Arabamla Dünya Turu – Alaska 1 (Fairbanks, Deadhorse, Denali Milli Parkı) (Genel)
Alaska'da ilk geceyi geçirmek için en uygun yer Tok kasabası. Sınırdan 150km içerideki bu kasabada topu topu 1,350 nüfus yaşıyor. Adı neden Tok, derseniz, onun da iki hikâyesinden biri şöyle: Alcan Higway (Alaska-Kanada Otoyolu) inşaatı sırasında, 1942 yılında bir şantiye olarak kurulmuş ve adı Tokyo Kampı'ymış. Ancak savaşın sonlarına doğru gelişen Anti-Japon hassasiyet nedeniyle, Japonya'yı çağrıştıracak bir isim hoş karşılanmaz diye, kısaltıp ilk hecesi olan "Tok"u kullanmışlar. Bir diğer hikâye de, Tok'un, bu bölgenin eski ve esas yerleşimcileri olan Athabaska yerlilerinin dilinde "huzurlu kavşak" anlamına gelen bir kelimeden türetildiği. Kaynaklar, bir dilde "huzurlu kavşak" diye bir kelimenin niye kullanılıyor olduğunu ise yazmıyor. Ama buranın Alaska'da önemli bir kavşak noktası olduğu da kesin. Ülkenin dört tarafından gelen yollar burada kesişiyor, gerçekten.
Alcan Highway'in öyküsü ise kısaca şöyle: 2. Dünya Savaşı sırasında, Avrupa'da Nazi işgalini kırmak için Atlas Okyanusu yolunu tehlikeli bulan Amerika, daha uzun ama güvenli olan Asya, yani Sovyetler Birliği üzerinden gitmeyi uygun buluyorlar; üstelik daha savaşa dâhil olmadan önce. Fairbanks'te kurulan hava üssüne demonte halde kara yoluyla getirilen uçaklar, burada monte edilip, hava yoluyla Sibirya üzerinden doğu Avrupa'ya kadar uçuruluyor; ama Sovyetler Birliği topraklarına ilk indiği noktada (ki, burası da benim Asya'daki son durağım Magadan'ın kuzeyindeki bir hava üssüydü), üzerlerindeki beyaz yıldızlı USAF (Amerikan Hava Kuvvetleri) armaları silinip, Kızıl Yıldız boyanarak ve Rus pilotlar tarafından kullanılarak. Yüzlerce ağır, hafif bombardıman uçaklarıyla, avcı uçakları bu yolla Avrupa'da Nazi yayılmasını önlemek için gönderiliyor. Bu noktada size, aynı konuyla ilgili, yani ABD-Sovyetler Birliği arasında II. Dünya savaşı sırasında kurulan ALSIB hava köprüsü ile ilgili benzer açıklamaları, Arabamla Dünya Turu - Rusya : 6 (Khandiga- Kolima Yolu - Gulag Kampları) yazısında da anlatmıştım, hatırlarsanız; hani, Khandiga'daki Ivan Ivanoviç'in müzesinden bahsederken. Böylece, aynı konuyu, Pasifik'in iki yakasında da işleyerek, eşi bulunmaz bir "araştırmacı-gazetecilik" örneği sergiliyorum. Bu nimete sahip olan sizler çok şanslısınız, kıymetini bilin. Neyse! Alcan Highway'in öyküsü de bu işte.
Tok'ta geçirdiğimiz ilk gecenin ertesi sonraki durağımız olan Fairbanks'e doğru yola çıktık. 400km'lik yolu kat etmemiz fazla uzun sürmedi de, Fairbanks'te kalabileceğimiz bir RV kampı bulmak uzun zamanımızı aldı. Hele araya, ufak bir alışveriş ve daha önemlisi ABD'de çalışacak bir SIM kartı temin etmek girince, hayli vakit geçirdik. Bu arada, buralarda (Amerika ve Kanada) moto-karavanlara RV deniyor; "Recreation Vehicle"dan (eğlence/dinlenme aracı) kısaltılarak. Lonely Planet'ta yazılı tüm RV kampları kapalı, sezonu henüz açmamışlar. Sezon -genellikle- 15 Mayıs'ta açılıyor. Biz ise daha Mayıs'ın 9'undayız. Sonunda şehrin doğusunda ve oldukça dışında bir RV kampı bulduk. Ofisin kapısında henüz kapalı oldukları, suyun bu yüzden akmıyor olmasından yine de şikayetçi olmayacak müşterilere kapılarının açık olduğunu yazan bir not ve altında da bir telefon numarası var. Telefonuma cevap veren hanım birkaç dakika içerisinde geldi ve bize, kendisininkiyle birlikte 3 karavanın olduğu kamp yerine kadar eşlik edip, yerimizi gösterdi. Burasının en büyük avantajı, ücretsiz ve limitsiz internet erişimi olması. Aslında, Tok'taki kampta da erişim vardı ama hem limitliydi, hem de verdikleri şifreyle bir türlü internete bağlanamamıştık. O akşam Alican ve Nedim'le, Skype'tan uzun uzun konuştuk, sonra da mutlu ve mesut bir şekilde çadırımıza yatıp uyuduk.
