Gezi Alemi

e-Posta:    Şifre:     Kaydol | Şifremi Unuttum
 
Gezi Alemi ::::: Namibya ::::: Windhoek ::::: Arabamla Dünya Turu – Namibya 2-(Son) (Kamanjab - Etosha - Windhoek)        
Ülke Şehir Ekleme Düzenleme Gezi Tarihleri Okunma Yorum Yazan 
Namibya Windhoek 10 Kasım 2012 17 Kasım 2011
29 Kasım 2011
5791 0 Ali Eriç 

 Arabamla Dünya Turu – Namibya 2-(Son) (Kamanjab - Etosha - Windhoek)
 (Genel)

Namibya'ya devam ediyoruz...Geçenlerde Fransız bir aileyle karşılaştık, Namib Çölü parkına girmeden, benzin istasyonunda. Bize göre genç sayılabilecek çiftin 5 (yazıyla, beş) de çocukları var; 3 ilâ 9 arası gibi yaşlarda tam beşşş çocuk. O beşşş çocukla bir Land Rover Defender 110'un (çift sıra koltuklu, tabii ama, ben dikkat etmedim, arkada bir sıra daha ilâve koltuk varmış) içerisine sığdıkları yetmiyormuş gibi, arabanın üzerinde de bir çadır ve sandık sandık eşya var. Herhalde, beş çocuk o çadırda, anne-baba da yer çadırında kalıyorlardır, diye düşündük. Biraz sohbet ettik. Onunki de, benimki gibi 300Tdi motorluymuş. Birkaç ayrı seferde bayağı dünyayı dolaşmışlar, onlar da. Bu seferleri 1 yıldır sürüyormuş; Güney Amerika ve Afrika'yı kapsayan. Arabalarıyla şu ana kadar 300 bin kilometre yol yapmışlar. "Sorun çıkardı mı?" diye sordum. "Ufak tefek oluyor, arada" dedi. Lando'yu sordu, "Fazla kurcalama" dedim. Lando da, yere damlattığı yağı saklamaya çalışarak, utangaç, önüne bakıyordu o sırada.



Yenilerden bir "iskelet"

İskelet Sahili
Atlas Okyanusu kıyısında, Walvis Bay'den kuzeye, ta Angola sınırına kadar olan bölüme, İskelet Sahili deniliyor. Buranın büyük bölümü aynı zamanda Namib Çölü'nün devamı. Bu ürkütücü ismin verilmesine sebep olan, bölgedeki deniz ve hava koşulları. Sık sık bastıran sisle birlikte, beklenmedik sığlıklar ve kayalıklar, buralarda seyreden gemilerin korkulu rüyası olagelmiş. Bu zor deniz koşullarından dolayı İskelet Sahili birçok gemiye ve onların mürettebatına mezar olmuş. Sürekli 'yürüyen' Namib Çölü kumulları haritayı, dolayısıyla sahil çizgisini öyle değiştiriyor ki, kıyıya vuran tekne kalıntıları yer yer şu anki kıyıdan 1km içerilerde kalmış durumda. Biz de, Swakopmun'dan ayrıldıktan sonra yaklaşık 75km boyunca, bu ürpertici sahil boyunca gittik.
Sahilden doğuya doğru ayrılıp, Namib Çölü'ne tekrar girdiğimizde, göz alabildiğine bir düzlükte, iki ucundan gerilmiş bir ip gibi devam edip giden bir yola düştük. Zemin o kadar düz ki, uzaklarda artık bir yansıtıcı gibi davranıyor ve ileride ufuk çizgisi yok oluyor. Sağımızda yol boyunca uzayıp giden telefon direklerini uzaklarda havada asılı duruyormuş gibi görüyorsunuz. İşte çöl yanılsaması budur.


Bir de böyle misafirler oluyor, tabii. Bu bir Güney Afrika deniz ayısı yavrusu. Pek rahatsız olmuş gibi görünmüyor.

