Sachertorte Tadında Bir Viyana Gezisi...

Bundan tam altı ay öncesiydi ve Lüksemburg, yazın sıcaklık ve nem açmazında, yaşanılası bir yer olmaktan çoktan çıkmıştı. Yavaştan kaçacak bir yerler araken, Ryanair uçuşları arasında Klagenfurt diye bir yer olduğunu farkettim. Avusturya'nın güneyinde bulunan bu şirin ve doğa harikası şehrin Viyana'ya, trenle dört saat kadar uzaklıkta (veya yakınlıkta) olduğunu görünce, uzun zamandır uygulamaya koyamadığız Viyana seferini başlatmaya karar verdik. İtiraf etmem gerekir ki uçuşun maliyetinin iki kişi toplamında sadece ama sadece 25 Euro olması, fırsatı ganimet bilmeyi oldukça kolaylaştırımıştı

Klagenfurt Havaalanı'ndan, iki otobüs değiştirerek, Tren Garı'na ulaştık 10 dakika içinde. Bu küçük ama doğa harikası şehrin hemen yanında izlemesine doyum olmayan doğa harikası bir göl var. Hatta bir bisiklet kiralayıp etrafında gezmeniz ya da şanslıysanız plaj voleybolu etkinliklerini izlemeniz mümkün. 41 Euro'ya aldığımız tren biletleri ile 4 saatlik yolculuğumuza başlıyoruz sabah 10 sularında... Gecenin verdiği uykusuzluk ve kompartımanın rahatlığı, göz kapaklarımızı kapatmaya çalışsa da manzaraların büyüsünden uyumanın imkansız olduğunu anlıyoruz.

Viyana'ya ulaştığımızda haritalarda gördüğümüz ulaşım ağının pratikte ne kadar kullanışlı olduğunu anlayıp kolaylıkla Mariahilfer Straße'daki otelimize ulaşıyoruz. Eğer en az 3 günlüğüne Viyana'da iseniz, 72-saatlik bilet (72 Stunden Wien-Karte) ile (yaklaşık 14 Euro) 3 gün boyunca sınırsız olarak toplu taşıma kullanmanız mümkün ve de şiddetle tavsiye olunur. Bu durum, büyük Avrupa kentlerinde ortak akıl olarak karşımıza çıkmaktadır aslında.

Ve Viyana... Anlatması zor gerçekten... OECD'de çalışıp seni her gün soluklamak vardı... Türkler içinse daha özel anlamlar taşıyan bir yer... Onu diğer büyük şehirlerden ayıran kendine özgü bir gizemi var... Bizim içinse rüya gibi bir gezi ve harika dostlar demek... Yeri gelmişken Sevgili dostlarımıza bu anıları bize yaşattıkları için teşekkürü borç biliriz... Viyana onlarla güzel bizim için...

Dostlarımızın düzenlediği ve onayladığı gezilecek/görülecek yerler listesi şöyle:
- Stephans platz (St. Stephen Meydanı)
- Stephansdom (St. Stephen Kilisesi)
- Graben civarı
- Kärtner Strasse
- Staatsoper (Opera Binası)
- Hofburg (Kraliyet Sarayı ve Müzeler)
- Volks Garten
- Rathaus (Belediye Binası)
- Parlamento Binası
- Schloss Schönbrunn (Schönbrunn-Güzelçeşme- Sarayı)
- Karlskirche (St. Charles's Kilisesi)
- Museums Quarter
- Kunsthistorisches Museum (Modern Sanat Muzesi)
- Naturhistorisches Museum (Doğa Tarihi Muzesi)
- Albertina Museum
- Mariahilfer Strasse (Alışveriş için muhteşem bir cadde)
- Arsenal Müzesi (Savaş Müzesi)
- Schloss Belvedere
- Dounau Insel
- Prater (Çok güzel ve adrenalin dolu bir park)
- Türkenschanzpark
- Grinzing Bölgesi
- Kahlenberg tepesi

İlk durağımız şehrin kalbindeki Stephansdom ve Stephans platz... Yapımı yüzyıllar aldığı için Ramanesk ve Gotik mimari dönemlerin izlerini taşımaktadır Katedral. Aziz Stephan'ın nasıl öldürüldüğünü tasvir eden ana mihrabı çok heybetli doğrusu. Kuzeydeki kulesinde ise Viyana kuşatmasından sonra Türklerden arta kalan toplardan yapılan ve zaferi simgeleyen figürlerle donatılan bir çan vardır. Ancak bu çan 2. Dünya Savaşında yerinden düşerek paramparça olmuştur. Kalıntılarından yeni bir çan yapılarak tekrar asılmıştır.