Büyük icadım, "Çadır Sobası"
"O soğukta çadırda yatılır mı?" diye soranlara da anlatacağım bir şeyler var, tabii. Lando'ya bir Eberspächer ısıtıcı takmıştı Otokar, bu seyahate çıkmadan önce, biliyorsunuz. Onun, yolcu koltuğunun altında sıcak hava üfleyen bir menfezi var. Kanada'nın kuzeyine doğru çıktıkça hava soğuyor ve çadırda yatmanın nasıl olacağı konusunda beni kara kara düşündürüyordu. Bir ara parlak bir fikir geldi aklıma, bir ampul yandı yani. Aslında bir Zihni Sinir projesiydi benimki, tam manasıyla. Havayı o menfezin ağzından esnek spiral bir hortumla alacak (hani şu, mutfak aspiratörlerinin üzerinde kullanılan alüminyum spiral hava hortumları vardır ya, onlardan ama daha ince), sağ pencerenin arasından çıkartıp ucunu da çadırın içine verecektim. Yolda, bir yandan araba kullanırken, bir yandan da detaylar üzerine kafa yormuştum; hortumu menfeze nasıl bağlarım, camdan nasıl çıkarırım, dışarıda kalan kısmında havanın soğumasını nasıl engellerim diye. Nihayet, Whitehorse'tan çıkmadan önce nalburiye ve hırdavat satan büyük bir markete girip, kafamda şekillendirdiğim "icadım"a uygun malzemeleri satın aldım. Pencereden çıkartırken de kullanmak üzere yanımda tesadüfen bulunan bir kontralit parçadan yararlandım. Böylece arabanın içine yağmur, toz, börtü-böcek de girmeyecekti. İlk denemeyi Tok'taki kampta yaptık. Sonuç çok başarılıydı. Dışarıda -sanırım- sıfırın altında gezinen sıcaklıkta (ya da soğuklukta), biz sıcacık çadırımızda uyuyabiliyoruz artık.
Kuzey'e, daha Kuzey'e
Fairbanks'ten daha kuzeyi de var; hem de, Arktik Okyanusa kadar uzanan. Benim niyetim Kuzey Kutup Dairesi'ni bulmak, en azından. Ondan sonrasını, oraya varınca düşüneceğim. Yol derseniz, o da var; meşhur Dalton Highway. Bu yol, Fairbanks'in kuzeyinden başlar, Arktik Okyanus kıyısında, 71'inci enlemde bulunan Purdhoe Körfezine kadar çıkar. Kavşaktan sonra 416 mil, yani 670km sürekli kuzeye gider. Niye mi yapılmış? Böyle bir yolun yapılmasının tek amacı olabilir; para. Paranın adı da petrol.
Kuzeydeki Arktik Okyanus kıyısında petrol bulunduktan sonra buradan çıkarılacak petrolü taşımanın yollarını arayan petrol şirketi (onun da adı BP) Amerikan hükümetinden 1973 yılında nihayet petrol yataklarının olduğu Prudhoe Körfezi'nden, Anchorage'ın doğusundaki Valdez limanına kadar bir boru hattı döşenmesi iznini koparır. 1974 yılında, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük (parasal olarak) özel girişim projesi başlamış olur, böylece. Ancak, toplam 800 mil (1,350km) uzunluğundaki bu boru hattının inşası için buraya bir de yol yapılması lâzımdır. Yolun 54 millik kısmı, mevcut Livengood Yolu olacak, ancak sonraki, yani kuzeye uzanacak olan 358 millik (576km) kısmı ise yeni yapılacaktır. ...ve bu kısmın yapılması için ancak 1 yaz vardır. 29 Nisan 1974'te her iki uçtan inşaat başlar. Günde 24 saat aralıksız ve iki vardiya olarak çalışılarak 154 gün sonra, yani 29 Eylül 1974'te tamamlanır. Yol başta basitçe "Taşıma Yolu" olarak adlandırılır. Ancak, 1978 yılında firma tarafından Alaska Eyaleti'ne devredilmesinden sonra adı Dalton Highway )(Otoyolu) olarak değiştirilir; 19. yüzyılda maden aramak için gelen öncülerden birinin oğlu ve Maden Mühendisi olan James Dalton'un adına ithafen.
İşte, bizim amacımız, bu Dalton Otoyolu'ndan giderek, 66.5° enleminden geçen Kuzey Kutup Dairesi'ne ulaşmak. Ondan sonrası da, kısmet. Sabah saat 9:50'de Fairbanks'teki kamp yerimizden ayrıldık. Yolda yeni güzelliklerin arasından geçtik yine.
Alcan Highway'den birkaç resim
Fairbanks'ten, Dalton Highway'e giderken, yoldan kısa bir video-klip.
Dalton Highway yolunda
Öğle saatlerinde Dalton Otoyolu'nun girişindeydik. Yolun başladığını gösteren tabelaya herkes bir işaret bırakmıştı. Biz de eksik kalmayalım istedik ve notumuzu düştük: "Buket & Ali were here (Buket ve Ali buradaydı)-www.istanbul2istanbul.com".