Hedefte Etosha Ulusal Parkı var. Ama ondan önce, parkın hemen güney-batı ucuna yakın Kamanjab'da bir gece mola vereceğiz. Hem zaten, aynı gün Etosha'ya ulaşmamız mümkün değil.

Kamanjab ve Himba köyünü ziyaret
Kamanjab ufak bir kavşak kasabası. Burada, benim daha önce broşürünü gördüğüm, hem de Swakopmund'da kaldığımız pansiyonun sahibesi bayan Christel'in de tavsiye ettiği Oppi-Koppi Camping'de kalacağız.

Kampingin sahibi Belçikalı Vital, ülkesindeki şirketini satıp karısıyla dünyayı dolaşmak üzere bir kamyon hazırlamış. Ama sonrasında bazı olumsuzluklar sonucu dünya seyahatinden vazgeçip, buralara gelmiş, kampingi kurup, eşi ve kızıyla işletmeye başlamış. Buralarda pek rastlanmayan Avrupaî bir profesyonellikle işletiyorlar. Yine buralarda hiç rastlanmayan bir hizmet de veriyorlar; ücretsiz internet hizmeti.


Buket ocak başında...


Oppi-Koppi'nin bar-restoran kısmı

Ertesi sabah kahvaltıdan sonra Himba köyüne gittik. Köy, özel bir çiftlik arazisi içinde yer alıyor. Köye girmek için, çiftlikte çalışanlardan biri bize rehberlik etti. Andrea'yla köyü gezdik; bize tercümanlık yaptı, Himblar'ın yaşantılarını anlattı. Andrea 1.5 yıldır bu çiftlikte yaşıyor ve her gün Himbalar'la beraber; onlarla kendi dilleriyle, yani Otjihimba dilinde konuşuyor.


Bahçede 7 aylık bir springbok (bir tür ceylan) yavrusu Gölge ile oynuyor

Himbalar, esasen Bantu soyundan Herero grubunun bir alt grubu. Yaşam alanları kuzey-batı Namibya. Sere-serpe dolaşmalarının yanı sıra, esasen kadınlarının vücutlarına sürdüğü kiremit renginde koruyucu bir kremle tanınıyorlar. Kızların ergenliğe erişmesinden itibaren başlayan bu 'makyaj' aslında bir bakıma güzel görünmek amaçlı. Ama, ciltlerini beslediği ve diri tuttuğu da kesin. Ergen bir Himba kızının hergün yaptığı bu makyajı tamamlaması iki saati bulurmuş. Kremin ana maddesi, bizim -daha doğrusu, eskilerin deyimiyle- 'aşı boyası'nın (İngilizce'si, ochre) özünü teşkil eden demir oksitli kil. Bu aslında dünyanın birçok yerinde koruyucu olarak kullanılıyor; örneğin Yeni Zelanda'da maoriler, ağaçtan oydukları kayıklarının dışını bu madde ile kaplarlarmış. Bizde de, Boğaz'daki yalılar, rutubetten korumak için aşı boyasıyla boyanırlardı. Burada da kadınlar, vücutlarını koruyorlar, bu maddeyle. Ama, öyle yalnız başına kullanmıyorlar. İnek sütünden elde ettikleri tereyağıyla karıştırıp sürüyorlar, vücutlarına. Yalnızca inek sütü olmak zorunda. Halbuki, köyde yalnızca keçi besliyorlardı. Bu keçiler eti için beslenirmiş. Sütünü hiç tüketmezlermiş; ne beslenmek, ne de başka bir amaçla...


