VİETNAM - KAMBOÇYA - TAYLAND GEZİ NOTLARI - 2


Vietnam'dan Kamboçya'ya (Ho Chi Mihn'den Punom Pen'e. 
Vietnam
başkenti Ho Che Minh’den Kamboçya’nın başkenti 
Punom Penh’e otobüsle gitmeye karar verdik. İnternette bu yolculuğun Giant
Ibis veya Sinh Tourist firmalarıyla yapılmasını öneriyorlardı. Biraz pahalı
bile olsa bu firmaları tercih edin diyorlardı.

Aklımızda bu uyarılar
olmasına karşın dolaşırken rastladığımız “DANH DANH EXPRES BUS” firmasından
bilet aldık. Otobüsün yataklı olması tercih sebebimizdi.


Sabah
05.15’te otobüsün kalkacağı yere gitmek için otelden ayrıldık. Etraf kalabalık.
Kaldırımlara oturmuş kahvaltı edenler, bir şeyler içenler var. Otelin
karşısındaki bar hala kapanmamış, müzik sesi geliyor. Otobüsün kalkacağı yerin
karşısında park var. Sabahın o saatinde parkta iki kadın tenis oynuyor. Az
ileride bir grup kadın sabah sporu yapıyor. Park içinde yürüyüş yapanlar var.
Ho Chi Mihn için ‘24 saat yaşayan şehir’ diyorlardı. Haklıymışlar. Ortalık
cıvıl cıvıl. Taksiler, motosikletler, yayalar…


Otobüsümüz
geliyor. İki yanda çift katlı yedi, arkada da beş olmak üzere 38 yataklı koltuk
var. Koltuklar boydan boya yatıyor. Saat 06.15’te hareket ediyoruz. Çok
konforlu olmasa da keyifli bir yolculuk yapıyoruz. Klimalar (her zamanki gibi)
sonuna kadar açık. Mont, battaniye… sırt çantasında ne varsa üzerimize
örtüyoruz. Otobüste internet de var.


İki
buçuk saat sonra sınıra vardık. Muavin pasaportları toplayarak Vietnam pasaport
polisine verdi. Çıkış işlemi yapıldıktan sonra tek tek isim okuyarak dağıttı. Otobüse
binerek Kamboçya sınırına geldik. Kamboçya polisi tek tek yüzümüze bakarak
pasaportları topladı. Tekrar otobüse bindik, sınırdan geçip içerlere doğru
gittik. Kaptan bir yerde mola verdi. Aklım pasaportlarda. Onlar sınırda kaldı,
biz içeri girdik. Yarım saat kadar yemek ve ihtiyaç molası ardından otobüsle
tekrar sınıra gittik. Yol kenarında muavin elinde pasaportlarla bekliyordu.
Kamboçya’ya giriş damgası vurulmuş pasaportlarımızı alıp Punom Pen’e doğru yola
devam ettik.


Sınırdan
Punom Pen yaklaşık 6 saat sürdü. Çok kaliteli bir yol değil. Zaten
beklemiyorduk kaliteli olmasını. Otobüsten iner inmez etrafınızı tuk-tuk
şoförleri sarıyor. Sıkı bir pazarlık sonucu anlaşarak otelimize doğru yola
çıkıyoruz.


Biz bu gezide Ho Chi Mihn
hariç önceden otel rezervasyonu yapmadık. Nerede ne kadar kalacağımızı önceden
planlamadık. Yeni bir kente gideceğimiz gün booking.com üzerinden bir günlük
rezervasyon yaptık. Eğer oteli beğenirsek kalmaya devam ettik. Otelleri de
genelde gece hayatının yoğun olduğu bölgelerin yakınlarında seçtik.


Punom Pen’de Nawin Palace Guesthouse’da kaldık.
178. Sokak üzerindeki bu otelin geceliği 14 dolar. (2 kişi) Beklentiyi yüksek
tutmayanlar için uygun.

Punom
pen Tonle Sap Nehri kenarına kurulmuş. Tonle Sap Nehri ile Mekong nehri burada
birleşiyor.