Katedralin ön kısmında biraz hilale benzeyen bir şekil ve iki düz çizgi vardır. Anlatılanlara göre Viyanalılar aldıkları ekmekleri Katedrale gelerek bu şekillere göre ölçerler ve satıcının hile yapıp yapmadığını anlarlarmış... Standartlara uymayan ekmekler ise Tuna'ya atılırmış. Ekmeği Tuna'ya atılan esnafın ise vay haline...

Ve tabiki Mozart... O, Viyana gezisinin önemli bir durağı... “Avusturyalıların yaptığı en büyük iki şey: Avusturyalı olan Hitler'i Almanlar'a satmak, Alman olan Mozart'ı da sahiplenmek” derler... Mozart'ın izleri Viyana'nın kalbinde... Acı olansa herhalde bu büyük müzisyenin beş parasız borçlar içinde hayata gözlerini kapayıp, Stephansdom'um bir köşesinde bir hafta gömülmeyi beklemesi olmuş... Katedral yakınlarındaki müzesi yani, Mozarthous ya da Figarohous... “ Marriage of Fifaro”yu da bestelediği ve üç yıl yaşadığı bu küçük ev, müziksever turistlerin sıklıkla uğradığı yerlerden.

Viyana Opera binası... Müziğin şahdamarı... Dünya operasının başkenti... Düşünün ki bir Opera binasısınız ve açılışınız Mozart'ın eşliğinde yapılıyor ve 2. Dünya Savaşı sonrasında restorasyonu müteakiben Bethoven ile ikinci kez açılıyorsunuz... Sözün bittiği yer... Turistlerin dikkat etmesi gereken ise, bina civarında bilet satmaya çalışan insanlar... Eğer gerçekten bir opera izlemek istiyorsanız bir bilene sormakta azami fayda var....Ayrıca bir rehber eşliğinde 6-7 Euro'ya binayı gezme şansınız var. Opera binasının hemen yanında opera müzesi de gezmeye değebilir.

Opera binasının yakınlarındaki Karls Kilisesi mimarisi ile Barok tarzının en dikkat çekici örneklerinden birisidir. Veba salgınının bitmesi sonrasında 1700'lerin başlarında yapımına başlanan bu kilisenin özellikle kubbe mimarisi, biraz İslam mimarisinin özelliklerini yansıtmaktadır. Diğer taraftan çok şaşaalı iç mimarisini görmek içinse Viyana'daki diğer kiliselerin aksine para ödemek gerekir. Ayrıca yakın zamanda bir sema gösterisine de evsahipliği yapan Votiv kilisesi ve Romalılardan kalma tek eser olan Ruprecht Kilisesi diğer görmeye değer dini yapılar...



Ve tabiki Naschmarkt... Viyananın en önemli pazarı... Karls Kilisesi civarında iseniz ve birazda Viyana'nın diğer bir yüzünü görmek isterseniz, ve özellikle Cumartesi günü ise, bu çok renkli halk pazarında her türlü lokal ve enternasyonel lezzeti tatma fırsatınız olacaktır. Hatta satıcılar ile pazarlık yapıp yerel kıyafetleri yüzde 40 daha ucuza (sizin pazarlık gücünüz, oranı daha da yukarılara taşıyabilecektir) almanız da mümkündür. “Dönere gel” diye ilgi çekmeye çalışan satıcılar da yüzünüzü elbette gülümsetecektir.

