Arjantin'in göbeğindeki kocaman düzlük bölge, La Pampa. Göz alabildiğine engebesiz araziler ya tarla, ya da otlak. İşte, Arjantin tarımının ve hayvancılığının sebebi, bu düzlükler. Zengin toprak ağalarının, -halâ- atlı çobanların ülkesi. O kadar düz ki, bütün yollar cetvelle çizilmiş gibi. Yüzlerce kilometre direksiyonu kıpırdatmadan gidebiliyorsunuz. O geceyi, Santa Rosa'da, belediyenin kampinginde geçirmek niyetindeyim ama, kamping halkın piyasa yaptığı bir yerin ortasında bir yeşil alan. Çevrede bir tuvalet bile yok. Hadi çadırı açtık diyelim de, tuvalet işini nasıl halledeceğim? Etrafta insanlar çoluk-çocuk salına salına geziyorlar. Mecburen, şehrin girişinde küçük bir motele yerleştim. O düzlükte fark etmeden 680km yol yapmışım.
Patagonya'ya giriyoruz beyler!
Ertesi gün artık Patagonya'ya giriyorum. Girişte, aynı Şili ve Arjantin sınırlarında olduğu gibi, yiyecek kontrolü yapılıyor. Çiğ et ve çiğ sebze-meyve sokmak yasakmış bölgeye. Hadi ülkeler arasında anladık da, aynı ülke içerisinde... Neyse, ABD'de de vardı, birkaç yerde benzer uygulama. Buzdolabımda dün aldığım ve daha dokunmadığım bir torba elma vardı. Kısmet değilmiş yemek. Daha önce Buket'le Arjantin'e girerken de, Buket'in yeni alıp da dokunamadığı muzlar gitmişti böyle. Arjantin'de meyve yemek haram bize, anlaşılan.
Arjantin'in göller bölgesi
Çarşamba akşamüzeri Zapala'nın girişindeki turist enformasyon ofisindeydim. Bölgeyle ilgili biraz bilgi aldım, İspanyolca(!). harita üzerinde Tarzan İspanyolcam ve vücut dili ile kamp yerlerini öğrendim. Bir de hiçbirisinin çalışmıyor olduğunu öğrenebilseydim keşke. Kadın, o gece kamp yapmayı düşündüğüm Laguna Blanca'da (Beyaz Göl) sıcaklığın 13 derece olacağını söyledi. Yağış gözüküyordu. 13 derece bana pek mantıklı gelmedi ama, neyse bakalım.
Laguna Blanca'da kamp yerim... Göl ise, sisten görünmüyor
Gece basarken Laguna Blanca'nın kıyısında, park bekçilerinin evinin yakınında çadırı açtım. Ürpertici bir rüzgâr esiyor. Bırak 13 dereceyi, gecenin bir saati sıfırın altına düşmesinden endişe ediyorum. Benim Zihni Sinir çadır ısıtıcımı kurdum. Yemekte makarna var. Ben başka ne yapabilirim ki, zaten. Üstüne sarımsaklı yoğurt da var. Toparlanıp yatmam 10'u buldu. Isıtıcı iyi ki bağlayıp çalıştırmışım.
Gecenin bir saati yağmurun çadırın üzerinde çıkardığı tapırtıyla uyandım. Rüzgâr da şiddetlenmiş, çadırın dışındaki su geçirmez kılıfı şiddetle çadıra vurup duruyor. Dışarıda ciddi bir doğuk olduğu kesin; Eberspächer ısıtıcı fasılasız çalışıyor. Termostatı fazla yükseltmemiştim, içerinin sıcaklığı ancak 'kırık' denilebilecek seviyede. Neyse ki, arktik tulumun içerisindeyim, yoksa donardım.
Sabah alacakaranlıkta kalktım. Dışarıda gölün üzerine sis çökmüş vaziyette. Çadırın içini düzeltip, dışarı çıktığımda dondurucu hava beni uyandırmaya yetti. Yağmur dinmiş ama, havadaki sis o kadar yoğun ki, yağmur gibi yağıyor, neredeyse. Kahvaltı falan yapacak durum yok. Elimi-yüzümü yıkayıp, dişlerimi fırçaladım. İşin en zor kısmı, o soğuk ve nemde çadırı toplamak. İnsanın elleri donuyor. Direksiyona yerleştiğimde Eberspächer'in termostatını sonuna dayadım.
