Gezi Alemi

e-Posta:    Şifre:     Kaydol | Şifremi Unuttum
 
Gezi Alemi ::::: Yunanistan ::::: Sakız ::::: Sakız Adası 2- Güney Sakız'ın Labirent Köyleri...        
Ülke Şehir Ekleme Düzenleme Gezi Tarihleri Okunma Yorum Yazan 
Yunanistan Sakız 23 Kasım 2012 17 Eylül 2012
22 Eylül 2012
9196 1 NEŞE 

 Sakız Adası 2- Güney Sakız'ın Labirent Köyleri...
 (Genel)

Bu sabah arabamız hazır, teslim almamızla birlikte yollara düşmemiz arasında saniye geçmiyor. Altı arkadaş bu kez birlikte olmak, aynı güzellikleri aynı anda paylaşmak istedik, bu nedenle bir Fiat-Doblo ısmarlamıştık Avis e... Bunlar özel istekler olduğu için önceden konuşup anlaşmak gerekiyor şirketle, anında böyle bir aracı bulamazdık herhalde.


İstikamet güney köyleri...İlk bakışta "bu küçük adada 3 gün arabayla nereye gidilir ki" diyebilirsiniz ama grubun rehberi ve organizatörü ben olunca artık her manastıra, her kiliseye, her köye girilecek demektir....İtiraz yok...


 

Armolia'nın Seramikleri...

Sakız kasabasının hemen dışında havaalanı arazisini terk edince Karfas sahil köyünün turistik otelleri gözüküyor ufukta, biz sahile değil, direksiyonu dağlara, içeri doğru kırıyoruz ama önce bu bölgedeki narenciye bahçeleri dikkati çekiyor. Genovalı Beylerin yüksek duvarlarla çevrili ortaçağ malikaneleri bugün artık birer butik otel halini almış, yüksek duvarlar narenciye bahçelerini toz ve soğuktan korurmuş, her bahçede eşeğin çektiği bir dolap ve kuyu olduğu söyleniyor, biz bu özel bahçelere giremedik tabii...Bu bölgeye Kambos ovası deniyor, verimli, yeşil ve sulak.


 

Sakız Ağaçları...

Dağlara çıktıkça 15 gün önce adanın güneyini cehenneme çeviren yangının izleri de başlıyor. Sakızlılar son yüz yıl içindeki 3 büyük felaketi şöyle sıralıyorlar: 1822 Sakız isyanının Osmanlılar tarafından kanlı bir şekilde bastırılması,1881 deki büyük deprem ve 2012 ağustos ayındaki yangın felaketi. Yamaçlardaki sakız, çam, zeytin, yeşil bitki örtüsü ve ne kadar hayvan varsa bölgede hepsi kül olmuş, siyah bir tünelin içinde gidiyoruz, şaşkın şaşkın etrafa bakmaktan foto bile çekmeyi akıl edemiyoruz, açık pencerelerden arabaya yoğun bir is kokusu doluyor, kaç yüzyılda eski haline dönecek bu bölge?


 

 

 

Prygi Sokakları...

Armolia köyü yakınlarındayız, yangın adeta köyün dış mahallelerini yalamış, kim bilir ne çaba sarf edildi köyü de yakıp geçmesin diye... Armolia seramikleri ile meşhur, uğramadan olmaz. Köyün girişinde karşılıklı iki seramik dükkânının arasına park edip, dalıyoruz içeri. Seramiklerin hepsi el yapımı ve yine el dekoru ile süslenmiş, iki parça kapıyorum hemen, üzerleri adanın bereketini yansıtan nar motifleri ile süslü.....Seramikçilerin arka bahçesinde sakız ağaçları var, ilk defa bu kadar yakından görüyoruz.


 

Küçük Asya felaketinde ölenlere...

