Bunca yıldır İtalya'ya gider gelirim, görmediğim iki önemli şehirden biri de Venedik'ti. Diğeri de bir önceki gün gittiğim Pisa şehriydi. Böylece iki eksiği de bu gezimizde tamamlamış oluyorum. Mestre denilen ana kara kısmından hem karayolu hem de demiryolu ile adacıklardan oluşan Venedik'e geçebiliyorsunuz. Venedik'in Isola Nuova (Yeni Ada) kısmında Cruise'ların da yanaşabildiği büyük bir liman var. Burada otobüsümüzden inip bizi Venedik'in kalbi olan San Marco Meydanına götürecek olan Vapuretto'muza biniyoruz.
Vapuretto'muz bizi Venedik'in kuzey-batısındaki liman kısmından güney-doğusundaki San Marco meydanına götürüyor. San Marco meydanı çok kalabalık ve Venedik bugün hakikaten çok sıcak... Ayrıca aşırı bir nem olduğu için sıcaklık olduğundan daha da fazla hissediliyor. Venedik'te göreceğiniz her köprü bir adacığı diğer bir adacığa bağlıyor. Bu köprülerin her biri sanki ayrı bir fotoğraf karesi... Her birinde ayrı otantik bir hava yakalayabiliyorsunuz. San Marco Meydanında tüm görkemiyle Basilica di San Marco ve Torre Dell'Orologio (Saat Kulesi) sizi karşılıyor. San Marco Meydanın'dan Rialto köprüsüne yürürken veya Rialto köprüsünden San Marco Meydanı'na dönerken dar sokaklarda ve köprülerde kaybolmamanız için bina köşelerine kırmızı oklar koymuşlar ve gidiş yönünüze göre "San Marco" ya da "Rialto" diye yazmışlar. Giderken de gelirken de kaybolma gibi bir sıkıntı çekmiyorsunuz.
San Marco meydanında Basilica di San Marco'nun tam karşısında durduğunuz zaman Basilica'nın üst duvarlarında her biri ayrı hikayeyi anlatan duvar fresklerini görebiliyorsunuz. Bu fresklerden birinde ölü bir İtalyan din adamını, içinde domuz var diyerek sandığı açtırmadan Osmanlı gümrüğünden geçirmeleri resmedilmiş.
San Marco Meydanı'nın da biraz vakit geçirdikten sonra Venedik'in birbirinden güzel ara sokaklarında, güzelim köprülerinde muhteşem dakikalar geçiriyoruz. Bu arada farkında olmadan epeyce acıkıyoruz. Bu ara sokaklardaki her biri ayrı güzellikteki restoranlardan birine oturuyoruz. Kızım bir pizza, eşim tavuk salatası, ben de dilimlenmiş dana bonfile söylüyoruz. Bir porsiyon lazanyayı da başlangıç olarak üçümüz paylaşıyoruz. Tabi bir şişe de kırmızı şarap... İtalya'da restoranlarda en sevdiğim uygulama suyun masaya cam şişe ile gelmesi... Bizim ülkemizde de bazı lüks restoranlarda yeni yeni başladı bu uygulama ama bence daha da yaygınlaşmalı... Yemekten sonra espressolarımızı da içip Rialto Köprüsüne doğru yürüyoruz. Rialto Köprüsü etrafında bir çok hediyelik eşya satan irili ufaklı dükkanlar var. Bir kısmında Venedik'in cam ürünleri ile meşhur Murano adasının cam hediyelik eşyaları satılmakla beraber, büyük bir çoğunluğunda ise maalesef Çin malı cam ürünler var. Murano ürünleri çok daha özel, çok daha güzel ve tabi çok daha fiyatlı ama seçim sizin tabi ki...
Tur programımızda Murano adası da var. Bu yüzden rehberimizin belirlediği saatte yeniden San Marco Meydanına dönüyoruz. Küçük bir vapuretto bizi Murano adasında bir cam işleme atölyesine götürüyor. Burada bir cam ustası bize küçük bir şov yapıyor, önce 1600 derecelik fırında ısıtılan Silisyum dioksit yani kumdan üfleyerek bir sürahi yapıyor, sonra da üflemesiz olarak dolu camdan bir at heykeli yapıyor. Murano'da yapılan her bir ürün tamamen el işçiliği olduğu için hepsi birbirinden farklı...
Başarılı bu iki çalışma sonrasında bizi showroom'a alıp isteyenlere satış yapıyorlar... Son derece sıcak bu günde klimalı ortam bize bir hayli nefes aldırıyor ama tamamen ticari olan bu Murano turu için adam başı 25 € vermiş olmak bana gereksiz geliyor. Turla gidecek olanlar eğer cam işçiliğine ve cam eşyaların nasıl üretildiğine özel ilgi duymuyorlarsa Murano turu bence gereksiz... Burano adasına ise gitmedik ama orası da dantel işçiliği ile meşhurmuş. Fazladan bir gününüz yoksa bence tüm zamanınızı Venedik'te geçirmeniz çok daha mantıklı...
