2018’de
yaptığımız Filipinler gezisi dönüşünde Vietnam ve civarını da gezmeyi
kararlaştırmıştık. Araya covid-19’un girmesi planlarımızı aksattı. Gerek
hastalığa yakalanma korkusu, gerek ülkelerin giriş kısıtlamaları nedeniyle geziyi
sürekli erteledik.
Nihayet
2022 yazında kararımızı verip 874 dolara uçak biletlerini aldık. Yağmur
mevsiminin sona erdiği kasım ayının 15’inde gidip, 2 Aralıkta döneceğiz.
Kabin
boy valizimize kuruyemiş, peynir, birkaç konserve, sallama çay, birkaç şort ve
gömlek koyduk. Tabi yetmiş yaşında olmanın sonucu oluşan hastalıklarımızın ilaçlarını da ihmal
etmedik.
İstanbul
Havaalanı’ndan Katar Havayolları ile Doha aktarmalı Ho Chi Minh’e gideceğiz.
Havayolu görevlileri kontrol sırasında dönüş biletimizin ve konaklama rezervasyonumuzun
olup olmadığını sordular. Niye bu evrakları istediklerini sorduğumuzda bunları
ülkeye giriş sırasında pasaport polisinin sorduğunu, o nedenle kontrol
ettiklerini söylediler. Dönüş biletimizin olmayabileceğini, oradan başka
ülkelere geçip canımız ne zaman isterse bilet alıp dönme niyetinde olduğumuzu,
bu nedenle dönüş bileti göstermek zorunda olmadığımızı ısrarla söylememize
karşın tavırları değişmedi, dönüş biletimizi gösterdik. Bu kez de vizeniz yok
diye tutturdular. Yeşil pasaporta Vietnam vizesi gerekmediğini söyledik.
İnanmadılar. Bilgisayardan kontrol ettikten sonra kabul ettiler.
Rahat
ve sarsıntısız bir uçuşla dört buçuk saatte Doha’ya geldik. Yemekler güzeldi.
İçki servisi de yapıldı. Havaalanındaki tabelalar ve görevlilerin
yönlendirmesiyle aktarma yapacağımız alana geçtik.
Bir buçuk saat sonra Doha -
Ho Chi Minh uçağındaydık. Yedi saat süren yolculuktan sonra Ho Chi Minh
Havaalanına indik. Pasaport polisi ne dönüş biletini ne de konaklama
rezervasyonunu sordu. Sadece yeşil pasaporta vize olup olmadığını kendi
bilgisayarlarından kontrol ederek “giriş” damgasını vurdu.
Ho
Chi Minh Tan Son Nhat Havaalanı’ndan çıkınca etrafınızı hemen taksiciler
sarıyor. Konuştuğumuz bir tanesi bizi otelimizin bulunduğu Bui Wien
Sokağına götürmek için 420.000 dong (17
dolar) istedi. Kabul etmedik. Az ileride bulunan otobüs durağına yürüdük. Bui
Wien sokağının yakınından geçen 109 nolu otobüse (otobüs deniliyor ama aslında
minibüs) bindik. Kişi başı 15.000 dong. (Bir dolardan az.) Yarım saat kadar
süren yolculuktan sonra 94-96 Le Lai durağında
inip biraz yürüyerek otelimize ulaştık. Hava 29 derece nem epey fazla. Çok
terliyorsunuz. Gerek uçakta gerekse minibüste klimalar sonuna kadar açık. Çantanızda mutlaka mont ve yedek giysi olsun.
Ho Chi Minh Tan Son Nhat Havaalanı’ndan otele
giderken ilk olarak inanılmaz sayıdaki motosikletliler dikkat çekiyor. Sekiz
milyon civarında nüfusu olan bu kentte dört milyonun üzerinde motosiklet olduğu
söyleniyor.
Ho
Chi Minh’de Bui Wien sokağı üzerindeki Valentine Hotel’de yer ayırtmıştık. Bu
sokak eğlencenin merkezi. Eğlence sabaha kadar sürüyor. İlk gece otelin sokağa
bakan odasında kaldık. İnanın sabaha kadar müzik sesinden uyuyamadık. İkinci ve
sonraki geceler arka tarafa bakan bir odaya geçtik de biraz olsun rahat
ettik.
