Ülke |
Şehir |
Ekleme |
Düzenleme |
Gezi Tarihleri |
Okunma |
Yorum |
Yazan |
Fransa
|
Marsilya |
22 Haziran 2011 |
|
07 Eylül 2001 09 Eylül 2001 |
10785 |
1 |
muratozsoy |
|
|
MARSİLYA: 2.500 yıllık tarih... (Genel)
|
Gece yarısından sonra Fransız Riviera'sının eşşiz kentlerinden Marsilya'ya ulaştık. Sabahın erken saatlerinde Marsilya'nın Notre Dame de la Garde adlı ünlü kilisesini geziyoruz. Kilise mi, sanat galerisi mi ayırt etmek hayli güç doğrusu! Sıkışık nizam asılmış tablolar göz alabildiğine uzanıyor. Bunların yanı sıra, son derece ilginç şükran plaketleri de doldurmuş kilise duvarlarını. Mermer plaketlerden biri şöyle: "Sınavda başarılı olduğum için Notre Dame'a şükranlar-1974"!
Tabloların ve şükran plaketlerinin ardından kilisenin madalya köşesine yöneliyoruz. Üzerinde "1914-1918" yazılı vitrine çok sayıda madalya yerleştirilmiş. I.Dünya Savaşı'nda ölen Marsilyalıların yakınları bu madalyaları kiliseye bağışlamış olsa gerek diye düşünüyoruz. Kent, II.Dünya Savaşı'ndan da nasibini alır ve yoğun bombardımana sahne olur!
2.500 yıllık tarihi olan Marsilya, hem Fransa'nın en eski kentlerinden biri, hem de Akdeniz'in en önemli limanı. Fransa'nın üçüncü büyük kenti olan Marsilya'nın çarşılarında dolaşırken sayısız dönerci ve pizzacı dükkânıyla karşılaşıyoruz. Marsilya pazarları bizim Mahmutpaşa'yı hiç mi hiç aratmıyor doğrusu! Bizi en çok şaşırtan da pazarda satılan mis kokulu pizzaları, satıcıların bıçakla değil de makasla kesmesi oluyor!
Tıpkı Barselona'daki gibi Marsilya'da da köşe başlarında Marlborocular sigara satıyor. Suç oranının hayli yüksek olduğu kent, uyuşturucu trafiğinin de önemli merkezlerinden biri. Yoğun bir göçmen nüfusun varlığı ve yaşanmakta olan etnik gerginlik, duvarlara yapıştırılmış afişlerden de açıkça belli. Afişlerden bir tanesinde, bir göçmeni karga tulumba etmiş polisler protesto ediliyordu.
Artık, Akdeniz'in en önemli limanıyla el sıkışıp ayrılma zamanı geldi. Toulon kenti üzerinden ünlülerin sayfiyesi St-Tropez'ye doğru hareket ediyoruz. Yolda, kabukları soyulmuş çok sayıda ağaç dikkatimizi çekiyor... Meğer bunlar mantar ağaçlarıymış. Hani şu bildiğimiz şarap mantarları, işte bu ağaçların soyulan kabuklarından yapılırmış!..
ST-TROPEZ
Ünlülerin ve ünlü olmayı düşleyenlerin,gerçek sanatçıların ve öyle olmayanların, entelektüellerin ve öyle görünenlerin köyü...
Zenginin horozu bile yumurtlarmış!
Marsilya'dan sonraki durağımız St-Tropez. Burası Cote d'Azur'un muhtemelen en uçuk sayfiyesi! Helikopter pisti yakınındaki yat limanının tamamı ressamlarla ve tabii ki, inanılmaz lüks yatlarla tıka basa dolu! Kentin sembolü, işte bu şirin limana bakan kilisenin, sarı renkli sevimli saat kulesi.
Elli yıl öncesinin St-Tropez'sini gösteren tablolar boylu boyunca limana dizilmiş. Bunca zamanda pek az değişiklik olmuş sanki! Meydana bakan daracık cepheli evler, geçip giden yıllara meydan okurcasına hiç değişmeden duruyor. Burada da bir "Cafe de Paris" ilişiyor gözümüze. Dünyanın daha kaç kentinde bir "Cafe de Paris" vardır acaba diye düşünmekten alamıyoruz kendimizi!