Rehberimiz Andrea, Himba dostlarıyla


İki anne, çocuklarını yediriyor. Ayak bileklerindeki bileziklerin üzerinde bulunan deriden şeritlerin sayısı, kadının bir ya da daha çok çocuğu olduğunu gösteriyor. Tek şerit varsa, bir, 2 şerit varsa birden çok çocuğu var demek

Himba köyünden ayrılıp, Andrea'yla vedalaştıktan sonra Etosha Ulusal Parkı'na doğru yola çıktık. Land'nun arka frenlerinde yine boşalma var. Arjantin'de başıma gelen fren borusu çatlağının olduğu yerden yine hafif kaçak başladı. Yanımda bulundurduğum fren hidroliğine takviye olarak bir kutu daha aldım; ne olur ne olmaz. Nitekim, hidrolik seviyesi düştükçe onu da kullanmaya başladım. Başkent Windhoek'ta, Otokar'ın gönderdiği vakum pompasının değişmesiyle birlikte, bu işi de kalıcı olarak çözmem lâzım. Namib Çölü'nde kaldığımız kamp yerinde tanıştığım yaşlı İtalyan çiftin tavsiye ettiği Alman asıllı tamircinin adresini aldığım iyi oldu. Windhoek'ta Lando'ya gereken ilgiyi gösterir, diye umuyorum.


Bir Himba kızı. Himba genç kızları, saçlarını bu şekilde iki şerit halinde örüyorlar...


Kadınlarda saçlar, bu şekilde ikişerli örüldükten sonra, üstü yine aynı kremle kaplanıyor...

Etosha Ulusal Parkı
Etosha'ya, parkın ortasına yakın olan ilk giriş kapısından, yani Okaukuejo'dan gireceğiz. Hemen girişte bulunan NWR'ye (Namibian Wildlife Resorts) ait konaklama tesisinin kamp yerinde kalacağız. Önceden rezervasyon yaptırmanın şart olduğunu söylüyor, herkes. NWR'nin Lonely Planet'ta yazılı olan telefon numarasını arıyorum, sürekli meşgul. Ya yer bulamazsak? Akşamüstü Okaukuejo'ya vardığımızda, kapıdaki görevli tombul hanım, kamp alanında boş yer olduğunu söylüyor; rahatlıyoruz.
İçeride iki günlük park giriş ücreti ve iki gecelik kamp bedelini bayıldıktan sonra, kamp sahasına gidip, çadırımızı açtık. Konaklama tesisinde, kamp sahasından başka, her 'keseye' uygun yerler de var. Konaklama sahasının hemen önünde bulunan göletin çevresine de en lüks villalar sıralanmış. Yine de önlerindeki bölüm, herkesin ortak kullanımına açık. Gece göletin olduğu yer ışıklandırılıyor. İnsanların, su içmeye gelen hayvanları seyredebilmesi için... Ancak, bir süredir aralıklarla yağan yağmurdan dolayı, parkın çeşitli yerlerinde su birikintileri oluştuğu için, gölete su içmeye gelmiyor, hiçbir hayvan. Saat 7 buçuktan 10'a kadar beklememize rağmen, iki çakalla, gölette bir uçtan bir uca sürekli gidip gelen bir ördekten başka hayvan göremiyoruz.
Sabah beşe doğru uyanıp, alelacele çadırı topladık ve yola çıktık. Bu telaşımızın nedeni, özellikle büyük kedilerin (aslan, leopar ve çita) avlanmak için sabahın erken saatlerini kullanıyor olmaları. Park sahasına giriş saat 5'i on geçe başlıyor. İlk girenlerdeniz. Bu azimli çabamızın ödülünü alıyoruz ve park sahasına girdikten bir süre sonra, avladıkları zebranın başına çökmüş aslanları buluyoruz. Dokuz tane aslan var; beşi nasiplerini almış karınlarını doyurmuş ve sağa-sola serilmişler. Diğer dört tanesi ise kendi paylarına düşeni mideye indirmekle meşguller.


Zavallı zebra, hızlı hareket edememesinin kurbanı olmuş durumda...