Başkentte nehrin kenarından
uzanan cadde “Sisowath Quay Bulvarı”. Bulvar kuzeyde “Royal Palace Park” tan
başlıyor. 1,3 km devam ediyor. Punom Pen Night Market’e geliyor. Gece herkes
nehir kenarında. Gayet iyi ışıklandırılmış bu bölgede oturanlar, yürüyüş
yapanlar, çalıp söyleyenler var. Bol miktarda da satıcı. Çeşit çeşit yemekten
biraya, gazlı içeceklerden tropikal meyvelere kadar ne ararsanız var. Gece
9.00’dan sonra az da olsa hayat kadınları dolaşıyor.




Bulvarın kuzey ucunda “Night
Market” var. Burası 17:00’den 23:00’a kadar hizmet vermektedir.



Her çeşit giysi, ayakkabı,
ipek, hediyelik eşya, saat, şapka vb. satılıyor. Gece marketinin bir bölümü de
yeme içme alanı olarak ayrılmış. İster masada isterseniz yere serilmiş kilim ve
yastıklar üzerinde Kamboçya lezzetlerinin tadına bakabilirsiniz.






Bulvar üzerinde “Le Cube Hotel”
in olduğu sokak 136. Sokak. Bu sokakta barlar ve eğlence yerleri var. Her barın
önünde 6-7 kadın oturmuş sizi içeri davet ediyor. Bar kapıları kapalı. İçeride
ne var görünmüyor. Kadınların davetine icabet etmediğimiz için de içerilerde
neler olduğunu öğrenemedik.


Nehirde tekne turları da
düzenleniyor. Bir saatlik tekne turu 4000 riel (5 dolar) Fiyata bir bira dahil.
Tur sırasında teknede içecek servisi yapılıyor.


Geceyi tekne turu ile
sonlandırıyoruz.




Bu
gün ''Killing Fields - Ölüm Tarlaları'' na gideceğiz. Kişi başı 10 dolara
otelden bir tuk-tuk kiralıyoruz. Ölüm tarlaları merkeze 15 km. kadar. Bir saate
yakın sürüyor. Giriş yabancılara 6 dolar. Yerlilerden ücret almıyorlar. Ücrete
dahil, Türkçe hariç on dilde sesli rehber veriyorlar. Boynuna asıp kulaklığını
da takıyorsun. Gezdiğin yerin numarasını yazınca o yer hakkında bilgi veriyor.

(Çıkışta dikkat ettik
elimizde iki bilet vardı. Biri giriş için 3 dolar, diğeri sesli rehber için 3
dolar. Eğer yabancı diliniz yoksa sesli rehber parası vermeden de girilebilir
diye düşündük. Sormakta yarar var.)

Oldukça
hüzünlü bir alan. Herkes sessizce dolaşıyor. Tam ortadaki kulenin içi
öldürülenlerin kafataslarıyla dolu.

Kamboçya’da
Pol Pot önderliğindeki Kızıl Kmer rejimi, 1975 ve 1979 yılları arasında 3.5
milyona yakın insanın hayatına mal oldu.

1975’te
iktidara gelen Pol Pot, ütopik bir tarım ülkesi kurma çabalarına girişti.
Şehirleri boşalttı, parayı kullanımdan kaldırdı, dine ve özel mülkiyete savaş
açtı, kırsal kesimde kollektif çiftlikler kurdurdu.

Kamboçya
halkı üzerinde yapılan bu radikal toplumsal deney, milyonlarca Kamboçyalının
hayatına mal oldu.

Pol
Pot, çiftçileri güçlendirmek için kapitalist sistemin tüm unsurlarını yok
etmeyi yıllar önce kafasına koymuştu. İktidara geldikten birkaç gün sonra Kızıl
Kmerler Amerikalıların şehri bomba yağmuruna tutacağını bahane göstererek
halkın hiçbir eşya almadan şehri terk etmelerini ve şehir dışındaki tarlalara
gitmeleri gerektiğini anons etti. Ve anonslardan kısa bir süre sonra başkent
Phnom Pehn'de neredeyse tek bir insan dahi kalmamıştı.