Sabah
odamızda sallama çayımızı yapıp, getirdiğimiz
peynir ve zeytinle kahvaltımızı ettik.
Kahvaltı
sonrası şehri keşfetmeye çıktık. Önce Notre-Dame Bazilikası’na gittik. Ne yazık
ki onarımdaydı. İçeri giremedik. Dışı da iskelelerle çevrilmişti.
Hemen
arkasındaki merkez postane binasını (Central Post Office) gezdik. Gerçekten
güzel bir bina. Buradan sevdiklerinize kart gönderebilirsiniz. Ayrıca bina
içinde değişik objelerin satıldığı iki dükkan da var.
Buradan
“The Independece Palace” (Bağımsızlık Sarayı)na
gittik. (giriş ücreti kişi başı 65.000 dong) Saray şehrin ortasında büyük bir
bahçe içinde. Saraydaki yemek salonlarını, toplantı, çalışma, dinlenme ve
yatak odalarını gezebilirsiniz. Sarayın
çatısındaki Amerikan helikopteri de ilginizi çekecektir. Bahçedeki tankları da
görmeden geçmeyin. 15.000 Dong karşılığında saray bahçesini gezdiren elektrikli
araca da binebilirsiniz.
Bağımsızlık
Sarayı’ndan sonraki durağımız Savaş Müzesi (War Remnats) oldu.
Savaş
Müzesi saat 13.00 da açılıyor. Üç katlı bir bina. Giriş 65.000 dong. Müzenin bahçesinde savaşta
ele geçirilmiş ve/veya Amerikalıların giderken bıraktıkları değiş modellerde
uçaklar, tanklar, silahlar sergileniyor. Bu ölüm makinalarını yakından görmek
insanı etkiliyor. Bu makinalardan açılan ateşle öldürülenleri düşünüyorsunuz.
Bunca ateş gücü üstünlüğüne karşın direnişin ve sonunda zaferin kazanılmasının
nasıl bir ruh ile başarıldığı, ne zorluklara göğüs gerildiği geliyor aklınıza.
Hüzünleniyorsunuz.
Müzenin
giriş katında Amerika’nın Vietnam’ı işgal etmesini protesto eden ülkelerde çekilmiş
fotoğraflar, gazete yazıları yer alıyor. Müzenin ikinci katında ise savaşı
izleyen gazetecilerin çekmiş olduğu acı
dolu fotoğraflar sergileniyor. Amerika’nın savaş zamanında kullandığı
bombaların etkisiyle vücudu yanan, kolu, bacağı, elleri olmayan birçok kişinin
fotoğrafı var. Müzenin son katında ise yine fotoğraflar ve savaşta kullanılan bombaların
sergilendiği bölüm var.
Müzede sergilenen tabloda
yazdığına göre: Vietnam Savaşı 17 yıl 2 ay sürmüş. Aktif görev yapan askeri
personel sayısı: 8.744.000 Atılan bomba ve top mermisi 14.300.000 ton.
Savaşın parasal maliyeti: 676 milyar dolar.
Ne için???
2. Dünya Savaşı, Kore Savaşı, Vietnam Savaşı karşılaştırması.
Çocukların korkuları yüzlerinden okunuyor.
Bu günlük
bu kadar diyerek otele dönüyoruz. Hava sıcak, terden sırılsıklam olmuşuz. Ho
Chi Minh’in gece hayatını inceleyebilmek için duş alıp dinleniyoruz.
Akşam otelden çıktığımızda
hava sanki biraz serinlemiş gibi. En azından güneş yok. İki mototaksi
kiralayarak Nguyen Hue Meydanı’na gidiyoruz. (50.000 dong)
Burası trafiğe kapalı uzun bir cadde, akşam üstü ve gece çok
kalabalık oluyor. Şehrin piyasa caddesi. Ho Chi Mihn’in heykeli de var. Nehre
doğru yürürken sol tarafta Saigon Opera binasını da görebilirsiniz. Çeşitli
müzik aleti çalanlar, şarkı söyleyenler, yiyecek – içecek satıcıları hepsi bu
caddede.