Vapurettomuz bizi tekrar San Marco meydanına bırakıyor ve Venedik deyince beni en çok heyecanlandıran şeyi yapmak üzere iskelenin diğer bir kısmına gidiyoruz: GONDOL TURU...
Gondollar 6'şar kişilik, eşim, kızım ve ben, kızı ile seyahat eden genç bir anne ve tur boyunca İtalya üzerine güzel sohbetler yaptığımız yalnız gezgin yaşlı doktor beyimiz ile altılık bir grup oluşturup gondolumuza yerleşiyoruz. Bizim gondolumuz diğerlerinden biraz daha büyük ve gondolcumuz ise hem diğerlerinden biraz daha yaşlı hem de giysisi diğerlerinden farklı... Diğer gondolcular çoğunlukla enine lacivert - beyaz çizgili birer t-shirt giymişken, bizim gondolcumuz düz beyaz bir gömlek, kırmızı bir fular ile kırmızı bantlı hasır şapka ile diğerlerinden ayrılıyor. Bu farkın sebebini sorduğumda Venedikin en iyi gondolcusu olduğu için belediye başkanının kendisine özel kıyafetler verdiğini söyledi. Neşeli bir kişilik olan gondolcumuza inanmış gibi yapıp seyahatin keyfini çıkartmaya devam ettik. Şansımıza bizden bir önceki gondola ellerinde şampanyaları ile binen genç çift paraya kıymışlardı ve bir de akerdeoncuları vardı gondolda... O güzelim müzik tınıları içerisinde güzelim köprüler ve eşsiz manzaralar eşliğinde çok keyifli bir gondol gezisi yaptık. Bence gondola binerken yanınızda bir şişe şarap veya şampanya bulundurmanız gondol gezisi için ideal bir seçim bunu unutmayın.
Tadı damağımızda, anıları hafızalarımızda kalarak vapurettomuza binip Venedik'ten ayrılıyoruz. Otobüsümüz bizi otelimizin bulunduğu Venedik'in komşu ili Padova'ya götürüyor. Padova'da otelimize yerleşip hem akşam yemeği hem de Padova'yı keşif için bir yürüyüşe çıkıyoruz. Resepsiyon'dan akşam yemeği için aldığım önerilerden bir tanesi olan bir Trattoria' da güzel bir akşam yemeği alıyoruz. Trattoria'nın sahibinin ısrarla önerdiği çok güzel bir sebze çorbası ile başlıyoruz ve ev yapımı ½ litrelik kırmızı şarap eşliğinde, her birimiz için farklı çeşitte birer makarna ile akşam yemeğimizi tamamlıyoruz. Yarın programımızda Verona, Romeo-Jülyet' in evi ve Garda gölü gezisi var... Otelimize dönüp yoğun geçen bir Venedik günü sonrasında ertesi günkü programa dinç çıkabilmek amacı ile dinlenmeye çekiliyoruz. Uyumadan önce Verona ve özellikle Garda gölü hakkında önceden hazırlamış olduğum notlara bir göz atıyorum. Bu arada otelde lobiden aldığım bir ortaçağ kale ve şarap mahzenleri gezi turu broşürünü inceliyorum, çok beğenmeme rağmen zaman yokluğundan dolayı bir sonraki daha özgür olacağımıza inandığım bir İtalya gezisinde katılabilmek ümidi ile broşürü çantama koyuyorum.
VERONA - GARDA GÖLÜ - SİRMİONE
Sabah Verona' ya doğru yola çıkmak üzere kahvaltımızı edip erkenden otobüsümüzde yerimizi alıyoruz. Aşağı yukarı 80-90 km bir yolumuz var. Güzel ve verimli İtalya ovalarıyla süslü yol manzaraları eşliğinde 1,5 -2 saat gibi bir süre sonra Verona' ya varıyoruz. Şehre girdiğimizde Roma' da ki kadar görkemli olmasa da İtalya' da ki 3. Büyük kolezyum olan Verona Arena tüm haşmetiyle bizi karşılıyor. Hemen karşısında ise Garibaldi' nin öldüğü ev diye bize tanıtılan yeşil panjurlu bir ev vardı ama -ölüm tarihi 1882 olmalı- ev bana o kadar eski gelmedi...
Verona' nın ara sokaklarında Romeo ve Jülyet' in evine doğru yürüyoruz. Sokaklar tam benim tarzım, dar ve pencerelerde sarkan çiçekler... Bu atmosferi çok seviyorum, İtalya' yı bana sevdiren özelliklerden biri de bu ambiyans... Bir sürü pandomimci var sokaklarda, kimi havada asılı duruyor, kimi Ramses kılığında, kimi de bebek arabasına sığdırmış kendisini... Her biri ayrı ilgi çekiyor. Kısa bir yürüyüşten sonra Romeo ve Jülyet' in evine ve o meşhur balkona ulaşıyoruz... Bence çok basit bir ev ve balkon ama bunu bile turistik hale getiren zekaya saygı duyuyorum. Alınacak çok ders var ülkemiz adına... Evin avlusuna dar bir koridordan geçerek varıyorsunuz. Koridor da, evin avlusu da oldukça kalabalık. 4 dilde hizmet veren Romeo&Giulietta telefonlarının ekranları ve bunların bulundukları duvar aşıkların isimleri ile dolu... Duvarlarda binlerce, yüz binlerce isim var... Zaten Alfa Romeo otomobil firması da çıkarttığı Giulietta modeli ile bu aşkı daha da ölümsüzleştirmiş... Bu kısa Verona ve Romeo-Jülyet' in evi turundan sonra Arena' nın tam karşısında iki İtalyan birası eşliğin de bir pizzayı eşim ve kızımla paylaşıyoruz... İtalyanlar şaraptan çok iyi anlıyorlar ama bira için aynı şeyi söyleyemeyeceğim, çok fazla özellikli bir bira gibi gelmiyor çünkü bana seçtiğim İtalyan birası, yine de bu sıcakta fena gitmiyor...
