer girdap gibi daralan, yılan gibi kıvrıla kıvrıla giden bu büyülü koridor, tarihi çizimler, kayalara oyulmuş bir dizi Nebati mezarları ve şehre su taşıyan boruların kalıntılarını sunuyor ziyaretçilerine. Hele sonunda görkemli Al Khazneh (Hazine)’ye ulaştığınızdaki heyecan ve şaşkınlık üst düzeye çıkıyor. Bu yol bitince; birdenbire belleğimden hiç kaybolmamış, Petrayla özdeştirdiğim ünlü Hazine (Al-Khazneh) yapısı karşıma çıkınca, heyecanlanıyorum, ruhum kanatlanıyor sanki. Develer, atlar, eşekler, bedeviler ortama masalımsı bir ruh katmışlar. Ziyaretçiler telaşla, bu anı fotoğraflıyorlar. Kuş bakışı görmek isterseniz, kayalıklardan tırmanabileceğiniz yerler de var. Dar zamanlarda böylesi bir eşsiz ortamda, görüntüyü kadrajlamak biraz zorlaşıyor. En güzel ve hedeflediğin görüntüyü almak biraz dikkat istiyor. Fotoğraf çekmek istediğin yere odaklanmak bu sihirli ortamda epeyce zorlaşıyor. Turistlerin çoğu selfiyle idare ediyorlar, “fotoğrafımı çekermisiniz” diyenler pek yok. Sanırım korona virüsü tehlikesi insanların her daim aklında.
Petra’nın incisi olarak kabul edilen Al Khazneh, yani Hazine MÖ. 1.yüzyılda inşa edilmiş. Bu görkemli yapının içine girmek yasak olduğu için sadece dışarıdan büyülenmekle yetiniyoruz…
Kız kardeşim Şule, eşi Numan, yeğenim Evrim ve seçilmiş kızkardeşim Emine hayallerimizi süsleyen tapınağın önündeyiz nihayet…
Petra keşfimizin; 10 saatlik yürüyüşünde; başka bir gezegende gibiydik. Kapadokya Petrayı görse kıskanırdı. Tabiki Petra da Kapodokya’yı kıskanırdı. Kapodokya’yı ilk gördüğümdeki şaşkınlığım, burada da aynı hislere bıraktı. Burada yüzyıllar öncesine ışınlanmış gibiyim. Kanyondan çıkınca birden bire pırıl pırıl güneşin aydınlattığı, sihirli Al Khazneh (Hazine) ile karşılaşmamız unutulmaz anılarda yerini aldı. El-Hazne’nin ön cephesi, Nebati, Yunan, Pagan ve Mısır kültürünün tanrısal figürleri, hayvanlar ve çiçeklerle süslü. Mısır tanrıçası İsis’ten, Zeus’un oğullarına ve kadın savaşçılar amazonlara, medusa başına kadar çok sayıda kültüre dair heykeller ve figürler barındırıyor.
Petra’da gezerken nereye baksanız gizem ve tarih fışkırıyor…
Antik şehirde kumtaşı kayalarının kırmızımsı, pembemsi, sarımsı, turuncumsu renkleriyle bezenmiş; kayalara oyulan mezarlıklar, tapınaklar, rölyefler ve her biri eşsiz bir doğa heykeli görünümündeki kayaların; günün farklı saatlerine göre dans eden ışığa göre renk değişimi büyüleyici. Hazine’den sonra görülmesi gereken 7000 kişililik amfi tiyatro, Büyük Tapınak, Manastır ve birçok ilginç ve hayranlık verici kalıntılar, kral ve roma senatörlerinin mezarlıkları, duvar çizimleri, rölyefler bizi büyülüyor. Çok dar alanlarda hemen yanı başınızdan geçen develer, eşekler, katırlar, atlı arabalardan tedirgin olsanız da, uzun yürüyüşlerden sonra bu tedirginlik normalleşiyor. Tüm gün güneşin altında turist taşıyan, develer, katırlar, atlar, eşekler çelimsiz ve zayıf görünüyorlar. Atların estetiği bir başka, nede olsa arap atı bunlar. 70 yaş ve epeyce üstü turistlerin çok sayıda olmasına ve saatlerce süren yürüyüşlerine imrenerek bakıyorum. Hatta bastonlu, engelli yaşlıların enerjilerini de şaşırtıcı buluyorum. İnsanoğlu merakını gidermek için, her koşula adapte olabiliyor diye düşünüyorum.
Babas Sig Türbesi ve solda da krallara, Roma senatörlerine ve ünlü yöneticilere adanmış Kraliyet Mezarları…
Solda Roman Amfitiyatrosu; sağda ise tarihin gölgesinde yorgunluk atan ve müşteri bekleyen karakaçan…
Hediyelik eşyalar satan görevlilerin, rehberlerin, taşımacıların birçoğunun gözleri sürmeli uzun saçlı, genç erkekler. Turistlere kalıcı ve geçici sürme yapan bedevi gençler var. Genç kızlar epey rağbet ediyor gözlerini sürmelemeye. Sanırım kadının adı yok buralarda. Neredeyse 3 ya da 4 bedevi kadınına rastlayabildim. Bazı gençler Petra’da at gibi hızlı koşan develerle, çok gürültülü yabancı pop müzikleri eşliğinde tepelere tırmanıyorlar, iniyorlar, atlıyorlar, hem güldüren, hem de benim gibi hayvan severleri üzen gösteriler yapıyorlar. Petra antik kentinde, hayvanları mutlu ve sağlıklı görmedim diyebilirim. Ayrıca, hayvanlarıyla turistleri gezdiren yerel insanların belli kuralları olması Petra turizmi açısından daha iyi olacaktır. Örneğin; sizi gezdirmek için, ikna etmeye çok uğraşıyorlar ve bu durum sıkıcı bir hal alıyor.
10 saat süren bu şiirsel yürüyüşümüz bittiğinde, kendimizi çıkıştaki bir kafeye atıyor, naneli limonatayı huzurlu bir keyifle içiyoruz. Anılarımıza; muhteşem açık hava müzesi Petra’yı ekleyerek ve ardımızda bırakarak, merakla farklı bir coğrafyaya, Wadi Rum’a (Wādī Ramm) rotayı çeviriyoruz.
Görüşmek üzere….