Caddeyi turladıktan sonra
gece hayatının kalbinin attığı Bui Wien Sokağı’na yürüyerek dönüyoruz. Yol
üzerinde Ben Thanh Pazarı’na da uğruyor, temizce gördüğümüz bir tezgahta
karnımızı doyuruyoruz. İstanbul’daki Kapalı Çarşı’nın küçük bir modeli olan bu
pazarda ne ararsanız var. Ama mutlaka sıkı pazarlık yapmak gerek. (Aslında
Vietnam ucuz bir ülke değil.)
Bui
Wien Sokağı’nda çeşitli barlar, kafeler, oturup bira içilebilecek mekanlar,
masaj salonları, karaoke barları vb. var. Her mekanda yüksek sesle müzik
çalınıyor. Caddeye bağlanan ara sokaklar da eğlenceli.
Bira molası yaptıktan sonra
bir arkadaki caddede turluyoruz. Buradaki seyahat acentelerinin birinden ertesi
gün için kişi başı 30 dolara tam günlük Mekong Deltası turu satın aldık. Sabah
tura katılacağız. Sakin bir yer bulup oturuyoruz. Sadece gelen geçene bakarak,
ateş püskürten çocukları seyrederek, sık sık
gelen satıcı ve dilencilere “no-no” diyerek vakit geçiriyoruz.
Mekong
Deltası’na gitmek üzere sabah saat sekizde servis bizi otelden aldı. Diğer
yolcuları da topladıktan sonra yola çıktık. Minibüste toplam sekiz kişiyiz.
Rehberimiz bir şeyler anlatıyor. Anlamıyoruz ama dinliyoruz.
Amerika gibi teknoloji devi
bir ülkeyle yıllarca savaşmış ve bu savaştan yengi ile çıkmış bir ülkenin
insanlarının yaşadıkları yerleri görmeğe gidiyoruz. Heyecanımız yüzlerimizden
okunuyor. Eskiden paralı yol olduğu gişelerinden belli olan, ancak epey
eskimiş, bir şeridi tamamen iptal edilmiş yolda hızla ilerliyoruz. (Bu yola motosikletlerin
girmesi yasak.) Yolun iki tarafında pirinç tarlaları var. Tarlaların bir
köşesinde mezarlar dikkatimizi çekiyor. Herkes kendi ölüsünü kendi tarlasına
gömmüş.
İki saatlik yolculuktan
sonra yiyecek içecek ve turisttik objelerin satıldığı bir yerde mola veriyoruz.
Mola sonrası yarım saatlik
yolculuk ve Mekong nehri kenarına geliyoruz. Mekong gerçekten muhteşem bir
nehir. 4900 km uzunluğu ile dünyanın en uzun onuncu (kimi kaynaklarda 12.)
nehri olan Mekong Nehri Çin’den doğarak Laos, Tayland, Kamboçya ve Vietnam
topraklarından geçip Güney Çin Denizi’ne dökülüyor. Mekong Nehri, denize
dökülmeden önce Kamboçya ve Vietnam’da birçok kola ayrılıyor ve dev bir delta
oluşturuyor.
“Çin’in,
Mekong Nehri’nin üst kısmına inşa ettiği büyük barajlara rağmen, nehir, aşağı
kısımda yer alan Kamboçya, Laos, Tayland ve Vietnam’da şimdilik nispeten de
olsa özgürce akmaya devam etmektedir. Bu bölgede 60 milyondan fazla insan gıda,
gelir kaynağı, sağlık ve kültürel kimlikleri açısından Mekong’un sularına bağlı
olarak yaşamlarını sürdürmektedirler.” (https://www.suhakki.org/2016/04/guneydogu-asyanin-paylasamadigi-nehir-mekong/)
Mekong
Nehri kenarındaki bir binada minibüsten iniyoruz. Rehberimiz bize beklememizi
söyleyip işlemleri yapmak için gidiyor. Burada her gelen grubun rehberi liman
görevlilerine kayıt yaptırıyor. Hangi nolu tekneye binileceğini öğreniyorlar. İskelede
bineceğimiz tekneyi buluyor ve yola çıkıyoruz. Mekong devasa bir nehir.