Öğleyi geçe Kutup Dairesi'ni bulduk ve hepimiz birer anı fotoğrafı çektirdik; başta Lando olmak üzere.
Biraz daha kuzeyde Coldfoot var. Burası aslında bir yerleşim değil. 1981'de Dick Mackey adlı bir "girişimci", bir okul otobüsüyle buraya gelip, yoldan geçen kamyon şoförlerine hamburger satmaya başlamış. Sonraları kamyoncuların uğrak ve dinlenme yeri oluvermiş. Şimdi Coldfoot'ta bir benzin istasyonu ve buraya ait salaş bir bar-restoran var; kuzeye doğru içki bulabileceğiniz son bar. Bir başka deyişle, "kutuptan önceki son bar". Geceyi burada geçirmek, donan uzuvlarımızın buzunu çözmek ve sıcak bir kap yemekle birlikte, bir şeyler içmek niyetindeyiz. Mazot ikmalini yaptıktan sonra bara giriyoruz. Dışarıdaki termometre 5 dereceyi gösterirken, içeride servis yapan pala bıyıklı barmen-garson, üzerinde bir t-shirt ve ayağında şortla, soğuğa meydan okuyor. Ama doğruyu söylemek gerekirse, içerisi sıcacık. Kamyon şoförleri ve inşaat işçilerinin gürültülü muhabbetiyle birlikte yemeğimizi yiyip, iliklerimizi ısıttıktan sonra, meydanın boş bir köşesine arabayı çekip, çadırı açtık. Buranın soğuğunda bile icadım, son derece iyi bir performans gösteriyor. Saat 11:00'e doğru, yağmur altında ama aydınlıkta çadırımıza girip uyuyoruz.
11 Mayıs Salı sabahı uyandığımızda ortalığı buz kesiyordu. Dünkü barda sıcak kahveyle birlikte kahvaltımızı yaparken, önceki gece konuştuğum kamyon şoföründen aldığım yol bilgisine güvenerek, Prudhoe Körfezi'ne doğru yola çıkmaya karar verdik. Bu seyahatte dünyadaki "en uç noktalar"ı görmekse amaç, Kuzey Amerika kıtasının karadan ulaşılabilen en kuzey noktası olan Prudhoe Körfezi'ne giderek, seyahatin bu bölümünü taçlandırmak lâzım. Öyle de yapıyoruz; saat 8:25'te, ana yola çıkıp, sağa, kuzeye döndük.
Coldfoot'taki eski kamp binası
Benim en büyük korkum, yolun 390'ıncı kilometresindeki Atigun Geçidi. Burası, -aslında- çok değil, yalnızca 1,420m rakımlı bir geçit olmasına rağmen, hem bu yolun en yüksek geçidi ve hem de -tabii- bu kadar kuzeyde olması nedeniyle, kar yüzünden kapalı olma riski yüksek. Her ne kadar, sürekli olarak açık tutulmaya çalışılıyorsa da, özellikle, birkaç gün öncesinde kuzey-batı Kanada ve Alaska'da görülen kar fırtınaları da hesaba katılınca, korkum daha da artıyor. Dünkü kamyon şoförünün söylediği, birkaç gün önce yoğun bir kar fırtınası yaşanan geçitte, önceki gün hava düzelmiş ve yol, geçilebilecek hale getirilmiş.
Deadhorse yolunda
Yolun bundan sonrası daha zorlaşmaya, trafik seyrekleşmeye ve çevre görüntüsü de ormandan, yavaş yavaş seyrek ağaçlara dönüşmeye başladı. Atigun Geçidi'ni karlı ama nispeten sorunsuz geçtik. Artık çevrede tümüyle tundra bitki örtüsü hâkim. Birazdan o bitki örtüsünü de göremez olduk; artık her yer, bembeyaz karla örtülmüştü.
Alyeska Petrol Boru Hattı - Deadhorse yolunda karibular
Deadhorse'a (Prudhoe Körfezi'nin "yerleşim" yerine verilen ad) 135km kala başlayan şiddetli fırtına, çevreden sürüklediği karı, toz halinde uçuruyor ve göz gözü görmüyordu. Gittikçe görüş mesafesi düştü ve yer yer 10m'nin altına kadar indi. Silecekler ve camlar donduğu için, ön camı temizleyemez olmuştum. Fırtına Buket'in tarafından estiği için, onun kapısından içeriye hafiften "kar yağmaya" başladı. Yeni termometremiz, dış sıcaklığı -9 derece gösteriyor. Karşıdan gelen ve yaklaşık yarım saatte bir kamyon şeklinde olan trafik de kesilmişti. Şartlar iyiden iyiye kötüleştikçe, bizim hızımız da 20-30km/s'e kadar düşmüştü. Nihayet, öğleden sonra saat üç buçuk sıralarında Deadhorse'a girdik. Ben, Türkiye'nin doğu ve güney-doğusunda, kışın en çetin geçtiği zamanlarda, binlerce kilometre araba kullandım. Ancak, hayatımda bu kadar uzun süre zorlandığımı hiç hatırlamıyorum, itiraf ediyorum. Neyse ki, Lando'yla ilgili motor problemini burada yaşamadık. Buraya kadarki yolun gidişatını görmek için, aşağıdaki linki tıklayarak, vido-klipi seyredebilirsiniz.