Kapladığı yaklaşık 20,000 kilometrekare alan ile dünyanın en büyük koruma alanlarından biri olan Etosha, Kenya ile Tanzanya'daki pek popüler olan Masai Mara-Serengeti ikilisinin toplamından bile çok daha geniş. Hemen ortasında bulunan Etosha Çanağı'ndan adını alan park, birçok yaban hayvanına ev sahipliği yapıyor. Bunlardan en önemlisi, dünyada (yani, Afrika'da) sayıları iyice azalan ve yokolma tehlikesiyle karşı karşıya olan siyah gergedan (black rhino). Bu cinsin görülme şansının en çok olduğu yerse, Etosha'nın bizim giriş yaptığımız Okaukuejo kısmı. Hatta, uzun süre yağış olmadığı zamanlar, yukarıda bahsettiğim gölete sık sık 'akşam oturması'na gelirlermiş. Ama biz bu şerefe nail olamadık, maalesef. Bırakın akşam oturmasını, gündüz parktaki turlarımızda bile göremedik. Onun yerine, buralarda çok bol bulunan -o yüzden de her etobura yem olan- springbok (Afrikaan dilinde spring 'sıçramak', bok da 'ceylan' anlamına geliyor, yani 'sıçrayan ceylan') ve geceleri sıkça kamp yerini ziyaret edip, çöpleri karıştıran çizgili çakal görüyoruz. Bir de, mavi wildebeest... Bu 'wildebeest' adının Türkçesi'ni, önceki seyahatimde bulamamıştım. Sonradan, çok belgesel kanalı izleyen bir dostum -ve izleyenim-, Türkçe National Geographic Kanalı'nda 'öküz başlı antilop' tabirinin kullanıldığını söylemişti.Ben de şimdi aynı tabiri kullanıyorum; biraz uzun olacak ama... Mavi öküz başlı antilop.,


Bir springbok...

Şimdi gelelim ilk günün ve tüm Etosha 'safarilerimizin' en heyecanlı, bir o kadar da hüzünlü anısına... Sabah turlarımızı tamamlamak üzereyiz. Buket arabanın arkasından bir şey almak için indi. Tam o sırada... (Yok! Buket'e bir leopar falan saldırmadı) ... iskele baş omuzlukta (pardon, denizcilik terimi karıştı), saat 10 istikametinde (bu da havacılık terimi oldu), yani sol ön tarafımızda, yaklaşık 100m ilerimizde bir hareket başladı. Sahnede bir benekli sırtlan, kovaladığı bir springbok yavrusu, yavrusunu kurtarmak ümidiyle peşlerinden koşan anne ve çevresinde onlarla birlikte hareket eden 4-5 tane çizgili çakal. Sırtlan yavruyu önüne katmış kovalıyor, yavru zikzaklar çizerek kurtulmaya çalışıyor. Yavrunun yönü hafiften bize doğru ama, halâ uzaklar. Bulunduğumuz yere yaklaşık 70-80 metre kala sırtlan yavruyu yakaladı. Yakalamasıyla birlikte de öldürmesi bir oldu. Anne telaş ve çaresizlik içerisinde olay mahallinin çevresinde dönüp duruyor. Çakallar da, durumdan pay kapma çabasıyla sırtlana ve ava yaklaşıyorlar ama, dokunmaya da cesaret edemiyorlar. Nihayet, sırtlan avını ağzına alıp, daha sakin bir 'köşe' bulmak üzere hareketlendi. Çakallar ürkek adımlarla sırtlanın peşinden seyirtirken, anne perişan halde arkalarından bakakaldı. Durum aşağıda anlatılmaya çalışılmıştır.






Etosha'da kendi aracınızla ancak gün doğumundan, gün batımına kadar park alanında kalıyorsunuz. Gece ise, ancak yönetim tarafından düzenlenen turla parkı gezebilirsiniz. Bu, Güney Afrika'daki Kruger Ulusal Parkı'nda da böyleydi. Önceki Afrika seyahatimde Kruger Ulusal Parkı'nda katıldığım böyle bir gece turu, hayatımın en güzel vahşi doğa deneyimi olmuştu; çok güzel fotoğraflar da çekmiştim. Burada da benzeri bir deneyim yaşayacağım ümidiyle, akşamki tura katılmak istedim. Buket gölet başını tercih etti. 9 kişilik araçta hiç yer yokmuş. Rezervasyon iptali olur ümidiyle, tur saatinden yarım saat önce idarî ofise gittim, hakikaten bir kişilik yer açılmıştı. Açılmıştı da, Kruger deneyiminden sonra tam bir hayal kırıklığı oldu, benim için. 3 saat süren turda ne bir fotoğraf çekebildim (çünkü) ne de doğru dürüst bir hayvan görebildik.

