Ülke |
Şehir |
Ekleme |
Düzenleme |
Gezi Tarihleri |
Okunma |
Yorum |
Yazan |
Bolivya
|
Uyuni |
23 Eylül 2012 |
|
17 Mayıs 2011 22 Mayıs 2011 |
4717 |
0 |
Ali Eriç |
|
|
Arabamla Dünya Turu - Bolivya : 3-son (Uyuni) (Genel)
|
Potosi'den sonra, Uyuni'ye doğru yol toprak. Genellikle düzgün olmakla birlikte, yer yer bozuk kısımlar da var. Yolda fazla araç görmedik. Bu bize, Potosi'ye gitmek isteyen araçların diğer yolu kullandıklarını düşündürdü.
Uyuni'ye vardığımızda saat 6 olmuş, hava kararmıştı. Daha alacakaranlıkta, Chichas Dağları'ndan aşağıya doğru inerken Uyuni'yi, çölün uçsuz bucaksız düzlüğünün ortasında yalnız başına görüyorsunuz. Şehre (şehir demeye her ne kadar dilim varmıyorsa da) girmeden sizi ilk karşılayanlar, çöplüklerden rüzgârla uçuşup, çöldeki çalılara takılıp kalmış binlerce naylon. 'Şehrin', paket taş döşeli iki yolundan birisinden girip, merkeze doğru ilerledik. Lonely Planet'da yazılı birkaç otelden özellikle tercih ettiğimiz Toñito'yu bulmamız zor olmadı. Buket'i, özellikle burada, Uyuni'de, yani gece sıcaklığının sıfırın altında 7-8 derecelere kadar düştüğü bir yerde iyi korumam lâzım. Üstelik, oteli tercih etmemizde kışkırtıcı olan başka nedenler de var; otelin işletmecisi Amerikalı Chris ve eşi Bolivyalı Sussy'nin Minuteman Revolutionary Pizza'sı için "Uyuni'nin en iyisi" (!) demiş LP. Bir de, sabahki açık büfe kahvaltısını öve öve bitiremiyor. Dolayısıyla, Toñito Hotel'e yerleştik. Duvardaki seramik ısıtıcı, odamızı ısıtmak konusunda biraz aciz görünüyor ama, battaniye stoku sağlam. Akşam ben Chris'in pizalarından tadarken, Buket de yağsız ve sossuz, sade makarna yedi. Sebebi malûm.
Uyuni yolunda...
Uyuni, Western filmlerinde görmeye alışık olduğumuz, çölün ortasındaki kasabaları andırıyor. Sürekli esen rüzgârın uçurduğu bir toz bulutu insanın yüzünü kamçılıyor. Ortalıkta oradan oraya salınan köpekler, amaçsızca, elleri ceplerinde volta atan erkekler, iğreti bir oyuncağın peşinde koşuşturan bebeler...
Uyuni'de ilk günü boş geçiriyoruz. Yani, ben birikmiş yazılarımı yazacağım, Buket şehirde dolaşacak. İkinci gün ise Salar de Uyuni'de, yani Uyuni Tuzlası'nda dolaşacağız. Salar de Uyuni 10,582km² alanı ile dünyanın en büyük tuz düzlüğü. En yükseği mi, bilemiyorum ama, 3,656 metre rakımda hala zorlanıyor insan. Burasının bir özelliğinden daha önce bahsetmiştim: Dünyanın en büyük lityum rezervi bu tuzlanın altında. Burası -tabii- aynı zamanda bir tuz rezervi de. Tuz miktarının 10 milyar ton olduğu söyleniyor. Bu tuz da, Potosi'deki gümüş madeni gibi yerel kooperatif tarafından değerlendirilmekte. Salar de Uyuni, Titikaka Gölü'nden, yağmur mevsimi sonrası 'taşan' sularla 'ıslanıyor'. 'Taşan' deyince, sanmayın ki Titikaka'nın hemen dibinde. Arada 500km'den fazla mesafe avr. Ancak, Titikaka'nın fazla suyu önce güneyindeki Poopo Gölü'ne boşalıyor. Buradan artan ise Uyuni Tuzlası'nı suluyor.
Salar de Uyuni'de Lando...