Prudhoe Körfezi yolunda
Deadhorse'a vardığımızda, dışarıda muazzam bir kar fırtınası vardı. Burada çadırda kalamayacağız, bu kesin. Böyle bir şeye kalkışırsak, ikimizin de buzdan heykellerini bulurlar, ertesi sabah. Tek çare, "şehir"deki iki otelden birine sığınmak. Şehir kelimesini özellikle tırnak içerisinde yazıyorum çünkü, buraya şehir demek pek mümkün değil. Burası tam bir petrol sahası şantiyesi; hep prefabrik binalar, şantiyeler ve petrol kuyuları. Onları da görmemiz mümkün değil, kar fırtınasından. İlk durak Prudhoe Bay Hotel.
Burası bir otel mi, sizce? Evet, Prudhoe Bay Hotel
İçeriye girdiğimizde ilk karşılaştığımız, kapıdaki "Lütfen galoş takınız!" uyarısıydı. Beyaz galoşları ayağımıza geçirdikten sonra sağlı-sollu koridorlara açılan onlarca odanın olduğu prefabrik binaya daldık. Ortalıkta bir sürü garip giysili adamın dolaştığı bina, daha çok hastaneyle uzay üssü karışımı bir yere benziyor. Gözümüz "Resepsiyon" yazılı bir yer arıyor ama ne gezer. Arktik ortama uygun iş kıyafetleriyle dolaşan onlarca adam, kafeterya gibi bir yer, bir oturma salonunda televizyonun karşısında yayılmış aynı kıyafetli birileri... Resepsiyon namına bir şey yok. Resepsiyondan çok, vergi dairesi veznesine benzeyen bir bankoya yanaşıp, ilerideki kıza "Burası bir otel mi?" diye soruyorum. Buket ise, bu arada bir tuvalet bulmakla meşgul. Ana koridora açılan yüzlerce yan koridorla girip girip çıkıyor ama nafile. Bir yandan sesimi, ulaşabildiğim tek "görevli" olan kıza duyurmak, bir yandan da Buket'in derdine çare bulmakla uğraşırken, halime acıyan kız benimle ilgilendi. Evet! Burası bir otelmiş.
- Kaç para?
- Kişi başı US$220.00
- Peki sauna, kapalı yüzme havuzu, detoks programı, özel masaj, tenis, dalma ve golf dersleri, özel sekreterlik hizmeti falan da dahil mi bu fiyata?
- ?
Değilmiş. Arkada bir yerlerde oturan "orta yaşlı" (yardımseverliğinden dolayı "orta"yı ilâve ettim) hanım yerinden doğrulup, yanımıza geldi. "Ama" dedi, "...üç öğün yeme dahil" . E, Allah razı olsun! Bedava sayılır, o zaman.
"Peki" dedim, "...bir başka otel daha varmış burada. Onun fiyatını biliyor musunuz?". "Bilmiyorum" dedi, hayırsever "orta yaşlı" hanım. "Ama onların fiyatına yemek dâhil değildir ha". "Biz bir de oraya bakalım, o zaman" . Hava durumuna ilişkin bilgiyi sorduğumda, bana bir de bilgisayar çıktısı verdi; bugün ve sonraki 4 günlük hava tahmini gösteren. Sağ olasın "orta yaşlı" hanım!
Diğer oteli bulmak üzere arabamıza bindik, göz gözü görmez tipide, el yordamıyla ilerlemeye başladık. 10m'lik görüş mesafesinde, diğer otelin tabelasını da gördük, neyse ki. Zaten avuç içi gibi yer ama bir şey görünmüyor ki.
Arctic Caribou Inn
Burası da, Arctic Caribou Inn. Diğerinden farkı, daha küçük ve da bir "şantiye binası" havasında olması. O zaman, daha da ucuzdur, herhalde. Bunun kapısında galoş uyarısı yok; iyi bir başlangıç. Resepsiyon olabileceğini düşündüğüm yerin penceresi kapalı. Pencerenin üzerinde "Kapalıysa -şu- numarayı arayın" yazıyor; yanında da bir telefon. Aradım, çıkan bayan "Hemen geliyorum" dedi. Güleç yüzlü bir hanım. Turist olduğumuzu öğrenince, "erken gelen turistler" e özel bir indirim yaptı, tam anlamıyla bir "kıyak". İki kişilik oda ve üç öğün yemek için toplam US$130.00. "İki kişi için toplam, değil mi?" diye sormaktan kendimi alamadım. Bir önceki US$440.00 fiyattan sonra bu, gerçekten bedava sayılır. Buket'le, küçük ama sıcacık odamıza girdiğimizde, cehennemden kurtulmuş gibiydik. Yemek saatleri biraz tuhaf ama: Akşam yemeği 17:30-19:30 arası, sabah kahvaltısı ise 04:30-07:00 arası.
