Kasım ayının son günü girdik, Botswana'ya. Şu ana kadar, Afrika'nın o daha önceki seyahatten alışık olduğum -ve bir yandan da, yeniden yaşamaktan ürktüğüm- gümrük geçiş sıkıntıları henüz başlamadı. Sıkıntı derken, alışık olmayanlara bunaltıcı ve hatta moral bozucu gelecek cinsten bir keşmekeş ve -neredeyse- saldırı boyutlarına varan "Yardımcı olalım abi!" tekliflerinden bahsediyorum. Ama, öyle böyle değil; bazen o etrafınızı saran güruhtan kurtulmak için harcamak zorunda olduğunuz ciddi dikkat ve çaba o boyutlara varıyor ki, abartmıyorum, işlemleri bitirip de ülke sınırlarından içeriye daldığınızda, kendinizi savaştan çıkmışçasına bitkin ve yorgun hissediyorsunuz.
Botswana'da üç ana hedefimiz var: İlki, dünyanın -geçtiğim- tüm coğrafyalarında yaptığım bir şey; çöl geçmek. Burada da Afrika'nın güneyinin meşhur Kalahari'sini geçeceğiz. Sonra da Okawango Deltası ve Chobe Ulusal Parkı var. Kalahari Çölü derken, öyle ucundan kıyısından değil, ta göbeğinden geçeceğiz. Orada da, Central Kalahari Game Reserv (uzun ismi nedeniyle, -yanlış anlaşılma riskine rağmen- bundan sonra yalnızca 'Kalahari' olarak adlandıracağım) bulunuyor. Burada adı geçen bu 'game' sözcüğüyle ilgili kısa bir açıklama yapmam gerekiyor.
Misafirimiz bir devekuşuydu; adını Fatma koyduk. Pek bir ümitliydi, bir şeyler vereceğimizden. sabah kahvaltısına bile geldi, yoğun yağmura rağmen
Game İngilizce'de 'oyun' anlamına gelir. Afrika'da böyle yerlere bu adın verilmesinin nedeni, zamanında buraların vahşi hayvanların avlanması için ayrılmış alanlar olması. Avı bir 'oyun' ya da eğlence olarak gören beyaz adam, zamanında bu yerlere gelip, aslan, leopar, çita, gergedan ve bilumum antilop cinsini eğlence amacıyla vurmuş, postunu ya da kafasını da, evine döndüğünde salonunun en görünen yerine sermiş ya da duvarına asmış; dostlarına akrabalarına hava atmak için... Bunun halâ, büyük bedeller karşılığı ve yalnızca belirli hayvanlar için (örneğin, çita, leopar, gergedan gibi hayvanlar için kesinlikle değil) yapıldığı özel av bölgeleri mevcut, aslında. Zamanında izne gerek olmadan ve ölçüsüzce yapılan avlar da bazı cinslerin sayılarını iyiden iyiye azaltmış. O nedenledir ki, bugün böyle büyük koruma alanlarında bir leopar ya da çita görmek için saatler hatta günlerce, haldır haldır dolaşmak zorunda kalıyorsunuz da, yine de 'gözü' boş dönüyorsunuz. Bizde eskiden 'safari' dendiğinde, Afrika'da avlanmak akla gelirdi. "Afrika'ya safariye gidiyorum" diyenler 'kafadan' vahşi hayvan avcısı oluverirdi, gözümüzde. Aslında Swahili (ya da 'kSwahili') dilinde safari 'seyahat', 'gezi', 'seyahat etmek', 'gezmek' anlamında kullanılan bir sözcük ve -şaşırmayın- aslen Arapça'dan Swahili diline geçmiş bir kelime. Yani Arapça'daki sefer ve seferî kelimeleri safarinin esas kaynağı.
Bu kadar gevezelikten sonra, dönelim Botswana'ya. Yukarıda bahsettiğim ve 'görülecekler' listemizde yer alan her üç yer de, devletin DWNP (Department of Wildlife and National Parks, Vahşi Yaşam ve Ulusal Parklar Bölümü) adlı kuruluşunun sorumluluğunda. Her üçüne de girmek ve içerideki konaklama yerlerinde kalmak için bu kuruluşun merkez ya da şubelerinden birinden önceden gereken izinlerin alınması ve ücretlerinin yatırılması gerekiyor. Kalahari'ye girmeden önce güzergâhımız üzerinde bulunan Ghanzi'de ise böyle bir şube olduğu belirtilmiyor, Lonely Planet'ta. Buna karşılık, 275km ilerdeki Maun'da bir DWNP ofisi varmış. Burası ise ikinci -ve üçüncü- sırada bulunan yerlere giderkenki güzergâhımız üzerinde. Yani, Kalahari için izin almaya Maun'a gidersek, tekrar geri dönmek zorunda kalacağız.