Çocukluğumuzda bakkaldan ince jelatin içinde aldığımız damla sakızlarını burada ağacın dallarından koparıp ağzımıza atmak çok ilginç. Yangından kurtarılan sakız ağaçlarına dikkatle bakıyoruz. Sakız ağacı bizim Antep fıstığı ile akrabaymış...Bakımı ve hasadı çok zor. Bodur ve biçimsiz bir ağaç, bu işi bilen kişiler tarafından gövdesinde yarıklar açılıyor ve gövdenin dibindeki toprak, bembeyaz bir cins toprakla sıvanıyor, yarıklardan akan damlalar aşağıdaki beyaz toprak üzerine düşüp sertleşiyor. İşte bu andan sonra gövdesi ve elleri küçük kadınlar ağacın altına girip yerdeki sakızları topluyorlar, şimdi iş artık yaşlılara kaldı...Toplanan sakızlar köylerdeki yaşlıların önüne yerleştiriliyor ve eleme, temizleme, boylarına göre ayırım işini onlar yapıyor oturdukları yerde. Zahmetli ama çok para getiren bir ürün olarak yüzyıllarca adanın kaderine hükmediyor sakız. Uğruna kaleler, savunmalı köyler yapılıyor, saldırılar, savaşlar veriliyor. Osmanlının adayı çok geç bir tarihte,1566 da almasının nedeni de sakız dolayısı ile her yıl çok yüksek bir vergi alınması değil miydi? Ne zaman ki vergiyi ödeyemedi Genovalılar, o zaman da Piyale Paşa daldı adaya...


 

 

Yukarıda sakız ayıklanan yaşlılar...Altta ise seyyar manav...

Yollar virajlı, yükseliyoruz, iniyoruz ve adanın güneyinde tam orta bölgedeki Pyrgi köyüne geliyoruz. Belediye köyün girişine park yerleri yapmış, içeri araba ile giriş yasak, zaten girsek bizim Doblo sıkışır kalır bu sokaklarda veya labirentte desek daha doğru olur...


Pyrgi diğer labirent köylerden farklı bir özelliğe sahip. Bu köyde hemen hemen tüm yapıların dış yüzeyleri siyah-beyaz geometrik desenli frizlerle süslü. Kazıma tekniği ile yapılıyor, önce yapı siyaha yakın bir renkle sıvanıyor sonra üzerine ikinci bir beyaz boya sürülüyor, beyaz boya motife göre kazınınca alttan siyah desenler beliriyor. Banka, kahve, eczane, kilise dahil olmak üzere tüm yapılar böyle frizlerle süslü... Bu dekorasyona "Xysta" deniliyor. Bizim parkeleri kazıtma işlemi "Sistre" ile akraba bir kelime olsa gerek


 

Bakire Meryem Kilisesi...

Dekorasyon yönünden böyle ilginç bir manzara ile karşı karşıyayız ama mimari daha da ilginç. Zengin damla sakızı ürününü koruyabilmek için tüm köy bir kale şeklinde inşa edilmiş. Evler bitişik nizam olarak, daracık labirentler oluşturan sokakların iki tarafına dizilmiş ve şehrin dışına pencere ve kapıları yok, dıştan bakınca ev duvarları bir sur vazifesi görüyor. Aynı 7000 yıl öncesinin Çatalhöyük yerleşmesi gibi. Köyün tam ortasında diğer evlerden yüksek, bir kule görünümünde, beyin konağı yer alıyor ve bunun çevresi labirent sokaklarla sarılmış durumda. Evlerin damlarından atlayarak tüm köyü dolaşmak mümkün, sokakların üzerindeki kemerler ve tonozlar da evden eve sokakların üzerinden atlamaya yarıyor. Bu köye giriş ve çıkış da yine bir-iki kapıdan yapılıyor...Nasıl girsin düşman bu köye, korsanlar nasıl dalsın bu labirente ? Anında yok edilirler...


 

Önce bir meydana geliyoruz, nispeten daha yeni bir tarihe ait, köyden şehit düşenlere adanmış bir anıtın yanından geçerek biz de bu labirente dalıyoruz. Her yer taş evlerle çevrili ,dar sokaklarda evlerin önünde oturan yaşlılar damla sakızı eliyor ve ayıklıyorlar...Nerden geldiğimizi soruyorlar, İstanbul diyoruz, kendilerince düzeltiyorlar. "Oooo Konstantinopoli....Poli Orea...(çok güzel)" sesleri yükseliyor, bize hemen sakız ikram ediyorlar.


Yolun sonu bir meydana açılıyor, serinlemek zamanı geldi, kahvenin yanında her zaman sunulan su bizi ferahlatıyor. Kahvecinin kapalı mekanı tam karşımızda, kurumaya asılmış küçük kırmızı domatesleriyle çok hoş... Mercan bir kolye gibi asılmış domatesler siyah-beyaz frizlere, çok yakışmış.


 

Havariler Kilisesi...