Hofburg Sarayı şehrin tam göbeğinde. Hofburg hanedanı tarafından daha çok kışlık saray olarak kullanılmış olup, Viyana şehir mimarisinde yer alan birçok mimari akımdan örnekler taşımaktadır. Yüzyıllar içinde yapılan çalışmalar ile şapeller (Hofkapelle ve Burgkapelle), müzeler (Naturhistorisches Museum ve Kunsthistorisches Museum), Ulusal Kütüphane, Hazine (Schatzkammer), Ulusal Tiyatro (Burgtheater), İspanyol Binicilik okulu (Hofreitschule), ve Kongre Merkezi gibi parçalar eklenmiştir.



Özellikle binicilik okulundaki gösteriler turistlerin en çok ilgi gösterdiği aktivitelerden birisidir. Sanırım belli bir takvime bağlı olarak düzenli gösterileri var ancak sabah ekzersizlerini izlemek için bile oldukça yoğun bir ilgi var... Maalesef fotoğraf çekmenin yasak olduğunu söylemeliyim.

Hofburg sarayında Franz Joseph ve ünlü eşi Elizabeth'in yani Sisi'nin yaşadığı odaları, kullandıkları eşyaları, ve ayrıca Sisi'nin hayatının ayrıntılarını öğrenme şansınız vardır. Hatta Sisi'nin İtalya'da trajik bir şekilde suikaste kurban gidişini yaşar ve duygulanırken, O'nun bu kadar ön plana çıkarılmasının kocasının epey gölgede kalmasına neden olduğunu farkedersiniz. Diğer taraftan sarayın bu kısmında da fotoğraf çekilmediğini belirtmekte fayda var.

Hofburg Saray'ının ana girişininde, en üst kısımda üç ayrı heykel var. Bu heykeller dünyadaki en cesur üç orduyu temsil ediyor. Ortada tabiki Avusturya ordusunu ve askerlerini simgeleyen bir heykel, hemen sağında Napolyon ve Fransız askerleri ve sol tarafta ise Osmanlı askerleri...

Güçlü ve kahraman düşmana karşı “yiğidi öldür hakkını yeme”nin bir adım ötesinde saygı duymuşlar gerçekten... Hatta Birinci Viyana kuşatmasında Ulubatlı Hasan'ın misyonunu Viyana'da üstlenen “Çerkez Dayı” atı ile surlara dalıyor ancak şehit düşüyor sonuçta... Kuşatma başarısız olsa da, oldukça kahraman olan bu askerin heykelini yapan Avusturyalılar, Graben Meydanı'na yakın bir binanın ikinci katının köşesine bu heykeli yerleştirmişler... İlginç ama bir o kadar da takdire şayan bir ayrıntı...



Graben Meydanı, Stephansdom ile Hofburg Sarayı arasında ve şehrin kalbi. Zamanında pazar yeri, festival merkezi vs. gibi değişik amaçlarla kullanılan ve şimdilerde ise birçok kafe ve lüks mağaza tarafından çevrelenen meydanın tam ortasında, oldukça gösterişli bir anıt var. 1600'lü yılların sonunda dikilen bu anıt, Avrupa'yı kasıp kavuran veba salgınında ölenlerin anısına dikilmiş...

Graben Meydanını görüp, kafelerdeki tatlı ve kahvelerin kokuları ile sarhoş olunca, Cafe Sacher yapmanın tam zamanı. Otel Sacher'in girişindeki Sacher Cafe, Viyana gezisinin olmazsa olmazı... Mutlaka bir akşam gidilecek ve mutlaka Sacher Torte (Avusturya’ya özel muhteşem bir çikolatalı pasta) yenilecek, yanında Coffee Melange (Avusturya kahvesi) içelecek. Viyana'ya gidip Cafe Sacher'e uğramayan ve fotoğraf çektirmeyenleri havaalanında dövüyorlarmış diye duydum :)) Biz Sacher Cafe'ye girmek için sanırım 20 dakika sırada bekledik ama sonunda içeriye kendimizi atarak, azim ve kararlılığımızı Sacher torte yemek ve melange kahve içmek suretiyle taçlandırdık…



Yine merkezde ve Opera binasına yürüme mesafesinde Cafe Central var. Viyana'nın en eski kafesi olup, akşam belirli saatlerde canlı klasik müzik eşliğinde kahvenizi yudumlamanız mümkün. Bu kadar yeme-içme muhabbeti sizi acıktıracağından, uygun bir yerde Avusturyalıların en ünlü yemeği olan Şinitzeli denemekte fayda olacaktır. Grinzing Bölgesi'ndeki güzel restaurantlar ise Şnitzel için en doğru adres...