Yolda görebildiğimiz tek 'vahşi yaşam' örneği işte bu kuş yuvasıydı. Bu tür, uzun yapraklarla örüyor yuvasını ve gördüğünüz gibi 'mahremiyete' önem veriyor
Ghanzi'nin girişinde turizm enformasyon ofisi tabelası gördük. Yolun kıyısındaki ofise dalıp, Maun'a gitmeden Kalahari'ye girmenin bir yolunun olup olmadığını sorduk. Meğer, Ghanzi'de de -herhalde, artık- bir DWNP ofisi varmış; kadın yerini tarif etti. Saat 4 buçuğu biraz geçmiş durumda. DWNP'nin bahçesine girerken karşılaştığımız güler yüzlü adam içeriye hemen girersek, işimizi halledebileceğimizi söyledi. Heyhat, ofislerini kilitleyip çıkmakta olan bayanlar aynı fikirde değiller. Mazeretleri, merkezî sistem (bilgisayar sisteminden bahsediliyor) kapandığı için, zaten isteselerde bir şey yapamayacakları şeklinde. Doğrudur! Zaten bu saatten sonra bizim de Kalahari'ye gidebilecek durumumuz yok. En iyisi sabahı beklemek. Mesai saat 7 buçukta başlıyormuş.
Ghanzi girişinde tabelasını gördüğümüz kamp yerine gittik. Burası aslında bir lodge; hani tüm popüler Afrika safari alanlarındaki lüks konaklama yerlerinden. Ancak, ayrıca kampingleri de var. Aslında, o akşam bizden başka misafirleri yoktu, eminim. Bizim ise bir misafirimiz vardı.
CKGR, ya da kısaca, Kalahari
Cumartesi sabahı yoğun bir yağmura uyandık. Tentemizin altında kahvaltımızı yaptıktan sonra DWNP ofisine gittik. Görevli hanım, Ghanzi'den bu saatte (bu saat dediği, sabah 8 buçuk daha) Kalahari'ye ancak Xade kapısından giriş yapıp, Xade kamp yerinde kamp yapmaya yetişebileceğimizi söyledi. Bahsi geçen yol ancak 200km'dir. Anlaşılan, bayağı zor bir yol olacak. Kalahari için giriş ve Xade kamp yerinde bir gece konaklama paralarımızı yatırıp, yola çıktık. Ghanzi'den ayrıldıktan kısa bir süre sonra asfalt bitti. Önceleri toprak ama düzgün olan yol, New Xade'ye kadar öyle devam etti. Sonrasında ise, 'çöl' adına uygun bir kumluğa dönüştü. Yumuşak çöl kumundan yolda, daha önce geçen araçların oluşturduğu derin tekerlek izlerine -mecburen- sadık kalarak ilerliyoruz.
Kalahari'ye, Xade kapısından girdiğimizde daha vakit çok geç değildi. Yani, Ghanzi'deki hanımın tahmininden daha çabuk gelmiştik. Kapıdaki görevliye, çadırımızı kurmadan yakında vahşi yaşamı izleyebileceğimiz yer olup olmadığını sorduk. Güneydeki Quee Çanağı kuru olduğu için, hayvanların uğrayacağını sanmadığını, doğudaki Xaca çanağına gidebileceğimizi söyledi. Xaca çanağı denilen yer de 60-70km uzağımızda. Gidip gelmek 3.5 saat sürdü. Yol, Kalahari'ye gelmeden hemen önceki kum yol gibi ama, daha zor. Akşam yedi sıralarında kamp yerine vardığımızda Lando da, biz de pestil gibiydik.