Salar de Uyuni'nin üzerinde -tabii, kuru zamanlarında- arabayla dolaşmak hem çok zevkli, hem de tehlikeli. Ayrıca, arabayı sürekli olarak yoğun tuzla ıslatıyor olduğunuz için de, korozif etki nedeniyle çok riskli. Tehlikesi şu : Kuru zamanlarda, kalan su yerdeki tuz katmanı tarafından emiliyor. Bu da yer yer 'tuz çamuru' bölgeleri oluşturuyor ki, eğer bu çamur bölgeler derinse aracınız buralarda saplanabiliyor, hatta batabiliyor. Çok geniş bir alandan bahsettiğimiz için, saplandığınızda birilerinin sizleri görme ve yardımınıza gelme olasılığı yok, eğer çok şanslı değilseniz. Kaldığımız otelin park yerinde kamp kurmuş İsviçreli bir aile ile tanışmıştık; karı-koca ve 3 kızları, bir de köpekleri vardı. Dev gibi bir Mercedes 4x4 kamyon üzerine inşa edilmiş heybetli bir camper'la dolaşıyorlar. Linus, Şili'de yolda tanıştığı bir başka yabancı ailenin daha sonra uydu telefonundan onu arayıp yardım istediklerini anlattı. Salar de Uyuni'nin ortasında saplanmışlar ve 24 saat boyunca mahsur kalmışlardı. Linus'a koordinatlarını verip, yardım göndertmesini rica etmişler. Linus da, kaldığımız otelin Lonely Planet'tan bulduğu telefonunu arayıp, Chris'e durumu bildirmiş. Chris de polise... 2 gun sonra bulabilmişler ancak. Çünkü, aileyi bulmak için yola çıkan 4 araçtan üçü daha batmış falan.
ve biz...
Korozif etkiye gelince : Bu yalnızca şase, kaporta v.s. metal aksamın paslanması şeklinde zarar vermiyor. Bundan çok daha riskli bir etkisi var; alternatör ve marş motorunun içine girerek, buradaki elektromekanik parçalara zarar veriyor. Böylece aracın aküsünün şarjı kesiliyor ya da marş basmaz oluyor v.s. Bu yüzden de, Salar de Uyuni'ye girmezden önce arabaların -özellikle altını ve motoru- eski yağ ya da mazotla 'yıkıyorlar'. Bu ince yağlı katman, tuzun araca yapışmasını engelliyor. Yoksa, -yapışan tuzu gördüm- öyle böyle değil. Aracın üzerine yapışan tuz tabakası bir süre sonra o kadar kalınlaşıyor ve sertleşiyor ki, öyle basınçlı suyla falan temizlemek mümkün değil. Çekiçle kırılır ancak. Dönüşte de arabalar yeniden yıkamaya giriyor ve bol ve yüksek basınçlı suyla yıkanıyorlar. Biz de öyle yaptık, tabii.
Salar de Uyuni'de birkaç 'tuz-otel' var. Tuz bloklarından kesilmiş tuğlalarla inşa edilmişler. Hatta içlerindeki eşyaların (yatak, masa v.s.) bazıları da tuzdanmış. Bunlardan bazıları çok lüksmüş. Bazıları ise derme çatma. Hemen önünde, otelde kalanların ülke bayraklarının olduğu bir adacık var. Yenilerde bir Türk de kalmış anlaşılan ve bayrağı çekmiş. Biz de dibinde fotoğraf çektik...