Bizim Turizm Bakanlığı'nda ücretsiz dağıtılan afişlerin benzerleri, St-Tropez Turizm Bürosu'nda yetmiş frank! Eskilerin, "zenginin horozu bile yumurtlar!" dediği kadar var doğrusu! Öğle vakti kentte dolaşırken bir arkadaşımız tuvalete gitmek istiyor. Sorup soruşturuyor ve ne cevapla geri geliyor dersiniz? Öğle uykusu siesta nedeniyle tuvaletler bile kapanıyormuş! Haydi, kıymetli öğle uykusu nedeniyle dükkânların kepenk indirmesini anlıyoruz diyelim. Öyle ya, insan, alışverişini akşama da erteleyebilir. Ancak, tuvaletini birkaç saat erteleyebilmek her babayiğidin harcı olmasa gerek!
St.Tropez'de şimdiye dek yerli, yabancı kırkı aşkın film çekildiğini öğrendikten sonra sokaklarda daha bir dikkatle bakınıyoruz etrafımıza, hani Hollywood ünlüleriyle burun buruna gelir de, "St-Tropez'de Madonna'yla beraberken..." diye başlayan öykülerden biz de anlatabilir miyiz acaba diye! Heyhat, ne Madonna çıkıyor karşımıza, ne de Sylvester Stallone!
"St-Tropez, St-Tropez" diye duyarız ama, doğrusu bu ya, ben son derece lüks olmasına karşın, St-Tropez'nin sadece ve sadece bir "köy" olduğunu fark ettiğimde hayli şaşırıyorum! Gerçekten de, asırlık mimarisi ve gelenekleri, sokaklarında "Grand Prix de France" tekne yarışlarının afişleri, lüks vitrinlerinde nefis kuru çiçek aranjmanları, sokak direklerinde de zincirlenmiş çok sayıda Harley-Davidson marka motorlarıyla çok ama çok zengin bir köy St-Tropez...
NICE
Tüm dünyanın eğlence merkezi... Bir asırda nereden nereye!..
Marsilya, Toulon ve St-Tropez'nin ardından akşam saatlerinde Nice'e ulaşıyoruz. Tarihi iki bin küsur yıl gerilere uzanan Nice, 1940 yılında İtalyanların, 1943-45 arasında da Almanların işgaline uğrar.
Nice'den bir kartpostal alıyoruz. Kartın üzerinde Nice plajlarından iki ayrı fotoğraf bulunuyor. Biri 1890, diğeri 1990 tarihli. Her ikisinde de üçer kadın var. 1890'lı olanında, upuzun eteklerini hafifçe kaldırarak ayaklarını mahcup mahcup suya sokan, bir asır sonrakinde ise tanga mayolarıyla denizi seyreden üç kadın... Bir asırda nereden nereye gelindiğinin bir ifadesi sanki bu fotoğraflar!
Cote d'Azur'un başkenti Nice, tüm yıl boyu turistle dopdolu. Son iki asırdır, sadece Fransa'nın ya da Avrupa'nın değil, "tüm dünyanın eğlence merkezi" kimliğine bürünen Nice, soğuk kış rüzgârlarını kestiği için kentin kuzeyindeki Alpler'e ne kadar şükran duysa yeridir doğrusu! Alpler'e şükürler olsun ama, Nice plajında tüm aramalarımıza karşın kumun bulunmamasına ne demeli! Ancak, hakkını da yememek lazım, kum yerine bol miktarda çakıl mevcut sahilde! Plajlarda çok sayıda bulunan bir diğer şey de yarı çıplak uzanmış dilberler!
Nice sokaklarında bir düğün alayıyla karşılaşıyoruz. Arabaların antenlerine bizdeki gibi kurdeleler bağlamışlar. Ve yine bizdeki gibi bol bol klakson çalarak çevreyi gürültüye boğuyorlar!..
Eski kentte zaman tüneli!
Nice'in Eski Kent'inde dolaşmak, asırlar öncesine yolculuk yapmak gibi bir şey doğrusu! Kentin bu bölgesindeki tüm binalar ya XVII., ya da XVIII.yüzyıldan kalma! Sanki, bütün bunları daha önce görmüşüz gibi geliyor bize. Evet, Venedik'te hayran kaldığımız küçük meydanlar, dar sokaklar, panjur kanatlarına yerleştirilmiş mini mini saksılar aynen burada da karşımıza çıkıyor! Motorlu araç girişine kesinkes izin verilmediğinden olsa gerek Eski Kent'e kaldırım yapmaya hiç mi hiç ihtiyaç duyulmamış.