Pol
Pot hedeflediği sistem için harekete geçti. Gazete ve dergiler kapatıldı. Aydın
ve entelektüel kabul edilenler içinde sayısız insan öldürüldü. Din adamları,
profesörler, gazeteciler, yazarlar, diplomatlar, öğretmenler… Eli kalem tutan
herkesi ağır işkencelere maruz kaldı. Kırsal bölgelere gönderilenler tarlalarda
çalışmaya zorlandı. Pirinç tarlaları adeta ölüm tarlalarına dönüştü.
Kamboçya'da 3.5 milyona yakın insan katledildi. (Nüfus 8 milyon) Bugün o
insanların kafatasları ''Ölüm Tarlaları'' olarak bilinen Choeung Ek müzesinde
bulunuyor. Bu müzede 9000'den fazla kafatası bulunuyor. Müzede kafataslarının
yanı sıra insan kemikleri de bulunuyor. Hatta bugün bile müzede yürüdüğünüz
toprağın altından insan kemikleri çıkıyor. Choeung Ek müzesinde çocuklara ait
toplu mezarlar da var. Çocuklar önce ağaçlara çarpa çarpa dövülüyor, ardından
ateş edilerek öldürülüyordu. Müzede aynı zamanda katledilen insanların toprağın
altından çıkarılan kıyafetlerinin kumaş parçaları da sergileniyor.”
https://www.cnnturk.com/dunya/olum-tarlalarida-katliam?page=18




Burada "Demokratik Kamboçya rejimi
sırasında işlenen suçları asla unutmayacağız
 17.04.1975-07.01.1979"  Yazıyor.





Kurşun harcamamak için çocukları bu ağaçlara vurarak öldürmüşler.



Ölüm tarlalarından sonra Tuol Sleng Soykırım Müzesi’ne
gidiyoruz
. Buraya giriş ücreti 5 dolar. Eğer sesli rehber
alırsanız 5 dolar da onun için ödüyorsunuz. 


Tuol Sleng Soykırım Müzesi, okul binası olarak
1962’de inşa edilmiş. 1975-1979 yılları arasında Khmer Rouge rejimi tarafından
işletilen bir sorgulama ve imha merkezi olarak kullanılmış. S-21 olarak da
bilinen Güvenlik Ofisi 21’deki, 17.000’den fazla kişi Choeyng Ek’teki imha
kampına götürülerek idam edilmiştir. 


S-21, zulüm görenlerin ve
öldürülenlerin anısına 1979’un sonunda Tuol Sleng Müzesi’ne dönüştürülmüş.
Müzede; mahkûm kadın, erkek ve çocukların işkence görmeden önce ve sonrasına
ait fotoğrafları yer almaktadır. ‘Her birinin yüzündeki korkuyu bugün dahi
hissetmek mümkün.’ Duvarlara asılmış olan siyah beyaz fotoğraflar, devrilmiş
yataklar ve işkence aletleri burada yaşanan zulmü gözler önüne sermektedir. 


Moralimiz
iyice bozuluyor. Bu kadar yakın tarihte bu kadar zulüm nasıl yapılır?
Uluslararası birçok kuruluş var. Bunlar niçin müdahale etmezler?         
                                  

Niçin? Niçin?
Niçin?







Şehre
dönünce Sisowath Quay Bulvarı ile 144. Sokağın kesiştiği köşedeki
New
Corner Restaurant’a oturuyoruz. Dün gece de buradaydık. Hem ekonomik hem de
yemekleri lezzetli. Bira eşliğinde bir şeyler atıştırıp kendimize geliyoruz. 


Bu arada, eğer tuk tukla bir
yerlere gidecekseniz hava sıcak, üşümeyiz demeyin. Yol aldığınız sürece esen
rüzgar hasta edebilir. Önleminizi alın. 


Ertesi
gün otelimizin hemen arkasındaki Punom Pen Kraliyet Sarayı’nı gezdik.
Ziyaretçilerin uğrak yeri olan saray görülmesi gereken yerlerden biri.

 




Bu
gün hava kapalı yakıcı güneş yok. Bakına bakına Wat Phnom tapınağına kadar
yürüdük. Bir tepenin üzerine kurulmuş olan bu tapınak oldukça gösterişli.
Etrafı kalabalık. 