Ana meydanı yine siyah-beyaz süslemeli Bakire Meryem kilisesi taçlandırıyor, kilisenin arkasındaki mahalleler uzayıp giden labirentler içinde kaybolmamızı istiyor. Bir evden Türkçe televizyon sesleri geliyor, ev sahibi kapıda, bizim Türk olduğumuzu anlayınca "Sılayı seyrediyorum, şahane" diyor yunanca....Alt yazılar yunanca, dizinin Türkçe sesi köyde yankılanıyor.


Dönüş yolunda yine aynı meydana gelmeden bir tonozun aralığından nefis bir Bizans kilisesi görüyorum. Havariler kilisesi 13 yy. sonuna ait ve Havarilerden Petrus ve Paulus a adanmış. Portakal bahçesi içinde küçük bir mücevher gibi. Kilise çok güzel freskolarla süslü ve renkler canlılığını halen koruyor.


 

 

Prygi Sokaklarında dolaşmak inanılmaz keyifli...

Şimdi hedef 5-6 km uzaktaki sahil... Emborio ya geliyoruz, küçük ve çok güzel bir koy, birkaç yazlık ev ve 2 taverna var burada. Bir sonraki koy ise adanın en meşhur plajı Mavravolia=siyah kum, volkanik ,siyah çakıllardan dolayı bu adı almış, yemek sonrası buraya gelip bir yüzme molası vermek şart oldu artık, bu güzellik kaçmaz.

 

Yemek molasını, Emborio nun diğer tarafındaki plaj olan Komi de vereceğiz. Sakız daki dostumuz reçel kraliçesi Rena burada Caravella tavernayı tavsiye etti.


 

 

Emborio ve Mavravolia...

Komi minik bir sahil köyü, mevsim buralarda sanki erken kapanmış gibi, bir çok taverna kapalı ama bize tavsiye edilen Caravella açık. Tam plajın yanıbaşındayız ama bu koy kuzey rüzgarına açık, biraz rüzgarlı...Donatıyoruz sofrayı mavi denizin kıyısında, gelsin öğlen uzoları...İki kişi 22 € gibi komik bir para ödüyoruz öğle molamıza. Bu yemeğin üzerine Mavravolia sahilinde kendimizi serin sulara atmak çok iyi geliyor. İri siyah volkan çakıllarından zor bela suya ulaşıp pırıl pırıl sularda kısa bir yüzme molasından sonra bir başka labirent köy bizi bekliyor.


Olympinin hemen dışındaki park yerine arabamızı yerleştirip labirentin içine giriyoruz. Olympi, Pyrgi den daha ufak ve turistik turların hedefi olmayan bir köy. Durum böyle olunca ilginç yapıların restorasyonu da biraz ihmal edilmiş.


 

Olympi...
 

 

Mestaya Giriş Kapsı...

Daracık sokağın zemininin 50 cm. yukarısından pencereye benzer bir kapak açılıyor ve bir Pakistanlı banyo yaptığı leğenin içindeki sabunlu suyu bizim geçişimizin ardından labirente boşaltıyor. Anladığım kadarı ile turistin çok uğramadığı böyle yerleşimlerde kaçak olarak ülkeye giren göçmenler ucuz ücretlerle köle gibi inşaat işlerinde çalışıyor ve böyle ilginç yerlerde kalıyorlar.


Labirentler tünellere, tüneller geçitlere açılıyor, minicik köy meydanında kalenin burcu gibi bey konağının kulesi yükseliyor. Siyahlar içindeki yaşlı kadınlar, önlerinde elekler sakız eliyorlar yine, dar geçitlerden mis gibi serin hava doğal bir klima gibi köyü dolaşıyor sakız kokusu ile birlikte.


 

Evlerin altı geçit...

Bu tip labirent köylerde savunma amaçlı yapılan kale-evlerin bahçeleri ve avluları yok, yeşil bitki sevgisini evlerin girişine, daracık geçitlerin köşelerine yerleştirilmiş dev bitki saksıları ile gidermişler, minik ağaçlar, sarmaşıklar, begonviller hep saksıların içinde.


Olympiden ılık bir akşamüstü ayrılıyoruz, biz köyden ayrılırken Olympililer de otlattıkları hayvanları ile köye dönüyorlar.


Bugünün son köyü, en turistik olanı,Mesta. Mesta ya giriş-çıkış sadece iki kapıdan, düşman labirentin içinde kaybolmadıysa zaten bu kapılardan çıkışı çok zor. Derin bir tünel tonozu ile köye giriyoruz.