Bir modern dansçıyı, fevkalade ağır çekim hareketlerle dans ederken izliyoruz. Hoş bir müzik eşliğinde, tüm yerçekimi yasalarına meydan okurcasına ve sanki uçarcasına çeşmenin üzerine çıkıyor. Tek ayak üzerinde, inanılmaz bir denge performansı sergiliyor. Bu düşsel gösterinin karşılığının, birkaç turistten alınacak üç, beş frangın hayli üzerinde olması gerektiğini düşünmeden edemiyoruz!
Sokak ressamları ve portreciler her turistik kentte olduğu gibi, Eski Kent'te de uygun yerlere mevzilenmişler. Yüz elli franga portre çizenleri ve sokak kontrbasçılarını hayranlıkla izliyoruz. Az sonra, yeşil renkli bir Özgürlük Abidesi ile burun buruna geliveriyoruz! Elindeki özgürlük meşalesini hiç kıpırdatmadan dakikalarca tutan heykelin bir özelliği de, yere koyduğu şapkaya bahşiş atıldıkça heykelliğini unutup gözünü kırpması! Galeries Lafayette'in çocuk vitrinini süsleyen kocaman balkabağını hayretle izliyoruz. Bir halıcının vitrinindeki Türkçe sözcük ise hayli aşina geliyor bizlere; iki yüz doksan franga "kilim" satılıyormuş dükkânda!..
Yüzlerce fıskiyenin keyfine diyecek yok!
Sabah kahvaltısının ardından, yapımı 1914'te tamamlanmış beş kubbeli Rus Ortodoks Kilisesi'ni geziyoruz. Cote d'Azur'un, Rus asillerinin uğrak yeri olduğu dönemlerden kalma bir kilise bu. Mini mini kubbeleriyle ta uzaklardan göz alıyor. Jean Medecin Meydanı'ndaki nefis havuzlarda ise yüzlerce fıskiye durup dinlenmemecesine su fışkırtıp duruyor! Bir parkta büstüne rastlayınca bu Jean Medecin'in kim olduğunu öğrenebiliyoruz sonunda. 1900'lerde neredeyse kırk yıla yakın bir süre Nice'in belediye başkanlığını yapmış Medecin.
Nice Adalet Sarayı yakınındaki çiçek pazarında gördüğümüz şapkalar şirin mi şirin! Üstelik, satıldıkları pazarın adından mı, yoksa modacıların fantezilerinden mi etkilenmişler bilinmez, kenarlarında çok hoş çiçekler bulunuyor! Bonzai denilen, saksıya dikilmiş minik ağaçlar da pek sevimli doğrusu. Fiyatları ise biraz değil hayli tuzluca sayılabilir! Pazarın hemen yakınındaki kafelerden birinde, geleneksel kıyafetleriyle Ukraynalı müzisyenler akordeon eşliğinde düş renginde şarkılar söylüyor.
Üzerinde, "Sauna Hammam" yazılı bir binanın önünden geçip minik bir parka geliyoruz. 8 Mayıs 1945'te Alman işgalinden kurtuluşun anısına parka bir plaket asılmış. Castle Hill'den Nice'e tepeden bakıyoruz. Göz alabildiğine uzanan plajın çevresi palmiyelerle kaplı. Minik kalenin duvarlarına "Ali Zaidi was here!" gibi hayli anlamlı yazılar yazılmış! Kalenin biraz daha yukarılarına çıktığımızda, Nice'in en yüksek noktasından dökülen çok hoş bir şelaleyle karşılaşıyoruz.
Bir köşe başındaki direğin üzerine, Nice'in çeşitli başkentlere uzaklığını, yönleriyle birlikte gösteren, "Bangkok 9435 km", "Londra 980 km", "New York 5837 km" gibi plaketler konulmuş. Bu seyahatimiz sırasında, bir cenaze levazımatçısı da görmedik demeyelim. Üzerinde, bronzdan ya bir demet çiçek, ya da bir melek figürü bulunan çok sayıda mermer plaket yerleştirilmişti vitrine... |
Yazılan Yorumlar... |
NEŞE (26 Haziran 2011)
|
|
Sayenizde nostaljik bir tur yaptık..Marsilya bence bir Fransız kentinden çok bu göçmen bolluğu ile Kuzey Afrikalıya benzer.Milyonlarca yıl önce biz St. Tropez i güzel Brigitte Bardot sayesinde tanımıştık,ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde !
|
Yorum yazmak isterseniz...
Yorum Yazabilmek İçin Üye Girişi Yapmalısınız.
|
|