Deadhorse, yukarıda da dediğim gibi, aslında bir "şantiye-kent". Kutba bu kadar yakın olmasından dolayı bir mahrumiyet bölgesi. Burada yaşayanların hepsi, ya petrol sahalarında çalışanlar ya da onlara hizmet verenler. Bu iki otel ise aslında, petrol şirketinin taşeronları olan firmaların çalışanlarının kaldığı base'ler. Herşey ateş pahası; benzin (ve tabii, mazot da) Amerika'nın en pahalısı. Otel fiyatlarını tekrarlamam gerek yok. Burada çalışanlar 3 haftalarını burada geçirdikten sonra, 3 haftalığına da evlerine dönüyorlar. Kışın -55 derecelere kadar iniyormuş, sıcaklık. Telefon bile pahalı; normal Amerika fiyatının 10 katı. Unutmadan; burada içki satışı ve tüketimi yasak. Yaşayanlar, sürekli "mesai"de sayılıyorlar ve mesai dahilinde içki içmek de yasaktır, bildiğiniz gibi. İşte böyle bir yer, Deadhorse.
Cehennemden nasıl kurtulduk?
Dışarıyla ilişkisi yalnızca odalardaki ufak pencereler ve bir de giriş kapısından oluşan otelin içindeki tek sosyalleşme yeri restoran-cafe bölümü. Vardiyadan dönen yorgun işçiler üzerlerindeki uzay giysisine benzeyen iş kıyafetlerini çıkarıp yemek yemeye geldiklerinde cüsseleri yarı yarıya azalmış olduğundan, gözümüze o kadar garip ve korkutucu görünmüyorlar. Üzerlerinde, onları -50 derecelere kadar koruyan tulumları, kafalarındaki yün şapka ve baretleri, ayaklarındaki iri "şeyleri" (postal galiba) çıkarıp, şort ve t-shirtlerle salonu doldurduklarında Buket'i ister istemez bir titreme aldı. Kendileri üşümeyecekse, birisinin onların yerine üşümesi lâzım, değil mi?
Bir Deadhorse fotoğrafı. İşte bütün gördüğünüz bunlar; petrol kuyuları, şantiye binaları
Yalnız, bu arada, Buket'in de hakkını vermek gerekiyor. Ben, seyahatin bu bölümüne katılması için ısrar ederken, bir yandan da şartlara ayak uyduracağı konusunda şüphelerim vardı, açıkçası. Bunu ona hiç söylemedim tabii ama, ya soğuk havalardan etkilenirse, ya uzun süre çadırda yaşamaya uyum sağlamakta zorlanırsa diye de, bir yandan içim içimi yiyordu. Bu yazıyı yazdığım ana kadar (ki, seyahatin bu bölümünün en zorlu şartlarını geride bıraktık bile) uyum konusunda en ufak bir sorun yaşamadığı gibi, herhangi bir rahatsızlık da geçirmedi ve keyfi de, morali de gayet yerinde. Aman, nazar değmesin!
Dönelim Prudhoe Körfezi'ne. Otelin restoranında gelip giden işçileri seyretmekten başka yapacak bir şey olmadığı için ya çatlayana kadar yemek yemek, ya da kendinize meşgale bulmak zorundasınız. Buket'ten ilginç bir teklif geldi: Dışarı çıkıp, "şehir"de dolaşmak! Şehrin kalbinin attığı, bar ve cafélerin bulunduğu ışıl ışıl ana caddesinde yürümek, bir yerde oturup sıcak çikolatalarımızı yudumlarken, dışarıda son moda kıyafetleriyle salına salına yürüyen Deadhorse'un genç delikanlıları ve zarif kızlarını seyretmek, daha sonra da ana caddenin sonundaki meydanda düzenlenen açık hava konserini izlemek, ardından da kaldırımda kestane yapan yaşlı kadından kestanemizi alıp, yürüye yürüye otelimize dönmek önce bana da çok cazip geldi. Hemen arkasından, daldığım hayalden kurtulup, dışarıdaki fırtına ve tipinin devam ediyor ve hava sıcaklığının ise, geceki tahmini hedefi olan -22 dereceye doğru hızla düşüyor olduğunu, burasının da Paris değil de, çelik konteyner ve prefabrik şantiye binalarından oluşan, sokaklarında kamyonetler ve iş makinelerinden başka hiçbir şeyin dolaşmadığı Deadhorse olduğunu hatırladım. ...ve bunu Buket'e de hatırlattım.