Daha bakımlı, daha turistik bir köydeyiz, dar sokakları çevreleyen taş evler butik otellere dönüştürülmüş, birçok Türkçe tabela da asılı evlerde.


 

Mesta Ana Meydan...

Köyün tam ortasındaki meydanda, merdivenle çıkılan bir platform üzerinde Taksiyarhis kilisesi yer alıyor. Kilise köyün en eski ve en büyük kilisesi, gelmişken bir mum da ben yakıyorum, Anadoluya da geçen bu adet tamamen ortaçağ Bizans geleneği. Orta Asyadan getirdiğimiz Şaman adetleri, Anadoluda Ortodoks gelenekleri ile birleşince böyle oluyor işte bizim durumlar, her girdiğimiz kilisede, manastırda bir mum da biz yakıyoruz halimize...


Gördüğümüz, gezdiğimiz her üç kale-köyde de olumsuz ortak özellikler var, su borularının, lağım künklerinin, elektrik kablolarının çaresini bulamamışlar, her yerden salkım salkım, kablo, plastik boru sarkıyor, tepelerde yüzlerce TV anteni ortaçağın bu taş evlerine meydan okur gibi...Yine tüneller, kemerler, taş duvarlar arasından geçip, Mesta lılarla selamlaşa, konuşa arabamıza geliyoruz.


 

Köprülü Sokak...

Artık adanın güney-batı köşesinde, Mesta ya 5 km. uzaklıktaki Limenas Meston da =(Mesta nın limanı) bir kahve molası verebiliriz. Burasının eski adı "Paşa limanı", ismi gitmiş, kendi kalmış yadigar diyelim...Çok korunaklı, fiyort gibi bir liman, koca bir gemi yanaşmış balık yüklüyor. Etrafta bir-iki taverna ve pansiyon var, hepsinde de Türkçe tabelalar.


Artık Sakız üretim bölgesinden ayrılıp Sakız kasabasına dönme zamanı geldi, bu bölgede sakız üretimi yapan 24 köyden en önemli 3-4 tanesini ziyaret ettik, çok ilginç yerler gördük, öğrendik. Güneş batıda alçalıyor, açık denize bakan batı kıyısı tüm güzelliği ile uzanıyor önümüzde.


 

Limani Meston...

Elata, Vessa köyleri de taş evleri ve labirent planları ile tepelerde dikkat çekiyor. Sakız a varışımız akşamı buldu. Biraz dinlenmenin ardından akşam yemeğine hazırız.


İki taksiye doluşarak, kasabanın biraz yukarı mahallesi diyebileceğimiz noktasında, güzel bir bahçe içinde 130 yıldır hizmet veren Hodzas Tavernaya gidiyoruz. Gece karanlığında, daracık sokaklarda bilmediğimiz bir adrese gidiş taksi ile daha emin oluyor. Tavernanın adı, türkçedeki "Hoca" tabiiki. Bir balık lokantası değil, çiçekli bir bahçede geleneksel yemekler yiyiyoruz, dolmalar, köfteler, mutfakta ne varsa getir diyoruz güzel garsonumuz Eleni ye...Etrafta çok sayıda Türk müşteri de var. Gecenin bilançosu, bahşiş dahil 6 kişi 100 € ödüyoruz ve dostlara bu güzel yeri tavsiye ediyoruz.


 

Yanmış yamaçlar...

Yarın, yeni bir günde, Sakız ın bir başka köşesi bizi bekliyor, bakalım neler göreceğiz, nereleri tanıyacağız.....










 Yazılan Yorumlar...
OrcunBaslak
(25 Şubat 2014)

Geçtiğimiz günlerde keyifli bir tatil geçirdiğim Sakız Adası (Chios) seyahatim ile ilgili bir blog yazısı yazdım. Chiosun tavernalarında keyifli sohbetler etmek isteyen, kumsallarında (biraz taşlıklar gerçi ama) dinlenmek isteyen ve sakin bir Yunanistan adasında kendinden geçmek isteyenler için faydalı olacağını düşünüyorum. Bu yazının yazdıklarınıza değer katması dileğiyle ekte paylaşmak istiyorum.

http://orcun.baslak.com/yunanistanda-bir-ada-chios-chiosda-bir-kedi-bucuruk/

http://orcun.baslak.com/yunanistanda-bir-ada-chios-chiosda-bir-kedi-bucuruk/

 Yorum yazmak isterseniz...
 
Yorum Yazabilmek İçin Üye Girişi Yapmalısınız.