“Tapınak
600 yıllık tarihi boyunca birçok stil ve yapının bir karışımını yansıtmaktadır.
Wat Phonom için anlatılan yapılış hikayelerinden birine göre; Penh adında
zengin bir kadın, Tonle Sap Nehri üzerinde yüzen bir ağacın içinde dört bronz
Buda heykel bulunduğunu görür. Penh; çevredeki komşularla birlikte, Budaları
korumak için bir tapınak inşa etmeye karar verir. İnşa edilen tapınağın içerisinde
Leydi Penh’e adanan küçük bir tapınak da bulunmaktadır. Ana girişin doğusundaki
merdivenler, Hinduizm ve Budizm’in efsanevi yılanları olan nagalar ve aslanlar
tarafından korunmaktadır. Tapınakta, büyük bir bronz Buda heykeli ve Buda’nın
hikayesinin anlatıldığı duvar resimleri yer almaktadır. Punom Pen’de bulunan en
yüksek ve en önemli Budist tapınağıdır. Tapınak, sabah 07:00’den akşam 18:30’a
kadar açıktır. Giriş ücreti 1 dolardır.”
https://www.ytur.net/gezi-rehberi/punom-pen/punom-pen-ne-zaman-gitmeli.html

Punom Pen'den fotolar...




Bağımsızlık Anıtı



Otelden
ertesi gün saat 8.30 otobüsüne Siem Reap için bilet aldık. Sabah 8.00’da servis
bizi otelden aldı. Otobüsün kalkacağı yere bıraktı. Etrafta bizim gibi
gezginler vardı. Onlar gelen minibüs tipi araçlara binip gittiler. Neden sonra
bizim otobüs geldi. Önce binen istediği yere oturmuş. Sözde koltuk numarası var
ama uyan yok. Biz de boş bulduğumuz yerlere oturduk. Ancak 9.15’te yola çıktık.
Belediye otobüsü gibi her yerde durdu, yolcu aldı. Otobüsün alt bagajları eşya
dolu.  Bizim bavulları arka koltukların
üzerine yerleştirdiler. Bir müddet çift yolda seyahat ettikten sonra tek yönlü
yola girdik. Köylerin, kasabaların içinden geçen ve oldukça bozuk olan bu
yoldan devam ettik. Her elini kaldıran yolcuyu aldı. Koridora tabureler koyarak
yolcuları oturttu. Arkadan biri inmek istediği zaman ortadaki yolcular aşağı
iniyor, sonra tekrar biniyorlardı. 


Sekiz saatlik rezil bir
yolculuktan sonra Siem Reap’e geldik. Bir  sokağa geri geri girdi. Diğer bir otobüsün
yanına yanaştı. Etrafta alıştığımız tipte bir terminali boşuna aradık. Herkes
indi. Tuk tukçular etrafımızı sardı. Sıkı bir pazarlık sonrası 5 dolara kalacağımız
otele kadar götürecek biriyle anlaştık.



Siem
Reap’te “Chamraoen’s Home” otelinde konakladık. Şehrin merkezine yakın ancak
sesiz ve sakin bir sokaktaki bu otelden ve çalışanlarından çok memnun kaldık. 


Ertesi
gün Angkor Wat’a gitmek için tam günlüğüne otelin tuk tukuyla 15 dolara anlaştık. 


Siem
Reap’in kalbi nehrin karşı tarafındaki Pup Street’te atıyor. Kafeler, barlar,
lokantalar bu bölgede toplanmış. Ho Chi Minh’deki gibi rahatsız edici gürültü,
“bu mekana gel, yok şu mekana gel” diye yolunuzu kesenler, adım başı önünüze
mekanların menülerini uzatanlar yok. Daha sakin, daha nezih. 


Şehrin ortasından geçen Siem
Reap Nehri’nin üzerindeki köprüler gece ışıklandırılıyor. Görüntü harika.

 



Nehrin kenarına sıralanmış
seyyar mutfaklarda yerel lezzetleri tatmanız mümkün. Hemen karşısı kapalı pazar
yeri. Ne ararsanız var. Sıkı pazarlık yapmayı unutmayın. Nehrin kuzeyine doğru
da tuk tuk barlar var. İstediğiniz içkiyi alıp önündeki taburelerde
içebiliyorsunuz. Bu kenti çok sevdik. Kargaşa ve gürültü yok. Bazı mekanlar
saat 23.00’da kapanıyor. Tek sıkıntı yürürken adım başı “Tuk tuk lazım mı?”
diye soranlar. 