Butch Cassidy & The Sundance Kid
Bu hikâye, Amerika'nın efsanevî ikilisi Butch Cassidy ve The Sundance Kid'e ait. Ya da gerçek adlarıyla Robert LeRoy Parker ve Harry Alonzo Longabaugh. Hani, 'vahşi batı' devrinde Amerika'da banka ve tren soygunlarıyla nam salmış ikili... Bu ikilinin Uyuni'yle ne bağlantısı var? Hikâye ilginç aslında. Amerika'da soyacak başka banka ve tren kalmadığına karar veren iki kafadar, 1901 yılında Harry'nin sevgilisi Ethel'i de alıp New York'tan Buenos Aires'e (Arjantin) giderler. Böylece, meşhur ikilinin Güney Amerika maceraları başlar. Arjantin'in batısında mütevazı bir çiftlik (61km²'cik) satın alır ve yerleşirler. Ancak 'can çıkar, huy çıkmaz' malûm ve ikili, Güney Amerika'da da çeşitli soygun olaylarına karışmaya başlar. Yerleşik yaşantı onlara göre değildir. Bir süre sonra, kendilerini ele verecek olan çiftliklerini de satarlar, nitekim. Sundance Kid'in sevgilisi San Fransisco'ya döner. Daha sonra ikili, bir gümüş madeninin maden ve para konvoylarını korumakla görevli güvenlik elemanları olarak işe alınırlar. 'Kuzuyu kurda teslim etmek' de tam böyle bir şey olsa gerek. Ancak, emanete hıyanet olmaz tabii ve bizimkiler kendilerine emanet edilenlerin dışında konvoyları soyma planları yapmaya başlarlar. Bu sırada civardaki bir altın madenine katırlarla maaş taşınıyor olduğunu öğrenirler ve içinde madenin müdürü Carlos Pero'nun da olduğu konvoyu And Dağları'nın kuytu bir yerinde kıstırıp, para yüklü katırı kaçırırlar. Ancak, Carlos Pero durumu hemen güvenlik güçlerine bildirir. Butch ve Sundance Kid, Uyuni'nin hemen güneyinde bulunan San Vincent kasabasına vardıklarında, kaldıkları otelde kıstırılırlar. Sundance Kid vurulur ve ağır yaralanır. Butch, artık kurtulma şanslarının kalmadığına karar verir. Önce arkadaşını, iki kaşının arasından vurup ızdırabına son verir. Arkasından da tabancasını kendi şakağına dayayıp, ateşler. Daha sonradan yapılan soruşturmada, gerek görgü tanıkları, gerekse ikilinin son soyduğu Carlos Pero cesetleri teşhis etseler de, San Vincent'te kimsesiz yabancılar mezarlığına gömülürler. İkilinin 1908'deki bu dramatik sonlarının üzerinden yıllar geçer. Amerika'lı kriminal araştırmacılar San Vincent'e, mezarı açıp bulmayı umdukları kemiklerin gerçekten onlara ait olduğunu kanıtlamak için gelirler. Uzun süre mezar yeri araştırılır. Sonunda onların olduğu iddia olunan mezar açıldığında içinden tek kişiye ait olan bir iskelet çıkar ki, daha sonradan o iskeletin de gerçekte Alman madenci Gustav Zimmer'e ait olduğu anlaşılır. Velhasıl, Butch Cassidy ve The Sundance Kid, hayattayken olduğu gibi, ölümlerinden sonra da 'ele geçirilememiş' olurlar.
Yoldaki Chullpa Mezarları. Bunlar Aymara'lar tarafından yapılmış, genellikle önemli şahıslar için hazırlanmış mezarlar. Cenaze, mezarın içerisine mumyalanmış olarak ve cenin pozisyonunda, kişisel eşyalarıyla yerleştirilirmiş. Tek giriş kapısı da güneşin doğduğu yere bakıyor. Şaman kültürü ya...
İşte filmlere ve kitaplara konu olan efsanevi ikili Butch Cassidy ve The Sundance Kid'in öyküsü. Her 6 Kasım, yani öldükleri günün yıldönümlerinde Butch ve Sundance Kid meraklıları buralara doluşuyor.
Bir efsane
Bolivya'yla ilgili anlatılması gereken bir konu daha vardı, aslında. Sosyalist devrim tarihinin efsane lideri Ernesto "Che" Guevara. "El Che", hayatının son dönemini, o zamanın cunta yönetimi altındaki Bolivya'da geçirmiştir. Bolivya'ya tam olarak ne zaman geldiği bilinmez; bu konuda birçok rivayet vardır. Ancak, Kongo'daki başarısız devrim girişiminin ardından, Daressalam'da (Tanzanya) buluştuğu Mozambik Kurtuluş Cephesi (FRELIMO) üyelerine yaptığı yardım teklifinin reddedilmesinden sonra ortalıktan kaybolur. Bu sürede Avrupa'da bulunduğu rivayet olunur. Sonra da Bolivya'ya geldiği... Amacı, Güney Amerika'da Sosyalist devrimi gerçekleştirmek ve bunu da ilk olarak, bu amaç için en uygun olan 'kıtanın kalbi'nde başlatmaktır.