23 Kasım Çarşamba günü, kısa ve düzgün bir güzergâhla öğleden sonra başkent Windhoek'a vardık. Daha önce anlattım mı, bilmiyorum ama, Cape Town'dan beri neredeyse hiç doğru dürüst bir internet bağlantısı bulamadık. Bir tek Cape Town'da, bir alışveriş merkezindeki kafede hızlı ve ücretsiz Wi-Fi erişimi vardı, şimdiye kadar. Cape Town ki, modern bir şehir, ne kaldığımız yerde, ne de bir başka yerde internete hızlı erişemedik. Burada da öyle. Aslında hemen her yerde internet erişim noktası buluyorsunuz ama, ücretli. Hiçbir yerde, öyle bizdeki (ya da Amerika'da ya da Avrupa'daki) gibi, neredeyse umumî tuvaletlerde bile olan ücretsiz Wi-Fi bulmak mümkün değil. Öncelikle zaman kotalı internet kartı satın alıyorsunuz. Başta, aldığınız kartın ücretini önemsemiyorsunuz. Ama, bağlantı hızı o kadar yavaş ki, yalnızca mesajlarınıza bakmak bile uzun vakit alıyor ve bir bakmışsınız, süreniz doluvermiş. Sonra, bir daha kart alıyorsunuz, bir daha, bir daha... Windhoek'ta yerleştiğimiz Puccini House'da da öyle idi. Kaldığımız 6 gün süresince aldığımız 4 karta yaklaşık US$55.00 ödedik ve sonuç hayal kırıklığı idi. Sonuç, hayal kırıklığı. Nihayet pes edip, internet kafeye taşındık sürekli. Biraz daha iyiydi.


Puccini House'ın bahçesi

Dönelim Windhoek'a... Yerleştiğimiz ve 6 gün boyunca kalacağımız Puccini House sevimli bir pansiyon. Yemyeşil bahçesi, ufacık bir havuzu ve sessiz bir ortamı var. Bir de, misafirlerin kullanımına açık bir mutfağı varmış ama, biraz geç öğrendik. Puccini House'ın en büyük avantajı da konumunun şehir merkezine yakın oluşu. Yürüyerek 5 dakikada merkezdesiniz. Zaten, 'merkez' dediğiniz yer de, avuç içi kadar bir yer.

Windhoek'ta dinlenmek ve eksik yazıları tamamlamanın dışında, Lando'nun ufak tefek arızalarını gidermek için servise sokacağız. Gelir gelmez, Namibya'da karşılaştığımız yaşlı İtalyan çiftin tavsiye ettiği Andreas'ı aradım, durumu anlattım. Elinin bir sonraki hafta Cuma'ya kadar dolu olduğunu ve alamayacağını söyledi. O kadar yoğunmuş ki, şu andaki telefon konuşması bile onu işinden alıkoyuyormuş. Yine Cape Town'daki problem. Noel yaklaşıyor ve tüm servisler dolu. Andreas'ı yumuşatmaya çalıştım, belki araya sıkıştırabilir diye. Defterini karıştırdı ve "Cuma sabahı getir ama, söz vermiyorum" dedi.