...ve sakallarına kadar donmuş Lando
Gece küçük penceremizin kalın perdelerini sıkıca kapamamız gerekiyor. Güneşin batışıyla doğuşu arasında geçen 4 saatlik sürede, havanın kararmak konusunda en ufak bir niyeti yok, çünkü. Sabah kalktıktan sonraki ilk işimiz -tabii, kahvaltımızı yaptıktan sonra-, önceki gün bize kıyak yapan resepsiyon görevlisini (sanırım adı Esther'di) bulup, bu günün hava ve yol tahmini ve son durumu öğrenemek. Ama, ondan önce arabayı çalıştırmalıyım. Bu soğuk geceden sonra çalışır mı, bilemiyorum. Aslında, çalışmasına engel olacak bir durum yok. Motor suyundaki antifriz oranı, -50 dereceye kadar koruyacak şekilde. Motor yağını, düşük sıcaklıklarda dahi viskozitesini koruyacak şekilde 5W-50 olarak seçmiştim. Akünün durumu malûm, 6 aydan sonra da sorunsuz çalıştırmıştı arabayı. Ancak, yine de kuşkularım var. Herkes motor ısıtıcılarını fişe takmıştı, akşam baktığımda. Buralarda, yani Amerika'nın kuzeyi, Kanada ve Alaska'da, arabaların motor bloklarını sürekli uygun sıcaklıkta tutacak elektrikli ısıtıcılar kullanıyorlar. Her arabanın önünden, uçlarında fişler olan kablolar sarkıyor. Neredeyse tüm park yerlerinde, bu fişleri takabileceğiniz prizler var; park ettiğinizde arabanızı "fişe takasınız" diye. Böylece, bıraktığınız yerde arabanız donmuyor ve tekrar bindiğinizde rahat çalıştırabiliyorsunuz. İşte Deadhorse'ta da, benimki dışında tüm arabaları fişe takmışlardı.
Deadhorse'ta Colleen Gölü kıyısında... Göl nerede mi? Hemen altımızda, görmüyor musunuz?
Lando bu sefer de üzmedi, ilk basışta çalıştı. Yedek anahtarla kapıyı kilitleyip, çalışır halde bıraktım. Kahvaltıdan sonra Esther internetten, telefonla Coldfoot'u ve başka birkaç yeri arayarak hava ve yol durumunu öğrendi. Bir önceki gün gibi ama rüzgâr hızı biraz daha düşük. Ayrıca, Atigun Geçidi'nin de açık olduğunu öğrendik. Kararımız, yola çıkmak, çok zorlanacağımızı anlarsak geri dönüp, havanın daha da düzeleceği Perşembe ya da Cuma gününü beklemek. Esther'e veda ettik. "Siz, çocuklar! Dikkatli olun!" dedi bize; anaç bir ifadeyle. Amerika'nın en pahalı mazotuyla depoyu doldurdum. Her ne kadar bidonlardakiyle birlikte depoda kalan mazot miktarı, bize Coldfoot'tan çok daha uzağa gitmeye yeterdi ama tedbiri elden bırakmamakta fayda var.
Deadhorse'un girişinde yol ayrımı
Yola çıktıktan sonra fırtınanın gerçekten bir önceki günün cehennemî halinden çok daha iyi olduğunu ve devam etmekte bir sakınca olmadığını gördük; aşağıdaki videodan da anlayacağınız gibi:
Dalton Highway'de dönüş
Atigun Geçidi'ne doğru hava iyice düzeldi. Geçitte durum normaldi. Ondan sonrasında da bir problemimiz olmadı. Yolda, Coldfoot'tan az önce, Wiseman Köyü'ne uğradık. Altına hücumun başlamasından sonra 1910'lara kadar giderek artan ününü daha sonra birden yitiren Wiseman, bu gün halâ o parlak günlerinin izlerini yaşatmaya çalışıyor.
Wiseman'dan iki kare... Alttaki, postane binası
Akşam saat 22:50'de Fairbanks'te daha önce kaldığımız, hani şu suyu akmayan RV kampına vardığımızda, sabahtan beri yaptığımız toplam yol 857km olmuştu. Gece orada kalacağımızı -nezaketen- bildirmek için kadını tekrar ararken, uyumuş olabileceği endişesini de taşıyordum, doğrusu. Neyse ki yatmamış; "Siz buyurun, yarin halleşiriz" dedi. Çadırı açıp, içine serilirken, yaklaşık 14 saattir araba kullanıyor olmaktan katılaşmıştı tüm kaslarım.
Yol inşaatında "lolipop woman"... Bu işaretçilere Avustralya'da "lolipop man" derler de...
Perşembe sabahı fazla dağılmamak ve kahvaltı işiyle uğraşmamak için çadırımızı toplayıp, Fairbanks'te, üniversitenin yakınında bir kahveye çöreklendik. İnternet de olduğu için misafirliğimiz biraz uzun sürdü; öğleye kadar. Mesajlarımı incelerken, son anda düşen ilginç bir tanesini de aktarayım. Şöyle diyordu mesajda: "Şu anda sizin de bulunduğunuz cafédeyim. Kapıda arabanızı gördüm ve web sayfanızı inceledim. Kahvenizi içerken sizi rahatsız etmek istemedim. Yalnızca bir 'merhaba' demek ve iyi şanslar dilemek istiyorum. İmza : Thomas". Masamıza davet eden mesajı gönderdikten az sonra Thomas çıkageldi ve böylece tanışma şansımız oldu.