Hofburg Sarayının dışında iki önemli Saray daha var: Schloss Belvedere ve Schloss Schönbrunn. Bunlardan ikincisi, Schloss Schönbrunn, mimarisi, peyzaji, ve hayvanat bahçesiyle Viyana'nın en gözde mekanlarından birisi. Bu Saray'ın en önemli özelliği ise 1815'te yapılan Viyana Kongresi'ne ev sahipliği yapması... Bir şekilde Beynelminel Münasebetler Bölümünün tornasından geçmiş tüm bireylerin kafasına kazınan “Balance of Power System“ işte... Nostalji zamanı... Alkım, notlarında BoP diye kısaltırdı bu terimi (muhtemelen herkes de bu şekilde kısaltacaktır)... İlk gördüğümde anlamamıştım doğrusu... Tabi bir de değerli hocamız Mustafa Türkeş Bizans İmparatorluğu'nu “bay-zen-tay- nem-payr” diye telaffuz ettiğini ilk işittiğim anda, bunun bir bağlaç olduğunu düşünmüştüm :)) Mezuniyetin onuncu yılına geliverdik bile...



Neyse...

Sıkıldıysanız Tuna (Donua) Nehri kıyılarına doğru gitmenin tam zamanı... 1970’li yıllarda taşkınları önlemek amacıyla Tuna Adası oluşturulmuş. 20 kilometre uzunluğundaki bu ada koşu yolları, yeşilliği ve sakinliği ile yazları Viyanalıların en gözde mekanlarından... Ama Tuna'yı görünce ayrı bir duygusallık oluyor insanda... Yahya Kemal demiş ya: “Türkün gönlünde dağ varsa Balkan'dır; nehir varsa Tuna'dır”... Aynı ikircikli hisleri Budapeşte'de daha derinden yaşamak mümkün tabiki... Eğer “Tuna'yı bir de şöyle yukarılardan izlesem ne güzel olur” diyorsanız, Kahlenberg tepesine doğru yol almanın vaktidir.

İstanbul için Çamlıca tepesi ne ise Viyana için de Kahlenberg odur desek yanlış olmaz sanırım. 500 m yüksekliğinde olduğunu duyduğumuz bu tepe, muhteşem bir Viyana ve tabiki Tuna manzarasına sahip. Diğer taraftan 2. Viyana Kuşatması'nın da önemli figürlerinden birisi olup, Leh kral Sobieski komutasındaki kurtarma ordusu buradan Osmanlı ordusuna saldırmış, Budin'in düşmesi ve Karlofça Anlaşması ile sonuçlanacak süreci başlatmıştır. Bu tepede bulunan kilise Polonyalılar için önemli bir yer olup, Sobieski için hala ayinler yapılmaktadır. Kilisede ise o dönemden kalma savaş planları hala muhafaza ediliyor.



Viyana Kuşatması Avrupa tarihine öylesine damga vurmuştur ki söylenenlere göre bugün Avrupanın hemen her yerinde kahvaltıların olmazsa olmazı Kruvasan (Croissant) adlı lezzetli çörek de bu dönemde ortaya çıkmıştır. Rivayet odur ki Osmanlı ordusundaki lağımcılar geceleri alttan alttan kaza kaza Viyana'ya yaklaşırken, bunun istihbaratını alan Avusturya ordusu komutanları, her evin zemin katına bir leğen su koydurmuştur. Sudaki titreşimlerden lağımcıların yaklaştığını anlayıp, ters taraftan barut patlatarak binlerce lağımcının şehit olmasına neden olmuşlardır. Bunlardan birisini kutlarken hilale benzeyen bu çörekler yaptırılıp bedava dağıtılmıştır. Bu kadar Osmanlı demişken, Heeresgeschichtliches Museum Arsenal (Savaş Tarihi Müzesi) ziyaret edilirse kuşatma dönemlerinden kalma birçok savaş aleti görülebilir.