1911-13 yılları arasında, Namibya'nın güneyindeki Gibeon şehrinin civarında, yaklaşık 2,500km²'lik bir alanda toplam 77 tane meteorit bulunur. En büyüğü olan 650kg'lığı Cape Town Müzesi'ne götürülür. Geri kalanının bir kısmı da dünyanın çeşitli yerlerindeki araştırma enstitülerine dağıtılır; hatta, ta Alaska'da Anchorage'a kadar... Kalan 33'ü de işte burada, Windhoek'un göbeğinde sergilenmekte

İlk gece yemeğimizi yemek üzere dışarı çıktık. Merkeze doğru biraz yürüdük ama, ne sokakta yürüyen bir Allah'ın kulu, ne de açık bir yer var. Kös kös otele döndük. Aklımda, otele yakın olduğu kalan 'nice' diye bir restoran var. Aslında bir enstitü olan nice'ın pratik eğitim restoranıymış, burası. Bizim sokağın hemen arkasındaki köşedeymiş meğer. Kıyafetlerimizden olsa gerek, kapıdaki görevli restoran kısmının tümüyle rezerve olduğunu söyleyip bizi barın olduğu bölüme aldı. Güzel ve kaliteli bir yemekle karnımızı doyurduktan sonra, otelimize döndük.

Perşembe günü, Türkiye'den gönderilen paketi almak için TNT'nin ofisine gittik. sonrasında da şehri dolaştık, arabayla. Cuma sabahı söylediği saatte Andreas'ın garajının önündeydim. Önceden hazırladığım ve Lando'nun rahatsızlıklarını sıraladığım listeyi eline tutuşturunca gözleri büyüdü Andreas'ın. "Bugün yetişmez" dedi. Garajın içinde ve çevresindeki arabaları gösterip, "Bunların bugüne yetişmesi gerekiyor" dedi. Lando'nun işi aslında bir günde rahat biter ama, bu yoğunlukta imkânsız, tabii. Cumartesi de çalışmıyorlarmış. Korktuğum başıma geldi; bir sonraki haftaya kalıyoruz, mecburen. Lando'yu o haliyle daha fazla kullanmak istemiyorum. Hem yağ sarfiyatı iyice arttı,hem de fren problemi... Yapacak bir şey yok ve arabayı Andreas'ın insafına teslim edip, garajdan ayrıldım.


Windhoek'un 'tarihi' denilebilecek tek yapısı, herhalde; Christuskirshe. 1907 yılında inşa edilmiş

Windhoek'taki diğer günlerimizde ben gündüzleri hemen hep pansiyonda okuyarak ve yazarak vakit geçirdim. Buket de zaman zaman şehirde dolaştı, bazen havuz başında güneşlendi. Bir gün de birlikte yürüyerek şehrin o eşsiz tarihi ve turistik yerlerini gezdik. Her biri bir sanat harikası olan o binalar... Şaka bir yana, Windhoek özellikle Buket için, ama benim için de hayal kırıklığı oldu. İkimiz de, eski (çok eski değil, tabii) ve sevimli kent bekliyorduk. Olan, sevimsiz ve ruhsuz bir şehirdi.

Son üç günümüzde, gündüzün bunaltıcı sıcağı, akşamüstleri başlayan ve muson yağmurlarına benzer bir yağışla serinliyordu. Pazartesi akşamüzeri Andreas'ı aradım; Lando daha hazır olmamıştı. İş ancak Salı günü bitebildi. Böylece, geçen bu 6 günde ben biriken işleri toparlamak için bol bol zaman buldum. Buket ise fazla sıkılmadan vakti geçirdi, sanırım. Elindeki kitabı bitirmenin ve yanına aldığı onca bulmacayı çözmenin dışında, sık sık da şehri dolaşmaya gitti. O arada, kuaförde saçlarını bile kestirdi, hatta.

Çarşamba sabahı, arabamızı yerleştirdikten sonra, yola çıktık. Öğleyin Botswana sınırına varmıştık.

Bizi izlemeye devam edin.



Not: Ali Eriç'in "Arabamla Dünya Turu" gezisinin başlangıcı ile ilgili detaylar için Arabamla Dünya Turu - Türkiye (Başlangıç - Karadeniz) gezi yazısını okuyabilirsiniz. 









 Yazılan Yorumlar...
  Henüz Yorum Yazılmamıştır
 Yorum yazmak isterseniz...
 
Yorum Yazabilmek İçin Üye Girişi Yapmalısınız.