Yolda, bir tilki, düşünceli yürüyor. Bizi görünce kısa bir bakış atmadan geçmedi
Kafede otururken, bir sonraki durağımız olacak Denali Milli Parkı için rezervasyonu da yaptırdım. Denali, milli park sınırları içerisinde yer alan McKinley Dağının Athabaskan yerlilerince bilinen adı. Anlamı da "büyük". McKinley, bu tanımlamayı doğrulayacak azamette; 6,120m yüksekliğe sahip. Kuzey Amerika'nın en yüksek dağı. Ama onun, insanların gözüne bu kadar azametli görünmesinin esas nedeni, bulunduğu bölgenin yalnızca 600m civarında olan rakımından birdenbire yükseliyor olması. Bölge önceleri, Atabaskan yerlilerinin avlanma alanıymış. 1905'te Charles Sheldon adlı bir maceraperest-avcının dikkatini, buraların vahşi yaşamının zenginliği ve bakirliği çekince değişen kaderi, 1 yüzyıldan fazla geçmiş olmasına rağmen özelliğini yitirmeden yaşamasını sağlamış. Günümüzde siyah ve kahverengi (özellikle grizzly adı verilen türü) ayılarla, kurt, tilki, moose (bir geyik türü), dağ keçisi ve daha birçok hayvanın ürkmeden, çekinmeden yaşayabildiği bir bölge, Denali. Bu yüzden de ziyaretçisi en bol olan milli parklardan. Girişinden itibaren 145km uzunluğunda bir yol ile, parkın derinliklerine ulaşılabiliyor. Bu yol üzerinde bulunan 6 kamp yerine ise rezervasyonla ziyaretçi alınıyor. Yani, kaynaklar öyle diyor. Kalınacak yer kısıtlı, talep de fazla olunca böyle bir sistem koymuşlar. Ben de, bu amaçla internetten rezervasyon yaptırmaya uğraştım. Ancak tüm yerler dolu görünüyor. Aslında, bu mevsimde açık olan tek kamp yeri, girişteki Riley Creek Kamp Sahası. Bundan sonra, 15 mil ilerideki Savage Nehri ve sonraki kamp sahaları henüz sezonu açmamışlar. Bu yüzden de, Denali'yi görmek için çok da uygun bir zaman değil. Üstelik kampın servis otobüsleri de yalnızca, özel araçlarla girilmesine müsaade edilen ilk 15 millik (24km) kısmın sonuna kadar gidip dönüyorlar. Yani, parkın yalnızca altıda birlik kısmını görebileceğiz. Ama yine de, Denali'yi görmeden döndük, dememek için şartları zorluyorum. İnternetle bir sonuca ulaşamayınca, telefonu denedim. Görevli yalnız Riley Creek'te ve 15 Mayıs'tan itibaren rezervasyon yapabiliyor olduklarını söyledi. Peki, o zaman, 15 Mayıs'tan başlayarak 2 gecelik rezervasyon yaptıralım bari. Öncesindeki 2 gece de, aralarda bir yerde çadır kurarız.
Fairbanks Pioneer Parkı´ndaki "tarihi" binalar
Yola çıkmadan, Dalton Higway'de tümüyle çamura bulanan arabamızı yıkatmamız lâzım. Pencerelerden dışarısını, arka camdan da, gerideki trafiği göremez oldum. Bulunduğumuz kafenin hemen yakınında bir oto yıkama yeri görünüyor, GPS haritasında. Yeri kolay bulduk da, kim yıkayacak, onu bulamıyoruz. Sağına soluna dolanıyoruz, kimse yok. Sonunda, buranın da para yutan makinelerle çalıştığını keşfettik; para atıyorsun su akıyor, para atıyorsun deterjanlı fırçalar çalışıyor. Biz, köyden yeni gelmiş seyyahlar, herkesin $3.00'a araba yıkadığı yerde, şaşkınlıktan ve acemilikten $9.00'a ancak temizleyebildik, Lando'yu. Sonra da yola çıktık.
Soğukta, Buket önce ateş yakıp, keyif yapmayı denedi. Sonra, çamaşırhaneyi keşfettik
Denali, "The Big One"
Yol üzerinde bulabildiğimiz en uygun görünen RV kampı, Denali Milli Parkı girişinin yaklaşık 50km gerisindeki Healy adlı bir kasabada, yol kenarında idi. Çam ağaçları arasındaki kampta iki gün geçirdik. Bu arada, arabanın Whitehorse'ta pek düzgün yapamadığımız supap ayarını daha dikkatli bir şekilde yeniden yaptık. Artık, saat gibi çalışıyor motor. Hava dışarıda soğuk olduğundan kampın sıcak, ama 3 masadan oluşan cafési gibi kızartma kokulu olmayan tek yerinde, çamaşırhanesinde vaktimizi geçiriyorduk. Ben yazılarımla, Buket de kitaplarıyla...