Otobüsümüz Garda Gölüne yaklaştığında ve Sirmione' ye girdiğimizde evlerin kalitesinin biraz daha arttığını görüyoruz. Çok şık tek katlı veya iki katlı bahçeli evler hoş bir düzen ile gözümüzü ve gönlümüzü okşuyor. Her yer yeşil ve çiçekli... Check point'te otobüsümüzden inip Sirmione'nin içerisine doğru yürüyoruz. Küçük bir tezgahta satılan limonların iriliği ve tazeliği gözümüzden kaçmıyor. Buralarda meyve sebze belki pahalı ama en azından hormonlu olmadığını hissedebiliyorsunuz. Bizim tenis topu sertliğinde domatesleri burada bulma şansınız sıfır... Biz seracılıkta biraz ipin ucunu kaçırdık galiba ülke olarak... Meyve ve sebzelerimiz neredeyse plastik tadında artık... Neyse yeri değil burası...
Köprünün üzerinden geçip içeriye doğru giriyoruz. Bu sırada aşağıda kuğular ve ördekler bize vals yapıyorlar. Bu kuğular o kadar evcilleşmişler ki biraz sonra gideceğimiz sahilde elimizden yemek bile yediler neredeyse. Sirmione, Garda Gölünün en güneyinde gölün içerisine uzanan uzun, yassı ve sivri bir yarım ada. Yarım adanın ucuna doğru gittiğinizde bir kale ve küçük bir köprü sizi karşılıyor ve en uç kısma buradan geçiyorsunuz. Burada çok güzel butik oteller mevcut ve küçük bir orman kıvamında bir gezi parkı var. İster parkın içerisinden ister sahilden en uca kadar gitmenizi tavsiye ederim. Biz parkın içerisinden gidip sahilden geriye döndük. Ana meydanda yine birbirinden şık restaurantlar var. Ayrıca binaların hepsi çiçeklerle kaplanmış ve her biri ayrı güzel. Bu restaurantlardan birine oturup iki kadeh şarap söylüyoruz eşimle bana, kızım ise tiramisu istiyor...
Özellikle İtalya'da bir yere oturduğunuz zaman yediğiniz ve içtiğiniz her şey lezzetli, her şey güzel... Bizdeki turistik yörelerde uyduruk malzemeye yüksek fiyat söyleyip turisti yolma fikri yok. Bu konuda da bizimde ülke olarak bir önlem almamız gerekiyor bence. Sezonluk aşırı yüksek fiyatlarla yer kiralayan işletmelerin bu kirayı ilk senelerinde çıkartmak için aşırı pahalı fiyatlar ile kalitesiz yemek satmaları hem turizmi baltalıyor hem de bu kafadaki işletmeler ertesi sene aynı yerde olamıyorlar. Turizm bakanlığı mı artık kim el atacaksa bu işe bir çözüm bulmalılar... İki kadeh şarap ve bir tiramisu için 12 € ödüyorum. 2 €' da bahşiş bırakınca garsonlar çok seviniyor. İtalya' da bahşiş gibi bir adet yok ya da çok az uygulanıyor. Bizde böyle turistik bir yerde aynı menüye 50 TL' den aşağı hesap gelmeyeceğine emin olabilirsiniz.
Kalenin dışındaki yukarıda sabitlenmiş kocaman kaya ilgimi çekiyor ve altındaki yazıyı okuyorum; "I don' t like a rolling stone" yani sallanan taştan hoşlanmam... Sanırım bu yüzden sabitlemiş o koca kayayı, hoş... Esprili bir yaklaşım...
Göl bugün kuzeyden oldukça rüzgar alıyor, ama yine de giren insan sayısı bir hayli fazla. Göl kenarındaki platformdan geri dönerken Garda Gölü bizi bir hayli ıslatıyor. Sirmione çok hoş ve otantik bir yer. Bence o taraflardaysanız görmenizi tavsiye ederim, pişman olmazsınız. Şimdiki turlar bu Verona ve Garda Gölü gezilerini ekstra olarak sunuyorlar, bence alınmasında fayda var.
Plajda kuğulara biraz ekmek atıp Garda Gölüne ve Sirmione' ye veda ediyoruz...
Şimdilik hoşçakal İtalya, tekrar görüşmek üzere... Ciao, ci vediamo...