Kamp yerimizde bizi bekleyen babun maymunları, ceylanlar ve sırtlanlar, çadır açacağımız noktayı gösterdikten sonra dağıldılar. Kamp yeri o kadar dolu ki, diğer çadır ve arabaların arasından geçip de kendi yerinizi bulmanızı kolaylaştırabilmek için, böyle bir yöntem bulmuş, DWNP; orada boş gezen hayvanları çalıştırıyorlar. Çevremizdeki çadır sakinlerini selamlayıp, çadırımızı açtık. Şaka bir yana, kamp yerinin tek sakini olarak duş ve tuvaletlerin hemen yanına parkedip, çadırı açtık. Karanlıkta yemeğimizi yerken, bizden 5-6 metre ileride binanın dış duvarına dizili musluklara birisinin geldiğini gördüm. Işık olmadığından yanına gidip bir 'merhaba' demek istedim. Gelen kişi bir sırtlandı; ufak bir buzağı büyüklüğünde bir sırtlan. Beni fark edince, arka ayakları üzerine doğrulup, ön patileriyle bulaşıklarımıza doğru yaptığı hamleden vazgeçip, dört ayağı üzerine indi tekrar. Pek korkmuş ya da şaşırmış hali yok; tersine, biz şaşkınlık içindeyiz. Çıkardığımız şamatadan fazla rahatsız olmadı ama, yine de huzurunun kaçırılmasından duyduğu memnuniyetsizliği yüz ifadesiyle belirterek, ağır adımlarla uzaklaştı. Biraz ileriden yine bizi seyretmeye devam etti. Yemeğimiz bittikten sonra yeniden musluğa geldi, bir ara. Bizden fazla bir fayda sağlayamayacağını anlayınca da, ilerideki çalılıklara doğru seyirtip, uzaklaştı. Karanlıkta yapacak bir şey yok. Hava da bulutlu olduğu için, yıldızların şölenini izleyemiyoruz. Erkenden yattık, yorgunluktan hemen uyumuşuz.
Sabah 6'ya doğru uyandım. Gece gelen sırtlandan başka, çitalar, leoparlar, aslanlar görmeyi hayal ediyorum. Heyhat, ortalıkta otlayan ceylanlardan (impala ve springbok) başka hiçbir şey yok. Hızlı bir kahvaltının ardından toparlanıp, kuzey-doğuda çıkış yapacağımız Matswere kapısına, Pipers Çanağı ve Deception ('feyk') Çanağı üzerinden gideceğiz. Buraları, genellikle suyun bulunduğu, dolayısıyla hayvanların bolca rağbet ettikleri mekânlar(mış).
Yardım isteyene el uzatmak lazım...
Yine aynı yollar. Bu yollarda muhteşem tereyağı ve yayık ayranı yapılır. Pipers Çanağına geldiğimizde, önce bir, arkasından ikinci ve üçüncü aslanları gördük; üçü de yetişkin erkek. Vardığımız saat öğleye yakın. O yüzden, sabah kahvaltılarını çoktan tamamlamışlar, yanlarında dişileri ve -dolayısıyla- çocuklar yoklar. Kendileri ise, etrafın asayişinin yerinde olup olmadığını, oturdukları yerden kolaçan ediyorlar. Yanlarına yaklaşmamızdan pek rahatsız bir halleri yok. Yalnızca "Bu da nereden çıktı şimdi?" der gibilerinden, suratımıza bakmakla yetindiler.
Pipers Pan'den yola devam ediyoruz. Daha yeni başlamıştık ki, sağımızdan doğru koşarak bize el sallayan genç bir çocuk gördük. Durdum ve ona doğru manevra yaptım, o da yanımıza geldi. Arabasının aküsü bitmiş, bizden yardım istiyor. Ara kabloyla takviye yapıp, çalıştırdık. Lando, bir Toyota Land Cruiser'a yardım etmenin haklı gururunu yaşıyor, bu arada.
Avustralyalı genç 7 senedir Botswana'da yaşıyormuş. Arabasının üzerinde "CKGR Reserch" yazıyor. 1.5 yıldır Kalahari'de aslanlarla ilgili bir araştırma yapıyormuş. Gözetimindeki aslanlara bağlı vericiler sayesinde, aracının üzerine kurduğu anteni ile ve koltuğunda oturup, sabahtan akşama kadar hareketlerini gözlüyormuş. Arabasının yanında, yerde kurulu çadırında kalıyor. "Tehlike yok mu? Hani aslanlar falan etrafta..." diye sordum. "Aslanlar yiyecek olarak bildikleri birkaç hayvan cinsi dışındaki varlıklara 'yemek' gözüyle bakmazlar. Yalnızca meraklıdırlar. Birkaç kez, sabah çadırın fermuarını açtığımda, 2-3m ilerimde oturmuş, meraklı gözlerle beni izlerken buldum onları" dedi. Umarım aç kalmazlar, diye geçirdim içimden.