Müzeler şehri Viyana... Hofburg sarayı'nın hemen yakınında zamanında ahır olarak kullanılan yer şu an Museum Quarter olarak kullanılmakta olup, şehrin en önemli kültür merkezlerinden birisidir. Ama “ben müzelerde sıkılırım, utangaç bir yapım var, daha ziyade para harcamak uzmanlık alanım” derseniz, Museum Quarter'ın hemen sağında uzanan ve Viyana'nın en önemli alışveriş caddelerinden birisi olan Mariahilfer Strasse tam size göre...

3-4 günde ancak bu kadar olur... Daha anlatacak çok şey var... Paris'ten bile daha çok etkilendiğim bu şehri yine yeniden keşfetmek için fırsat kolluyorum aslında... Avrupa'da Roma'dan sonra görülmesi gereken ilk şehir...

Hoşçakalın...


 Yazılan Yorumlar...
fatma
(26 Eylül 2011)
Viyana bir zamanlar muhteşemmiş gerçekten şimdi ise tramvay tellerinden direklerden levhalardan görmek çok zordu...binalar inanılmaz sanki iğne oyası sanki özenle yapılmış kremalı pasta...dilim dilim yemesi geliyor insanın.Belvedereye ise aşık oldum hala içim sızlıyor...ama trenle giderseniz şehre yaklaşınca kapatın gözlerinizi...öyle berbattı ki ,diğer trene binip kaçmak istemiştim.
NEŞE
(19 Şubat 2011)
Yıllar önce o çevrede çok güzel şatolar gezdiğimi hatırlıyorum,sizin kaleminizden yeniden hatırlamak çok hoş olabilir ???
Erdin İVGİN
(19 Şubat 2011)
Sevgili Musa,
Yazını keyifle okudum. Fotoğraftaki Sacher Torte ise ağzımızı sulandırdı.
Yazılarının devamını bekliyor ve aramıza hoşgeldin diyorum.
Musa Kayrak
(16 Şubat 2011)
Neşe Hanım, aslında Lüksemburgu yazmak hem çok kolay, hem de çok zor. Kimi zaman, bir günün bile fazla olduğunu düşünsem de, bir yıl yaşamak dahi yetmiyor Lüksemburgu anlamak için. Ben de kalemi elime ne zaman alacağımı merak ediyorum doğrusu. Selamlar.
NEŞE
(16 Şubat 2011)
Musa bey,sizden bol bol yazı bekliyoruz Lüksemburg dan..O bölgeyi çok iyi tanıyorum,gezecek çok güzel yerler var,haberleri bekliyoruz..
Musa Kayrak
(16 Şubat 2011)
Tesekkur ediyorum. Size daha once ifade ettigim gibi, yazilarimin tarzi biraz farkli olabilir. Umarim, ziyaretciler icin faydali bir yazi olmustur.

Ayrica, Viyananin diger Avrupa sehirlerinden farkli bir havasi var. Avrupaya gezme planlari yapanlarin listesinin en basinda yer almali diye dusunuyorum.

Ayrica 7 Euroya Bratislavaya (otobus- 1 saat) ve de oradan da 14Euroya Budapesteye (tren- 2,5 saat) gidilebilecegi unutulmamali. Budapeste uzerinden Wizzair (ucuz ucus demek oluyor) ile Istanbula donus de mumkun oldugu icin, muhtesem bir gezi natifi olarak degerlendirilebilir.


hakangeziyor
(15 Şubat 2011)
Sevgili Musa, taa Luksemburglardan buraya yetiştin ve bize güzel keyifler yaşattın...Henüz görmek nasip olmadı ama sayende bir solukta okudum..
Aramıza hoşgeldin...
Kalemine sağlık kardeşim...
NEŞE
(15 Şubat 2011)
Çok güzel gezdirdiniz,anıları canlandırdınız..Bence Avrupa nın en aristokrat şehridir Viyana,sokaklardaki şık hanımlar hala şapka ve eldiven giyiyorlar,müziğin kalbidir aynı zamanda,Strauss un valslerini kim unutur ?Çok teşekkürler..
Ferudun Babacan
(15 Şubat 2011)
Hani derler ya
Yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat!
İşte öyle bir şey, bu şey!