Alumine'ye doğru yolda kar başladı. Zaten rakım yükseldikçe, çevrede de kar örtüsü artıyor. Buralarda kış yeni bitmiş, anlayacağınız. Yolun ilk kısımlarında yükseldikçe karla pek haşır neşirdik. Aşağılara indikçe güneşlenmeye ve kar seyrekleşmeye başladı.
Bölgede, San Martin de Los Andes'e varana kadar göllerin olduğu yerlere girip çıktım. Kimi yerlerde yol kırıcı derecede toprak ama, genellikle asfalt ve düzgün. Küçük kasabalar, şirin ahşap evler, yemyeşil ormanlar, karlı dağlar, kırmızı yanaklı insanlar...
Laguna Alumine
San Martin de Los Andes
San Martin'de sevimli, iki katlı bir hostel buldum, adı Hostal Secuoya. Akşam ton balıklı saltadan oluşan yemeğimi hazırlarken, mutfakta çalan müziği dinliyorum, bir yandan. Hostelin sahibi Gonzalo'yla müzik zevklerimiz uyuşuyor, anlaşılan. Şimdi de ağız mızıkasıyla içli blues nameleri yükselmekte. Mutfaktaki masaya yerleştiğimde müziğin sesinin ne kadar canlı çıktığını fark ettim. Bilgisayara bağlı bir müzik sisteminden bu kadar gerçeğe yakın ses çıkması çok enteresan. Birazdan müzik kesildi, mutfağa açılan bölmenin ardından Gonzalo elinde ağız mızıkasıyla beliriverdi. "Sen mi çalıyordun onu?" dedim, hayretle. "Evet!" diye cevap verdi Gonzalo. "Muhteşem çalıyorsun". "Gayret ediyorum" dedi. "Buna gayret etmek denmez, gerçekten çok iyi çalıyorsun".
Gonzalo 35 yaşlarında. Okulu bitirdikten sonra Amerika'ya (ABD) gitmiş. Washington, DC'de bir Türk restoranında 6 yıl aşçı olarak çalışmış, diğer Türkler'le beraber. "Çok iyiydi" diyor. Sonra memleketi Buenos Aires'e dönüp bir süre marangozluk yapmış. Ondan sonra da buraya gelmiş ve bu hosteli kurmuş. "İşler iyiydi ama, bu sena çok fena" dedi. Sebebini sordum; "Bu volkan külleri bizi mahvetti. Bu kış hiç gelen olmadı neredeyse" diye cevap verdi. Bir sabah bir uyanmışlar, her taraf yaklaşık 3cm külle kaplı. Burası yine iyiymiş. Yaklaşık 80km güneydeki Angostura'da kül kalınlığı 50cm'i buluyormuş. "Her taraf mahvoldu" diyor. Angostura, Şili'deki Puyehue Volkanı'nın 50km doğusunda.
Cuma öğleden sonra kaldığım hostelin karşısındaki çocuk parkına, ikinci el giyim eşyalarını satanların kurdukları sergiler yayılmıştı
San Martin, Kışın kayak, yazınsa dağ turizmine sürekli hizmet veren turistik bir kasaba. Ana caddesi San Martin'de bol bol kayak ve spor malzemesi satan mağazalarla, turistik eşya satıcıları ve butikler var. Hemen her yerinde de oteller ve pansiyonlar dolu. Tabii bir de restoran, kafe ve butik çikolatacılar. Bu bölgede çikolata üretimi o kadar yaygın ve mağazaları o kadar çekici ki, kendinizi kaybeder de, birkaçına dalarsanız, şeker komasına girmeniz işten bile değil.
San Martin Caddesi'nden...
Şehir batıda Lacar Gölü ile sonlanıyor. Gölün kıyısındaki limandan, Chachin Şelalesi'nin de bulunduğu gölün diğer ucuna tekneler kalkıyor.