Bir mavi öküz başlı antilop (blue wildebeest)
Bir yarasa kulaklı tilki. Daha sonra iki küçük yavrulu bir aile de gördük ama, -yavruları olmasından, sanırım- bizi görür görmez kaçışıverdiler
Bir süre sohbet ettiğimiz Avustralyalı gencin (adını sormak aklıma gelmedi hiç, nedense) yanından ayrıldıktan sonra, ne kadar keyifli bir işi olduğu üzerine konuştuk, bir süre Buket'le. Şimdi düşünüyorum da, gerçekten keyifli mi? Kalahari Çölü'nün göbeğinde, o sıcakta (ama, rutubet hiç yok, Allah için), bir arabanın tepesinde sabahtan akşama kadar tek başına oturmak ne kadar zevklidir? En azından, onun keyif aldığı kesin; yüzünde hiç de durumundan şikayetçi bir ifade yoktu.
Deception Çanağı da ismiyle müsemmâ tam bir 'feyk' çanak. Uzaktan baktığınızda sanki suyu kirli bir göletmiş görünen çukurluğun yanına gittiğinizde, yerde kara renkte minik taşların olduğunu görüyorsunuz. Hayvanlar da bunu 'yemiyorlar' tabii; ortalıkta in-cin top oynuyor. Yolumuza, Matswere kapısına doğru devam ediyoruz. Sağda solda artık kanıksadığımız hayvanlara, sanki İstanbul sokaklarında görmeye alışık olduğumuz kedi-köpeklermiş gibi ilgisiz gözlerle bakıyoruz.
Bu çiçeği, Kalahari Çölü ve çevresinde, birçok yerde gördük. Adını bilmiyoruz ama, güzelliğine hayran olduk
Evet! Kalahari bir çöl. Ama öyle bir çöl ki, yağmuru gördüğünde yeşeren cinsten. Asıl adı, buranın esas halkı olan San insanlarının dilinde kgalagadiden geliyor; 'susuzluk toprağı' demekmiş.
Sallan-yuvarlan şeklinde geçen yolculuğumuza Matswere kapısında ara verdik. Kapıdan çıkarken, yanımızdan telaşla DWNP'ye ait bir pikap geçti. Kapıdaki görevli adam hangi güzergâhtan geldiğimizi sordu, söyledim. Avustralyalı genci görüp görmediğimizi sordu. "Gördük, arabasını da çalıştırdık" dedim. Bu sefer adam telaşla kapıdan çıktı, gitti. Durumu çözmeye çalışan ben, diğer görevli kadına döndüm. Meğer sabah genç çocuk uydu telefonuyla kapıyı aramış, yardım istemek için. Ellerinde hiç araç olmadığından yardım gönderememişler, ta ki diğer kapıların birisinden araç gelene kadar. O da ancak bu saatte gelmiş ve yardıma gidiyorlarmış. Adamın telaşla kapıdan çıkıp gitmesinin sebebi de, giden pikabı durdurmak. Neyse ki, o da önce yakıt alıyor olduğundan, yetişmiş. Bu arada, gencin -yine- orada yerleşik teyzesi (ya da halası) kendi aracıyla çıkageldi, dışarıdan. Genç onu da arayıp yardım istemiş, meğer. Hâlbuki böyle karmakarışık bir durumu Lando çoktan çözmüştü, bile. Teşekkürleri kabul edip, Buket'in hazırladığı sandviçlerimizi atıştırdıktan sonra, Maun'a doğru hareket ettik. Asfalt yola varana kadar süren tufanda, sileceklerin hızı, önümüzü görmeye yetişemiyordu, neredeyse.
Oriksler büyük bir merakla bizi izliyorlar...
Maun'da, ertesi güne fazla iş bırakmamak için, önce alış-verişimizi, daha sonra da yakıt ikmalini tamamladık. Tüm Okawango Deltası (deltanın Moremi Ulusal Parkı tarafı) ve Chobe Ulusal Parkı için giriş izinleri ve konaklama rezervasyonlarını ise ertesi gün yapmak zorundayız; mesai bitmişti. Ertesi gün Cumartesi olmasına rağmen, DWNP ofisi çalışıyormuş. Hatta Pazar günü bile... İşlerimiz bittiğinde hava iyice kararmıştı. Bir yandan yağmur, bir yandan karanlık, el yordamıyla kasabanın dışında bir kamping bulduk. Yorgunum ve bu yağmurda çadır açmaya hiç niyetim yok. Oranın kurulu çadırlarından birisine yerleştik.
Kalın sağlıcakla.