Ertesi gün Angkor Wat Tapınaklarını görmek için yola çıktık.
Yol boyu şehrin kenar mahallelerinden geçtik. Tapınaklara gelmeden birkaç
kilometre önce bilet ofisi var. Büyükçe bir bina. Kapıdan girince görevli kaç
günlük bilet istediğinizi sorup gişelere yönlendiriyor. Tek günlük giriş 37 dolar.
Fotoğrafınızı çekip biletin üzerine basıyorlar. Her tapınak girişinde
görevliler biletinizi kontrol ediyorlar.


Devasa,
ama gerçekten devasa bir tapınaklar sitesi Angkor. Girişi Sieam Reap’in
3 kilometre kuzeyinde yer alıyor. Khmer İmparatorluğu’nun yüzyıllar
boyunca başkenti olan, ancak İmparatorluk çöktükten sonra terk edilen, unutulan
ve ormanın içinde ormanla birleşerek kaybolan Angkor Şehri 150 yıl önce
Fransız bir doğa bilimci tarafından keşfedildikten sonra dünya turizmine
kazandırılmış ve 1992 yılında Unesco Kültür Mirasları arasına alınmış.
Toplam 400 kilometrekareyi bulan alanı, içerisindeki Budist ve Hindu
tapınakları, kalıntılar, kanallar ve ormanları ile Güneydoğu Asya’daki en
büyük, en önemli ve en güzel tarihi şehir olan Angkor’dan bugün genelde
tapınaklar ayakta kalmış olsa da Budizm ve Hinduzim’e adanmış bu en güzel
eserleri mutlaka görmelisiniz.” 


Tuk Tuktan Angkor Wat
tapınağının önünde indim. Bol ağaçlı yoldan biraz yürüdükten sonra gerçekten
muhteşem bir manzarayla karşı karşıya kaldım.






Burası 12. YY’da Kral II.
Suryavarman tarafından yaptırılmış. Bence bu  alandaki en etkileyici yapı bu. Buradan
Banteay Kdei, ardından Ta Prohm, son olarak da Bayon Tapınaklarına gittik. Her
tapınak girişinde tuktuk sizi bırakıyor. Biletinizi görevliye gösterip
geziyorsunuz. Tuk tuk sizi bekliyor. Bir sonraki tapınağa götürüyor.


Belli bir süre sonra yoruluyorsunuz. Yol kenarında yemek yemek ve dinlenmek için alanlar var. Tuk tuklarda soğuk su var. Her binişinizde sürücü ikram ediyor. 


Tapınaklarla ilgili geniş bilgi internette var. Bize bir günlük kısa tur yetti. Burayı gezerken mutlaka ayağınızda sağlam bir yürüyüş ayakkabısı olsun. Benim gibi terlikle gelirseniz, zorlanırsınız. Şapkanızı da unutmayın. Tapınakları gezerken de tavan yüksekliklerine dikkat edin, kafayı tavana vurmayın. Baphuon Temple civarında maymunları seyretmeyi de unutmayın. 


Benteay Kdei Tapınağı



Bayon Tapınağı





Ta Prohm Tapınağı






Geceyi yine “Pup Street”te
sonlandırıyoruz. 


Ertesi
gün 3 saatliği 15 dolara bir tuk tukla anlaşıp kenti gezmeye çıkıyoruz. Ana
caddelerinden ara sokaklarına, tapınaklarından kenar mahallelerine dek bütün
kenti dolaşıyoruz. Merkezden uzak bir yerde yerel yemekleri tadıyoruz. Adını
ezberleyemediğimiz tavuklu, deniz ürünlü, otlu bu yemekler hoşumuza gidiyor. 


Siem
Reap, gerçekten güzel bir kent. İnsanları güler yüzlü, yardımsever. Sokaklarda
dilenen kimseye rastlamadık. Ho Chi Mihn kadar renkli bir gece hayatı yok.
Ancak kendinizi sanki buralı gibi hissediyorsunuz. Kent size huzur veriyor. Mevsimi
tam geçmediğinden olsa gerek ara sıra şiddetli bir yağmur yağıyor. On dakika
sonra her şey normale dönüyor. 


3. Bölüm: Siem Reap'ten Pattaya'ya...