Lacar Gölü kıyısındaki liman
Şili'ye doğru, Villa La Angostura'nın hazin durumu
Cumartesi sabahı San Martin'den ayrıldım. Hedefim Villa La Angostura üzerinden, Şili'ye geçmek. Yolda yine onlarca göl var, sağlı sollu. Kimi yol üzerinde, kimisine ise sapmak gerekiyor. Yolları toprak ve genellikle bozuk. Birkaçına da girip çıktım. Işık durumu pek müsait olmamakla birlikte, yine de görüntüler çarpıcıydı. Elimden geldiğince birkaçını aktarıyorum.
Puyehue Volkanı'na doğru yaklaştıkça, yerdeki kül katmanının yoğunluğu ve kalınlığı gitgide artıyor. Aslında yukarıdaki fotoğrafların bazılarında, göl kıyısında gördüğünüz gri renk bu yaramaz çocuğun küllerinden kaynaklanıyor. Öğle saatini biraz geçe Villa La Angostura'ya girdim.
Yolda boyunca çevrede küller giderek artıyordu
Turistik broşürlerde yemyeşil bahçeler içerisinde, ahşap şale binaların bulunduğu kasaba fotoğrafları var hep. Hâlbuki kasabaya girdiğinizde o yeşilliği hiç göremiyorsunuz. Her yer külle kaplanmış Tabii, yolları -olabildiğince- ve binaları temizlemişler. Ama, daha temizlenecek çok yer, kaldırılacak çok kül var, ortalıkta. Söylendiğine göre, çevredeki külün kaldırılması için 1,000 kamyonun 24 saat-365 gün çalışmak kaydıyla 10 yılda kaldırabileceği kadar kül birikmiş. San Martin'e göre daha popüler olan kasabanın sokakları bomboş. Yerli halk dışında neredeyse hiç turist görünmüyor. Yol kenarlarında, temizlikten toplanan kül tepeleri yığılmış. Hele şehir girişinde koca 'kül dağları' var. Bazı binaların çatılarında halâ kalın kül tabakalarını görmek mümkün. Büyük püskürmeden sonra yağan onca yağmura rağmen, halâ çok kalın. Yollarda kalan o küller arabalar geçtikçe tozuyor ve nefes aldıkça soluyorsunuz; yüzünüze, üzerinizdekilere, her yere yapışıyor. Kasabanın durumu pek hoş görünmüyor, anlayacağınız.
Villa La Angostura'nın hal-i pür melâli
Arjantinliler, "Volkan Şili'de patladı, bütün külleri bize yağdı" diyor. Bunun doğru olduğunu, daha sonra Şili'ye geçtiğimde anlayacaktım.
Bir gün önce San Martin'de tüm gün yemek işini ufak atıştırmalarla geçiştirmiştim. Kendime büyük haksızlık yaptığıma karar verip, Angostura'da gözüme kestirdiğim sinek avlayan parrillada'lardan (Arjantin'in meşhur ızgara bifteklerinin yapıldığı lokantalara verilen ad) birinde öğle yemeği olarak güzel bir ziyafet çektim. Ziyafet dediğime bakmayın; bir sebze çorbası ve arkasından bir parrilla... O koca etleri nasıl oluyor da bu kadar yumuşak ve leziz pişirebiliyorlar, anlamıyorum doğrusu (bunu daha önce de söylemiş miydim, yoksa?).
Angostura Şili sınırına yakın. Sınıra yaklaşık 20km kala pasaport kontrolü ve gümrüğün bulunduğu yer var. İşlemler 5 dakika sürdü mü, hatırlamıyorum. "Tamam" dediler, "...gidebilirsiniz". Öğleden sonra saat 3 gibi sınırı geçtim.
Şili'de önce Isla de Chiloe'ye (Chiloe Adası) gidip, ardından Pasifik boyunca güneye ineceğim. Sonra içeriye, tekrar Arjantin'e giriyorum. Şili anılarını da bir sonraki yazımda okursunuz.
Hepiniz kalın sağlıcakla.