Kalkıştan
on dakika kadar sonra nehrin karşı kıyısındaki bir yere yanaşıyoruz. Tekneden
inip biraz ilerideki bir mekana oturuyoruz. Masalarda çay bardakları var.
Rehber bir şeyler anlatıyor. Görevli bardaklarımıza çay doldurup bal ile tatlandırıyor.
İçiyoruz. Değişik bir tadı var. Birer tane daha içiyoruz. Ardından çay ve bal
satışı yapmaya çalıştılar. Kimse almadı.
Hindistan
cevizi, mango ve adını bilmediğim ağaçlar arasından yürüyerek daha geniş, daha
modern bir başka mekana gidiyoruz. Masalara oturduktan sonra altı çeşit tropik
meyve geldi. Çay servisi yapıldı.
Değişik bir müzik aleti
eşliğinde kadınlar şarkı söylediler. Bir başka grup geldi. Onlara da aynı uygulama.
Bahşişimizi bırakıp (50.000 Dong) ayrıldık. Buraya kadar olanlar hep para
kazanmak için turisttik gösteriler.
Bu müzikli gösteriden sonra
ağaçların arasından biraz daha yürüyerek bir ara kanala geldik. Burada dörderli
iki grup halinde, o filmlerde gördüğümüz Vietnam kanolarına bindik. Hepimize
Vietnam şapkaları dağıtıldı. Bizim bindiğimiz kanoyu biri önde biri arkada iki
kişi (genelde karı koca) kürek çekerek yönetiyordu. Bu çift kanalın hemen
yanında derme çatma bir kulübede yaşıyorlarmış. Yanından geçerken kadın
yaşadıkları kulübesini gösterdi. Bu işten kazandıklarıyla geçiniyorlarmış.
Hayatlarından memnunlar. İki kilometre kadar akıntıya karşı kürek çektiler.
Mekong Nehri’ne çıktık.
Bizim sandalcının evi burasıymış.
Teknemiz orada bekliyordu.
Nehrin akış yönünde yol aldıktan sonra Hindistan cevizinden şeker yapılan bir
yerde indik tekneden. Rehber şekerin nasıl yapıldığını uzun uzun anlattı.
Burada şeker satışı da yapılıyordu.
Öğlen yemeği için mola
verdiğimiz yerde mini bir hayvanat bahçesi de vardı. Timsahlar, yılanlar vb.
hayvanları gördük.
Balık, deniz ürünleri ve
pilavdan oluşan yemeğimizi yedik. (İçecekler ekstra.) Yemek sonrası tekneyle
nehirde biraz daha gezdikten sonra limana gelerek biz bekleyen minibüsümüzle Ho
Chi Mihn’e döndük.
Ho
Chi Mihn’de fazla dilenci görmedik. Birkaçı dışında öyle abartılacak kadar
dilenci yok. Sadece her yaşta ateş püskürterek gösteri yapan çocuklar var.
Gösteri sonrasında ellerindeki tenekeleri uzatarak para istiyorlar. Israrcı
değiller.
Gece ara sokaklarda bile
dolaşmamıza karşın herhangi bir güvenlik sorunu yaşamadık. Ancak Ho Che Minh’de
tanıştığımız dönerci arkadaş: “Masaj
yaptırırken dikkat edin. Masaj için soyunduğunda elbiselerin senin görüş
alnının dışında kalıyor. Cebindeki paranın bir kısmının alınması ve/ veya
değiştirilmesi olayları yaşandı.” dedi.
İnternette yazılanların
aksine hiç sinek yoktu. Gece ve gündüz sineklerce rahatsız edilmedik.
2. Bölüm: Vietnam’dan
Kamboçya’ya...