McKinley Dağı ...ve Buket de onu gördü
15 Mayıs'ta Denali Milli Parkı'na törenle girdik. Kaydımızı yaptırdıktan sonra kendimize uygun bir kamp noktası bulup, kayıt fişini girişine iliştirdik. Denali'de geçirdiğimiz iki günün dürüst bir muhasebesini yapacak olursak, hayal kırıklığına uğradığımızı söyleyebilirim. Bunda, parkın büyük kısmına ulaşamamış olmamızın yanı sıra, dışarıdan bakıldığında her şeyin son derece sistemli ve düzenli olduğu görünen parkta, -örneğin- kamp yerlerindeki duşların ve tuvaletlerin, suların da henüz akmıyor olması yüzünden daha hizmete girmemiş olması da önemli bir rol oynuyordur. Ama bu iki günü, ulaşabildiğimiz yerlerde yürüyüş için ayrılmış parkurları arşınlamakla geçirdik; güzel doğa yürüyüşleri yaptık, dinlendik.
Denali Milli Parkı'nda Horseshoe Gölü
Bu arada, bizim gibi kamp yapmaya gelenlerden birçok meraklının soru bombardımanına uğradık. Meraklılardan birisi de, parkın Ziyaretçi Merkezi'nin yanındaki Morino Grill'in yöneticisi Gary'ydi. Ayrılacağımız sabah, kahvelerimizi yudumlarken yanımıza gelip, şöyle dedi : "Biliyor musun? Dün gece saat 1.5'tu ve ben halâ senin sayfanı okuyordum".
Köpekli kızak gösterisi - Gösteriden sonra bakıcılarından "şefkat" görüyorlar
Denali'deki en kayda değer etkinliğimiz, park korucuları tarafından düzenlenen köpekli kızaklarla ilgili gösteriydi. Parkın güvenliğini sağlayan korucular (ranger'lar), kışın devriye görevlerini yerine getirmek için köpekler tarafından çekilen kızakları (dogsled) kullanıyorlar. Mevsimine bağlı olarak taşıdıkları yükün miktarı da değiştiğinden, kızaklara koşulan köpek sayısı da değişiyor ve 12'ye kadar çıkabiliyor. Aslında, buranın yerlileri tarafından kullanılan köpek cinsi, Sibirya Kurdu diye de bildiğimiz Husky'ler. Bizim bildiğimizden daha küçük ve daha beyaz olan gerçek Husky'ler şimdilerde yalnızca yarış amaçlı kızaklara koşuluyor. Denali'deki devriye görevine koşulanlar ise, Avrupa'lı güçlü ırklarla çiftleştirilerek geliştirilen melezleri; daha iri ve kuvvetliler. Parkta kullanılan köpekler, buradaki çiftlikte yetiştiriliyorlar. İşte bu çiftlikte, köpeklerin ve devriye görevi yapan korucuların yaşantılarının da anlatıldığı bir gösteri düzenleniyor. Tabii gösteri, kar olmadığı için, gizli bir tekerleğin takıldığı -ama gerçek- kızaklarla ve toprak zeminde... Bu arada, köpek çiftliğindeki 30'a yakın köpekle tanışmak, oynaşmak serbest; çok ileri gitmemek şartıyla.
Buket'le önce selâmlaşıyor ama...fazla yüz vermeye de gelmiyor, tabii
Yeri gelmişken Iditarod'dan da bahsedeyim. Bu bir yarışın adı; köpeklerin çektiği kızaklarla yapılan... Her yıl Mart ayında Anchorage'dan başlayıp, Alaska'nın batısında, Atlantik Okyanusu kıyısındaki Nome'de son bulan yaklaşık 1,700km'lik bu yarışa katılanlar, tek başlarına idare ettikleri kızaklarıyla ve köpekleriyle birlikte bu mesafeyi 10-15 günde katediyorlar. Bu sürede kendilerinin ve köpeklerinin ihtiyacı olan her şeyi; yemeklerini, yedek giysilerini, kamp malzemelerini, ilaçlarını, kızakları için yedek parçaları yanlarında taşımaları gerekiyor. Gece-gündüz süren zorlu bir yarış. Sonunda mı? Sonunda 1. gelenin ödülü $50,000.00. Iditarod'a benzeyen başka kızak yarışları da var; fairbanks (Alaska)-Whitehorse (Kanada) arasında yapılan 1,600km'lik olanı gibi...
Pazartesi günü milli parktan ayrıldığımızda McKinley'i görememiş, hiçbir ayıya rastlayamamış olmanın acısını yolda çıkardık. Derler ki, McKinley yüzünü haftada iki kez gösterirmiş. Bu tabii ortalama. Bazen haftalarca bulutların arasından çıkmadığı da olurmuş. O gün, milli parkın sınırı boyunca giden Anchorage yolunda, pırıl pırıl güneşin altında kilometrelerce bizi izledi, yukarıdan. Daha sonra da, yolun kenarında "otlayan" ayılar... Demek ki Kanada ve Alaska'nın o meşhur ayıları, iddia edildiği gibi milli parklarda değil, yol kenarlarında görülüyor. O yüzden, siz siz olun, sakın ayı göreceğiz diye onca parayı milli parklara harcamayın. Çıkın yola, elbet otlayan birilerine rastlarsınız. Paranız da cebinize kalır.