1966 yılının sonları ya da 1967 yılının başlarında geldiği Bolivya, onun belki de verdiği en yanlış karardı ve bu yanılgısı hayatına maloldu. Ülkedeki komünistlerden ve rejim muhaliflerinden beklediği desteği alamadığı gibi, devletin gücünü de küçümsedi. Aslında, küçümsediği gücün arkasında CIA'in ve Amerikan Özel Kuvvetleri'nin varlığını göremedi, tahmin edemedi. Her ne hal ise! Sonuçta Arjantinli doktor, 8 Ekim 1967'de kamplarının kuşatılması sonrasında vurularak yaralanmış, ertesi gün de tutulduğu La Higuera'daki bir okulda öldürülmüştür. Elleri kesik cesedinin gömüldüğü yer yıllar sonra tespit edilir; Vallegrande'de bir uçak pistinin altındadır. 1997'de onun bedeninden kalanlar buradan alınır, Bolivya gerilla hareketinde birlikte savaştığı 6 arkadaşıyla birlikte Küba'da, Santa Clara'da inşa edilen görkemli bir anıt-mezara gömülür. 2006 yılında Buket'le yaptığımız Küba seyahati sırasında bu anıt-mezarı ziyaret etmiştik. Bolivya'da ise Vallegrande ve La Higuera'ya gidemedik, maalesef. Oralara en yakın Potosi'ye kadar gelmiştik ama, buradan sonra yaklaşık 500km daha, hele son 200km'si çok zor dağ yollarını aşarak gitmemiz gerekirdi ki, gözümüz yemedi.
21 Mayıs Cumartesi günü Uyuni'den, güney batıdaki Colorado Gölü'ne gitmek üzere yola çıktık. Son gecemizi orada geçirdikten sonra ertesi gün de, çok fazla kullanılmayan Hito Cajo sınır kasabasından Şili'ye, Atakama Çölü ve Tuzla'sına doğru geçeceğiz. Ancak o sınırdan geçmeden önce, gümrük ve pasaport işlemleri için, sınırdan yaklaşık 80km gerideki bir kasabaya uğramamız lâzım. Elimdeki haritada o kasaba görünmüyor. GPS'imde bölgeye ait görünen yollarla, bulabildiğimiz tekerlek izlerinin de alâkası yok. Girdiğimiz bir yol, bir süre sonra böbrek taşı düşürecek cinsten engebeli bir hal aldı; geri döndük. Bir başka iz buldum; o da ilgisiz bir yöne yöneldi. Kasabaya geri dönüp, bir taksiciye gideceğimiz kasabanın adını söyledim ve yolu sordum. "Şöyle!" deyip eliyle ufukta belirsiz bir yer gösterdi. İyi de, hangi yol oraya gidiyor? "Şöyle gideceksin!". Ayrıldığımız otele dönüp, Chris'i bulmaya çalıştım, Cumartesi günü ve adam yok. Lanet okuyup, arabanın burnunu kuzeye, Oruro'ya çevirdim. Buralarda tepinip duracağımıza, doğru dürüst bir yoldan Şili'ye gider, Atakama'ya oradan ulaşırız. Bu bana fazladan 800km yaptıracak. Olsun!
Şili Yolunda...
İlk 150km kadar bir kısımda toprak, bol tozlu ve yer yer sarsıcı bir yoldu. Sonrasında, batıdan gelen yolla birleşti ve düzgün asfalt oldu. Geç saate Oruro'ya vardığımızda ikimizde bitkin, aç ve pis halde bulduğumuz bir otele girip, yattık. Sabah erkenden uyanıp, yola çıktık. Akşam hedefimiz, Şili'nin Pasifik Okyanusu sahilindeki en kuzey kenti Arica. Yolda, üzerinden geçtiğimiz köprünün altından akan nehrin kıyısı bana bir anda ilham verdi. Geri dönüp, nehir kıyısındaki düzlüğe indim. Arabayı yarısına kadar suya sokup, Buket'le bir güzel yıkadık. Ondan sonra da acıkmış karınlarımızı doyurduk.
Şili sınırından önceki son kasaba, Sajama Volkanı'nın dibindeki vadide bulunan Quemado. Sonra yeniden dağlara doğru yollanıyoruz. Sınırı geçtiğiniz noktadan sonra daha tırmanacak çok yolumuz var. Gümrük ve pasaport işlemleri ise, Şili'de yapılacak; hem Bolivya'dan çıkış, hem de Şili'ye giriş için...
Bolivya'yı böylece bitirmiş olduk. Şili'de buluşmak üzere, hepiniz sağlıcakla kalın.
Not: Ali Eriç'in "Arabamla Dünya Turu" gezisinin başlangıcı ile ilgili detaylar için Arabamla Dünya Turu - Türkiye (Başlangıç - Karadeniz) gezi yazısını okuyabilirsiniz.
|
Yazılan Yorumlar... |
Henüz Yorum Yazılmamıştır |
Yorum yazmak isterseniz...
Yorum Yazabilmek İçin Üye Girişi Yapmalısınız.
|
|